• Sonuç bulunamadı

Sözleşmeci İlişkiler; Karşılıklı Gibi Görünüyor, Ama Değil

4.5 Araştırma Soruları

5.1.4 Kamuların Örgütün İlişkilerine Yönelik Değerlendirmeleri

5.1.4.3 Sözleşmeci İlişkiler; Karşılıklı Gibi Görünüyor, Ama Değil

Önceki bölümde de söz edildiği gibi yöneticilere göre sözleşmeci ilişkiler özellikle yatırımcılar ile aralarındaki ilişkileri tanımlıyordu. Oysa müşteriler de örgütlerle kurdukları ilişkilerin “kontrat imzalar gibi” zorunluluklara tabi olduğundan bahsetmiştir. Ayrıca sözleşmeci ilişkilerin içinde Şehnaz’a (34) göre, zorlamada vardı. “Sözleşmeci çünkü her şey sözleşmeye dayanıyor ve seni o sözleşmeyle bazı olumsuz şeylere zorluyorlar, mecbur kaldığımız zamanlar oluyor yani (…)”. Örgüt tarafından bakıldığında, kamuların alehine işler gibi görünen güçteki dengesizlik, aslında örgütü sorumluluklarını yerine getirmeye zorlamaktadır. Bir yönetici sözleşmeci ilişkileri kamuların aksine, olumlu bir ilişki biçimi olarak açıklamıştı: “(...) bu ilişkilerde verdiğimiz sözleri tutmakla yükümlüyüz, ilişkide olduğumuz gruplar için aslında çok pozitif bir ilişki bu, çünkü biz söylediğimiz koşullardan cayamıyoruz, ama onları koruyan pek çok madde var, onlar isterlerse cayabiliyor”. İlişki yönetimi paradigması karşılıklı yarar getirecek şekilde olumlu ilişkilerin inşa edimesini halkla ilişkilerin merkez rolü olarak tanımlar, ancak bu karşılıklı yarar bazen bir taraf için az bir taraf için çok olabilir. Yine de bu halde denge vardır. Ancak kamular bu yarar kendi taraflarında baskın olmadığında güçte dengeyi eşitsiz olarak algılamaktadır. Bu nedenle de kamular sözleşmeci ilişkilerdeki faydayı örgüt tarafında her daim daha baskın olarak değerlendirmiştir. Sözleşmeci ilişkilerin varlığına yönelik Suat’ın (39) sözleri çarpıcıdır “(...) X örgütünün benimle kurduğu ilişki normal olarak sözleşmeci. Başka ne olacak ben ürünlerini alırım para öderim, o da karşılığında işte ne bileyim bozuk olmayan, kaliteli, taze şeyler satmakla sorumludur (...) sözleşme sadece kağıt üstünde olmaz yani”. Suat’ın (39) ifadesi sözleşmeci ilişkilerin başladığı yere işaret eder; tarafların ilişkide ne yapmaları gerektiği üzerinde uzlaştığında sözleşmeci ilişki başlar.

İlişkideki tarafların ne yapmaları gerektiğine yönelik uzlaşı sözleşmeci ilişkilerin nasıl kurulduğuna yönelik ip uçları vermektedir. Yöneticiler ve kamuların algılarının en çok benzeştiği neredeyse tek alan burasıdır. Sözleşmenin sınırları ilişkinin sınırlarını da belirlemekle kalmaz, bu sınırlar içindeki oyuncuların hareketlerini belirler. Fakat burada kamularca bir sorun algılanmaktadır; sözleşmeci ilişkilerin yapısını gerçekte kim belirler? Kamular mı örgüt mü? Kamular için bu sorunun yanıtının örgüt olması elbette beklenmedik

değildir. Durgun’un (43) ifadesinde örgütün sözleşmeci ilişkilerdeki belirleyiciliğini “(...) karşılıklı olarak karar vermiyoruz, karşılıklı olarak imzalıyoruz, ya da her ne diyorsanız (...), ben desemki X örgütü buraya ürünlerinle ilgili şu maddeyi ekle, eklemez (...). sözleriyle açıklamaktadır. Reyhan’da (48) benzer olarak sözleşmeci ilişkilerde örgütün işlevini anlatır; “X örgütü için sözleşme ilişkileri denince aslında karşılıklı bir şey gibi anlaşılıyor, ama değil, şimdi X örgütü X hizmeti verirken bana mı soruyor nasıl yapalım diye, yapıyor bir şekilde biz de alıyoruz. Bizimle bir işbirliği yapıp bunları belirlemiyor kısaca (...)”. Görülüyor ki, sözleşmeci ilişkilerde kamular, kendilerini örgütün politikalarında değişim yaratacak kadar güçlü görmemekle birlikte ilişkilerin karakterine etki edecek unsurları belirlemeye de isteklilerdir. Ancak örgütlerin öncelikli kamularının müşteriler olması bu beklentinin gerçekleşmesinde için hem bir engeli hem de bir fırsatı yaratıyor olabilir. Zira sözleşmeci ilişkilerin yapısındaki örgütün yerine getirmekle yükümlü olduğu sorumlulukları kamular için hem bir fırsat olarak, hem de kamuların geniş popülasyonlu yapısında her daim farklı beklentilere karşılık verecek şekilde sürekli ve yeniden organize olmak da ciddi bir engel olarak okunabilir.

Sonuç itibariyle örgütün ilişki biçimlerinde yöneticiler katılımcıların tanımladığı sözleşmeci ilişki biçimi özellikle yatırımcılar ile ilişkilerini açıklarken ifade ettiğini hatırlamakta fayda vardır. Yatırımcılar için tanımladığı tüm ilişki biçimlerinin müşteri gruplarının örgütün ilişki biçimi olarak değerlendirmesi iki grup arasındaki farklar düşünülerek değerlendirilmelidir. Ne var ki, örgütün yatırımcılarla salt finansal kaygılar temelindeki ilişki biçimlerinin değişime ve sözleşmelere dayalı olması anlaşılabilir, ancak müşteri gruplarının aynı ilişki biçimini algılaması dikkat çekici bir tespittir.

Sözleşmeci ilişkileri ilişkin değerlendirmelerde bu ilişkilerin nasıl başladığı ve kurulduğu tartışmalarına bir başka yöne bakarak devam etmek faydalı olabilir. Sözleşmeci ilişkiler azaldıkça, hatta ilişkilerde belli sorumlulukların varlığı yani örgüt, kamulara neyi, nasıl, ne kadar sunduğunu açıkça ifade etmedikçe kamuların “sömürüldüklerine” yönelik algıları pekişmektedir. Dolayısıyla sözleşmeci ilişkiler içinde ilişkinin sınırlarını belirleyen örgütse, kamular için bir sömürü konusu da söz konusu olabilmektedir. Ayten (44) için örgütler tam da burada ilişki biçiminde son derece sömürücü davranmaktadır “(...) ben X örgütü ile ilişkilerimde sömürülen tarafım. Hem ücretini ödüyorum ama vaadedilen hizmete ulaşmak için bu yetmiyor, bir bakmışım ki koşturmaca içindeyim (...). Ama ücreti ödedim elde var hiç. Geri iade çıkarmışlar şimdi bir tutturmuşlar, daha beter iade var ama nasıl olacağından kimsenin haberi yok biz sizi arayalım, o şart olmaz bu olursa iade alırı, önce bir değerlendirelim, oyalama taktikleri bu X örgütünün (...). Yasa bana hak vermiş ama yine de

sömürüyorlar beni bir yolunu buluyorlar bir şekilde açık yakalıyorlar (...). Yine de belirtmek gerek, sömürü ilişkilerin varlığı diğer ilişki biçimlerinde göre daha az baskındır.