• Sonuç bulunamadı

İnsan doğasını tanımlarken en sık başvurulan terimlerin başında rasyonalite kavramı gelmektedir. İnsanlık tarihi belki de en büyük savaşımını insan doğasını temel unsurlarından birisi olan us kavramının ana hatlarını ortaya koymak için vermiştir. Rasyonalite ve akıl denildiği zaman doğrudan 17. Yüzyıl ve sonrası dönemler ön plana çıkmaktadır. Samuel E.

63 Fromm E. A.g.e, Sf.25,26 64 Fromm E. A.g.e, Sf.26

Stumpf tarafından kaleme alınan Elements of Philosophy65

adlı eserde; rasyonalite yani uslamlama kavramının, Descartes’ın matematiğe bakarak kesin ve tam bir düşünme biçimini ortaya koyabilme çabasıyla kavramsallaşmaya başladığını ifade etmektedir. Fransız düşünür Descartes’ın, “Benim yöntemim aritmetiğe kesinliğini veren şeylerin tümünü kapsamaktadır.” ifadesiyle bütün bilginin “evrensel bir matematik” haline dönüştürülme arzusu dile getirilmektedir. Burada ileri sürülen düşünce Descartes’in, insan aklının temel ilkeleri aracılığıyla günlük yaşamdaki bütün doğruların aydınlatılabilmesi fikrini dile getiren Stumpf, Descartes’e göre bütün değişik bilimler aynı uslamlama gücünün ve yönteminin kullanıldığı çeşitli yollardır demektedir. Descartes’ın bütün bilgi inşasını sezgi (intuition) ve çıkarım (deduction) üzerine kurduğunu ve Descartes için bu iki yöntemin, bilginin kesinliğine giden en doğru yol olduğunu belirtmiştir. “Düşünüyorum öyleyse varım.” Özdeyişini sezgi yöntemiyle bağdaştıran Descartes, sezgi ve çıkarım metotlarının her ikisinin de doğruluğu kapsadığı gerekçesiyle ortak yönlerine şu ifadelerle dikkat çekmektedir: “sezgi ile basit bir doğruluğu tam olarak ve derhal kavrarız, oysa çıkarımla; bir işlem, süreç ve kesintisiz zihin hareketi aracılığıyla bir doğruluğa varırız.”66

Descartes’in sezgi ve çıkarım yöntemleri sayesinde rasyonel düşüncenin habercisi olması; akıl çağının zaferi ilerleyen dönemlerin şekillenmesine temel oluşturmuştur. Hatta 17. Yüzyıl sonrası dönemler içindeki gelişmelere bakıldığı zaman sadece düşünceye yapılan vurgunun değiştiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, Aydınlanma Çağı başta olmak üzere, modern ve postmodern dönemler rasyonalite temelinde, sadece gömlek değiştirerek ilerleyişini sürdürmüştür. Düşüncelerimizi örnekler nitelikteki özdeyişi Descartes’ın “Regulai ad direction ingeni” (Aklın Yönetimi İçin Kurallar) eserindeki temel önermelerde “Tüm çeşitleriyle bilimler, yöneldikleri konular ne ölçüde çokluk ve değişiklik gösterirse göstersin, insanın bir ve aynı olan ve daima kendisiyle özdeş kalan düşünce gücünün somutlaşmalarından başka bir şey değildir.”67

Tam da bu noktada tarih Descartes’ın bahsettiği gibi çokluk ve değişikliklere rağmen temelde yatan düşünce gücünün görüngübilimsel anlamda ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. En azından Aydınlanma Çağının düşünce tarzının temelinde rasyonalitenin yatması gerçeği kadar bu böyledir.

Rasyonalite ve akıl kavramlarının sorgulanmasını kültür kavramı açısından düşünecek olursak, öylesine derin bir ilişki ile karşılaşacağız ki kültürün uğradığı anlamsal değişikliklerin de rasyonalite ile ilişkili olduğu fark edilecektir. Bu ifademizi destekler nitelikte örnekleri birinci bölümdeki çıkarımlarda bulabiliriz. Romalıların “cultura terimini,

65

Stumpf S.E. A.g.e, Sf. 389 - 393

66 Samuel E. Stumpf, A.g.e, Sf. 392-393

doğada kendiliğinden yetişen bitkilerden ayırmak üzere, insan emeği ve eliyle tarlada ekilerek yetiştirilen bitkileri adlandırmada kullanmıştır.” ifadesine yer vererek, kültür kavramının tarımsal alanda eylemsel işlevinden bahsetmiştik. İlerleyen dönemlerde tarımsal alanda işleme ve hasat etme anlamından, insan zihninin hasadına sıçrayış ve yepyeni bir kavram olarak nitelendirmesini Williams’ın alıntısıyla bahsetmiştik. Williams bu konuda kültür kavramının ilgi alanının genişliği ve problemi gerekçesiyle tanımlanmasının zorluğunu ifade ederek, sözcüğün isim kökenli işleme “process” kelimesinden türediğini ve 18. Yüzyılın sonlarına doğru, insan zihninin kültürü (aktif hasat edilmesi) olarak tanımlamıştı.

Kültür ve rasyonalitenin ilişkisine yönelik en can alıcı yorum Earnst Cassirer’in D’Alembert’ten yaptığı şu alıntıyla gelmektedir: “Bu çağın özelliğini belirlemek, ancak, bu değişikliğin nesnesini doğru belirlemekle, doğasını ve sınırlarını göstermekle mümkündür. Böylece bizden sonraki kuşak eksikliklerini de daha iyi tanıyabilir.”68

D’Alembert’in ifadesi aslında bu çağın “düşünme”sinin somutlaşmış halidir. Cassirer bu çağın düşünce tarzı için; kendisi hakkında bir bilince sahip olmak ve yaptıklarını gelecekte yol açacağı sonuçlar açısından tahmin etmek şeklinde yorumlamaktadır. Burada kastedilen esaslı fikir, 17. Yüzyıl rasyonalitesine yapılan vurgunun, 18. Yüzyılda değiştirilmesi ve yeni bir bakış açısıyla gün yüzüne çıkarılmasıdır. Bu bakış açısı, öğretilerin ilkeleşmesi yolunda nihai bir sonuca odaklanmaktan ziyade ilkelerin öncesi ve sonrası olmak üzere gidişatına yön verebilme çabasıdır. Yani görüngübilimsel anlamının da ötesinde, düşüncelerin kültür ile bir ilgilenme ve kültür yoluyla bu düşüncelerin, gidişatını, eğilimlerini ve kesinliğini kestirebilme niyeti güdülmektedir. İşte bu yüzden rasyonalite hem dolaylı hem de doğrudan kültür kavramının tanımlanmasında belirleyicidir. Rasyonaliteye yapılan vurgunun değişmesi sürecinde de kültür kavramının tanımı değiştirilerek zihnin hasadı olarak algılanması bakımından rasyonaliteye etkisi bulunmaktadır. Kavramlar arasındaki ilişkiyi daha genel bir ifadeyle Hume şöyle değerlendirmektedir:

“Açıktır ki tüm bilimlerin insan doğası ile önemli ya da önemsiz bir ilişkileri vardır; ve bunlardan herhangi biri ondan ne denli uzaklaşıyor görünürse görünsün, gene de şu ya da bu geçit yoluyla ona geri dönerler. Giderek Matematik, Doğal Felsefe ve Doğal Din bile, belli bir ölçüde İNSAN bilimine bağımlıdır; çünkü insanların bilgi erimleri altında yatarlar ve onların güç ve yetileri tarafından algılanırlar.”69

Kültür ve insan doğasının ilişkisinin önemi, rasyonalite ve akıl açısından yadsınamaz bir olgudur. Hume’un ifadesi doğrultusunda, kültür kavramının 18. Yüzyıl öncesi ve sonrasındaki gelişimi rasyonalitenin rolü açısından büyük önem arz etmektedir.

68 Toplumbilim, A.g.e, Sf. 34

İnsan aklına yönelik tanımlamayı, çeşitli meslek gruplarındaki bireylerin akıl yürütmesi olarak örnekleyen Hobbes, toplama ve çıkarmanın olduğu yerde akıl için de yer olacağını belirtmekte ve aklın tanımını şu şekilde yapmaktadır:

“Ne olduğunu tanımlayabileceğimiz, yani belirleyebileceğimiz, bütün şeylerden akıl sözcüğüyle kastedilen, zihnin melekeleri arasında bulunur. Bu anlamda, AKIL düşünme yeteneği, yani düşüncelerimizin işaretlenmesi ve ifade edilmesi için üzerinde anlaşılmış genel adların hesaplanmasından, yani toplanması ve çıkarılmasından, başka bir şey değildir; kendi kendimize düşünürken, düşüncelerimizin işaretlenmesi, düşüncelerimizi başkalarına gösterir veya bildirirken ise ifade edilmesi diyorum.”70

Hobbes’un ifadelerinden de anlaşılacağı gibi insan aklı için matematiksel temelde bir analiz yapılmaktadır. Öyle ki, bireysel düşüncelerimiz esnasında bile odaklandığımız konular, farklı konulara geçişler, bunların çevremizdeki çeşitli kişilere aktarılması işlemleri aslında matematiksel bir çıkarma veya toplamanın gerçekleştiği düşüncesini belirtilmektedir.

İnsan Anlayışını Kapsayan Bir Soruşturma adlı eserinde Hume, insan bedeninin tek bir gezegende sınırlı kalmasına rağmen, zihnin evrendeki ani yolculuğuna dikkat çekmektedir. Bu ifadelerini takip eden cümlelerde, sanıldığının aksine düşünceye yönelik bir azımsama ve küçümseme tutumu anlaşılmaktadır. Öyle ki, zihnin bu denli sınırsızlığı aslında onun kendi gücü değil tecrübe ve görülerle karşılanan materyallerin sonucudur.

“Ancak, düşüncelerimizin bu sınırsız özgürlüğe sahipmiş gibi görünmesine rağmen, daha yakın bir sorgulamada, onun çok dar bir hat içinde sınırlandırılmış olduğunu fark edeceğiz. Zihnin bütün bu yaratıcı gücü, tecrübe ve görülerimiz aracılığıyla karşılanan materyalleri birleştirme, sırasını ve yerini değiştirme, çoğaltma ya da azaltma duyularından daha başka bir şey değildir.”71