• Sonuç bulunamadı

1.1. Bağdaşıklık

1.1.1. Oluşturucu Ögenin Yinelenmesi

1.1.1.2. Sözcük Öbeği Tekrarı ile Yapılan Yineleme

Sözcük öbeği tekrarı ile yapılan yinelemelerin sözcük tekrarı ile yapılan yinelemelerden tek farkı tekrarlanan öncülün tek bir sözcükten değil de bir sözcük grubundan oluşuyor olmasıdır.

[1] Durakta kimse yoktu ama telaşlı mı telaşlı, küçük bir çocuk da bindi benimle birlikte. (…) Neden kaldıysa, sadece sırtındaki koyu yeşil palto kaldı aklımda. (…) Onunla göz göze geldiğimizde, ben otobüsteki

çocuğun paltosunu hatırladım birden. Dolayısıyla, aklımdaki paltonun yeşiliyle birlikte eğilip öptüm elini (s.9).

“Sırtındaki koyu yeşil palto”, “otobüsteki çocuğun paltosu” ve “paltonun yeşili” şeklindeki tüm sözcük grupları aslında “çocuğun sırtındaki yeşil palto”yu işaret

44

etmektedir. İfade edilen kelimeler farklı olsa da aynı şeyi hedef almaktadır. Bu tekrarlarla aslında Aziz Beyin gözlerinin yeşiline hatta koyu yeşiline dikkat çekilmek istenmiştir.

[2] Yol yorgunusun, dedi annem; hem babana bir görün hem de azıcık soluklan şimdi, sonra da hiç vakit kaybetmeden, iki kardeş çarşıya inin. Bakkaldan bir kasa lokumla bir koca kutu bisküvi alın, onları yolda belde gördüğünüz çocuklara dağıta dağıta gelin. Hayır işleyelim ki bu rüya hayra çıksın, olur mu (s.148)?

Babamın yanından geçtik hep birlikte. Beş on dakika oturduktan sonra da,

iki kardeş ayağa kalktık (s.150).

İçeri girdiğimizde annem kuzinenin yanındaki minderin üstünde oturuyor, babam da battaniyeyi boğazına kadar çekmiş, öylece yatıyordu. İki kardeş, öteki pencerenin dibindeki kanepeye geçip oturduk (s.151).

Telâşlandım hâliyle, Tavas’ı aradım hemen, Nihat’la telefonda bir müddet konuştuk. Ne yapacağımızı bilemeden, kısa cümlelerle uzun sessizlikler eşliğinde, iki kardeş dakikalarca birbirimizin karşısında kıvrandık durduk daha doğrusu (s.177).

Orada sırtımızı duvara verip iki kardeş yan yana sustuk bir müddet (184). Böylece iki gün bekledik kasabada; iki kardeş babamın etrafında pervaneler gibi döndük durduk (s.184).

Otoparkın yanından geçerek, iki kardeş caddenin karşısındaki dükkânlara doğru yürüdük sonra; onlardan birine girip kâğıt havlu, kolonya, peçete, ıslak mendil ve bolca su aldık (s.186).

Annem okuma yazma bilmediği için, ola ki bir ihtiyaç doğar da ne yapacağını şaşırır diye, o gün hastaneden uzaklaşamadık tabii; telefon numaralarımızı bir kâğıda yazıp babamın yanı başındaki komodinin üstüne koyduk ve iki kardeş aşağıda, bahçede beklemeye başladık (s.187).

45

Farklı yerlerde anılan aynı sözcük grupları da yinelemelerin bir parçasıdır. Aslolan ifade edilen öbeğin aynı anlamda kullanılıp kullanılmadığıdır. Bu örnekte “iki kardeş” sözcük öbeği yazarı ve yazarın kardeşi Nihat’ı ifade ettiğinden ve ikisi her bir araya geldiğinde babaları için pervane olmalarından söz edildiği için sözcük öbeği farklı sayfalarda olsa da bu gruba dahil olabilir.

[3] Sigaramı söndürüp eşikten kalkarken de, sağ tarafa düşen tepedeki mezarlığa baktım bir an için. İşte tam o sırada, mezarlığın dibideki dereye inen sokağın köşesinden beyaz gömlekli, küçük bir çocuk çıktı; sağa sola bakına bakına, tüyden daha hafif adımlarla bizim arabanın yanından süzülüp geçti, bahçenin girişine geldi ve bir an duraksayıp etrafa şöyle bir göz attıktan sonra oradaki taşın üstüne yavaşça oturdu (s.50).

Göğe doğru yükselen cevizin karaltısından gözlerimi alıp beriye çevirdim sonra ve çevirir çevirmez de yine o beyaz gömlekli, küçük çocukla karşılaştım (s.98).

Sonra işte ben böyle bakarken, çoğa varmadı, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinden yine o beyaz gömlekli çocuk çıktı (s.156).

Ben o gece gitmiş, sigaramı yakıp şöyle dağa doğru şöyle bir bakmış, sonra da bahçe kapısının önündeki taşın üstüne oturmuştum. Oturunca, arada bir gördüğüm o beyaz gömlekli çocuk geldi aklıma (s.168).

Sonra işte ben böyle bakarken, çoğa varmadı, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinden yine o beyaz gömlekli çocuk çıktı (s.156).

Derken, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinden o beyaz

gömlekli çocuk çıktı yine; geldi, bahçe duvarı boyunca, avarelere özgü bir

rahatlıkla iki yana sallana sallana yürüdü (s.228).

Derken, çömeldiğim yerden yine o beyaz gömlekli çocuğu gördüm ben ve hemen ayağa kalktım (s.245).

46

Romanda sözcük öbeği halinde yapılan yinelemeleri, genellikle, farklı sayfalarda bulunup aynı amaca yönelik olan sözcük öbekleri oluşturmaktadır. Burada da başkahraman yazarın Denizli’de neredeyse her balkona sigara içmeye çıktığında gördüğü beyaz gömlekli küçük bir çocuk yer alır. Düşlemsel bir olay olsa da bu pekiştirme yazarın çocukluğuna yapılan bir gönderme olarak karşımıza çıkar.

[4] Bekir’in rüyası annemi çok etkilemişti (s.148).

İyi ettiniz, iyi ettiniz diyerek birkaç kere başını salladı annem. Hatta gofretleri üst üste koyup bir duvar örmüşüz de, Bekir’in rüyasının gideceği istikameti değiştirmişiz gibi gururla baktı bize (s.151).

Bekir’in rüyası yüzünden kafası allak bullak olmuştu zaten, artık diken

üstündeydi; mutfakta yahut bahçede herhangi bir işle meşgulken aniden babamın yattığı odaya koşuyor, kapı ağzında durup ona şöyle bir bakıyor, nefes alıp verdiğini, kımıldadığını yahut kirpiklerinin hareket ettiğini görünce de derin bir oh çekerek işinin başına yeniden dönüyordu (s.157). İşte o vakit, Bekir’in rüyasını cebinde taşıyormuş da çıkarıp babama gösteriverecekmiş gibi fenâ hâlde tedirgin oluyordu annem (s.162).

Bekir’in rüyasını duyduğundan beri, dedim ben o sırada; annem de şaşkın

biraz, kafası çok karışık (s.192).

Romanın ortalarında Bekir’in gördüğü rüya başkahraman yazara ve annesine büyük külfet olmuştur. Aziz Bey’in bu dünyada az vaktinin kaldığını sezdiren rüya sonrası anne tam olarak kendine gelememekte ve rüyayı def etmek için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. “Bekir’in rüyası” farklı sayfalarda yinelenmiştir.

[5] Bir yandan da akla hayale gelmedik işler buluyordu kendine. Bir

keresinde, düzene sokuyorum diye, bodrumdaki o Nuh Nebi’den kalma

araba parçalarını tutup bir yandan bir yana aktarmıştı mesela ve örümcek ağlarının arasında, saatlerce uğraşmıştı bu iş için. Bir keresinde, öteberi

47

koyduğu odaya girip her şeyi iğneden ipliğe elden geçirmiş; bir keresinde, ne kadar kap kacak varsa mutfağın ortasına yığıp yerlerine tek tek yeniden yerleştirmiş; bir keresinde de, nicedir değiştirmeye elim ermedi diye, yıllardır kullanılmayan yorganları yüklükten indirip salona sermiş ve hepsini satın aldığı yeni çarşaflarla kaplamıştı (s.157-158).

Bekir’in rüyasından sonra bir türlü kendine gelemeyen anne kendini avutmak için türlü işlerle meşgul olmaya çalışmıştır. “Bir keresinde” sözcük öbeği bir paragrafta tam dört kere yinelenerek pekiştirilmiştir.

[6] Ertesi sabah sonda taktılar babama, öğleyin, yemek saati yaklaşırken de kucağında idrar torbasıyla taburcu ettiler. Odasından çıkardığımızda torbayı nasıl tutacağını bilemiyordu babam, fenâ halde utanıyor, elleriyle örtmeye çalışıyor, bunun mümkün olmadığını görünce de başını eğip ikide bir ona bakıyordu (s.195).

Komşular ve akrabalar bu şekilde kadınlı erkekli toplanıverince, babam kucağındaki idrar torbasını nereye, nasıl saklayacağını bilemedi tabii; görünmediği hâlde, dizlerinin üstündeki battaniyenin ucunu beline doğru çekti durdu (s.196).

Annem kalkıp battaniyeyi örttü hemen, ezilmesin diye de idrar torbasını biraz kenara çekti. Odanın içine derin bir sessizlik çöktü o sırada (s.199). Yüzü urgancık otlarıyla kaplı kırmızı toprağın üzerinde beş altı adım ilerleyince de, babamı gördüm orada; omçalardan birinin dibine oturmuş, kucağında idrar torbası, sessizce yere bakıyordu (s.214).

Kucağında idrar torbası, ellerinde ip, gözlerini tavana doğru kaldırarak Allah'la konuşuyor öyle zorlanınca. Hadi bu azabı bana çektiriyorsun, anladık, yahu çoluk çocuğun ne günahı var, onlara niye çektiriyor sun, diyor (s.219).

48

Aziz’in hastalığı ilerleyince tuvalete bile gidemeyecek hale gelir. Çözüm olarak idrar torbası takılır ve durumun iyice kötüleştiğini belirtmek amacıyla metnin belirli yerlerinde “idrar torbası” yinelemesi yapılır.

[7] Fî tarihinde merdivenin dibine dikilen erikle asmanın kesilmesine babam bir türlü razı olmadığı için, basamakları çıktıktan sonra her zamanki gibi ikiye bükülüp tek sıra hâlinde yan yan yürüyerek girdik tabii (s.46). İşi örtbas etmek için, ben de çarçabuk elinden tutup çevremizi tanıyalım gezisine çıkardım onu; cümle kapısını nefessiz bırakan erikle asmanın altından eğilerek geçtik, basamakları indik ve baba kız, iki dönüm büyüklüğündeki bahçenin içinde gevşek adımlarla bir o yana bir bu yana yürümeye başladık (s.53).

Biz kapıdan girer girmez Hüseyin Dayım, Hicran Yengem ve çocukları yetişti arkamızdan, erikle asmanın altından yan yan geçip cümbür cemaat salona daldılar.

Sizin kapıdan girmek de mesele, dedi dayım kollarını açıp boynuma sarılırken, sonra geri çekildi ve ekledi; enişteyi razı edin de bu erikle asmayı kesin yeğenim, ele güne karşı böyle olmuyor vallahi (s.56)!

Erikle asmanın altından geçerken kolundan tutayım dedim ama istemedi,

sol omzunu duvara vererek, yan yan, kendi başına indi basamaklardan. On adım ötedeki arabaya varıp ön koltuğa oturması da neredeyse yarım saat sürdü (s.74).

Annemle de vedalaşıp elimde valiz evden çıktım sonra, erikle asmanın altından eğilerek yan yan geçtim ve bahçe kapısının önünde duran arabanın yanına gittim (s.107).

Musa, çalışırken sırtına, omuzlarına ve yüzüne gözüne dokunan erikle

asmanın dallarını bir o yana bir bu yana iteledi durdu o gün. Bazen de

49

Yahu, dedi sonunda; insan bile hareket edemiyor burada, sandalye nasıl inip çıkacak? Ağbi, bence keselim bu erikle asmayı (s.124)!

Ne diyeceğimi bilemedim o an, medet umarcasına, başımı çevirip sağa sola baktım. Bakınca da gözlerim ilkin annemlerin cümle kapısının dibinden yükselen erikle asmaya takıldı nedense (s.133).

Erikle asmanın dallarını kaldırıp elden ele devrederek, yan yan, rampadan

indik Nihat’la; bahçe kapısından çıktık, İzzet Dayımın cevizini geride bıraktık ve hiç konuşmadan yokuş aşağı, çarşıya doğru yürümeye başladık (s.150).

Ardından da , artık geç oldu diyerek hep birlikte kalktı gelenler; erikle

asmanın altından tek sıra hâlinde yan yan geçip karanlığın içine dağıldılar

(s.167).

Kasabanın tâ alt başından, Gökpınar’ın öteki ucundan ve Tekke civarından kalkıp nicedir gelemeyenler bile geldiler bu iki gün boyunca; erikle

asmanın dallarını elden ele birbirlerine devrederek, tek sıra hâlinde içeriye

doluştular (s.184).

Oturanlar da kalktılar babam öyle kalınca, vakitlice gidelim diyerek, cümle kapısındaki erikle asmanın altından tek sıra hâlinde, duvara sürtüne sürtüne geçip birer ikişer, karanlığın içine dağıldılar (s.206).

Ağbi, dedi; babamın vaziyeti kötüleştikçe gelip gidenler çoğaldı, bu erikle

asmayı keselim bence, olmuyor böyle (s.209).

Romanda çok fazla kullanılan bir metafor da erikle asmadır. Erikle asma aslında Aziz Bey’i işaret eder. Kesilmesine asla razı gelmeyen Aziz Bey hastalığı ilerledikçe evden çıkamaz olur ve ölümüne yakın da erikle asma ondan habersiz kesilir. Romanın farklı yerlerinde bazı paragraflarda birden fazla kullanılarak “erikle asma”ya dikkat çekilerek yineleme yapılmıştır.

50

[8] Sonra babam eve geldiğinde, olup bitenleri bir bir anlatmış ona. Len

Müslüman, durduk yerde o muşmula suratlı, eğri bacaklı Gülbahar’ı benim

üzerime sıçratma, şu mereti onların evini geçtikten sonra çalıştır, diye de sıkı sıkıya tembihlemiş (s.67).

Len Müslüman, durduk yerde niye ağlıyorsun sen, dedi annem arka

koltuktan; kendi derdimiz bize yetmiyor mu? Yolda kalanlara yiyecek vermişler, çay dağıtmışlar işte, ne var bunda ağlayacak (s.81-82)?

Kapının önünde bekleyen annem olup bitenleri öğrenince, len Müslüman, dedi babama; seksen bir yaşındaki insan ameliyat mı olurmuş, sakın yanılıp yenilip de olayım deme, masada kalırsın (s.95).

Len Müslüman, azıcık dişini sık da kucaklayıp bindirsinler, dedi annem o

sırada (s.180).

Len Müslüman, dedi bir keresinde yalvarırcasına; su istemedin mi sen,

veriyorum işte, neden içmiyorsun (s.233)?

Romanda anne, Aziz Bey’e kızgınlık veya merhamet duyduğu zamanlarda duygusunu pekiştirmek amacıyla ya kızgınlıkla ya da merhametle “len Müslüman” diye çıkışır. Bu şekilde metnin bazı bölümlerinde yineleme yapılmıştır.

[9] Hatta parmaklarını hızlıca sayıp gözlerini kısarak hemen oracıkta hesaplıyor, hesaplarken başını bir sağa bir sola yatırıyor, sonra da işte şu an itibariyle bilmem kaç lira tutuyor bizim kız, fakat daha bunun faizi, vergisi, şusu, busu da var tabii, vallahi siz bu borcun altından imkânı yok kalkamazsınız, diye habire cart curt ediyormuş (s.69).

Yok, dedi annem, eskiyi bu kadar çok hatırlaması hiç iyi değil.

Öyle düşünme bizim kız, dedi dayım; enişte dışarı çıkıp yeni bir şey görmüyor ki, ne konuşsun, elbette eskiyi konuşacak (s.199).

İçmeyecek misin, diye sordu.

51

Üsteleme bizim kız, dedi Hüseyin Dayım; yeter, üsteleme (s.234).

Roman Ankara ve Denizli arasında geçmektedir. Roman kahramanları Denizlilidir. Dolayısıyla metinde Akdeniz Bölgesi ağız özellikleri gösterilmesi gayet olağandır. Yazar “bizim kız” sözcük öbeği ile bu duruma dikkat çekmek istemiş olabilir. [10] Yahu, dedi sonra titrek bir sesle; rahmetli Mehmet Amca da hiçi hiçine gitti.

Mehmet Amca kim, diye sordu Zübeyir.

Babam cevap vermedi, başını çevirip için için kaynıyormuş gibi görünen dağlara baktı yine.

Eskiyi hatırlıyor, dedi annem; hani otuz, otuz beş yıl evvel dağda kaybolan

Mehmet Amca yok muydu (s.196)?

Yıllar evvel Aziz Bey’in yaşadığı olay anlatılmaktadır. “Mehmet Amca” yinelemesiyle Aziz Bey’in eskiyi hatırlamaya ve yavaş yavaş aklının gidip gelmeye başlamasına dikkat çekilmek istenmiştir.

Benzer Belgeler