• Sonuç bulunamadı

1. Reyhanlı’da 11 Mayıs Saldırısı ve Sonrası İzlenimler

1.10. Reyhanlı’da 11 Mayıs’ın Derin İzleri

önün-de. Sakat kalanlar Reyhanlı’daki olayın canlı birer şahidi. Onların acısı her gün Reyhanlı halkına 11 Mayıs patlamasını hatırlatacak bir iz bırakmış durumda. Reyhanlı’da işyerlerinin ve evlerin hasar tespiti yapıldı. İnsanlara eko-nomik yönden bir moral verildi. Hasarların bedeli sırasıyla ödendi ve ödeniyor. Şehirde onarım ve tadilat başladı. Patlamanın izleri siliniyor.

Semt pazarları kuruldu ama insanların pa-zarlara gitmeye cesareti kalmadı. Kalabalığın olduğu ve olacağı yerlere de pek giden yok.

Kişisel ihtiyaçlar en kısa yoldan ve süratle ta-mamlanıp hemen evine veya işyerlerine dö-nüyor insanlar. Her yabancıya şüphe ile bakıl-dığı gibi halk birbirine de şüphe ile bakmaya başladı. Zira bu olaylar halkı ikiye hatta üçe böldü. Çünkü kararsızlar da az değil.

Reyhanlı’da Yenişehir gölü bulunuyor. Yaz mevsiminde etrafı dolup taşardı. Bombalı saldırının öncesi Suriyeliler ve Reyhanlı hal-kı birlikte otururlardı. Öyle kalabalık olurdu ki turistik bir bölgede sanırdınız kendinizi.

Bombalı saldırı oldu ne Suriyeli kaldı ne de yerli halk. Oradaki esnaf ve çalışanlar bir-birlerini seyrediyorlar. Hayat durmuş, neşe yok, kazanç yok. Şehir merkezinde de benzer durum, öğleye kadar halk mecbur kalmadık-ça şehre inmiyor. Öğleden sonra marketlere inenler oluyor. İşi olmayanlarda kahvehanele-re gidiyor. Şehir saldırı öncesine gökahvehanele-re hayalet bir manzara arz ediyor.

2. REYHANLI SALDIRISI VE TÜRKİYE’NİN SURİYE İKİLEMİ

Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013 tarihinde gerçek-leşen terör saldırısı komşu ülkelerde yaşanan istikrarsızlığın Türkiye’ye nasıl kolayca yayıla-bileceğinin acı bir göstergesi olmuştur. Irak’ta 2003 işgali ve Suriye’de 2011 ayaklanma son-rası görmeye alıştığımız acı sahnelerin bir benzeri Hatay Reyhanlı’da yaşanmıştır. Resmi açıklamalar ve Türk kamuoyundaki genel ba-kış saldırının faili olarak Suriye rejimini işaret etmektedir. Buna göre eylemi, Esad rejiminin Türkiye’yi Suriye politikası nedeniyle cezalan-dırma ve çatışmanın içine çekerek savaş saha-sını genişletme çabası olarak okumak müm-kündür.

Olay tüm Türkiye’yi derinden etkilemiştir.

Ancak bölge insanı, Reyhanlı halkı doğrudan şiddete maruz kalmıştır. Bu da zaten Suriye ile sınır ilçesi olması dolayısıyla direk etkile-nen ve gergin bir havanın hakim olduğu böl-gede kutuplaşmaları daha da körüklemiştir.

Reyhanlı Suriye’deki olayların başlamasından bu yana neredeyse kendi nüfusu kadar Suri-yeli misafiri ağırlamaktadır. Bu da bölgedeki sosyal, ekonomik, güvenlik durumunu olum-suz biçimde etkilemektedir. Reyhanlı saldırısı söz konusu etkiyi daha da derinleştirmiştir.

Bu çalışmada öncelikle Reyhanlı saldırısına giden süreç ele alınacak, ardından olayın ar-kasındaki güçler ve hedefleri analiz edilmeye çalışılacaktır. Çalışma Reyhanlı saldırısının Türkiye’nin Suriye politikasına etkisinin ele alınacağı kısım ile sonlandırılacaktır.

2.1. Reyhanlı Saldırısına Giden Süreç Türkiye-Suriye ilişkileri 1999 yılından bu yana kademeli olarak gelişmiş ve son olarak vize-lerin kaldırılmasıyla toplumsal, ekonomik bü-tünleşme yolunda önemli bir adım atılmıştı.

Ancak 15 Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıç-rayan halk ayaklanması bu süreci tersine

çe-virdi. Bunun temel nedeni Türkiye’nin uzun zamandan beri dış politikanın merkezine

“meşruiyet ve değer merkezli dış politika”

kavramlarını oturtmasından kaynaklanmıştı.

Bu yaklaşım Türkiye’nin Ortadoğu’daki deği-şim dalgasında “demokrasi” taleplerinin yani bölge halklarının yanında yer almasını gerek-tirmekteydi. Aksi bir tutum söylem ile eylem arasında çelişki yaratarak Türk dış politika-sında meşruiyet krizi yaratabilirdi. Ancak reel politikanın gerekleri Türkiye’nin bazı sorun-larda hızlı adım atmasına engel olmuştu. Suri-ye bu açıdan en çarpıcı örneklerden biri oldu.

Türkiye 2000’ler boyunca Suriye’ye yönelik ABD’nin sertlik yanlısı politikalarına karşılık uzun vadeye yayılmış, iç dinamikler yoluy-la sağyoluy-lanacak bir değişimi savunmuştu. Bu anlamda bazı alanlarda sonuç da alınmıştı.

Suriye’nin Batı ile ilişkileri Türkiye sayesinde nispeten düzelmiş, Suriye içindeki reformcu kanat güçlenmişti. Ancak “Arap Baharı” böl-gede hızlı ve köklü bir değişim talebini be-raberinde getirdi. İşte bu durum Türkiye’nin uzun yıllardır başarmaya çalıştığı ve mesafe kat ettiği Suriye’de değişim sürecini çok kısa bir süreç içinde gerçekleşmesi zorunluluğu-nu beraberinde getirdi. “Değer merkezli dış politika ve reel politika” ikilemi içinde kalan Türkiye son 10 yılda yakın ilişkiler kurduğu Esad yönetimine karşı eleştirel bir tavır almak durumunda kaldı.

“Rejim bekası” sorunu ile yüzleşen Suriye yönetimi Türkiye’nin sorunu “sivil halkın meşru talepleri” olarak tanımlamasından ra-hatsızlık duydu. Buna karşılık Türkiye, uzun yıllardır desteklediği Esad yönetimine ilettiği reform telkinlerinin dikkate alınmamasından

“hayal kırıklığı” duyduğunu açıkça ifade etti.

Türkiye ayaklanmanın Suriye’ye sıçramasını takiben belli bir süre “Suriye’den umudunu kesmediğini ve halen reform yapabileceğine olan inancını” dile getirmişti. Ancak Suriye ordusunun Humus, Deyr ez Zor ve

özellik-le Hama’ya düzenözellik-lediği askeri operasyonlar Türkiye’nin umutlarının neredeyse tüken-mesine yol açtı. Hama operasyonunun 1982 yılındaki “Hama Katliamını” hatırlatma-sı ve Başbakan Erdoğan’ın daha önce “yeni Hama’lar istemiyoruz” açıklamasını yapmış olması, operasyonun Türkiye açısından bir dönüm noktası olmasına neden oldu. Dışişle-ri Bakanı Davutoğlu da daha sonraki açıkla-malarında “Hama’da başlayan olayların ken-dilerini derinden etkilediğini, Hama’da yaşa-nan olayların yönteminin ve zamanlamasının kabul edilmesinin mümkün olmadığını” ifade etti. Türkiye operasyonlar sonrasında, Baş-bakan Erdoğan’ın ifadesi ile “sabrının sonuna geldi.” Bu sert dış politika söylemi “Suriye’nin olayları şiddet yoluyla bastırmaya devam et-mesi durumunda Türkiye’nin hangi yeni dış politika araçlarını hayata geçireceği” sorusu-nu beraberinde getirmişti.

10 yılı aşkın bir sürede kurulan çok boyutlu ve derin ilişkiler birkaç ay içinde kısaca özet-lenmeye çalışılan süreçte hızla geriledi. İşte böyle bir ortamda Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin mesajlarını ve beklentilerini iletmek üzere 9 Ağustos 2011 tarihinde Şam’a kritik bir ziyaret gerçekleş-tirdi. Bu görüşme iki ülke ilişkileri açısından dönüm noktası oldu. Türkiye her ne kadar halk ayaklanmasının bastırılış şekline eleştirel yaklaşsa da olaylar başladığı tarihten bu yana Batı ile Suriye yönetimi arasında bir “kalkan”

vazifesi görmüştü. Ancak Esad-Davutoğlu görüşmesinde Türkiye’nin beklentilerinin karşılanmaması neticesinde Türkiye’nin Batı ile Suriye arasında kalkan olma durumu sona erdi ve bundan sonra Türkiye Suriye’de deği-şimi gerçekleştirmek için baskı ve izolasyon politikaları uygulamaya başladı.

Bu süreçte her türlü diplomatik, siyasi, eko-nomik baskı araçları kullanılmaya başlandı.

En önemli ayaklardan biri ise Suriye

muha-lefetine destek verilmesiydi. Suriye siyasal muhalefeti örgütlenme çabalarını büyük öl-çüde Türkiye’de sürdürdü ve ilk çatı muhalif yapı olan Suriye Ulusal Konseyi kuruluşunu İstanbul’da ilan etti. Muhalefete destek açısın-dan Türkiye-Suriye sınır hattının Suriye mu-haliflerin lehine kullanımına izin verilmesi kritik önem taşıyordu. Sınır hattının kontro-lünün zayıflatılması muhalefetin rejime karşı mücadelesi açısından kritik önem taşıyordu.

Suriye rejimi de Türkiye’nin verdiği destek olmasa muhalefetin çok fazla yaşama şansı olmadığını ya da bu denli güçlenemeyeceği-ni düşünüyordu. Bunun neticesinde Suriye tarafı Türkiye’yi Suriye politikası nedeniyle

“cezalandırma” çabası içine girdi ve 1998 yı-lından itibaren destek vermeyi kestiği PKK’ya ülkesinde yeniden alan açmaya başladı. Bu süreç içinde Türkiye ile Suriye arasındaki en büyük kriz Haziran 2012 ayı içinde Türk uça-ğının Akdeniz’de uluslararası sularda Suriye hava savunma sistemleri tarafından düşürül-mesi ile yaşandı. Suriye bu saldırı ile rejimin varlığını koruma konusunda ne kadar ciddi olduğunu ve nereye kadar gidebileceğini gös-termişti. Diğer taraftan bu saldırı Türkiye’yi Suriye politikasında geri attırmaktan ziyade daha sertleştirdi. Başbakan Erdoğan’ın ifade-si ile “Suriye muhalefetine her türlü destek verilmeye başlandı”, saldırının hemen erte-sinde Suriye sınırına askeri sığınak yapıldı ve Suriye’nin artık düşman ülke olarak görül-düğü ilan edildi. “Suriye’den Türkiye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde yaklaşan her askeri unsurun bir tehdit olarak değerlendirileceği ve askeri hedef olarak mu-amele göreceği” açıklandı. Bu durum Suriye ordusunun sınıra çok yakın bölgelerde ope-rasyon yapmasını zorlaştırdı ve böylece takip eden dönemde sınır bölgesinde muhaliflerin etkinliği giderek artmaya başladı. Sınırdan 40-50 kilometrelik bir hat boyunca rejim kontro-lü ortadan kalkmaya başladı. Türkiye’nin sınır hattındaki kontrolleri daha da zayıflatması ile muhaliflerin kontrolündeki kuzey Suriye ile

Türkiye’nin güney bölgesi arasındaki geçiş-kenlik inanılmaz boyutta arttı.

Bu dönemde Türkiye-Suriye sınırında yer alan ile ve ilçelerde Suriyelilerin varlığı hissedilir biçimde artmaya başladı. Türkiye’nin Suriye üzerinden Ortadoğu’ya açılan en önemli ka-rayolu sınır kapısı olan Cilvegözü’nü barındı-ran Reyhanlı ilçesinde yaşananlar söz konusu süreci ve tüm Türkiye-Suriye sınır hattı bo-yunca yaşananları yansıtması açısından son derece çarpıcı bir örnek oluşturuyordu. OR-SAM Başkanı Hasan Kanbolat, Temmuz 2012 ayı içinde kaleme aldığı “Hatay-Reyhanlı’dan Suriye’ye Bakış” ve “Reyhanlı-İdlib Sınırında Sakin Günler” başlıklı ve kişisel gözlemlerine dayanan iki köşe yazısında şu tespitlerde bu-lunuyordu.

“19 Temmuz’da Bab-el Hava sınır kapısı Su-riyeli mücahitlerin eline geçti. Aynı saatlerde Türkiye-Suriye sınırındaki Gaziantep-Karka-mış sınır kapısının Suriye tarafındaki Carab-lus sınır kapısı ve Suriye-Irak sınırındaki Abu Kemal Sınır Kapısı’nın da mücahitlerin eline geçtiği öğrenildi. Reyhanlı sokakları Suriyeli sivillerle ve üniformalı Suriyeli askerlerle dolu.

Türkiye sığınılacak güvenli bir liman. Reyhan-lı halkı da üniformaReyhan-lı Suriye askerlerine aReyhan-lış- alış-mış durumda. Dışardan gelen biri, Türkiye ile Suriye’nin birleştiğini veya Reyhanlı’nın Suri-ye ordusu tarafından işgal edildiğini düşüne-bilir. Yaklaşık 70 bin nüfuslu Reyhanlı’da son birkaç ayda Suriyeli nüfusu birden bir arttı ve artmaya devam ediyor. Suriyeli aile sayısı 1500 civarını bulmuş durumda. İlçede kiralık ev kalmadı. Aylık ortalama 100-200 TL olan ev kiraları 300 TL’ye çıktı. Reyhanlı devlet has-tanesi Suriyeli hastalarla dolu. Ambulanslar her gün sınırdan hasta taşıyor. Reyhanlı’da jet krizinin etkilerini açıkça görmek mümkün.

Kriz sonrası Türkiye’nin çekingenlik bariyerle-rinin ortadan kalktığı rahatça gözlemlenebili-yor. Askeri birlikler silah ve mühimmat olarak güçlendirilmiş, füze rampaları yerleştirilmiş.

Türkiye, Suriye’deki çatışmalara katılmamak-la birlikte artık çok daha rahat bir şekilde mü-cahitleri desteklemeye başlamış. Son birkaç aydır Reyhanlı dahil olmak üzere Türkiye sı-nır il ve ilçelerine yoğun bir Suriyeli yerleşimi oldu. Reyhanlı, Suriye ile içi içe günlük yaşa-mına devam ediyor.”

Sınır hattının buharlaşması jet krizinin ardın-dan yeni gerginlikleri beraberinde getirdi. Su-riye ordusu ile Özgür SuSu-riye Ordusu arasında Tel Abayad kasabasının kontrolü için yürü-tülen silahlı mücadele Türkiye’ye sıçradı. Tel Abayad kasabası ve Akçakale’ye açılan sınır kapısının kontrolünü kaybeden Suriye ordu-su bölgeyi yakın çevreden top atışına tutmaya başlamıştı. Suriye ordusu bu saldırılar sırasın-da 3 Ekim 2012 tarihinde, Şanlıurfa’nın Akça-kale ilçesini hedef alan 6 top atışı gerçekleş-tirdi. Saldırıda 5 Türk vatandaşı hayatını kay-betti. Türkiye karşılık olarak tespit edilen 14 hedefe 40 top atışıyla karşılık verdi. Bu saldırı ile Suriye yönetimi jet krizinde olduğu gibi gerekirse her türlü “çılgınlığı” yapabileceği mesajını veriyordu. Suriye yönetimi daha ne

kadar ileri gidebileceğini 11 Şubat 2013 tari-hinde Cilvegözü sınır kapısı ile Suriye tarafın-daki Bab el Hava sınır kapısı arasında kalan tampon bölgede bomba yüklü araç ile gerçek-leştirdiği saldırı ile gösterdi. Bu saldırı Suriye ve Türkiye-Suriye sınır hattındaki istikrarsız-lık ve otorite kaybının, kontrollerin gevşekli-ğinin Türkiye’nin güvenliğine nasıl olumsuz yansıyacağının açık göstergesiydi. Türkiye 11 Mayıs 2013 günü tarihinin en büyük terör sal-dırısına işte böyle bir ortam içinde gidiyordu.

2.2. Reyhanlı Saldırısını Kimler, Neden Gerçekleştirmiş Olabilir?

11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı, Hatay’da iki ayrı bombalı terör saldırısı düzenlenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör eyleminde 51 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmış-tır. Eylem Reyhanlı Belediyesi’nin de bulun-duğu Atatürk Caddesi’nde art arda meydana gelen 2 patlamada şeklinde gerçekleşmiştir.

Bombalı araçlarla düzenlenen saldırılarda patlamalardan biri belediye diğeri postane bi-nası önünde meydana gelmiştir.

Reyhanlı terör saldırısı Irak ve Suriye’deki dehşet sahnelerini andıran son derece üzücü görüntüler ortaya çıkarmıştır. Bu görüntüler neticesinde söylenebilecek ilk söz Türkiye’nin Ortadoğu sorunlarına doğrudan müdahil olması ile beraber bir taraftan etkinliğini ar-tırmakla birlikte bölge sorunlarının tarafı ol-ması ve bölgede siyasetin yürütülüş biçiminin hedeflerinden biri haline geldiğidir. Türkiye her ne kadar “haklının” yanında yer aldığı ar-gümanı ile meşruiyeti güçlü bir dış politika izlediğini savunsa da “düzen kurucu”, “statü-koya meydan okuyan” bir dış politika izlen-diğinde buna yönelik “karşı meydan okuma-lar” ile karşılaşılacağı açıktır. Reyhanlı’daki terör saldırısını; failleri ve arkasındaki güçler kim olursa olsun her şeyden önce söz konusu

“karşı meydan okumanın” bir parçası olarak görmek gerekmektedir.

Saldırı ile birbiri ile bağlantılı farklı amaçlar güdülmüş olabilir. Türkiye’yi Suriye politikası nedeni ile cezalandırmak ve geri adım atma-ya zorlamak, Türk kamuoyu ve muhalefetini hükümetin Suriye politikasını sorgulatmaya yönlendirmek, Türkiye’de mezhepsel ayrı-şımları körükleyerek iç çatışma ortamı yarat-maya çalışmak ve böylece Türkiye’nin daha içe dönük bir politika izlemesini sağlamak, Türkiye’nin sınırlarında uyguladığı “açık kapı politikasının” nasıl kendine karşı bir silah ola-rak dönebileceğini göstermek bunlar arasın-da olabilir. Bu tarz saldırılar ile Türkiye ciddi bir ikileme zorlanmaktadır. Suriye’deki iç sa-vaş artan bir şekilde Türkiye’nin güvenliğini olumsuz etkileyen bir soruna dönüşmektedir.

Ancak diğer taraftan sorunu sonlandırmak adına uygulanan politika Türkiye’yi doğru-dan çatışmanın tarafı haline getirmekte ve daha fazla güvenlik sorunu ile karşılaşmasına neden olmaktadır. Türkiye, Suriye sorununa çözüm bulunamaması durumunda ya artan şekilde şiddet sarmalının içine çekilecek ya da Suriye politikasında radikal bir değişikliğe gitmek durumunda kalacaktır. Her iki

seçe-nek kendi içinde Türkiye açısından ciddi zafi-yetleri beraberinde getirecektir. Birinci şıkkın seçilmesi durumunda bir şekilde uluslararası toplum ikna edilerek Esad yönetiminin yıkıl-ması için gerekli “uçuşa yasak bölge ilanı, mu-haliflere ağır silah yardımı, doğrudan askeri müdahale” gibi önlemlerin alınması sağlan-malıdır. Bu mümkün değilse Türkiye, sınırlar-dan kaynaklanan güvenlik risklerinin ortasınırlar-dan kaldırılması için doğrudan kendisi sorumlu-luk almak durumunda kalacaktır. Suriye so-rununda aktif ülkelerin pozisyonlarına bakıl-dığında birinci şıkkın gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir. İkinci şık ise Türkiye’nin Suriye sınır bölgelerini kapsayan bir askeri müdahalesini gerektirmektedir. Bu da Türk ordusunun Suriye içinde saldırıya açık bir hale düşmesine ve Suriye rejiminin Türkiye’ye yönelik misilleme saldırılarına açık kalması anlamına gelecektir. Suriye politikasında ra-dikal bir değişikliğe gidilmesi ise Türkiye’nin uzunca bir süre Ortadoğu’ya yeniden sırtını dönmesi ve dış politikanın ana unsuru olan yaptırım gücünün zayıflaması sonucunu be-raberinde getirecektir. Dolayısıyla Suriye meselesi bu noktadan itibaren sonuçları her halükarda Türkiye açısından sıkıntılı alter-natifler arasında tercihi zorunlu kılmaktadır.

Bu geniş fotoğraf çerçevesinde değerlendiril-diğinde, Reyhanlı saldırısı Türkiye’nin Suriye politikası bağlamında daha fazla baskı altında kalmasına neden olacaktır.

Büyük resmin dışında Reyhanlı saldırısının sonuçları ve olası failleri hakkında şu değer-lendirme yapılabilir. Bu saldırı her şeyden önce Suriye rejiminin en azından Hatay içinde eylem düzenleme kabiliyetine sahip olduğunu göstermiştir. Türk yetkililerin açıklamaları da terör saldırısının Suriye istihbaratı destekli olmakla birlikte Türkiye içinden yürütüldüğü ve olayın içinde Türk vatandaşlarının olduğu şeklindedir. Bu durum Cilvegözü ve Reyhanlı saldırılarının ardından önümüzdeki dönemde aynı yönde girişimlerin olabileceği

düşün-cesini doğurmaktadır. Hatay; Türk, Sünni Arap, Arap Alevi, Kürt, Hıristiyan ve Erme-ni topluluklarının bir arada olması itibarıyla yüzyıllardır barış içinde bir arada yaşamayı başaran bir il olarak örnek gösterilmektedir.

Ancak Suriye’deki iç savaşın mezhepsel boyu-tunun giderek keskinleşmesi Hatay’daki farklı toplumlar arasındaki barış ortamını da sars-mıştır. Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı bu tarz eylemler zaten var olan gergin ortamının körüklenmesine neden olabilir. Türkiye’nin Suriye politikasının en önemli sonuçlarından biri de Ortadoğu’da siyasetin temel dinamik-lerinden olan etnik ve mezhepsel ayrışımlara dayalı tartışmaların Türkiye’ye taşınması ol-muştur.

Olayın doğrudan faili olarak THKP-C Acil-ciler örgütü ve lideri Mihraç Ural öne çıka-rılmaktadır. Mihraç Ural yakın zaman önce gerçekleşen Banyas katliamının da faili olarak görülmektedir. Esad rejiminin yıkılması duru-munda Arap Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus vilayetleri ile Humus ve Hama vilayetlerinin batı kanadını içeren bir Alevi devleti kurmayı alternatif olarak düşündüğü söylenebilir. Banyas ili Tartus vilayeti için-de Sünni Arapların yaşadığı bir il olarak söz konusu planın hayata geçirilişi önünde engel teşkil etmektedir. Banyas katliamı Sünni hal-kın korkutularak göçe zorlanması, güvenli ve homojen bir Arap Alevi bölgesi yaratılma he-definin önemli bir ayağı olarak düşünülmüş-tür. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğ-lu da Banyas katliamını bu şekilde okuduğunu

“rejim ülkenin tümünü kontrol altına almak mümkün değilse belli bir bölgeyi etnik te-mizliğe tabi tutup o bölgede etkin olma stra-tejisine geçmiştir.” sözleriyle dile getirmiştir.

Banyas katliamından kısa süre önce Mihraç Ural’ın internette yayınlanan görüntülerin-de “Banyas ilinin Sünnilerin tek görüntülerin-denize çıkış noktası olduğu, bu şehrin önce kuşatılıp sonra temizlenmesi gerektiği ve başında olduğu Su-riye Mukavemeti isimli örgütün sahaya inerek

bunu gerçekleştireceği” yönündeki ifadeleri yer almıştır. Reyhanlı saldırısı sonrası Dışişle-ri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Banyas kat-liamını kim yapmışsa Reyhanlı saldırısında da onların ayak izleri var.” açıklaması Türk karar alıcıların her iki olayın faili olarak söz konusu örgütü ve başındaki ismi gördüğünü ortaya koymaktadır. Ural, Reyhanlı saldırısı sonra-sında kendisiyle yapılan röportajda “Suriye’de şu anda faaliyette bulunan örgütün Acilciler olmadığını, Suriye Mukavemeti isimli yeni bir direniş hareketi” olduğunu kaydetmiş ve “ör-gütün kurucuları arasında Türkiyelilerin bu-lunduğunu” belirtmiştir. Başbakan Erdoğan da Reyhanlı saldırısına ilişkin yaptığı açıkla-mada “Suriye rejiminin Türkiye’de uzantıları var” ifadelerini dile getirerek söz konusu milis grubu ve arkasındaki Suriye istihbaratını ola-yın faili olarak işaret etmiştir.

Sonuç

Reyhanlı saldırısı Suriye sorununa doğrudan müdahil olmanın ve çözüm üretilememesinin Türkiye açısından maliyetinin giderek hangi boyutlara ulaşabileceğini göstermesi açısın-dan önemlidir. Suriye sorunu dış kaynaklı sal-dırılara açık hale gelmenin yanı sıra toplumsal barış ortamının bozulmasına neden olmak-tadır. Ortadoğu’da şiddet ne yazık ki birçok zaman siyasi amaca ulaşmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Reyhanlı saldırısı bölge so-runlarına taraf olmanın sonuçlarından birinin söz konusu yöntemin hedeflerinden biri hali-ne gelme riskini açıkça ortaya koymuştur.

Saldırının zamanlaması Başbakan Erdoğan’ın kritik ABD ziyareti öncesi gerçekleşmesi

Saldırının zamanlaması Başbakan Erdoğan’ın kritik ABD ziyareti öncesi gerçekleşmesi