• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: İSTANBULLU EŞREF DİVANI’NIN İNCELEMESİ

2.3. İstanbullu Eşref Divanı’nda Tasavvuf

2.3.5. Rind ve Zahid

Zühd “Arapça, rağbetsiz olmak, yüz çevirmek”130

ve “ahirete yönelmek için dünyadan

el-etek çekmek”131 anlamlarına gelirken zahid de tüm kaynaklarda karşımıza ilk olarak

“dünya işleriyle meşgul olmayan” 132

biçiminde çıkar ancak “edebiyatımızda bu

anlamıyla yer edinememiştir”133. Divan şiiri dizelerinde sonradan kazandığı yan

anlamlarıyla anılan zahid, “ham ruhlu, pişmemiş, olgunlaşmamış, dinin özünden

habersiz şekilci ve zahirci kişi. Ârif ve âşık olmayan kimse”134

dir. Zahid tipi; sûfî-sofu-sofî, vâiz, hâce-hoca, müddeî, âbid, molla, müftî, nâsıh gibi isimlerle de karşımıza çıkmaktadır. Rind ise, “halkın hakkındaki söylediklerine aldırmadan gönlünce hareket eden, keyfince davranan, içi irfanla süslü, ilimle dolu olduğu hâlde halktan biri gibi sade

yaşayan hakîm, bilge kişi”135

olarak açıklanmaktadır.

Klasik Türk şiirinde, rind ve zahid tipleri iki zıt kutup olarak yer alır. Âşık ve ârif olan şairin karşısında dinin özünü bilmeyen, nasihatçi zahid bulunur. Divan şairleri şiirlerini genel itibarla rindane eda ile yazarlar. İstanbullu Eşref de özellikle gazellerinin çoğunu rind-meşreb söylemiştir. Nev-bahâr oldı buyur sâha-i bâga gidelim/Gidelim def‘-i gam u zevk ü temâşâ idelim vasıtalı terci-i bend-i bahariyyesinin ilk bendinde rindin lakayt oluşu ve şarabı sevmesi hakkında ipuçları verir:

129

Bu kısımda büyük oranda “İstanbullu Eşref Divanı’nda Rind ve Zahid Tipleri” başlıklı makaleden yararlanılmıştır. Bkz.: Betül Elmacı, “İstanbullu Eşref Divanı’nda Rind ve Zahid Tipleri”, RTE

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 8 (2015), s. 139-162.

130

Ethem Cebecioğlu, a.g.e., s.734.

131 Süleyman Uludağ, a.g.e., s. 544.

132 Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Haz. Cemal Kurnaz, Ankara: Akçağ Yay., 2000, s. 468.

133 Metin Akkuş, “Klasik edebiyatta tipler”, Türk Edebiyatı Tarihi, Ed. Talât Sait Halman vd., İstanbul: TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 2006, C. II, s. 400.

134 Süleyman Uludağ, a.g.e., s. 533.

51 Zāhid-i ħuşkı biraz ıśladalım ķorķudalım VāǾiži ĥālimize aġladalım acıdalım Ķo ne dirlerse disün źevķimiz icrā idelim

Tevbe-i bāde buz üstinde binādır n’idelim (T2/1)

Olumsuz zahid tipi kuru anlamında huşk sözcüğüyle nitelenir, burada “kuru” iki anlamıyla da kullanılmıştır: Birincisi kaba sofu, ikincisi ise şu anda kuru olan zahid. Kuru zahidi/kaba sofuyu ıslatalım, korkutalım. Vâizi halimize ağlatalım acıtalım, dizelerinde rindin muzip bir şekilde zahide sataşması söz konusudur. Devamında ise “kınayanların” söylediklerini önemsemediğini belirterek: onlar ne derlerse desinler, bırak; biz zevkimizi icra edelim. Ne yapalım ki şaraba tövbe etmek buz üstüne bina yapmak gibidir (çabuk yıkılır), demiştir. Zahid tipi rindi, içki içmesi ve günah işlemesi dolayısıyla sürekli olarak eleştirir. Rind ise bunu umursamayıp hayattan zevk aldığı işleri sürdürmektedir.

Rindin vazgeçemediği şarap gibi bir şey daha varsa o da aşktır. “Rindlik sevmekle, aşkla başlar,”136

bu sebepten aşk, rind tipi ile bütünleşmiştir ve en öne çıkan özellikleri arasında sayılmaktadır:

Cihānıñ māl [ü] vārından şehā bir źerre ĥažž itmez İder āşüfte-meşreb rind tįbālar idenden ĥaž

ǾUbūr-ı rāhıma ŧaġlar gibi sedd çekmeñ ey nāśıĥ

Ferāġat eylemem itdim ben ol şįrįn-dehenden ĥaž (G161/2-3)

Feragat ehli olan rind, onu kendi yapan vasıflar dışında her şeyi bırakmış; dünyalıklardan vazgeçmiştir. İlk beyitte de; ey şah, perişan meşrepli rind dünyanın malları ve varlığından bir zerre haz almaz, âşıkane bakışlar atıp sözler söyleyenden hazzeder, derken Eşref’in kastettiği tam anlamıyla budur. Yolumun geçidine dağlar gibi (boşuna) engel koymayın ey nâsıh, ben o tatlı ağızdan hazzettim (artık) feragat etmem beyti de bir önceki ile aynı doğrultudadır. Nâsıh, rindi kınayarak onu günahkâr yolundan çevirmeye çalışır. Bunun anlamsız olduğunu vurgulayan şair, dehen sözcüğüyle sevgilinin dudaklarını yahut sözlerini kastedip tatlılığını vurgulayarak ondan

52

asla vazgeçemeyeceğini, haliyle kendisine nasihat verenin sözlerinin boş olduğunu belirtmiştir.

Boynuña olsun vebāli ĥūr-ı Ǿaynı137 vaśf idüp

VāǾižā dil-berleri āġūşuma olduñ sebeb (G29/5)

Ey vâiz, iri gözlü hurileri tarif ederek dilberleri kucaklamama sebep oldun, vebali senin boynuna olsun, beytinde hûr-ı ‘ayn tabiri ile kastedilen Duhan Suresi 54. ayetteki iri gözlü hurilerdir. Bu surenin 51-57. ayetleri arasında takva sahibini cennette nasıl güzelliklerin beklediğinden söz edilmiştir. O halde vâiz, kürsüde vaaz verirken yahut âşığa nasihat ederken takva ehli olması hâlinde cennette hurilere sahip olabileceği vaadinde bulunmuş; rind ise sevgilisiyle kavuşmasına bunu sebep göstermiştir.

Biz de Eşref gibi Ǿālemde cemāl Ǿāşıķıyız

Zāhidā hep seniñ olsun yüri cennet ile ĥūr (G111/7)

Rind güzelliğe, tasavvufi anlamda ise Hakk’ın tecellisine âşıktır. Bu beytin tasavvufi açıdan yorumlanması yanlış olacaktır, çünkü gazelin tamamına bakıldığında ve “Şübhesiz ahsen-i takvîmde yaratmış anı Hak” dizesinden de anlaşıldığı üzere bu dünyadaki bir güzelden söz edilmektedir. Dolayısıyla, ey zahid cennet de huri de senin olsun (çünkü) biz âlemde güzelliğe âşığız, (ondan başka bir isteğimiz yoktur), beyti yine rindin, kendisini huri ve cennet vaatleri ile yolundan çevirmeye çalışan zahide vermiş olduğu cevap niteliğindedir.

Zahid tipi “nasihatçi ve sıkıcı”138

olduğundan rindi sürekli eleştirir. Eşref, rindin alaycı tabiatının buna izin vermediğini göstererek: zahid benim sevgiliyle sıcak muhabbetimi görüp yan bakar (kınar)/şüphesiz gönülleri çarpık insanların işleri (de) eğri olur, anlamına gelen dizeleri kaleme almıştır. Dikkat edilmesi gereken; kec (şaşı), merdüm (gözbebeği) ve yan bakmak tabirleridir. Şair aynı zamanda bu beyitte zahidin şehla olduğu anlamını vererek nükte yapmıştır:

Görüp dil-berle germ-i irtibāŧım yan baķar zāhid FiǾāl-i merdüm-i kec-dil olur bį-iştibāh egri (G284/5)

137 Duhân Suresi, 44/54: “…Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.”

53

Kaba sofu taç ve hırkası ile övünen, dünyevi istekleri olan riyakar bir kişidir. Şair, kendisini kınayan nâsıha: Ey Eşref, nâsıh hevesten elini çek (istemeyi terk et), rahat ol, der. Kendi ağzına (söylediklerine) bakmaz, gelmiş (de) bana oturmayı kalkmayı öğretir, biçiminde karşılık vererek hatayı kendinde aramasını öğütlemiştir:

Eşrefā nāśıĥ der el çek de hevādan rāĥat ol

Aġzına baķmaz baña gelmiş oŧur ķaķ ögredir (G105/7)

Divan şiirinde sevgilinin beli (bazen de mim harfi gibi küçük ağzı) var ile yok arasındadır. Halk içinde varlığı ve yokluğu bir dedikodu hâlini alır. Âşık için varlığı su götürmez bir gerçektir ancak aklı ile hareket eden zahid bunu anlayamayacak kadar “cahil” olduğundan rindin sitemine maruz kalır. Aşağıdaki ilk beyitte şair; ben sevgilinin kıl gibi ince belini söylerim, sen dedikodu (veya ‘o dedi bu dedi’ şeklindeki nakiller) dersin. Anladım ki zahid sen bizim bildirdiğimiz şeyi anlamadın, diyerek zahidin anlayışını sorgular:

Ben dirim mūy-ı miyān-ı yāri sen biñ ķāl u ķįl Añladım fehm itmediñ zāhid bizim taķrįrimiz Kec-nigāhımdan ebed giçmem ķo ey nāśıĥ beni

Rāżıyız muǾtādımızdan ħayr u şer taķdįrimiz (G130/4-5)

İkinci beyitte; sevgiliyi bırakması yönünde âşığa telkinlerde bulunan nâsıh; şehla bakışlı sevgiliden asla vazgeçmem nâsıh bırak beni. Biz alışkanlığımızdan razıyız, hayır ve şer kaderimiz, cevabını alır. İstanbullu Eşref, divanında buna benzer ifadeleri birkaç kez tekrarlamıştır. Hâlihazırda rindin âşıklıktan ve sevgilisinden asla vazgeçmeyeceği kesindir.

ǾĀşıķı nār-ı cehennemle ne taħvįf eyler

Görme mi vāǾiž anıñ dįdesidir Nįl ile Şaŧ (G157/3)

Yukarıdaki beytin özünde de yine nasihat eden tip ile karşılaşan rind; âşığı ne diye cehennem ateşi ile korkutur? Vâiz görmez mi ki onun (âşığın) gözü büyük nehirler (gibi ağlar), diyerek âşığın cehennem ateşinden korkmadığını açıklamıştır. Bilindiği üzere su ateşi söndürür, ancak burada kastedilen âşığın gözyaşlarının (ayrılık acısından dolayı)

54

nehirler kadar çok aktığı ve gerçek âşığın zaten kendisi olup cehennem korkusunu bu sebepten hissetmediğidir. Aynı şekilde Korkmazız nâr-ı cahîmden kim rasûle ümmetiz (cehennem ateşinden korkmayız çünkü Hz. Muhammed ümmetiyiz) (G120/4) dizesi de bu doğrultudadır.

İstanbullu Eşref, kimi zaman söyleyişini sertleştirerek vâizi/zahidi kınamaktan men etmiştir. Örneğin saña redifli gazelinde; vâiz kınama, taş atma (o taş senin) başına rast gelir. Kork, aç gözünü (yoksa) çarparım (vururum) sana, demiştir:

VāǾiž melāmet eyleme ŧaş atma başıña

Uġrar ĥaźer ķıl aç gözünü çarparım saña (G10/6)

Kesb-i ‘irfân eylemekdir olmak insândan garaz (insan olmakla kastedilen irfan kesbetmektir) dizesiyle başlayan “garaz” redifli gazelinde şair:

Śūfiyā beyhūde daǾvā-yı maĥabbet eyleme

Rāhına cān virmedir ārzū-yı cānāndan ġaraż (G154/7)

Ey sûfî boşuna muhabbet (sevgi) iddiasında bulunma, sevgiliyi arzulamaktan kastedilen onun yoluna can vermektir, diyerek sevgiliyi arzulamanın yalnızca şehvetten kaynaklanmadığını, bunu söyleyerek onu severken ölmeyi kastettiğini açıklamış; gerçek âşık olan rind, riyakâr olup aşk ehli olmayan kaba sofuyu eleştirmiştir.

Mest-i Ǿaşķız elem-i dehr ile ber-ġam degiliz ǾĀşıķız śūfį-i sālūs ile hem-dem degiliz (G124/1)

Divan şiirinde sarhoşluktan gerçek bağlamda da mecazi olarak da bahsedilmiştir. Mecaziden kasıt Elest meclisinde ruhların bir araya toplanıp “belâ” dedikleri andan kalma sarhoşluktur ve bu hâl asla yok olmaz. Şair yukarıdaki beyitte; aşk sarhoşuyuz dünya elemi ile gamlı değiliz; âşığız riyakar sofu ile arkadaş değiliz, derken ruhlar âlemindeki Elest Bezmi’nden kalma sarhoşluğu, gamlı olma sebeplerinin dünyalık bir elem değil hasret ateşi olduğunu ve gerçek âşık olmayan iki yüzlü sofu ile yakın arkadaş olmadıklarını vurgulamıştır. Bu beyitten de anlaşılacağı üzere kaba sofu, zahid, vaiz gibiler bir taraftaysa âşıklar zümresi diğer taraftadır.

55 Açma söz zühhāda hįç ġafletle rāz-ı Ǿaşķdan

Nāǿime tefhįm-i ĥāl itmek Ǿabeŝ bį-dāra ħaś (G150/5)

Tasavvufta altın kurallardan biri “sırrı fâş etmemek”tir. Hak sırrına vâkıf olan yalnızca kendi ehlinden olanlarla bunu paylaşabilir, bu sırlar halk içinde söylenemez; asla gaflete kapılıp zahidlere aşk sırrından bahsetme/hâlini uyuyana anlatmak abestir, uyanık olana (anlatmak) doğrudur, beyti zahid tipinin mânen uykuda olduğu fikrini tasdik etmekte ve aşk ehlinin ona sırlarını açmaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Zāhidā mesǿele-i Ǿaşķı śor erbābından Bulamazsın aña yol medrese ebvābından Ehl-i Ǿaşķa hele ķoy ŧaǾnı vü baġlan andan ŦāǾatiñ śanma ĥayırdır olarıñ ħˇābından Sūziş-i sįne dem-i dįdedir el-ĥaķķ maķśūd

Söylenen loķma-i büryān ü mey-i nābından (G244/1-2-3)

Ey zahid aşk meselesini (konusunu) erbabına (ehline) sor, ona medrese kapılarından yol bulamazsın; şeklinde başlayan gazel, aşka giden yolun akıl ile değil gönül ile olduğunu açıklar mahiyettedir. Nitekim medrese aklı, tekke ise gönlü temsil etmektedir. Zahide seslenmeyi sürdüren Eşref; hele (bir,) aşk ehlini kınamayı bırak ve sonra (ona) bağlan. Zannetme ki senin ibadetin onların uykusundan (daha) hayırlıdır, diyerek “âlimin

uykusu cahilin ibadetinden efdaldir”139

sözüne atıfta bulunmuştur. Elbette ki zahid “işin

hakikatına ulaşamayan sığ insanları”140

ifade ettiğinden cahildir ve şair ona aşka bağlanmasını tavsiye eder.

Şairler mazmunların herkesçe bilindiğini kabul eder ve şiirlerinde onları açıklama gereği hissetmezler. İstanbullu Eşref burada cahil kabul ettiği zahide seslendiğinden kullanılan mazmunu açmış ve onu şarap içtiği gerekçesiyle kınayana; söyleyişte büryan lokması ve saf şaraptan kastedilen tam anlamıyla kalbin yanışı ve gözün kanıdır, izahı ile cevap vermiştir. Müretteb leff ü neşr (sıralı açma) sanatından yararlanan şair şarap

139

Hadis olarak rivayet edilen fakat sahih hadis kitaplarında yer almayan ibare Şii hadis kaynaklarından

envâr’da hadis kaydıyla geçmektedir. Bkz. eş-Şeyh Muhammed Bâkıri’l-Meclisî, Bihâru’l-envâr, Nûr-ı Vahy Neşriyât, 1. Baskı, (Celâlî) 1388, C. I, s. 160.

56

ile kastedilenin kanlı gözyaşları, yanında meze olarak yenen büryan kebabı dediğinin de aslında hasret ateşinden yanmış kalbi olduğunu açıklamıştır.

İstanbullu Eşref Divanı’nda rind ve zahid tiplerinin mücadelesini gösteren diğer beyit ve bentler şunlardır: müdde‘î G13/4; müftî 130/3; nâsıh G19/3, G37/3, G210/7, Mu3/2; sûfî G34/5; G137/8, G138/5, G161/7, G172/5, G255/3, G261/9; vaiz G96/5 G101/7, G168/4, G229/4; zahid M1/1, Mu1/9, G37/6, G51/6, G101/2, G115/5, G129/1, G138/6, G147/1, G165/5, G171/4, G205/7, G247/5, G253/6, G254/2, G255/2, G280/7.

Benzer Belgeler