• Sonuç bulunamadı

Mülteci kelimesinin sözlük anlamına bakıldığında “Vatandaşı bulunduğu ülkede meydana gelen siyasi olaylar nedeniyle vatanını kendi iradesi ile veya zorla terk etmiş ve yeni bir devletin vatandaşlığına geçmiş, herhangi bir devletin diplomatik himayesi altında bulunmayan kimselere verilen ad” şeklinde tanımlanmaktadır (Sönmezoğlu, 2010, s.498).

IOM’un hazırlamış olduğu sözlükteki mülteci tanımı ise: “Irkı, dini, milliyeti, belirli bir sosyal gruba üyeliği veya siyasi görüşü nedeniyle geçerli bir zulüm korkusu sebebiyle vatandaşı bulunduğu ülke dışında olan ve bu korku sebebiyle o ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişi” şeklindedir (IOM, 2011, s.79-80).

2013 yılında yürürlüğe girmiş olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) mülteci kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:

“Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir” (YUKK, 2013).

1969 yılında imzalanan ve 1974 yılında yürürlüğe giren Afrika’daki Mülteci Problemlerinin Özgül İlkelerini Belirleyen Sözleşme veya Afrika Birliği Örgütü (ABÖ) Mülteci Sözleşmesi’nin mülteci tanımı ise:

“Dış saldırı, işgal, yabancı egemenliği veya vatandaşı olduğu ülkesinin bir bölümünde ya da bütününde kamu düzenini ciddi bir biçimde tehdit eden olaylar yüzünden, ülkesi dışında başka bir yere sığınmak için yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kalan her insanı kapsar” şeklindedir (Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği, 1997, s.52).

Mülteci kavramının haricinde yalnızca Türk hukukunda tanımlanmış olan şartlı mülteci kavramı bulunmaktadır. Türkiye’nin 1951 Mültecilerin Statüsünü Belirlemeye İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne koymuş olduğu coğrafi çekince*

* Coğrafi Çekince: 1951 yılında ilk imzalandığı sırada “1951 yılı ve öncesi Avrupa’da meydana gelen

olaylar nedeniyle mültecileri korumaya yönelik” ifadeleri barındıran Cenevre Sözleşmesi, 1967 protokolü ile yeniden düzenlenmiş ve zaman sınırlaması ile coğrafi sınırlama kaldırılmıştır. Ancak daha önceden coğrafi sınırlama ile sözleşmeyi imzalamış olan ülkelere bu koşulu sürdürme hakkı verilmiştir. Cenevre Sözleşmesine 1961 yılında taraf olan Türkiye’de, 1967 protokolü ile gelen coğrafi kısıtlamayı kaldırmamış ve günümüze kadar muhafaza etmiştir.

33

sebebiyle mülteci statüsünü alma hakkı olmayan Avrupa Konseyi ülkeleri haricinde Türkiye’ye gelen kişilere verilebilen bir statüdür. YUKK madde 62/2’ de şartlı mülteci kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:

“Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sırasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir” (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 2013).

Sığınma veya eski ismiyle iltica kavramı ise bir şahsın, vatandaşı olduğu veya ikametinde bulunduğu devleti türlü baskılar veya ayrımcı legal soruşturmalar sebebiyle terk ederek, yabancı ülkeye, yabancı ülkelerin diplomatik temsilciliklerine, savaş gemilerine veyahut uçaklarına gitmesini ve gittiği devletin korumasını beklediğini belirtmektedir. Sığınma durumu ülkedeki savaşlardan, baskılardan ve iç çatışmalardan kurtulmak amacıyla kaçarak toplu bir şekilde olabileceği gibi baskılar ve hakkındaki soruşturmalar nedeniyle bireysel olarak da gerçekleştirilebilir (Pazarcı, 2013, s.186).

Tanımlara bakıldığında sığınmacı ve mülteci kavramlarının neredeyse aynı tanımlara sahip olduğunu hatta bazı çalışmalarda birbirlerinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Hâlbuki ikisi birbirinden farklı kelimelerdir ve farklı anlamlar taşımaktadırlar.

Sığınmacı, hukuki olarak mültecilik statüsü kazanabilecek olan fakat bulunduğu ülkede mülteci olarak kabul edilmeyen veya mültecilik başvurusu henüz sonuçlanmamış olan kişilerdir (Kıratlı, 2011, s.17). Buna göre; ülkesinden ayrılmış ve uluslararası anlaşmalarla özel statü hukuki koruma kazanmış olan kişilere mülteci denilirken, mülteci olarak uluslararası bir koruma arayan ancak statüsü henüz tanınmamış kişilere sığınmacı denilmektedir.

Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün (UNCHR) yayınladığı zorunlu göç raporuna göre 2017 yılı içerisinde çatışma, işkence ve şiddet olayları sebebiyle yaşadığı yeri zorunlu olarak terk etmek zorunda kalan kişi sayısı 2,9 milyon artmıştır. Toplamda dünya genelinde göç etmek zorunda kalan kişi sayısının ise 68,5 milyona ulaştığını açıklamıştır. 68,5 milyon göçmenin yaklaşık 25,4 milyonu mülteci statüsünde, 3,1

34

milyonu ise sığınmacı statüsündedir. 40 milyonu ise ülkeleri içerisinde göçe zorlanan kişiler oluşturmaktadır. Yine aynı rapora göre 2014 yılından beri tüm ülkeler arasında en çok sığınmacı ağırlayan ülke ise Türkiye’dir (Euronews, 2018).

Mülteciler hakkındaki uluslararası düzenlemelere bakıldığında birtakım sözleşmelerin ve protokollerin var olduğu görülmektedir. Bunların en önemlisi 1951 yılında Cenevre’de imzalanmış ve 1954 yılında yürürlüğe girmiş olan Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmenin 12. Maddesine göre; “Her mültecinin bireysel statüsü, daimî ikametgâhının bulunduğu ülkenin yasalarına veya eğer daimî ikametgâhı yoksa bulunduğu ülkenin yasalarına tabidir.” Yine aynı sözleşmenin 3. Maddesinde ise taraf devletlerin, mültecilere hiçbir ayrım yapmaksızın bu sözleşme hükümlerini uygulaması gerektiği belirtilmektedir. Mültecilere dair yapılmış bir diğer uluslararası düzenleme ise 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’ne 1967’de yapılan ek protokoldür. Bu protokol ile 1951 sözleşmesindeki zamansal kısıtlama ortadan kaldırılmıştır. İltica ve sığınma hukukuna dair temel düzenlemeler de bu sözleşme ve protokol kapsamında ele alınmıştır (TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, 2010, s.10-19).

Türk yönetmeliğine bakıldığında 94/6169 sayılı “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esasla Hakkında Yönetmelik” 2006 yılında Bakanlar Kurulunun kararı ile yapılan değişiklik sayesinde mevcut iltica uygulamasının AB sistemine paralellik sağlaması hedeflenmiştir. Ayrıca Türkiye, coğrafi kısıtlama şerhi ile 1951 Cenevre Sözleşmesini de 1961 tarihinde kabul etmiştir. 1968 yılında ise coğrafi kısıtlama şartını koruyarak 1967 Protokolünü de Bakanlar Kurulunun kararı ile kabul etmiştir (TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, 2010, s.236-237).

Vatansız kelimesinin anlamı ise 1954 yılında imzalanan “Vatansız Kişilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesi”nin birinci maddesine göre, “Kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişi anlamına gelmektedir” (Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesi, 1954). Buna göre, vatansız kişiler vatandaşlığın getirdiği haklardan, devletin sağladığı diplomatik korumadan, ikamet edilen devlette kalma hakkından ve seyahat etmesi durumunda ülkeye dönüş hakkından mahrum kişilerdir (IOM, 2011, s.95).

35

Vatansızlık durumu farklı yollarla ortaya çıkabilmektedir. Örnek olarak bir devletin bağımsızlığını kazandıktan sonra halkın tamamını vatandaşlıktan çıkararak, vatandaşlık haklarından yararlandırmaması veya bir devletin azınlık gruplarına vatandaşlık hakkı tanımaması örnek olarak verilebilir. Vatansız kişilerin çoğu zaman kimlikleri olmaz, bu sebeple de eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimleri engellenir, çalışma hakkından da yararlanamazlar. Ayrıca seçme ve seçilme hakkı da vatansız kişilerin sahip olamadığı haklardan biridir. Vatandaş statüsünde olmak, insan haklarından etkin bir şekilde yararlanabilmeye dair bir önkoşul olarak görülebilir ve topluma tamamen katılabilmenin yolu vatandaş statüsüne sahip olmaktan geçmektedir. Günümüzde dünya üzerinde yaklaşık olarak 12 milyon vatansız insan bulunmaktadır (UNHCR,

https://www.unhcr.org/tr/vatansiz-kisiler).

Peki, göçmen kime denilmektedir? IOM’un yayınladığı sözlüğe göre göçmen teriminin uluslararası düzeyde, evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı bulunmamaktadır. BM göçmenleri gönüllü veya istemsiz, göçmek için kullanılan düzenli veya düzensiz olması fark etmeden kendi ülkesi dışında bir yıldan uzun bir süredir ikamet eden birey şeklinde tanımlamaktadır. Böyle bir tanım dahilinde, turistler ve iş adamları gibi daha kısa süre yolculuk yapan kişiler göçmen statüsünde yer almamaktadırlar. Ancak bunun haricinde, tarım ürünlerini ekmek ve toplamak için kısa süreliğine seyahat eden tarım işçileri kısa süreli göçmen olarak değerlendirilmektedir (IOM, 2011, s.61-62). TDK’ya göre ise göçmen şu şekilde tanımlanmaktadır: “Kendi ülkesinden ayrılarak yerleşmek için başka ülkeye giden kimse, muhacir” (http://sozluk.gov.tr/). IOM ve TDK’nın tanımlamalarından yola çıkarak göçmen terimi için kısaca göç hareketini gerçekleştiren kişi veya topluluk diyebiliriz.

Türkiye özelinde bakıldığı zaman ise 26 Eylül 2006 yılında Resmî Gazete’de yayımlanan 5543 sayılı İskân Kanuna göre ise; “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelmiş olan yabancılara” göçmen denilmektedir. Aynı kanunun 4. Maddesine göre ise; “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancılar ile Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı bulunup da sınır dışı edilenler ve güvenlik bakımından Türkiye’ye gelmeleri uygun görülmeyenler göçmen olarak kabul edilmemektedir” (İskân Kanunu, 2006).

36

Bunun haricinde yine 5543 sayılı İskân Kanununda serbest göçmen, iskânlı göçmen, münferit göçmen, toplu göçmen kavramları da bulunmaktadır.

i) Serbest Göçmen: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup,

yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye’ye gelip, devlet eliyle iskân edilmelerine istememek şartıyla yurda kabul edilenlerdir.”

ii) İskânlı Göçmen: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup özel

kanunlarla yurtdışından getirilen ve bu kanun hükümlerine göre taşınmaz mal verilerek iskânları sağlananlardır.”

iii) Münferit Göçmen: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup,

yurdumuza yerleşmek amacıyla bir aile olarak gelenlerdir.”

iv) Toplu Göçmen: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, iki ülke

arasında yapılan anlaşmaya göre yurdumuza yerleşmek amacıyla toplu olarak gelen ailelerdir” (İskân Kanunu, 2006).

Bazı analistler, göçmenlik teriminin artık terk edilmesi gerektiğini belirtmektedirler. 19. ve 20. yüzyıllarda göç kavramı bir devletten bir diğer devlete kalıcı bir şekilde yer değiştirme olarak düşünülmekteydi. Oysaki 21. yüzyılda durumun böyle olmadığı savunulmaktadırlar. 21. yüzyılda gelişen ulaşım koşulları ve teknoloji artık insanların sınır ötesini düşünmesini sağlamış, göç etmek, sınırların ötesine geçmek insanlar için artık kolaylaşmış ve normal hale gelmiştir. Yer değiştirme hareketleri, 19. ve 20. yüzyıldaki nedenlerle sınırlı kalmamıştır. Çalışma, evlenme ve yaşam biçimi hedefleriyle yapılan yer değişimleri de gün geçtikçe önemini arttırmaktadır. Bu sebepler sonucunda da küreselleşme ile gelinmiş olunan noktada göç kavramının yerine küresel hareketlilik kavramının kullanılması gerektiği savunulmaktadır (Castles, 2008, s.2).