• Sonuç bulunamadı

Aksan, bir dildeki deyimlerin de sözvarlığı içinde yer aldığını; dili konuĢan toplumun anlatımdaki gücünü ve baĢarısını, benzetmeye, nükteye olan eğilimini ortaya koyan önemli öğeler olduğunu belirtir (2001: 31). Bu bağlamda deyimler, Türkçenin söz var- lığında çok önemli bir yeri olan söz öbekleridir. En eski metinlerinden baĢlayarak bütün tarihî dönemlerinde, lehçe, Ģive ve ağızlarında görülen deyimler dilin canlılığının, üret- me gücünün, zenginliğinin bir göstergesi olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Tarihî süreçte dil konuĢulduğu coğrafyaya, sosyal kültürel ortama bağlı olarak kendi deyimlerini üretmektedir. Bundan dolayı farklı dönemlere ait deyimlerin ortaya çıkarıl- ması Türkçenin söz varlığını tespitinde büyük önem taĢımaktadır. “Deyimler kimi za-

man yüzyıllar boyunca hiç değişmeden, kimi zaman sözcüklerinde yinelenmelerle yaşa- makta, yeni deyimler de aktarılabilmektedir.” (Aksan, 2001: 31).

Deyimler üzerine Ģimdiye kadar yapılmıĢ çalıĢmalarda birçok farklı tanımlamalar ya- pılmıĢtır. Fakat bu tanımlamalarda deyimin sınırları, kapsamı tam olarak belli değildir. Hangi tür yapıların deyim olduğu veya olmadığı konusu henüz açıklığa kavuĢturula- mamıĢtır.

Aksoy, deyimleri, çekici bir anlatım kılığı taĢıyan ve çoğunun gerçek anlamından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaĢmıĢ sözcük toplulukları olarak tanımlar (1965: 41).

Korkmaz, Anlamca Kaynaşmış ve Deyimleşmiş Birleşik Fiiller baĢlığı altında: bu grup- taki birleĢik fiillerin, ad ya da ad soylu bir veya birden çok kelimenin, belirli Ģekil bilgi- si kalıpları içinde, bir esas fiil ile birleĢerek anlam kayma ve kalıplaĢmasına uğramasın- dan oluĢtuğunu, bunların birleĢik fiillerde olduğu gibi, Ģekilce bir ad ve bir yardımcı fiil- le kurulan birleĢiklere benzediğini fakat onlardan, fiilden önceki ad ögesinin sabit kal- maması, yalın olarak kullanılabildiği gibi, bir ad grubu biçimiyle de bulunabilmesi ve iĢletme ekleriyle geniĢletilebilmesiyle ayrıldığını söyleyerek göze gir-, gözden düş-, ka-

nı tepeye çık- gibi örnekler verir (2009: 153).

Gencan; konuluĢ, yapılıĢ anlamlarından az çok kayan, sözlük anlamlarını düĢündürme- den kullanılagelen kliĢeleĢmiĢ birçok söz öbeklerimizin olduğunu, bunlara deyim adı verildiğini söyleyerek bu kliĢeleĢmiĢ öbekleri (deyimleri) kuran sözcüklerden her birini ayrı ayrı incelemenin doğru olmadığını; tümünü birden değerlendirmek, bir bütün say- mak gerektiğini dile getirir (2007: 368).

20

Elçin, deyimlerin asıl anlamlarından uzaklaĢarak yeni kavramlar meydana getiren kalıp- laĢmıĢ sözler olduğunu söyleyerek iki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeĢit dil ifa- desi olan bu sözlerin duygu ve düĢüncelerimizi, dikkati çekecek biçimde anlatan isim, sıfat, zarf, basit ve birleĢik fiil görünüĢlü gramer unsurları olduğunu belirtir (1986: 642). Aksan, deyimi belli bir kavramı, belli bir duyguyu ya da durumu dile getirmek için bir- den çok sözcüğün bir arada, seyrek olarak da tek bir sözcüğün yan anlamında kullanıl- masıyla oluĢan sözler olarak tanımlar (1998: 35). Deyimlerin benzetmeler, deyim ak- tarmaları, ad aktarmaları, çeviri yoluyla, kavram aktarımı gibi anlam olaylarına dayan- dığını söyler (2004:177-178)

GümüĢatam, deyimin en az iki sözün temel anlamları dıĢında bir araya gelmesiyle oluĢ- tuğunu, tek sözcükle deyimin meydana gelmediğini, deyim içinde kelimelerin mecaz anlamda kullanılmakla beraber, bu hâlleriyle durgun olduğunu ve oluĢturdukları öbek- teki diğer sözcüklerle girdikleri iliĢki sonucu mecaz anlam kazandıklarını söyler (2012: 359).

Uzun, deyimleĢme olgusunun deyim aktarması, ad aktarması, benzetme ve alüzyon gibi anlam aktarımını sağlayan olayların etkisinin söz konusu olduğu bir süreci belirttiğini söyler. Buna göre deyimleri, tam deyimler ya da birinci dereceden deyimler, yarı de- yimler ya da ikinci dereceden deyimler ve üçüncü dereceden deyimler olmak üzere üç gruba ayırır.

Birinci dereceden deyimlerde deyimi oluĢturan göstergelerin göndergesel anlamlarının tamamıyla kaybolduğunu söyleyerek bu türe pire için yorgan yakmak, aba altından

değnek göstermek gibi deyimleri örnek verir.

Ġkinci dereceden deyimlerde en az bir ögenin yan anlamlı olduğunu, göndergesel anlam- lı göstergelerin yan anlamlı ögelere göre değerlendirildiğinde deyim anlamına ulaĢılabi- leceğini söyleyerek bu tür deyimlere adam olmak, ağız değiştirmek gibi örnekleri verir. Üçüncü dereceden deyimlerde ise deyimi oluĢturan göstergelerin yan anlamlı olduğunu, bunların yan anlam değerini koruduğunu, bu tür deyimlerin deyimsi olarak ifade edil- mesinin daha doğru olacağını belirterek adama dönmek, başına ekşimek gibi örnekleri gösterir (1991: 34-35-36).

Uzun; fiyat kırmak, fiyat vermek, ilişki kurmak, haklı çıkmak gibi örneklerin de her ne kadar yan anlamlı ve göndergesel anlamlı göstergeleri içererek kalıplaĢma özelliği gös-

21

teriyorsa da yapıları gereği bunların deyimlerden ayrı tutulması gerektiğini, bu yapıların

etmek, kılmak, yapmak gibi yardımcı eylemlerle kurulmuĢ bileĢik eylem yapıları gibi

düĢünülmesinin deyim olarak düĢünülmelerinden daha açık bir yaklaĢım olacağını söy- ler. Böyle yapılarda bir anlam aktarımı ya da yan anlamlı ögelerin yapının bütününe ait anlamın oluĢmasında baskınlığının olmadığını belirtir (1991: 36-37).

Banguoğlu, nesne olan adlarla kaynaĢmıĢ bazı fiillerin salt kılıĢ ve oluĢ anlamı taĢıma- makla birlikte, yardımcı fiillere benzer bir iĢleyiĢe sahip olduğunu, adın kavramını fiil- leĢtirmek üzere birleĢik fiiller yaptığını, bunlara yarı yardımcı fiiller (verbe semi- auxilliarie) dendiğini belirterek almak, vermek, bulmak, işlemek, görmek, koşmak gibi fiilleri bunlara örnek verir. Ardından bu fiillerle kurulmuĢ; yol almak, tedbir almak, ara

vermek, karar vermek, iş görmek, vazife görmek gibi yapıları örnek gösterir (1998: 316).

Çotuksöken, en az iki sözcükten kurulan, konuĢmada ve yazıda anlatım gücünü artıran, anlam yönünden yer yer mantık dıĢına taĢan bölümleri olabilen, yapısındaki kimi söz- cükleri anlam değiĢmesine uğrayan kalıplaĢmıĢ söz öbeklerine deyim adı verildiğini söyler (1992: 59).

Özdemir, deyimin birden çok sözcüğün çoğu kez kendi anlamlarından ayrı bir anlam belirtmek üzere bir araya gelip kalıplaĢan biçimi olduğunu söyler (19981: 5).

Yalçın, deyimin bir kavramı belirtmek için halkın hayal gücünün yarattığı özel bir anla- tım kalıbı olduğunu söyler (1989: 1).

TDK Türkçe Sözlük’te deyim, genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taĢıyan kalıplaĢmıĢ söz öbeği, tabir olarak tanımlanır (2011: 651).

Yukarıdaki tanımlama ve açıklamalardan hareketle deyim kavramının sınırını Ģöyle çi- zebiliriz.

a. Deyimler bir söz öbeğinden oluĢur. Deyimler bir isim veya isim soylu bir keli- menin bir fiille birleĢip anlamca kaynaĢmasından meydana gelir. Fakat az da ol- sa iki fiilin birleĢmesiyle oluĢan deyimler de vardır.

b. Bir ifadenin Ģekil olarak deyim olabilmesi isim veya isim öbeğinin bir fiile bağ- lanması gerekir.

c. Deyimler kalıplaĢmıĢ sözlerdir. Ama her kalıplaĢmıĢ söz deyim değildir. Bir ifa- denin deyim olması benzetme, somutlaĢtırma, ad aktarması gibi bir anlam olayı- na, anlam aktarımına bağlıdır.

22

d. Deyimi oluĢturan sözcüklerden en az biri yan anlamlı olmak zorundadır. Bir sözcüğü yan anlamlı olan deyimlerde yan anlamlı kelime söz öbeğinde fiil değil, isim türünden herhangi bir kelime olmak zorundadır. Ġsim + fiil yapısındaki de- yimlerde isim unsuru muhakkak yan anlamlı sözcük olmak zorundadır. Fiil han- gi anlamda olursa olsun deyimin oluĢumunu, isim unsurunun kazandığı anlam belirler. Mesela karar almak, ceza almak, haber almak öbekleri sadece birleĢik fiil olup deyim değildir. Çünkü yapıyı oluĢturan isim unsurunda herhangi bir an- lam olayı görülmez. Buna karĢılık söz almak, hafife almak, kaleme almak gibi söz öbeklerinde yer alan söz, hafif, kalem kelimelerinde farklı anlam olayları gö- rülmektedir. Bundan dolayı bu sözcüklerin fiillerle oluĢturduğu söz öbeği deyim değeri kazanmıĢtır.

e. Bazı söz öbeklerinde hem gerçek anlam hem de deyim anlamı bir arada görül- mektedir. Cümledeki kullanıma göre söz öbeğinin deyim anlamı taĢıyıp taĢıma- dığı ortaya çıkar. Mesela ders almak, hasta olmak, hasta etmek gibi söz öbekleri cümledeki kullanımlarına göre deyim değeri kazanır.

“Belki de bu münakaşalar, ona ağır bir ders vermek için tertip edilmiş gizli bir

mukaddime idi.” (Safa, 2011: 116-117). cümlesinde ders vermek fiili deyim an-

lam kazanmıĢken “Operatörü beklemek lâzım. Anatomi sınıfında ders veriyor-

muş.”(Safa, 2012: 43). cümlesinde ise ders vermek deyim değeri kazanmamıĢtır.

Ġlk cümlede geçen ders vermek sözünde ders sözcüğü temel anlamından farklı bir anlamdadır, bundan dolayı öbek oluĢturduğu vermek fiiliyle deyim değeri kazanmıĢtır. Ġkinci cümlede ise ders vermek öbeğinde ders sözcüğünün temel anlamını koruduğu görülmektedir. Bundan dolayı ders vermek öbeğinde deyim anlam oluĢmamıĢtır. Bu öbek sadece birleĢik fiildir.

f. Bazı fiiller zaman içinde anlam geniĢlemesiyle yeni anlamlar da kazanmıĢ olup kazanmaya da devam etmektedir. Böyle anlam taĢıyan fiillerle oluĢturulan öbek- ler deyim değildir. Mesela vermek fiili süreç içinde başkalarına iletmek, bildir-

mek gibi anlamlar da kazanmıĢtır. Bu anlamıyla vermek fiilinin oluĢturduğu ha- ber vermek, cevap vermek, öğüt vermek gibi öbekler deyim değeri taĢımaz.

g. Deyimler dilin zaman içinde iĢlenmesiyle ortaya çıkan söz varlıklarıdır. OluĢu- munda hem yapı hem de anlam bakımından bir kalıplaĢma söz konusudur. h. Deyimler genel dilin ortak malıdır. Deyimlerin oluĢumunda dönemin Ģartlarının

23

bakıldığında dilin, konuĢulduğu zaman ve ortamın etkisinde kaldığı görülmekte- dir.

Deyimlerin bir söz öbeğinden oluĢtuğu ve muhakkak bir fiille kurulduğu dikkate alındı- ğında bir cümle değeri taĢıdığı da düĢünülebilir. Bundan dolayı bu çalıĢmada deyimler, bir cümle gibi tahlil edilmiĢ; yapısı ortaya çıkarılarak kuruluĢları bakımından sınıflan- dırılmıĢtır. Bu sınıflamada esas olarak deyimde geçen isim soylu sözcüklerin aldığı hâl ekleri göz önünde bulundurulmuĢtur. Fakat hâl eklerinin yanında az da olsa baĢka yapı- larla da oluĢturulmuĢ deyimler vardır. Bu tür yapılar da ayrı baĢlık altında incelenmiĢtir.

“Hal ismin kendi dışında kalan kelimelerle münasebetinin ifâde eden gramer kategori- sidir.” (Ergin, 1993: 120). “Ad çekimi ekleri, cümlede adlar ile fiiller arasındaki geçici anlam bağlarını kurmak üzere adların girdiği durumları karşılayan eklerdir.” (Kork-

maz, 2009: 23). Hâl ekleri cümlede isimleri fiillere bağlayan eklerdir.

Bir cümlede fiilin durumu ve niteliği isimlerin hangi hâl ekini alıp alamayacağını belir- ler. Cümlede yer alan ögeler fiilin durumuna göre Ģekil almakta, isim soylu sözcükler hâl ekleriyle kullanılıp cümlede bir öge durumuna gelmektedir.

Bir deyim içinde birden fazla kelime durum eki almıĢ olabilir. Bir karıĢıklığa meydan vermemek için fiilden önce gelen ilk kelimenin aldığı durum ekine göre deyimler sınıf- landırılmıĢtır.

24