• Sonuç bulunamadı

1.1. Bağdaşıklık

1.1.1. Oluşturucu Ögenin Yinelenmesi

1.1.1.4. Olayların Tekrarı ile Yapılan Yineleme

Olayların tekrarı ile yapılan yinelemeler aynı olayların aynen veya benzer şekillerde tekrar tekrar yaşanması sonucu yapılan yinelemelerdir. Romanda olay tekrarlarına da yer yerilmiştir.

[1] Derken, her zamanki gibi bileğinde sarı taneli tespihiyle Hüseyin Dayım

girdi geldi kapıdan. Onun gelişinin üstünden on dakika geçti geçmedi,

57

birlikte karısı ve baldızı, onların ardından dirseklerini geriye doğru çıkarıp kollarını hızlı hızlı sallayarak Vakkas Dayım, onun ardından da küçük teyzemle Metin Enişte geldi. Akşam ezanı okunduktan nice sonra, Cavit’in peşine takılarak Bekir de geldi hatta o gün; iki kardeş kapı ağzına, yan yana oturdular (s.203-204).

Ertesi gün öğleye doğru, Hüseyin Dayım çıktı geldi yine, çizgileri sarkmış karanlık mı karanlık bir yüzle geçti, babamın çaprazındaki kanepeye oturdu. Onun peşinden elinde börek tabağıyla Hicran Yengem, onun peşinden de karısı ve baldızıyla birlikte Zübeyir geldi.

Konuşmaları duymuş olmalı ki, babam da gözlerini açtı o sırada. Onun uyanmasını bekliyormuş gibi, bastonunu tıkırdata tıkırdata, kocası Eyüp Amcayla birlikte Gülfem Yenge geldi sonra; onların peşinden Zübeyir’le karısı ve baldızı, onların peşinden babamın hala çocukları Cavit’le Bekir, onların peşinden ortanca teyzemle oğlu ve gelini, onlar içeri girer girmez de iki yanında iki çocuğuyla Vakkas Dayım geldi. Hep birlikte odaya sığamadığımız için, kapı ağzından babama şöyle bir görünüp geçmiş olsun dedikten sonra gelenlerin yarısı salona oturdu mecburen (s.103).

Derken, bileğinde sarı sarı şavkıyan tespihiyle Hüseyin Dayım girdi geldi kapıdan. Yedi sekiz dakika sonra iki torunu ve bir oğluyla Hicran Yengem, onların peşinden göbeğini hoplata hoplata Vakkas Dayım, o ayakkabılarını çıkarırken baldızı ve karısıyla birlikte Zübeyir, onlar kapıdan girer girmez de Cavit’le Bekir geldi. Hatta gelinlerini ve oğullarını alıp Metin Enişteyle küçük teyzem de geldi bu kez. Oda konserve kutusu gibi tıkış tıkış oldu böylece, içeride ayak basacak yer kalmadı. Metin Enişte, mahcup bir ifadeyle battaniyeyi azıcık iterek, babamın ayakucuna İzzet Dayım yokluğu da vardı tabii, Hüseyin Dayımın yanı başında öylece duruyordu (s.161-162). Eve girer girmez, arabanın sesini duymuş olmalı ki, Hüseyin Dayım koştu

58

kapıdaki hareketliliği görünce karısı ve baldızıyla birlikte Zübeyir, onların ardından ortanca teyzem, onun ardından da kıpkırmızı bir yüzle, avurtlarını şişire şişire Vakkas Dayım koştu geldi (s.195).

Derken, her zamanki gibi bileğinde sarı taneli tespihiyle Hüseyin Dayım

girdi geldi kapıdan. Onun gelişinin üstünden on dakika geçti geçmedi,

elinde bir kâse sütlaçla Hicran Yengem, onun ardından yine Zübeyir’le birlikte karısı ve baldızı, onların ardından da dirseklerini geriye doğru çıkarıp kollarını hızlı hızlı sallayarak Vakkas Dayım, onun ardından da küçük teyzemle Metin Enişte geldi. Akşam ezanı okunduktan nice sonra, Cavit’in peşine takılarak Bekir de geldi hatta o gün; iki kardeş kapı ağzına, yan yana oturdular (s.203-204).

Ertesi gün öğleye doğru, Hüseyin Dayım çıktı geldi yine, çizgileri sarkmış karanlık mı karanlık bir yüzle geçti, babamın çaprazındaki kanepeye oturdu. Onun peşinden elinde börek tabağıyla Hicran Yengem, onun peşinden de karısı ve baldızıyla birlikte Zübeyir geldi (s.235).

Romanda Aziz’in hastalığı boyunca onu yalnız bırakmayan akraba ve komşuları onu sık sık ziyaret eder ve gelişmeleri takip ederler. Genellikle önce Hüseyin Dayı gelir ardından diğer akraba ve komşular gelir. Bu olay özellikle her hastane dönüşü tekrarlanır.

[2] Direksiyonun başında dikkatim dağılıp gitmesin diye ben de arabanın radyosunu açmış, o an karşıma çıkıveren Seyit Çevik’ten, “Avluda bağlıdır yiğidin atı” türküsünü dinliyordum. Kemandaki tavrından ve genizden geliyormuş gibi görünen o şişkin avurtlu, esmer sesinden ötürü seviyordum Seyit Çevik’i. Hiç kuşkusuz, Bulduk Usta’nın, Muharrem Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin ve Hacı Taşan’ın genişlettiği topraklardan çeşitli rüzgârlar getirdiği ve bu rüzgârları sesinin avlusunda gezdirdiği için de seviyordum (s.71-72).

59

Bir yandan da müzik dinledim direksiyonda, Zaralı Halil’in, Hacı Taşan’ın, Fatma Türkan Yamacı’nın, Hisarlı Ahmet’in, Nezahat Bayram’ın ve Talip Özkan’ın söylediği türküler hatıralarımın kıyısına köşesine çarparak, kulaklarımda ve ruhumda yankılandı durdu (s.90-91).

Bayat’ı geçip küçük tepelerin arasından yukarıya, Köroğlu Beli’ne doğru tırmanmaya başladığımda artık Hacı Taşan yorulmuş, bağlamasını Dinek Dağı’na yaslayıp hayalimde Yirik Yaşar’ın meyhanesine gitmiş, sırayı da “Şu karşıki dağda kar var duman yok / Benim sevdiceğimde din var iman yok”u söyleyen Fatma Türkan Yamacı’ya bırakmıştı (s.117).

Randevu tarihinden bir gün evvel, öğle vakti tek başıma Denizli’ye doğru yeniden yola çıktım böylece. Bu kez, belki orada okurum diye yanıma benim hakkımda yazılmış bir kitabı da almıştım. Afyon’a kadar, “Yağar Yağmur”dan başlayarak, hiç ara vermeden döne döne Takip Özkan’ın

albümlerini dinledim o gün; üstadın sesi ve bağlaması ruhumun dağlarında,

ovalarında ve koyaklarında saatlerce yankılandı durdu (s.128).

Dikkatim biraz tazelensin diye, Aşağıkepen Köyü’nü geçince her zamanki gibi yine türkü dinlemeye başladım ama bazılarını birazcık duydum, bazılarını da hiç duymadım türkülerin. Bir ara “Buradan bir atlı geçti / Yarama bastı geçti” diyen Bekçi Bakır’ı duydum mesela hayal meyal, bir ara Erkan Oğur’u, bir ara “Ben bir Yakup idim kendi hâlimde” diyen kazancı Bedih’i, bir ara da “Seher vakti bülbül ağlar ekseri / Bülbülün gözyaşı deler mermeri” diyen Seha Okuş’un sesini duydum (s.177).

Roman başkahramanı yazar, Ankara’da ikamet etmektedir fakat babasının hastalığı dolayısıyla sürekli Ankara’dan Denizli’ye yol almaktadır. Bu yol alışlarında da devamlı olarak türkü dinler. Bu olayın tekrar etmesi de yine olay yinelemesi olarak karşımıza çıkar.

60

[3] İşte tam o sırada, gözüme bir beyazlık yansıdı solumdaki dikiz aynasından. İlkin arkamdaki arabalardan biri beni sollamaya çalışıyor sandım ama değildi; uzayıp kısalan, yükselip alçalan, bazen de birdenbire kaybolan tuhaf bir beyazlıktı bu. Gaz pedalından ayağımı çektim onu fark edince, dengemi bozmayacak şekilde, frene hafifçe dokundum. Sonra, başımı çevirip hızla geriye baktım bu beyazlığın ne olduğunu anlayabilmek için. Bakar bakmaz da asfaltın kenarında koşan, sütkırı bir atla karşılaştım (s.72).

Sonra, gövdesinde oynaşan yaprak gölgeleriyle birlikte yine o sütkırı at çıktı bu hışırtıların içinden. Çıkar çıkmaz da başını kanırtıp şöyle bir kişnedi ve yine uzayıp kısalan tuhaf bir ağartı hâlinde, peşim sıra var gücüyle koşmaya başladı (s.91).

İşte tam o sırada şiddetli bir fırtınanın ortasında kalmışçasına, sağımdaki çamlar sarsıldı aniden; dallar takır takır birbirine çarpmaya başladı. Hemen ardından da, olanca heybetiyle o at çıktı bu gölgelerin arasından. Tabiat o an yeşil sarsıntılar eşliğinde onu doğurdu âdeta. Doğurunca da işte bu at hemen yola fırladı ve asfaltın kenarındaki kumlu zeminden, yine acı acı kişneyerek peşim sıra koşmaya başladı (s.117-118).

Kokulardan sıyrılıp Meslek Yüksek Okulu’nun hizasına vardığımda, görünürlerde at mat yoktu. Geniş bir yay çizerek yavaş yavaş ilerledim ben de, patates, soğan satıcılarıyla birlikte Sandıklı’yı geride bıraktım ve Zaralı Halil, “Fırsat elde iken sarmadık yâri / Beni öldürmeli dövmeli değil” derken vitesi beşe atıp birazcık hızlandım. At da yolun kenarında beliriverdi işte o sırada (s.129).

Başkahraman yazar, her yolculuğunda türkü dinlediği gibi Ankara’dan Denizli’ye olan her yolculuğunda da sütkırı beyazlıkta bir atla da karşılaşır. Bu at yalnızca Ankara’dan Denizli’ye yol aldığı zaman onu takip eder. Yolculuk boyu bir noktadan başka bir noktaya kadar eşlik eder ve kaybolur. Sonraki yolculukta kaybolduğu

61

noktadan tekrar şahlanıp yolculuğa eşlik eder ve yine ileri başka bir noktada kaybolur. Bu eşlik etme en son Denizli’de babasının evine son on bir kilometre kalıncaya dek sürer. Bu duruma “at” yinelemesiyle dikkat çekilmiştir.

[4] İşte tam o sırada, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinden

beyaz gömlekli, küçük bir çocuk çıktı; sağa sola bakına bakına, tüyden

daha hafif adımlarla bizim arabanın yanından süzülüp geçti, bahçenin girişine geldi ve bir an duraksayıp etrafa şöyle bir göz attıktan sonra oradaki taşın üstüne yavaşça oturdu (s.50).

Ben mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinde, daha önce gördüğüm o beyaz gömlekli çocuğu fark ettim o sırada; eğilmiş, arabaya doğru bakıyordu (s.74).

Göğe doğru yükselen cevizin karaltısından gözlerimi alıp beriye çevirdim sonra ve çevirir çevirmez de yine o beyaz gömlekli, küçük çocukla

karşılaştım (s.98).

Sonra işte ben böyle bakarken, çoğa varmadı, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşesinden yine o beyaz gömlekli çocuk çıktı (s.156).

Derken, mezarlığın dibindeki dereye inen sokağın köşe sinden o beyaz

gömlekli çocuk çıktı yine; geldi, bahçe duvarı boyunca, avarelere özgü bir

rahatlıkla iki yana sallana sallana yürüdü (s.228).

Derken, çömeldiğim yerden yine o beyaz gömlekli çocuğu gördüm ben ve hemen ayağa kalktım. Sekiz, dokuz mezar ötede, bademlerin altındaydı; namaz kılıyormuş gibi ellerini önüne bağlamış, hiç kımıldamadan öylece duruyordu (s.245).

Tıpkı ecel atı gibi “beyaz gömlekli çocuk” da yalnızca yazara görünür. Sadece annesi beyaz gömlekli çocuğu bir kez rüyasında görmüştür. Bu çocuğun kim olduğunu ve neden sürekli ortaya çıktığını tam olarak hatırlayamazlar. Genellikle başkahraman yazar babasının yanına geldiğinde balkona sigara içmeye çıktığında bu çocuğu görür.

62

Bu olay romanın belirli yerlerinde yinelenir ve yazara dikkat çekilir. Çünkü o çocuk aslında yazarın çocukluğudur.

Sonuç olarak bakıldığında yinelemeler romanda sıkça karşımıza çıkar. Öncelikle verilen bir öncül ifade yer alır. Ardından tekrarlanacak olan bu öncül ifade aynı anlama gelen farklı veya aynı sözcüklerle aynı veya farklı çekimlenmelerle yinelenir. Böylece yazar yinelenen ifadeler üzerine dikkat çeker. Gerek sözcük açısından gerek sözcük öbeği gerek cümle gerekse olay açısından yapılan tekrarlar romanı daha iyi anlayabilme, kahramanların iç dünyasına daha iyi dâhil olabilme bakımından önem taşır. Sözcük, sözcük öbeği ve cümle tekrarı romanda sık sık karşımıza çıkmıştır; burada on örnekle sınırlandırılmıştır. Olay yinelenmesi ise sadece dört örnekte karşımıza çıkmış olup örnekleri verilmiştir.

Benzer Belgeler