• Sonuç bulunamadı

Yukarıdaki ba lıkta sözü edilen me ruiyet zemini çerçevesinde yepyeni bir dü ünce olarak ortaya koyulan sürdürülebilirlik yakla ımı çe itli ikilemleri barındırmaktadır. Örne in sosyal sorumlulu u temel alan tartı mada, yapı yapmanın ba lı ba ına anti ekolojik bir eylem olması neredeyse göz ardı edilmektedir. Bu kapsamda mimarlar çevre, ekosistem için bir katkı yapmak istiyorsa geni ölçekte mesleklerinin me ruiyetini sorgulamalıdır.

Schttich (1997), binaların in asının asla ekolojik bir aktivite olamayaca ını savunmakta; çevresel olarak sürdürülebilir bir yapının, olası etkiyi ancak minimuma indirebilece ini eklemektedir. Albin (1997) de mimarlı ın yapı yapma eylemi olarak, tanımı itibariyle ba lı ba ına antiekolojik oldu unu öne sürmekte ve mimarlı ın ancak biçimsel ve estetik olarak ekolojik olabilece i savını ortaya atmaktadır. Konuya mimarlık ürünü için gereken yapı malzemelerinin üretim enerjileri ve bu üretim sırasında kullanılan do al kaynaklar, olu turulan atıklar ve yaratılan çevre kirlili i açısından yakla ıldı ında ileri sürülen argümanların geçerlili i gözlemlenecektir. Çünkü bir yapı ne kadar az zarar yaratırsa yaratsın, çevre üzerinde mutlaka bir etki bırakacaktır. Özellikle binaların ya amının her a amasında enerji tüketimi yer almaktadır. Bu nedenle bina yapımında kullanılan malzemelerin, kaynaktan çıkarılmasından, i letimi, antiyeye getirilmesi ve montajına kadar hangi miktarlarda enerji tüketti i (embodied energy/cisimle mi enerji) önemli bir çalı ma alanını olu turmaktadır (Ciravo lu, 2005a). Yapılan ara tırmalar bir yapıyı gerçekle tirmek için gereksinin duyulan cisimle mi enerjinin yapının 30 yıl boyunca harcadı ı enerjiye e it oldu unu saptamı tır (Tucker, 2000). Bu çalı malara dayanarak konunun zararın azaltılması oldu u söylenebilir; genel kanının aksine çevreye duyarlı yapı yapmak çevre ve enerji açısından belirgin bir fark yaratmamaktadır. Öte yandan pek çok ara tırma dünyadaki 122 çokuluslu irketin karbondioksit salınımının % 80’inden; petrol üreten dört büyük irketin ise, tüm karbondioksit emisyonunun % 10’undan sorumlu oldu unu ortaya koymaktadır. Bu nedenlerle konunun mimarlık mesle inden çok endüstriyel süreçleri ve küresel sermaye/çok uluslu irketlerin sürdürülemez tüketim kalıplarını ilgilendirdi ini savunan görü ler bulunmaktadır.

Çevre bilinçli yakla ımların bir yanda teknoloji merkezli di er yanda ise do al olandan yana bir tavır olarak iki ayrı yönde geli ti ine önceki bölümlerde de inilmi tir. Teknolojinin yapılara in aat sırasında ve kullanım a amasında yükledi i fazladan enerjiyi göz önünde bulundurarak bu yakla ımı dı arıda bırakırsak, bugünün ekolojik/sürdürülebilir tasarım ilkelerinin çok da yeni olmadıkları saptamasını yapabiliriz. Günümüzde mimarlık dergilerinde çevreci olarak sunulanlar yapıların ço u tüm harekete ra men erken 1990’lardakilerden çok

az farklıdır. Bir ba ka deyi le bugünün en iyi yapıları on yıl öncesindekilerden daha çevreci de ildir. Örne in eskiden tüm yapıların pencereleri açılmakta ve yapay iklimlendirme 1970’lerin sonuna kadar kullanılmamaktadır (Addis, 2000). Oktay’a (2002) göre sürdürülebilirlik kavramsal olarak yeni sayılsa da bir dünya görü ü olarak yeni de ildir. Yerel verilerin, özellikle iklimsel özelliklerin tasarımda kullanılması antik dönemlerden beri yapıyla u ra anların akılcı yakla ımlarının bir parçası olmu tur. Slessor’a (2002) göre de sürdürülebilirli in temelleri geçmi tedir. Hatta ekolojik prensipler Üçüncü Dünya ülkelerinin kırsal kesimlerinde hâlâ görülebilir ve insanlık onları geli tirmenin yollarını aramaktan çok bu bölgelerden dersler çıkarabilir. Yazara göre bu kültürler insanlı ın gezegenimizle ili kisini yeniden dü ünmesini sa lamalıdır. Ancak burada bir tehlike de bulunmaktadır: Bu, yalıtılmı , eko-duyarlı aborjini toplumunun nostaljik yüceltmesine do ru bir e ilim de gösterebilir. Akcan (1996)’ın da belirtti i gibi yerellik temasını bugünün dünyasında “ekolojik mimarlık” ile desteklemek daha “me ru” görünmektedir. Di er bir deyi le, çevrenin do al kaynaklarına olan etik sorumlulu umuzun bilinciyle minimum enerji kullanmak, pasif so utma ve ısıtmayı güçlendirmek, benzeri amaçlarla bu etkiyi veren yerel elemanları salt cephe kaplaması olarak de il de gerçek i levleriyle kullanmak yerel mimarlı ın arkasına alabilece i çok daha do ru bir tavırdır.

Öte yandan Akcan (1996), Modernite sonrasında ya anan yerel ve evrensel arasındaki gerilimi bilgi ayrımıyla ele almaktadır. Yazara göre bu dönemde, e er bir deneyim yere ya da ki iye özelse, di er bir anlayı la di erlerinden farklı ve otantikse evrensel olarak “Do ru” olamaz; ancak e er bilimsel olarak “Do rulu u” kanıtlanmı sa, artık yere ya da ki iye özel de ildir inanı ı mimarlı ı da etkisi altına almı tır. Burada ekolojik mimarlı ın ço unlukla geleneksel mimarinin topo rafya ve iklim kar ısında aldı ı tavrı bilimsel, dolayısıyla evrensel kılan bir yakla ım olarak kar ımıza çıktı ından söz edebiliriz. Bu çerçevede geli mi ülkelerin geli mekte olan ülkelere çevreci pratikler açısından bakı ının arkaplanında bu yakla ımın yer aldı ını söylemek yanlı olmayacaktır. Yukarıda aktarılan Slessor’un görü leri bu yakla ımı örneklemektedir.

Bu kapsamda konunun gerek geleneksel mimariden türetilen yakla ımları gerekse de teknolojinin egemen kılınması anlayı ını içeren her iki geli im yönünün de ele tiriye açık oldu u söylenebilir. Teknoloji a ırlıklı uygulamalarda, edilgen sistemlerle çözül(e)meyen konuların etkin sistemlerle kar ılanmakta oldu u bilinmektedir. Bu alan bütünüyle yenilenemeyen kaynaklara dayandı ı gibi daha çok makine ve elektrik mühendisleriyle birlikte üretilmesi gereken çözümleri içermektedir ve pek ço u mimariye tasarım

a amasından sonra da uyarlanabilmektedir. Buna en uygun örnek bütünüyle bina otomasyon sistemlerine indirgenmi olan akıllı binalardır. Öte yandan yüksek/ileri teknoloji daha fazla enerji ve daha çok kirlilik anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yüksek teknolojiden, ara teknoloji, oradan da uygun teknoloji ve hatta çevre dostu teknoloji üretilmeden konunun bu boyutu çevreci yakla ımların dı ında kalmaktadır. Burada en önemli ele tiri, teknolojinin mimarlık aracılı ıyla kapalı sistemler olu turup insanı çevresinden soyutladı ı ve bu mekanları iklimlendirmek için aktif sistemlerle (örne in PV’ler) üretilen enerjileri kullandı ıdır.

Öte yandan, çevreye duyarlı yapılar gerçekle tirmenin önündeki bir ba ka fırsat/engel mü terilerdir. Onlar istediklerinde çevreci binalar gerçekle mekte ve kararları ne kadar güçlüyse yapılar o kadar sürdürülebilir olmaktadır. Üstelik bazen mü terilerin amacı yalnızca elektrik faturalarındaki azalma ve bakım masraflarındaki dü ü tür. Bazen de çevreci bir imajın tanıtımı gibi daha az somut bir kâr beklenmektedir (Addis, 2000). Bunun da nedeni, imaj ça ında ço u zaman görünü ün gerçeklikten çok daha önemli olması ve insanların umursamaz tüketici ya am tarzlarını sürdürürken vicdanlarını yatı tırmak istemesidir (Jones, 2002). Bu nedenle, çevre dü üncesi kapsamında mimarlı ın yerini nesnel olarak irdelemek önem kazanmaktadır. Bu da bizi a a ıdaki ba lı a ta ımaktadır.