• Sonuç bulunamadı

SÜNNET’E İTTİBÂDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN BAZI DURUMLAR

Dinin vazgeçilmez bir kaynağı olan Sünnet, Hz. Peygamber’in özellikle dinî faaliyetler alanını temsil etmekte ve Müslümanlar açısından bu yönüyle Sünnet’e ittibâ büyük önem bir teşkil etmektedir. Bu öneminden dolayıdır ki, Hz.

Peygamber’in sünnetini hayata doğru bir şekilde uygulamak; bunun için de, onu doğru anlamak gerekmektedir. Doğru anlama noktasında özellikle birtakım hususların bilinmesi ve bunların Hz. Peygamber’in davranışları üzerinden değerlendirilmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde, bir davranış veya söz, her ne kadar Hz. Peygamber’e ait olursa olsun, eğer doğru anlaşılmazsa Sünnet’e ittibâ gerçekleşmeyebilir, hatta muhalif davranışlar dahi ortaya çıkabilir.827

Sünnet’e ittibâ açısından Hz. Peygamber’i tanımak, hayat hikâyesi ve kendisine özgü birtakım kişilik özelliklerinden ziyade, onun hareket tarzındaki ilke ve esasları tespit edip aslında onun ne yapmak istediğini kavramaktır.828 Böylece onun hayatı boyunca karşılaşmadığı meselelerle sonraki zamanlarda karşılaşan insanlar, onun bugün ne yapabileceğini tahmin edebilecek ve ona göre hareket edebilecektir. Neticede ise, İslamî değerler zamanın bütününe hâkim olarak işlevselliğini koruyabilecektir.

Hz. Peygamber’in davranışlarındaki ilke ve esasları tanımak, aynı zamanda Allah’ın büyük bir nimet olarak insanlara vermiş olduğu ve dinin bilinebilmesinin unsurlarından birini de teşkil eden829 aklı830 kullanmaktır. Bunu yaparken sadece

827 Bkz.: Cassâs, a.g.e., C.3, s.217, 221.

828 Görmez, a.g.e., s.208.

829 Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, tah. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y., s.66.

830 Aklın önemi ve değerine dair bkz.: Ebû Bekr ‘Abdullâh b. Muhammed İbn Ebi’d-Dunyâ, el-‘Akl ve Fadluh, tah. Lutfî Muhammed es-Sağîr, Dâru’r-Râye, y.y., t.y.

166 mutlak aklı değil,831 aynı zamanda bilgi kaynaklarını da kullanan aklı esas almak gerekmektedir. Nitekim Câhız’a göre “…akıl tek başına bilgi tahsili için yeterli değildir. Bu nedenle geçmişe ait haberleri mutlaka derleyip toplamak gerekir.”832 Bunun dışında, her şeyin açıklaması somut olarak doğrudan kaynağında bulunamazsa bile, temeldeki nebevî ve Kur’ânî bazı tanımlama ve ilkelerden hareket etmek, başka bir ifadeyle aslî kaynaklarla aklı, özellikle ortak aklı birleştirmek, doğruya ulaşmak için etkili olacaktır. Fıkıh usulünde, Kur’ân ve Sünnet gibi iki temel kaynak dışında yer alan icmâ’ ve kıyas gibi kaynakların varlığı; meseleleri çözmek için âlimlerin bu ve diğer kaynakları kullanarak içtihat etmeleri, aslî kaynaklarla aklın birleştirilmesinin en güzel örneklerindendir.

Hz. Peygamber’in sünnetini anlama noktasında aklın kullanımını ahlakî boyutlarda da ele alabiliriz. Konuyla ilgili bir işaret niteliğinde olduğunu düşündüğümüz Abdullah b. Abbas’ın “Dilediğini ye, dilediğini giy. Ancak iki şey seni hataya düşürmesin: İsraf ve kibir.”833 sözünü burada zikredebiliriz. Buna göre dinin ve ahlakın herkesçe bilinen ve kabul edilen meşru sınırlarını aşmamak koşuluyla, dünya nimetlerini kullanmada insanların kendi fikir, irade ve arzularıyla hareket edebilmeleri mümkündür. Hz. Peygamber’in, “Akıllı kişi ( ّيكلاس / el-keyyis), nefsini hesaba çekip ölümden sonrası için çalışandır.”834 sözü de, din ve ahlak noktasında hem aklın önemine işaret etmekte hem de doğru aklın nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz üzere, Hz. Peygamber’in davranışları Sünnet’e uyma noktasında merkezî bir yerde durmaktadır. Bu açıdan onun davranışlarının arka planının gözetilmesi son derece önem teşkil etmektedir. Nitekim Sakallı da şöyle demektedir: “…sünnete bağlılıkta ve onu yaşayabilmede, öz-zahir, mana-lafız, mecaz-hakikat vb. dengeleri iyi kavrayıp, sağlam temellere oturtulacak alemşumul

831 Hadislerin doğru anlaşılmasında aklın (sıradan değil; selim, fakih nitelikli olan aklın) kullanılmasının gerekliliği, önemi ve mahiyeti ve bazı âlimlerin bu doğrultudaki sözleri için bkz.:

Abdullah Kahraman, “Fıkhî Hadislerin Doğru Anlaşılıp Yorumlanması Hususunda Bazı Esaslar”, CÜİFD, 2001, C.5, S.2, s.14 vd.

832 H. Akyüz, a.g.m., s.247.

833 Buhârî, Libâs, 1, s.1464. Hz. Peygamber’e ait benzer bir söz için bkz.: Buhârî, Libâs, 1, s.1464;

Nesâî, Zekât, 66, C.5, s.79, no: 2559; İbn Mâce, Libâs, 23, C.4, s.600, no: 3605.

834 Tirmizî, Kıyâme, 25, C.4, s.219, no: 2459.

167 bir dünya görüşü aramak lazımdır.”835 Eğer Hz. Peygamber’in davranışları herhangi bir ayrım yapılmadan aynı derecedeki sıfatlarla değerlendirilse, bu durum Sünnet’in aslî manada anlaşılmasını zorlaştırabilecektir. Sahabe zamanında Sünnet’e yaklaşımda bu açıdan bazı farklılıklar meydana gelebilmiştir. Nitekim bazı sahabiler Hz. Peygamber’in her davranışını sünnet olarak kabul ederken, Hz. Aişe ve İbn Abbas gibi ilmî açıdan öne çıkan bazıları ise sadece örneklik teşkil eden fiilleri sünnet olarak kabul etmiştir.836 Bu durum bize bazı sahabiler nazarında Hz.

Peygamber’in her davranışının aynı dereceye sahip olmadığını göstermektedir.

Bu noktada Hz. Peygamber’in davranışlarının bağlayıcılık açısından bir değerlendirmesini aktarabiliriz. Hz. Peygamber’in davranışlarının bağlayıcı olanlarının özelliklerini, kesinlik olmamakla ve istisnalar olabilmekle beraber, Sakallı maddeler hâlinde şöyle ifade etmektedir:

“1- Beyân: Hz. Peygamber[‘in] bir ayetin müşkilini beyan için kavlî veya fiilî bir tasarrufta bulunmasıyla,

2- Örnek Model: Vucûba delâlet eden bir ayeti imtisâli (tatbikî) olarak gösterdiği ve ifade ettiği tasarruflarıyla,

3- Müstakil Teşriî: Kur'an-ı Kerim'den mustakil olarak koyduğu bir hükmün (mücerred) başka bir delille vücûb için olduğunun anlaşılmasıyla,

4- Muvâzabe ve Müdâveme: Hz. Peygamber'in bir işi sürekli yapmasıyla ve bu sürekliliğin dinî olduğuna bir karine bulunmasıyla,

5- Hz. Peygamber'in sünnetinin dinî olduğunu bizatihî açık beyanıyla.”837 Hz. Peygamber’e ittibâ/uyma noktasında onun fiillerinin ayrı bir öneme sahip olduğu aşikârdır. Nitekim fiil, uyma noktasında söze göre daha kuvvetli bir beyan olmakta, bunun yanı sıra, Hz. Peygamber’in bir konuda hem sözü ve hem de fiilinin bulunması, uyma noktasında en kuvvetli bir delil teşkil etmektedir.838

835 Sakallı, a.g.m., s.98. Katı şekilci ve taklitçi anlayışı anlattıktan sonra bu sözleri ifade etmiştir.

836 Görmez, a.g.e., s.278. Bu meseleyle ilgili bazı örnekler ileride gelecektir.

837 Sakallı, a.g.m., s.95-96.

838 Şâtıbî, a.g.e., C.4, s.438.

168 Hz. Peygamber’in din ve hayat mücadelesinde tıpkı diğer Müslümanlar gibi sorumluluk taşıdığını ve onlarla beraber kulluk vazifesini yerine getirdiğini de söylememiz gerekmektedir.839 Bu durum, Hz. Peygamber’in hem bir kul hem de bir insan olduğunu ve böylece diğer insanlarla aynı imtihana tâbi kılındığını bize hatırlatmaktadır. Dolayısıyla Müslümanların Hz. Peygamber’le olan ilişkisi, insanın insanüstü bir varlıkla ilişkisi şeklinde değil, varlık olarak aynı konumda bulunan, yani insanın yine kendi gibi bir insanla ilişkisi şeklinde ortaya çıkmaktadır.840 Bu da, Hz. Peygamber’e uyan bir insanın onu kendinden biri gibi görmesine ve onun gibi düşünüp hareket edebilmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca insanların doğrular ve yanlışlar karşısında tıpkı Hz. Peygamber gibi, duruma göre hareket plânı belirleyebileceğini, gerektiğinde geçici kararlar verebileceğini ve bazı davranışlarda esneklik sergileyebileceğini göstermektedir.

Sünnet’e ittibâda dikkat edilmesi gereken bir husus, dinin temel kaynağı olan Kur’ân ile ikinci kaynağı olan Sünnet’in841 içerik bütünlüğü açısından aynı seviyede yer almadığıdır. Çünkü bugün elimizde mushaf olarak bulunan Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kitapta kayıt altına alınmak üzere peygamberine vahyettiği bütün sözleri içerirken, hadis eserleri, Hz. Peygamber’in peygamberlik boyunca söylemiş olduğu bütün sözleri ve işlemiş olduğu bütün fiilleri içermemektedir. Bu mesele, rivayetler üzerinden Sünnet’in doğru değerlendirilmesi açısından oldukça önemlidir. Bundan dolayı, kayıtlı hadislerin Hz. Peygamber’in genelgeçer kabul etmediği veya kastetmediği neticeler ortaya çıkarabileceği göz önünde bulundurulmalı ve tamamıyla kayıt altına alınan Kur’ân metinlerinin, özellikle meseleleri bütüncül ele alma açısından çok büyük bir değeri olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla sonraki nesil Müslümanların Sünnet’i hadis rivayetleri üzerinden ele alırken, onu, içeriğinin tam oluşu yönüyle Kur’ân’la aynı konumda tutmamaları ve Hz. Peygamber’den aktarılan söz ve fiillerin onun hayatı boyunca söylediği bütün sözleri ve işlediği bütün fiilleri içermediğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu açıdan Sünnet’in sadece hadis

839 Bkz.: Bakara, 2/285; Hûd, 11/112; Tahrîm, 66/8. İlgili ayetlerde diğer müminlerle beraber Hz.

Peygamber’in de imanına ve tövbesine değinilmekte ve Hz. Peygamber’e hitaben, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” denilmektedir.

840 Allah Kur’ân-ı Kerîm’de insanlara kendi içlerinden biri olarak Hz. Peygamber’i gönderdiğini bildirmektedir. Bkz.: Bakara, 2/151. Bu durum, önceki dönemlerdeki peygamberler açısından da geçerliydi. Bkz.: A’râf, 7/35.

841 Burada Sünnet’in rivayetlere/hadislere dayalı yönünü kastetmekteyiz.

169 rivayetleri üzerinden nihaî olarak açıklanması gibi bir durum pek söz konusu değildir. Bunun için Kur’ân’ın da Sünnet’i anlama ve Sünnet’e ittibâ etme noktasında göz ardı edilmemesi gerekmektedir.842

Bu noktada hadislerin doğru anlaşılmasının önemini de kısaca zikredebiliriz.

Detaylara da yer verilmekle beraber, Kahraman’ın belirttiği şu genel ilkeleri aktaralım:

1- “Hadislerin Söyleniş Sebeplerini Araştırmak” (Bazıları genel hüküm ifade ederken, bazıları duruma bağlı hükümler içerebilmektedir),

2- “Aynı Konudaki Hadisleri Bütünlük İçerisinde Değerlendirmek”,843 3- “Görünüşte Birbirine Zıt Olan Hadislerin Değerlendirilmesi”, 4- “Hadislerde Kastedilen Mana, Amaç, İlke ve Hedefleri Belirlemek”, 5- “Hadisin Metnini Tahlil”844

Hz. Peygamber’in sünnetini anlamada önemli bir husus da metinlerde geçen söz veya eylemin hangi duyguyla ortaya çıktığıdır. Çünkü rivayetler, bizlere yazılı olarak ulaştıkları için, Hz. Peygamber’in bir sözü veya eylemi ne tür bir hâletle (kızgınlık, uyarı, şaka gibi) söylediği veya işlediği her zaman bilinememektedir.

Bunun Sünnet’i anlamada dikkate alınması gereken bir durum olduğunu söyleyebiliriz.845

Öte yandan, özellikle sıhhat açısından üst seviyede bulunan rivayetlerin dinin temel meselelerinde doğrudan etkili olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir.

842 Çalışmamızın birinci bölümünde Sünnet’i Kur’ân-ı Kerîm üzerinden değerlendirmeye çalışmamızın önemli bir sebebi bu durumdur.

843 Çelik, bu konuyla ilgili bir sorunu şöyle ifade etmektedir: “Kanaatimiz, sıhhati tesbit edilmiş bir Sünnet'e, ittibâ etmedeki farklı yaklaşımların temelinde, konuya bir bütün olarak değil de farklı pencerelerden ve tek açıdan, parçacı bir yaklaşım içinde bakmak ve öyle değerlendirmenin neden olduğu yatmaktadır.” Bkz.: Çelik, a.g.m., s.84.

844 Kahraman, a.g.m., s.6-11. Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin veya hadis ve sünnetinin doğru anlaşılması ve yorumlanması meselesinde önemli tespit ve değerlendirmelerin yapıldığı, usul ilimlerinin olumlu ve eksik yönleriyle eleştirildiği, yeni ve kapsamlı bir usul için çeşitli adımların belirtildiği, anlama ve yorumlama noktasında ilgili ilim dallarının meseleye dâhil edilmesinin ele alındığı ve çeşitli çözüm önerilerinin dile getirildiği önemli bir çalışma için bkz.: Mehmet Görmez,

“Sünnet ve Hadis’in Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 1997, C.10, S.1-2-3, s.31-41.

845 Bu hususla ilgili olarak bkz.: Görmez, a.g.e., s.185 vd.

170 Nitekim M. Gazalî şöyle demektedir: “Dinimizin akideleri, rükûnları ve temel prensipleri tevatür yoluyla nakledilen rivayetlerle veya sahih hadislerden şöhret derecesine ulaşmış olanlarla belirlenir.”846 Dolayısıyla rivayetler, her ne kadar eksik taraflara sahip olsa da, bazı açılardan hayatî bir rol üstlenmektedirler.

Sünnet’in anlaşılması açısından, Hz. Peygamber’in Kur’ân dışındaki öğretilerinin elde edilmesinde rivayetlerin doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Fakat Hz. Peygamber’den gelen öğretilerin, rivayet yolu dışında, tevatür847 yoluyla da mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Bundan dolayı Hz. Peygamber’den gelen herhangi bir öğretiyi rivayet ve tevatür yoluyla gelen öğreti olarak ikiye ayırmakta fayda vardır.

Rivayet yoluyla öğretiyi, Hz. Peygamber’e ait bir bilginin sonraki nesillere sözlü/yazılı olarak aktarılması şeklinde tanımlayabiliriz. Tevatür yoluyla öğretiyi ise, herhangi bir rivayete doğrudan gerek olmaksızın, Hz. Peygamber’in oluşturduğu yaşam biçiminin veya ittibâ gerektiren örnek davranışlarının ona atıfta bulunmadan toplumsal miras ve gelenek yoluyla sonraki nesillere kalıcı olarak aktarılması şeklinde tanımlayabiliriz. Tevatür yoluyla öğreti, Hz. Peygamber’le beraber yaşayan İslam toplumu tarafından sonraki nesillere âdeta miras şeklinde ulaştığı için, onun kayıtlı bir belgeye mutlak olarak ihtiyacı yoktur. Namazın kılınışı gibi, temel ibadetlerin yapılması büyük oranda böyledir. Çünkü Müslümanlar temel bir ibadeti, Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerden ziyade, genelde çevresindeki insanlardan görmek suretiyle toplumsal bir etkileşim hâlinde öğrenmektedirler. Dolayısıyla rivayet yoluyla gelen bilgilerin aslında Sünnet’e dair yegâne bilgiler olmadığını848 ve rivayetlerden yoksun olsa bile, bir toplumun nebevî öğretilerden belirli oranda haberdar olabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim Görmez, şöyle demektedir: “Hz.

Peygamber’in birçok fiili aslında, sunen-i mutevarise dediğimiz, gizli bir icmâ ile,

846 M. Gazalî, Nebevi Sünnet, s.102.

847 Burada “tevatür”den kastettiğimiz anlam, hadis usulündeki anlamla ortak olmakla beraber, herhangi bir metin veya rivayetten bağımsız olarak bir öğretinin yaşanarak, görülerek, gelenek hâline gelmiş şekilde vb. yollarla nesilden nesile ulaşmasıdır.

848 Burada daha önce zikrettiğimiz şu sözü tekrar zikredebiliriz: “Nebevi Sünnet, ne rivayet edilen kelimelerden, ne okunan ibarelerden ne de mahzenlerde muhafaza ettiğimiz cilt cilt kitaplardan ibaret değildir. Sünnet, başlı başına mütekâmil bir hayat tarzıdır. O, ince, derin ve sağlam bir metoddur.” Sözün sahibi “Katar Diyanet İşleri Başkanı Abdullah el-Ensarî” olarak belirtilmiştir.

Bkz.: Görmez, a.g.e., s.92.

171 nesilden nesile intikal etmiştir.”849 Bunun içindir ki, bir Müslüman, sahih rivayet metinlerine sahip olmasa bile, Hz. Peygamber’in ibadetleri yapış şeklinin ve Sünnet’te yer alan bazı önemli uygulamaların bilgisine sahip olabilecektir.850

Sünnet’e ittibâ noktasında daha genişçe yer vereceğimiz, dikkat edilmesi gereken bazı durumlara geçmeden önce, Sünnet’in iyi anlaşılması noktasında Karadavî’nin eserinde yer alan bazı ölçü ve kuralların başlıklarını verebiliriz. Bizim değineceğimiz başlıklar da bunların bir kısmıyla benzerlik arz etmektedir. Eserde Sünnet’in anlaşılmasıyla ilgili başlıklar şu şekildedir:

1- Sünnetin Kur’ân ışığında anlaşılması, 2- Bir konudaki bütün hadislerin toplanması, 3- Sebep, şart ve amaçların göz önüne alınması, 4- Değişken araç ile sabit amacın ayrılması, 5- Gerçek ve mecaz ifadenin ayrılması, 6- Gaybî hususların olmayanlardan ayrılması, 7- İfadelerin delalet ettiği mananın tespiti851

Bu başlıklara göre Sünnet anlaşılırken ilgili konulardaki metin ve metinlerde yer alan eylemlerin çeşitli yönlerden değerlendirilmesi ele alınmaktadır. Bizim tercih ettiğimiz yöntem ise, ittibâ hususunu daha çok ilgilendirmesi hasebiyle, genelde Hz.

Peygamber’in davranışları/fiilleri, kısmen de onun fiillere yönelik söz ve emirleri üzerinden konuyu ele almaktır. Tercih ettiğimiz bu yöntem ve kullandığımız başlıkların, Sünnet’e ittibâın doğru anlaşılması noktasında her şeyi kapsayıcı ve açıklayıcı olduğunu da elbette iddia etmemekteyiz.

Şimdi, Sünnet’e ittibâda dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğümüz ve içinde birtakım ilkelerin de ortaya koyulduğu bazı durumlara geçebiliriz.

849 Görmez, a.g.m., s.34.

850 Mütevatir bir bilginin niteliği ve onun rivayetlerle olan ilişkisine dair bazı detaylar için bkz.:

Enbiya Yıldırım, Hadiste Metin Tenkidi, Rağbet Yay., İstanbul, 2009, s.603 vd.

851 Karadavî, a.g.e., s.209-302.

172 1. ARAÇ-AMAÇ İLİŞKİSİ

İnsanlar, hayatlarını sürdürürken, gerek gündelik yaşamlarına gerekse hayatının bütününe yönelik birtakım amaçlar için uğraş gösterirler. Bu amaçlara ulaşmak için de çeşitli araçlar kullanırlar. Bu araçlar, doğada var olan veya sonradan insanlar tarafından üretilen maddî eşyalar olabileceği gibi, çeşitli makam ve davranışlar da olabilir. Neticede insanlar, zararlardan korunmak ve faydalar elde etmek için hayatı boyunca bazı amaçları gözetir ve bunlar için de gerekli araçları temin ederler. Fakat hayatın gidişatı içinde araç niteliğindeki eşya ve davranışlar bazen mutlak olarak amaca dönüşebilmekte, asıl olanlar ise değerini kaybedebilmektedir.

Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, insanın hayatı boyunca araç ile amaç arasındaki ilişkisinin konumunu düşünmek ve bu ikisinin birbiriyle yer değiştirmemesi gerekliliğini ifade etmektir. Çünkü araç, amaca giden bir yoldur ve esas olan, amaca ulaşmaktır. Ayrıca, amaca ulaşmak esas olduğuna göre, istenilen netice aynı olması hâlinde aracın değişiklik göstermesi de mümkündür.

Araç karşısında amacın esas olması gerçeği bir tarafa, aslında amaçların da bir yönüyle araç oldukları bir gerçektir. Çünkü hayatın her alanında, herhangi bir şey amaç gibi gözükse de, eğer o amaç başka bir amaca hizmet ediyor veya başka bir şeyi hedefliyorsa, bu durumda ilk amaç aynı zamanda araç konumunda yer alacaktır.

Dolayısıyla hayat, en sıradan işlerden en değerli işlere kadar çeşitli basamaklardan oluşmakta ve her basamak, kendisinin aşağısında olanın amacı, kendisinden yukarıda olanın ise aracı konumunda yer almaktadır. Yani bir üst basamağa çıkmak için onun altında bulunan basamağın kullanılması gerekmekte ve bu durumda alt basamak üst basamağın aracı olmaktadır. Fakat üst basamağa çıkıldığında hedef bir üst basamağa çıkmaksa, bu sefer bulunulan yeni basamak araç olacaktır. Örneğin, hayatta kalmak bir amaç olarak düşünülürse, hayatta kalmak için çalışıp yiyecek ve içecek temin etmek bir araç olacaktır. Allah’a kulluk, hayatın akışında bir amaç olarak düşünüldüğünde ise, hayatta kalmak, o kulluğun yaşanabilmesi için bir araç hâline dönüşecektir. Yine benzer şekilde, namaz ibadeti hayatın içinde bir amaç olabileceği gibi, ahiret hayatının mutluluğu hedefe konulduğunda ise bir araç olarak düşünülebilecektir. Böylece hayatın en temel noktasından en yüksek noktasına kadar

173 araç-amaç basamakları birbirini destekleyip nihayetinde mümkün olan en üst hedefe ulaşılacaktır.

Araç-amaç ilişkisini, genelde din açısından, özelde ise Hz. Peygamber’e (s.a.v.) uyma ve onu örnek alma açısından da değerlendirmemiz yerinde olacaktır.

Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi, hayat, varılabilecek en son hedefe doğru giden bir yoldur ve Hz. Peygamber’in yaşantısı da bu yolda ulvî değerlerle dolu bir yaşantıdır. Bu yaşantıda ise değişebilir olan ve olmayan araçların varlığı da mümkündür. İşte bunun ortaya konulması, Sünnet’in daha iyi anlaşılması ve tek bir zamanla sınırlı tutulmayıp tüm zamanları kapsayacak biçimde uygulanması noktasında önemli bir etken olacaktır. Bu açıdan Fazlurrahman’ın şu soruları dikkat çekicidir: “Elbette ki Peygamberin sünneti vardı. Ama muhtevası ve özelliği neydi?

Ortaçağ hadis ve fıkıh literatürünün ileri sürdüğü gibi sünnet, insan hayatının bütün alanları ile ilgili tüm kurallar için bir defada ve mutlak anlamda vaz’ edilmiş spesifik bir şey midir?”852

İşte bu noktada diyebiliriz ki, Hz. Peygamber örnek alınırken araçlarla beraber amaçların da gözetilmesi ve özellikle amaçların esas alınması dikkat edilmesi gereken bir husustur. Hz. Peygamber’in sadece yaptığına bakılarak Sünnet’in hayata aktarılmasının sorun teşkil edeceğine değinen Polat, şöyle demektedir: “Her şeyden önce, Hz. Peygamber'in hayat tarzına kaynaklık eden unsurları bizim de kaynak olarak almamız sünnettir.”853 Böylece Sünnet, zamanın ruhuyla uyumlu bir şekilde yaşanabilir olacak, dolayısıyla ona ittibâ etmek, temelleriyle birlikte her zaman mümkün olacaktır. Aksi takdirde, değişen zamanla beraber hayata yeni giren çeşitli araçlara Sünnet’e aykırı bir gözle bakmak gibi önemli bir sorun ortaya çıkabilecektir. Nitekim günümüzdeki bazı insanlar takvalı olma veya Sünnet’e uyma adına, bugünkü şartlarda kullanımda olmadığı hâlde, Hz.

Peygamber kullandı diye bazı eşyaları amacı gözetmeden kullanma veya Hz.

Peygamber kullanmadı diye sonradan üretilen araç ve eşyaları bidat olarak görüp kullanmama yönünde eğilimler gösterebilmiştir.854

852 Ali Kuzudişli, “Fazlur Rahman’ın Sünnet Yorumu”, GİFAD, 2012, C.1, S.2, s.126.

853 Polat, a.g.t., s.185.

854 Kıyafet, asa, taşla taharet; otomobil kullanmama, bazı ev eşyalarını atma gibi örnekler genel olarak verilmektedir. Bkz.: Şahin, a.g.m., s.284-85.

174 Sünnet’e ittibâda amaçlar esas alınmakla birlikte, araçların dinin değişmezlerinden olup olmadığı da göz önüne alınmalıdır. Araç olarak nitelenen herhangi bir şey, eğer dinin değişmezlerinden ise, aynen korunmalı; değilse, şartlara göre değişebileceği ve değişmesinin bir sakınca doğurmayacağı da ortaya

174 Sünnet’e ittibâda amaçlar esas alınmakla birlikte, araçların dinin değişmezlerinden olup olmadığı da göz önüne alınmalıdır. Araç olarak nitelenen herhangi bir şey, eğer dinin değişmezlerinden ise, aynen korunmalı; değilse, şartlara göre değişebileceği ve değişmesinin bir sakınca doğurmayacağı da ortaya

Benzer Belgeler