• Sonuç bulunamadı

ve Rahîm 4 olan Allah Teâlâ'nın ismiyle (tilâvete başlarım). 5

ِﻢﻴ ِﺣﱠﺮﻟا ِﻦ َﻤْﺣﱠﺮﻟا ِﻪﱠﻠﻟا ِﻢ ْﺴِﺑ

Rahmân 3ve Rahîm4 olan Allah Teâlâ'nın ismiyle (tilâvete başlarım).5

Kur’ân-ı Kerîm ile eş değerde verildiği beyan edilen (Hicr, 15/87) surenin ismi Fâtiha; ilk açılacak yer anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ’nın kelâmının başında bulunması, günde beş kez kulun Rabbi’ne olan niyazında Kitap’tan ilk okunan ve tümüyle inen ilk sure olması sebebiyle bu isim verilmiştir. Bu şekilde ilkleri barındıran surenin Ümmü’l-Kitap (Kitab’ın anası); Seb’ul-Mesânî (yedi kez tekrarlanan); vâfiye (tam); kenz (hazine) ve el-Hamd benzeri yirmiden fazla ismi bulunmaktadır (Işık, 1995: 12/252). Surenin ilk üç ayeti, cehaletteki insana adeta Cenab-ı Hakk’ı tanıtan bir senadır.

Ayette, her türlü yasaklardan ve sakınılması gerekenlerin tamamından sığınılması için öncelikle pek çok mukaddes ve güzel isimlere sahip olan Cenab-ı Hakk’ın isimleri zikredilir. Besmeledeki Allah adı, Yüce Rabbimizin en büyük adıdır. Cenab-ı Hakk’ın doksan dokuz Esmâ-i Hüsnâ’sı vardır fakat onlar Allah isminin sıfatlarıdır. Burada geçen besmele/bismillâh ibaresindeki be harfi; bir fiille anlam ilgisi kurmak şartıyla bitişmiş olup yapılan tertemiz amelleri, taatleri yerine getirmeye Yüce Allah’ın ismi ile başlarım demektir (Râzî, 2008: 1/3). Lârendeli Hamdî, en güzel isimlere sahip Allah’ın Kâdir, Ferd, Âlim isimleri ile besmeleyi

3

Cenab-ı Hakk’ın Rahmân ism-i şerifi Kur’ân-ı Kerîm’de elli altı ayette daha geçmektedir: Fâtiha, 1/3; Bakara, 2/163; Ra’d, 13/30; İsrâ, 17/110; Meryem, 19/18, 26, 44, 45, 58, 61, 69, 75, 78, 85, 87, 88, 91, 92, 93, 96; Tâ-hâ, 20/5, 90, 108, 109; Enbiyâ, 21/26, 36, 42, 112; Furkân, 25/26, 59, 60, 63; Şu’arâ, 26/5; Neml, 27/30; Yâ-sîn, 36/11, 15, 23, 52; Fussilet, 41/2; Zuhruf, 43/17, 19, 20, 33, 36, 45, 81; Kaf, 50/33; Rahmân, 55/1; Haşr, 59/22; Mülk, 67/3, 19, 20, 28, 29; Nebe’, 78/37, 38.

4

Rahîm ism-i şerifi Kur’ân-ı Kerîm’de yüz on dört ayette daha geçmektedir: Fâtiha, 1/3; Bakara, 2/37, 54, 128,

143, 160, 163, 173, 182, 192, 199, 218, 226; Âl-i İmrân, 3/31, 89, 129; Nisâ, 4/16, 23, 25, 29, 64, 96, 100, 106, 110, 129, 152; Mâ’ide, 5/3, 34, 39, 74, 98; En’âm, 6/54, 145, 165; A’râf, 7/153, 167; Enfâl, 8/69, 70; Tevbe, 9/5, 27, 91, 99, 102, 104, 117, 118, 128; Yûnus, 10/107; Hûd, 11/41, 90; Yûsuf, 12/53, 98; İbrâhîm, 14/36; Hicr, 15/49; Nahl, 16/7, 18, 47, 110, 115, 119; İsrâ, 17/66; Hac, 22/65; Nûr, 24/5, 20, 22, 33, 62; Furkân, 25/6, 70; Şu’arâ, 26/9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191, 217; Neml, 27/11, 30; Kasas, 28/16; Rûm, 30/5; Secde, 32/6; Ahzâb, 33/5, 24, 43, 50, 59, 73; Sebe’, 34/2; Yâ-sîn, 36/5, 58; Zümer, 39/53; Fussilet, 41/2, 32; Şûrâ, 42/5; Duhân, 44/42; Ahkâf, 46/8; Fetih, 48/14; Hucurât, 49/5, 12, 14; Tûr, 52/28; Hadîd, 57/9, 28; Mücâdile, 58/12; Haşr, 59/10, 22; Mümtehine, 60/7, 12; Tegâbün, 64/14; Tahrîm, 66/1; Müzzemmil, 73/20.

5

19

zikrederken; Dâvûd-ı Halvetî, mesnevisine Hak Teâlâ’nın ismi ile başladığını lâfzî iktibasla anlatır:

Bi-hamdi’l-Kâdiri’l-Ferdi’l-‘Alîmi Ve Bi’smillâhi Rahmâni’r-rahîmi

(Lârendeli Hamdî, Leylâ ile Mecnûn,1)

İbtidâ olundı ismu’llâh ile

Ya’ni kim başlandı Bi’smi’llâh ile

(Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk, 2)

Mû’idî ise besmeleye şamil olan harflerin gönül evine sığınak olduğunu ve ondaki ululuğun akıllara sığmadığını anlatır:

Hırz-ı cândur hurûf-ı Bismi’llâh ‘Akla sıgmaz celâl-i Bismi’llâh

(Mu’îdî, Şem’ü Pervâne,2)6

Kur’ân-ı Kerîm’de Tevbe suresi dışında bütün sure başlarında tekrarlanan ve her işe başlarken söylenmesi hadis-i şeriflerle sabit olan Besmele’de Allah Azim-i Ekber’in iki sıfatı;

Rahmân ve Rahîm oluşu zikrolunmaktadır. Her iki isim de rahmet mastarından türemiştir.

Allah Teâlâ’nın Rahmân ism-i şerifi; dünya hayatında varlıkları yaratması, yarattıklarını yaşatıp onlar arasında ayrım gözetmeksizin hepsini rızıklandırması, çalışma ve gayretlerinin karşılığını ihsân etmesi demektir (Topaloğlu, 2007: 34/416). Rahmân ismi Rahîm ism-i şerifinden daha genel kapsamlıdır. Bu sebeple Allah Teâlâ, kullarına zatını Rahmân olarak bildirmiş olup Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle bu ismin bir sureye ad olması bu açıdan oldukça manidardır. Kısaca Cenab-ı Hakk’ın dünyada bütün yarattıklarına merhametinin tecellisidir.

6

Bismillâhirrahmânirrahîm ibaresinin iktibas edildiği beyitler için bk. Abdî, Heft Peyker, 4778; Âsafî,

Şecâat-nâme, 1, 7; Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk, 8548, 8560, 8571, 8578, 8583, 8586, 8594, 9641, 9642, 9649, 9660; Edhemî, İhyâ-yı Dil,3; Emîrî, Sohbet-nâme,8; Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 2; Fazlî, Gül ü Bülbül, 1, 47; Gelibolulu Âlî, Riyâzü’s –Sâlikîn,1; Gubârî, Ka’be-nâme,1858; Hâkânî, Hilye-i Saadet, 305; Hasan Ziyâî, Kıssa-i Şeyh ‘Abdurrezzâk, 1; Hâşimî, Mihr ü Vefâ, 1, 1144; Huzûrî, Terceme-i Esrâr-nâme, 164; Lâmi’î, Vâmık u Azrâ, 2, 2875; Lâmi’î Çelebi, Ferhâd u Şîrîn, 46, 49, 50, 1061; Kıyâsî, Mihr ü Mâh, 3; Mu’îdî, Şem’ü Pervâne,1; Pîr Muhyiddîn, Ervâh- nâme, 578; Taşlıcalı Yahya Bey, Gencine-i Râz, 1, 186, 2533; Yemînî, Fazilet-nâme, 2.

20

Eyyûbî, abid kulların ikram bulması için Allah Teâlâ’nın özellikle Rahmân isminin lütuf veren olduğunu beyan eder:

Husûsan ism-i Rahmân oldı in’âm İbâda tâ bulalar cûd u ikrâm

(Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 11)

Allah Teâlâ’nın Rahîm ismi ise, ahirette sadece mümin kullarına ikram ve mağfiret edeceğini bildirmektedir. (Topaloğlu, 2007: 34/416). Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ayet-i kerimede Rahîm ismi zikredilerek Allah Tebâreke Hazretlerinin Müslümanları bu sıfatından dolayı affedeceği beyan olunmaktadır. Kitâbu’l-Mübîn’de Rahîm ism-i şerifinin Rahmân isminden daha fazla geçmesi; Cenab-ı Hakk’ın bu ismi ile ahirette kendisine inanıp iman eden kullarına rahmetiyle muamelede bulunacağını beyan etmek içindir. Gubârî, Cenab-ı Allah’tan kendisini Kâbe hürmetine Rahîm sıfatıyla yargılayıp bedenini cehennem ateşinden koruması için niyazda bulunur:

Tâ ki beyti hürmetine ol Rahîm Cismüme irgürmeye nâr-ı cahîm

(Gubârî, Ka’be-nâme, 1970)

Cenab-ı Hak, kelâmının başında insanlara zatını Rahmân ve Rahîm ism-i şerîleriyle bildirerek merhametinin sonsuzluğunu beyan etmektedir. Taşlıcalı Yahya Bey, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce Allah’ın bu isimleriyle başladığını dile getirir:

Oldı ol satr-ı Rahîm u Rahmân Evvel-i mevc-i muhît-i Kur’ân

(Taşlıcalı Yahya Bey, Gencine-i Râz, 13)

Emîrî ve Pîr Muhyiddîn, Allah Teâlâ’nın yarattıklarına cömertliğiyle rızık verdiğini, merhamet ettiğini Rahîm ism-i şerifi ile dile getirirler:

Kamu eşyâyı halk iden Kerîm ol İlahî u Râzık u Hayy u Rahîm ol (Emîrî, Sohbet-nâme,8)

21

Ol- durur Hallâku Hannânu’l- Kerîm Ol- durur Mennânu Rezzâku’r- Rahîm

(Pîr Muhyiddîn, Ervâh- nâme, 6)7

1.2. Fâtiha, 1/28

﴿

َﻦﻴِﻤَﻟﺎَﻌْﻟا ﱢبَر ِﻪﱠﻠِﻟ ُﺪ ْﻤَﺤْﻟا

Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

Yüreklerin kapılarını açan Fâtiha suresinin bu ayetinde insana tüm zamanlar için geçerli olan istemenin, dua etmenin usulü öğretilmektedir. Bu usul öğretilirken kulun kime ve niçin sığınacağını bilmesi amacıyla Cenabı Hak, zatını âlemlerin Rabbi olarak bildirmek suretiyle verdiği sayısız nimetlerinden dolayı hamd edilmeye layık tek İlâh olduğunu beyan etmektedir. Nitekim övme, iyilik, üstünlük ve erdemlikle niteleme manalarına gelen ayette geçen hamd; tüm övme çeşitlerini kapsayarak şükür ifadesiyle en yüksek sevgi ve tazîmin Allah Teâlâ’ya olduğunu belirtmektir (Topaloğlu, 1997: 15/443). Böylece insan, kâinatın her zerresine ibretle bakıp her varlığın kendisine hizmet etmek üzere yaratıldığını ve bunları da yaratan bir yaratıcının olduğunu anlayacaktır. Kur’ân-ı Kerîm, bu durumu şöyle ifadelendirir:

Göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır (Câsiye, 45/13). Gökleri ve yeri

kullarının hizmetine veren âlemlerin Rabbi, kullarına karşı her zaman lütufkârdır, kulları ancak Yüce Allah’ın cömertliğinin eserleri sayesinde yeryüzünde mutlu bir hayat sürerler. Dâvûd-ı Halvetî, ayete lâfzî iktibasla Cenab-ı Hakk’a hamd eder:

Hakun fazlıyladur bunca sa’âdât

7

Bismillâhirrahmânirrahîm’in iktibas edildiği diğer beyitler için bk. Abdî, Heft Peyker, 2, 19; Âsafî,

Şecâat-nâme, 6; Celâl- zâde Sâlih Çelebi, Leylâ vü Mecnûn, 2334; Celîlî, Hecr-Şecâat-nâme, 17;Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk,8593; Edhemî, İhyâ-yı Dil,5; Emîrî, Sohbet-nâme,8, 41; Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 11; Fazlî; Gül ü Bülbül, 10, 48, 55; Gelibolulu Âlî, Mihr ü Mâh,211; Gelibolulu Âlî, Riyâzü’s- Sâlikîn, 174; Gubârî, Yûsuf u Züleyhâ, 1; Gubârî, Menâsik’ü’l-Hac, 11, 531, 547; Hâkânî, Hilye-i Sa’âdet, 13; Hasan Ziyâî, Kıssa-i Şeyh ‘Abdurrezzâk, 42, 1294, 1447; Hâşimî, Mihr ü Vefâ, 529, 4700; Hızrî, Âb-ı Hayât, 777, 1248; İbrahim Şânî Lârendevî, Gülşen-i Efkâr, 1; Kemal Paşazâde, Yûsuf u Züleyha, 266; Manisalı Câmiî, Vâmık u Azrâ,3228, 3893; Münîrî, Gülşen-i Ebrâr ve Mâden-i Esrâr, 1527, 3202, 3213, 4560, 4883, 5028; Pîr Muhyiddîn, Ervâh- nâme, 6, 51, 32, 234, 519; Şemseddîn-i Sivâsî, İbret-Nümâ, 1158, 4117; Taşlıcalı Yahya Bey, Gencine-i Râz, 2, 26, 27, 29, 40, 72, 73, 186, 522, 525, 2554; Yemînî, Fazilet-nâme, 6, 12, 3892, 4031, 5349, 5771, 5775.

8

el-hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemîn ibaresi altı ayette geçmektedir: En’âm, 6/45; Yûnus, 10/10; Sâffât, 37/182;

22

Haka minnet Haka el-hamdü li’llâh

(Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk, 141)

İnsanın bu âlemin bir yaratıcısının olduğunu bilmesi için kendisine bakması bile yeterlidir. Nitekim anatomi bilginleri, Cenab-ı Hakk’ın insan bedenini yaratırken o bedende beş bine yakın faydalı unsurun düzenlenmiş olduğunu belirtmektedirler (Râzî, 2008: 1/4). Fuzûlî, insanı ve eşyayı yaratan Allah Teâlâ’nın âlemlerin Rabbi/Rabbi’l-âlemîn olduğunu anlatır:

Âferîn ey sâni’-i ten-perver-i cân-âferîn Hâliku’l-eşyâ İlâhu’l-halk Rabbi’l-âlemîn

(Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, 98)9

1.3. Fâtiha, 1/4-5

﴿

ِﻦﻳﱢﺪﻟا ِمْﻮَـﻳ ِﻚِﻟﺎ َﻣ

إ

ُﻦﻴِﻌَﺘ ْﺴَﻧ َكﺎﱠﻳِإ َو ُﺪُﺒْﻌَـﻧ َكﺎﱠﻳ

Hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) mâliki Allah’a mahsustur. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

Cenab-ı Hak, yarattığı hayranlık uyandıran âlemin Rahmân ve Rahîm sıfatının tecellisi olduğunu beyan ettikten sonra bu ayet-i kerimelerde kâinatın sahibi ve hükümdarı olarak kullarını hesaba çekeceğini, dünyada kendilerine bahşedilen bunca nimet karşılığında insanın amaçsız ve başıboş yaratılmadığını buyurmaktadır. Nitekim ayette geçtiği üzere mâliki

yevmi’d-dîn; din gününün sahibi olan Yüce Allah, mülkünde sahipliği ve hükümdarlığı olan

İlâh’tır. Mülkünü dilediği gibi tasarruf edip onda geçerli yasaları koymak suretiyle dilediği gibi hükmetme hakkına sahiptir. Böylece Allah Teâlâ’nın emirlerini beğenmeyenlere, O’nun Rabliğini kabul etmeyenlere ahirette de hüküm kılan yegâne İlâh olarak hükmedeceği, onları cezalandıracağı bildirilerek sadece Hak Sübhânehu’ya ibadet edilmesi ve yalnız O’na

9

İktibas edilen diğer örnek beyitler için bk. Âsafî, Şecâat-nâme,313; Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk,3, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 142, 143, 8762; Edhemî, İhyâ-yı Dil,800; Emîrî, Mir’âtü’l- Ebrâr,94, 107; Fazlî, Gül ü Bülbül, 298, 327, 810, 1043, 1202, 1204; Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, 1; Gelibolulu Âlî, Mihr ü Mâh,19, 278, 279, 490, 492, 694, 775, 972, 1705; Gubârî, Yûsuf u Züleyhâ, 1920, 3160, 3112; Hâkânî, Hilye-i Sa’âdet,23; Hâşimî, Mihr ü Vefa, 1127, 1281, 3894, 5708, Hızrî, Âb-ı Hayât, 110, 1401, 1404, 1602, 1610; Huzûrî, Terceme-i Esrâr-nâme, 157, 1015; İbrahim Şânî Lârendevî, Gülşen-i Efkâr, 361; Lâmi’î Çelebi, Ferhâd u Şîrîn, 46, 58, 911, 944, 1821, 2269; Lârendeli Hamdî, Leylâ ile Mecnûn,1705;2351; Mihaloğlu Ali Bey, Gazavât-nâme, 37; Şemseddîn-i Sivâsî, İbret-Nümâ, 123, 1152, 3404, 4825, 4845, 4853; Şemseddîn-i Sivasî, Mir’âtü’l-Ahlâk, 3777; Şemsî, Deh Murg-ı Şemsî,2, 358, 589, 1046, 1129; Za’îfî, Kitâb-ı Sergüzeşt-i Za’îfî,3.

23

sığınılması emredilmektedir. Şemseddîn-i Sivâsî, yalnız Cenab-ı Hakk’a ibadet

edilmesini/iyyâke na’budu; Dâvûd-ı Halvetî, sadece Allah Teâlâ’dan yardım dilenmesi

gerektiğini/ve iyyâke neste’în lafzî iktibasla dile getirirler: Gönül dünyâ ile iyyâke na’budu Dise ol dem kime olur ta’abbüd

(Şemseddîn-i Sivasî, Mir’âtü’l-Ahlâk, 378)

Yâ gıyâse’l-mustagîsîn yâ Mu’în Agisnâ kim ve iyyâke nesta’în

(Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk, 8) 10

1.4. Fâtiha, 1/6-7

﴿

َﻢﻴ ِﻘَﺘ ْﺴُﻤْﻟا َطا َﺮﱢﺼﻟا ﺎَﻧ ِﺪْﻫا

.

َﻦﻴﱢﻟﺎﱠﻀﻟا َﻻَو ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ ِبﻮُﻀْﻐ َﻤْﻟا ِﺮْﻴَﻏ ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ َﺖْﻤَﻌْـﻧَأ َﻦﻳ ِﺬﱠﻟا َطا َﺮِﺻ

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. 11

Doğru yol anlamındaki Sırâta’l-müstakîm ibaresi ile Cenab-ı Hakk’a ulaşmak isteyen herkesin kendince izleyeceği bir yönü bulunduğu ve o izleyeceği yön doğrultusunda doğru yola erişilmesi için Allah Teâlâ’ya bu şekilde dua edilmesi gerektiği bildirilmektedir. Nitekim

ihdinâ; ilet ibaresi hidayet istemektir. Şu halde kulun Cenab-ı Allah’tan hidayet talebinde

bulunması, zaten ermiş olduğu hidayet üzere istikâmeti sürdürme talebidir. Ayete lafzî iktibasla Dâvûd-ı Halvetî, Yüce Allah’tan kendisini hidayete iletmesini/ihdinâ niyaz ederken; Şemseddîn-i Sivasî ise Allah Teâlâ’dan ilettiği doğru yol/sırâta’l-müstakîm için çalışmasını, sapıkların yoluna meylettirmemesini diler:

Halvetî bî-çârenün tekyegehi fazlun durur İsti’ânet senden umar ihdinâ yâ Müste’ân

(Dâvûd-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd ü Tahkîk,4265)

10

Bu ayetin iktibas edildiği örnek beyitler için bk. Emîrî, Gülşen-i Ebrâr, 816; Manisalı Câmiî, Vâmık u Azrâ, 476.

11

24

Sülûk eyle sırât-ı müstakîme Sakın meyl itme her râh-ı sakîme

(Şemseddîn-i Sivâsî, İbret-Nümâ, 3044)

Dahası bu ayette, kâinatta bulunan her bir cevher-i fertte Allah Azim-i Ekber’in rahmetine, hikmet ve kudretine delalet eden çeşit çeşit deliller olduğunu bilen bir kimsenin hak yolunda ilerleyenleri kendilerine rehber edinmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü insan Cenab-ı Hakk’a ulaşmak amacıyla kendisini doğru yola iletilen kimselerin yoluna yönelttiği takdirde nur meydanlarının prensiplerinden haberdar olan ariflerin yüce mertebelerine ulaşacak böylece sapıkların yoluna meyletmemek için Yüce Yaratıcıya sığınmayı ilke edinecektir. Lârendeli Hamdî, Yüce Allah’tan kâinatın her zerresini inceleyen kimselerin yolunda olması için sabit kadem olmasını ister:

Reh-i tâhkîkde sâbit -kadem kıl Ayak basdurma kim yola kerem kıl

(Lârendeli Hamdî, Leylâ ile Mecnûn,117)12

1.5. Bakara, 2/1

﴿

ﻟاــــ

Elif Lâm Mîm.

Surenin ilk ayeti Kur’ân-ı Kerîm’de bu ayet ile 29 sure başında bulunan hurûf-ı mukattaa ile başlar. İsimleriyle söylenen harflerden oluşan ayetler, terim olarak müteşâbih; anlamı birden fazla olup zâhirî manasıyla tam olarak anlaşılmayan gerçek manasını ancak Cenab-ı Hakk’ın bildiği ayetlerdir (Duman-Altındağ; 1998: 18/401). Bu harfler hakkında âlimlerden bazıları bu harflerin anlamlarının Cenab-ı Hakk’ın örtülü bir sırrı ve kapalı bir ilmidir diyerek bunların manasının anlaşılamayacağını söylemişlerdir. Kelâm ilmiyle uğraşan âlimlerden bazıları da hurûf-ı mukattaanın gizli olduğunu kabul etmemişler ve Uyarıcılardan

olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir

(Şu’ara, 26/193-195) ayetlerinde geçen apaçık bir Arapça ifadesinden yola çıkarak Arap

12

Bu ayet ile ilgili diğer beyitler için bk. Ahmed-i Rıdvân, Hüsrev ü Şîrîn, 2; Âsafî, Şecâat-nâme, 7; Emîrî, Sohbet- nâme,37, 957; Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 8, 9; Gubârî, Ka’be- nâme, 629, 706, 709, 715, 716; Hâşimî, Mihr ü Vefâ, 3767; Hızrî, Âb-ı Hayât, 1369; Lâmi’î, Vâmık u Azrâ, 26; Manisalı Câmiî, Vâmık u Azrâ,63; Nazmî, Pend-nâme,2758, 2759; Şemseddîn-i Sivasî, Mir’âtü’l- Ahlâk, 1239, 1241, 4360; Şemseddîn-i Sivâsî, İbret- Nümâ, 255; Taşlıcalı Yahya Bey, Gencîne-i Râz, 2561, 2744; Yemînî, Fazîlet-nâme, 5781.

25

diliyle nazil olan Kur’an’ın anlaşılır olması gerektiğini beyan etmişlerdir (Râzî, 2008: 1/411). Bu harflerin manasının bilinebileceğini beyan eden âlimler de yukarıdaki ayette ve Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi dokuz sure başında geçen hurûf-ı mukattaa için kendi aralarında ihtilaf ederek bu hususta farklı görüşler sunmuşlardır.

Bu ayet hakkında en fazla kabul edilen görüş ise bu harflerin hem Allah Sübhânehu’nun isimleri hem de Cenab-ı Hak’tan başka varlıkların isimleri olabileceği fikridir. Bu fikir şöyle desteklenmektedir: Elif; Yüce Allah’ın Rahmân ism-i şerifine; Lâm; Cebrail’e (as) ve Mîm de Peygamberimize (sav) delalet etmektedir (Râzî, 2008: 1/417). Nitekim bir önceki Fâtiha suresinde Hak Teâlâ’nın hayatın hükümlerini geçerli kılan; âlemlerin Rabbi olduğu zikredildikten sonra Rahmân ismi ile dünyada bütün yarattıklarına merhamet ettiği bildirilmiştir (Fâtiha, 1/1-2). Allah Teâlâ’nın Hz. Cebrail (as) aracılığıyla kullarına merhametinin tecellisi olan ve hakkı batıldan ayıran Kur’ân-ı Kerîm’i ümmî Peygamber’e indirmesi üzerine Kitab’ın hak olduğuna inanmayanlara O’nun bu harflerden müteşekkil olduğunu ve kendilerinin güçleri yetebiliyorsa aynı sesleri ihtiva eden benzeri bir sure getirmeleri gerektiğini bildirmek amacıyla Cenab-ı Allah, ayetteki hurûf-ı mukattaayı indirerek beşer sözü olmayan Kur’an’ın Rahmet Peygamber’ine insanları İslâm’a davet etmesi için indirildiğini beyan etmiştir.

Klasik şiirde Hz. Peygamber’in Ahmed, Muhammed, Mahmûd gibi hamd kökünden türeyen isimlerinde “mîm” harfinin bulunması ve bu harfin “temmet”i yani bitişi göstermesi, nübüvvet ve risaletin de Hz. Peygamber’le sona ermesi sebebiyle mîm ile yüce Peygamber kast edilir (Yeniterzi, 2006: 31). Şemseddîn-i Sivasî bu hususa işaret ederek Fatiha suresinin başında geçen el-hamd ile bir sonraki sure olan Bakara’nın başında bulunan Elif Lâm Mîm harflerinin birbirlerine bağlı olduğunu, Cenab-ı Hakk’ın habibinin şanını yüceltmek üzere kendisinden sonra mîm ile Muhammed Mustafa’yı (sav) andığını belirtir:

Çü evvel sûrede sebt oldı el-hamd

Elif lâm mîm ikincisinde peyvend

İşâretdür elif lâm mîme tebdîl Olup nâm-ı Muhammed ola tahsîl

(Şemseddîn-i Sivâsî, İbret-Nümâ,123- 124)13

13

26 1.6. Bakara, 2/2

﴿

َﻦﻴ ِﻘﱠﺘ ُﻤْﻠِﻟ ىًﺪُﻫ ِﻪﻴِﻓ َﺐْﻳ َر َﻻ ُبﺎَﺘِﻜْﻟا َﻚِﻟَذ

Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.

Ayette “ şüphe olmayan” ifadesi ile Kur’ân-ı Kerîm’in Allah Teâlâ’dan gönderildiği ve tek kılavuz olduğu belirtilmektedir. Rayb kelimesi; “kuşkulu şüphe” anlamındadır. Tefsirlerde, ilmî ve ahlâkî şüphe diye birbirinden ayrılabilecek olan şüphe ve suçlama durumlarının kaldırıldığı kesin olarak ispatlanarak Kitab’ın mükemmelliği dolayısıyla da Cenab-ı Hakk’a ait olduğu belirtilmiştir. Aşağıdaki beyitlerde de bu ayete iktibas yapılmıştır:

Nâme-i lâ-raybe fih o ser-nâmedür Câme-i takvâ ne ‘aceb câmedür

(Emîrî, Gülşen-i Ebrâr,5)

Sebeb-i iftitâh-ı lâ-raybı Suhan olmışdur itmegil raybı

(Abdî, Heft Peyker,469)

Zihî tugrâ-yı defter hayy-ı lâ-reyb Ser-âgâz-ı hakîkât-nâme-i gayb

(Lârendeli Hamdî, Leylâ ile Mecnûn,7)

Aşağıdaki beyitte ayet farklı bir bağlamda kullanılmış, Cenab-ı Hakk’ın Rezzâk ismine işaret edilerek yegâne rızk verenin Allah olduğu, bu konuda şüpheye düşülmemesi öğütlenmiştir:

Kâyimü’l-erzâkdur lâ-raybe fîh Bilür anı hûb-fehm olan vecîh

27 (Nazmî, Pend-nâme,40)14 1.7. Bakara, 2/5

﴿

َنﻮُﺤِﻠْﻔ ُﻤْﻟا ُﻢُﻫ َﻚِﺌَﻟوُأ َو ْﻢِﻬﱢﺑ َر ْﻦِﻣ ىًﺪُﻫ ﻰَﻠَﻋ َﻚِﺌَﻟوُأ

İşte onlar Rablerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.

Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. (Bakara, 2/2-4) ayetlerinin

devamında gelmektedir. Ayette, doğru yolda olanların kurtuluşa erdiklerinden

bahsedilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, tüm insanlar için bir hidayet rehberi, bir yol göstericidir. Doğru yolu bulmak, insanın kendi seçimine ve iradesine bırakıldığı için zamanla bu özelliklerini yitirenler, Kitab’ın bu özelliğinden yararlanamayacaklardır. Oysa Cenab-ı Hakk’ın kulu olmanın bilincinde olan ve bu sorumluluğun gereğini yerine getirenler, Hz. Peygamber’in önderliğinde Cenab-ı Hakk’ın hükmünden ve gösterdiği yoldan daha doğrusu olmadığını kabul ederler. Kur’ân’sız bir düşünceden, Kitab’a ters düşen bir yaşantıdan uzak kalarak doğru yolu bulup kurtuluşa ererler. Mü’minlerin özelliklerinin anlatıldığı bu ayetler ışığında Nev’î doğru yolu bulup o yola girenlere işaret eder:

Terk etdi fesâd-ıla ‘inâdı Tutdı reh-i râhat u reşâdı

(Nev’î, Münâzara-i Tûtî vü Zâg, 340)

1.8. Bakara, 2/10

﴿

َنﻮُﺑ ِﺬْﻜَﻳ اﻮُﻧﺎَﻛ ﺎ َﻤِﺑ ٌﻢﻴِﻟَأ ٌباَﺬَﻋ ْﻢُﻬَﻟ َو ﺎًﺿَﺮَﻣ ُﻪﱠﻠﻟا ُﻢُﻫَدا َﺰَـﻓ ٌضَﺮَﻣ ْﻢِﻬِﺑﻮُﻠُـﻗ ﻲِﻓ

Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların

hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.

14

Lâ-rayb ibaresinin iktibas edildiği diğer beyitler için bk. Abdî, Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ, 3; Celîlî,

Hecr-nâme, 63, 360; Hızrî, Âb-ı Hayât, 4; İbrahim Şânî Lârendevî, Gülşen-i Efkâr, 573; Lâmi’î, Vâmık u Azrâ, 8, 54; Rahmî, Şâh u Gedâ, 19; Şemseddîn-i Sivasî, İbret-nümâ, 125.

28

Ayet, kendisinden iki önce gelen ayet-i kerimelerin devamı olup, İnsanlardan,

inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir

(Bakara, 2/8-9) münafıklığın özelliklerini beyan eder. Ayette geçen hastalık; bedeni sağlıklı mizacından saptırıp dengesini bozan, görevini istenilen şekilde yapmamasına sebep olan bir durumdur (Yazır, 2008: 1/231). Münafıklık alametlerinin ilki olan yalan; imanda samimi olmayıp, Hz. Peygamber’e ve İslam’a karşı şüphe duymaktır. Münafıklar, kalben tasdik etmedikleri halde küfürlerini açıkça dile getirmezler, böylece insanları aldatırlar. Nazmî, bu ayet ışığında yalancıların münafıklara benzediğini ima ederek iman nurundan uzak olduklarına işaret eder:

İde o kim her kelâmında dürûg Olmaz anda nûr-ı imândan fürûg

(Nazmî, Pend-nâme,1594)

Münafıklık alameti olan yalanı alışkanlık hâline getirenler şeref ve haysiyetlerini de kaybederler:

İdine dâyim yalanı ol ki hûy

Kalmaz anda hîç ol yüzden âb-ı rûy (Nazmî, Pend-nâme,1596) 1.9. Bakara, 2/2115

﴿

ﺎﻳ

َنﻮُﻘﱠـﺘَـﺗ ْﻢُﻜﱠﻠَﻌَﻟ ْﻢُﻜِﻠْﺒَـﻗ ْﻦِﻣ َﻦﻳ ِﺬﱠﻟا َو ْﻢُﻜَﻘَﻠَﺧ يِﺬﱠﻟا ُﻢُﻜﱠﺑ َر اوُﺪُﺒْﻋا ُسﺎﱠﻨﻟا ﺎ َﻬ ﱡـﻳَأ

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız.

Ayette, Cenab-ı Hakk’a ibadet edilmesi emredilmektedir. Vücud-ı Mutlak olan Allah Sübhânehu, iradesiyle kâinatı zatının bilinmesi ve kendisine kulluk edilmesi için yoktan var etmiştir. Dahası Hak Teâlâ, gökleri ve yeri yaratan, onlara düzen veren, bunlarda olanları en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm ayrıntısıyla yarattıktan sonra insanı vücuda getiren, halk ettiklerinin hepsini insanın hizmetine veren (Bakara, 2/29), yarattıklarını rızıklandıran (Hûd, 11/6), dilediğini dilediği şekilde tasarrufu altında bulunduran, emir ve hüküm koymada tek

15

Rabbinize ibadet edin ibaresi dokuz ayette daha geçmektedir: Âl-i İmrân, 3/51; Nisâ, 4/36; A’râf, 7/29;

29

yetkili, mülkün tek ve hakiki sahibi (Âl-i İmrân, 3/26) olması sebebiyle övülmeye, şükredilmeye, itaat ve ibadet edilmeye tek layık olan Mabud’dur. Eşi ve benzeri olmayan Cenab-ı Hak, zatının yüceliğinden dolayı ibadet edilecek Hak’tır. Gubârî, bunca nimetleri yaratan Hak Teâlâ’ya ibadet edilmesi gerektiğini dile getirir:

Bunca ni’metden ‘ibâdetdür garaz Emr-i Mevlâya ‘ibâdetdür garaz

(Gubârî, Ka’be-nâme,2221) 1.10. Bakara, 2/22

﴿

ﺎًﺷا َﺮِﻓ َضْرَْﻷا ُﻢُﻜَﻟ َﻞَﻌَﺟ يِﺬﱠﻟا

َﻼَﻓ ْﻢُﻜَﻟ ﺎًﻗْزِر ِتا َﺮَﻤﱠﺜﻟا َﻦِﻣ ِﻪِﺑ َجَﺮْﺧَﺄَﻓ ًءﺎ َﻣ ِءﺎ َﻤﱠﺴﻟا َﻦِﻣ َلَﺰْـﻧَأ َو ًءﺎَﻨِﺑ َءﺎ َﻤ ﱠﺴﻟا َو

َنﻮ ُﻤَﻠْﻌَـﺗ ْﻢُﺘْـﻧَأ َو اًداَﺪْﻧَأ ِﻪﱠﻠِﻟ اﻮُﻠَﻌ ْﺠَﺗ

O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın.

Cenab-ı Hak, yeryüzünü yaşam için elverişli bir mekân haline getirmiş; dünyayı âdeta bir yatak, gökyüzünü de muhteşem bir bina olarak yaratmış, sonra da gökten yeryüzüne yağdırdığı yağmurlarla bütün canlıların yaşamını sürdürebilmesi için her türden, çeşitli renk ve tatta sayısız ürünleri rızık olarak lütfetmiştir. Bu ayette Allah Teâlâ’nın sonsuz kudreti, insanlara lütfu, yegâne rızık veren oluşu ve insanların da bu durumu idrak ederek şirkten kaçınmalarına dikkat çekilir. Gubârî, ayeti Cenab-ı Hakk’ın dünyayı bir yatak gibi insanlara yayması ve yeryüzünde sayısız nimetler yetiştirerek rızık vermesi yönüyle mânen iktibasla ele

Benzer Belgeler