• Sonuç bulunamadı

5. GEREÇ ve YÖNTEM

7.3. Psikopatolojinin Değerlendirilmesi

Her 3 grupta K-SADS-PL ile yapılan görüşme sonrası psikopatoloji görülme oranı PİY'lilerde %70,45, JİA'lılarda %62,5, kontol grubunda %23,3 olarak saptanmıştır. Gruplar arasında psikopatoloji görülme oranları arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. PİY ve JİA grupları arasında psikopatoloji görülme sıklığı açısından farklılık saptanmamıştır. Literatürde PİY'li çocuk ve gençlerin ruhsal psikopatolojilerini değerlendiren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Yalnızca bir çalışmada IVIG tedavisi alan PİY'li çocuk ve gençler, anksiyete ve depresyon açısından ölçekler üzerinden değerlendirilmiştir. Çalışmamıza benzer şekilde, PİY'liler, JİA'lılar ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırılmış, anksiyete ve depresyon düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. PİY'liler kendi içlerinde anksiyete ve depresyon skorları açısından karşılaştırılmış, anksiyete skorlarının depresyon skorlarına göre daha yüksek olduğu belirtilmiştir (14). Bizim çalışmamızda ise hem PİY grubunda hem de JİA grubunda en sık görülen psikopatolojiler duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve yıkıcı davranım bozuklukları olmasına karşın, sağlıklı kontollerden sadece duygudurum bozuklukları açısından istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur. PİY ve JİA grubu duygudurum bozuklukları açısından farklılık göstermemiştir. PİY ve JİA'lı hastalar, hastalığa özgü durumlar açısından farklı özellikler sergilemiş olsa da (hastaneye geliş, sıklığı, hastanede yatış sıklığı, hastalık süresi gibi) hastaların ruhsal hastalıkları gösterme oranlarının benzer olduğu görülmektedir. Bu durum kronik hastalıkla yaşamanın, hastalıkla ilişkili faktörlerden bağımsız olarak çocuk ve gençlerde ruhsal hastalıkların görülme sıklığını arttırdığı şeklinde yorumlanabilir. Kronik hastalıklarda depresif semptomların sıklığını araştıran bir metaanaliz çalışmasında, bazı yazarlar çocuğun hastalığının karakteristik özelliklerinin psikolojik sorunlara yol açmasından çok, psikolojik semptomların kronik hastalıkların getirdiği genel sorunlarla başetmek

durumunda kalınmasından kaynaklanabileceğini belirtmiştir (23). Bazı yazarlarsa, hastalığın dış görünüşü etkilemesi, nörolojik bir hastalık olması, kronik ağrı görülmesi gibi hastalıkla ilişkili bazı özelliklerin depresif semptomlarla daha çok ilişkili olabileceğini belirtmişlerdir (23). Çalışmamızda JİA'lı hastalarda duygudurum bozukluk oranlarının PİY'lilere benzer görülmesi, hastalığın ağrılarla seyretmesi ile ilişkili olabilir. Ancak, çalışmamızda JİA'lı hastaların algıladıkları ağrı düzeyi ile ilgili bir veri toplanmamıştır. Depresif bozuklukların ergen yaş grubundaki hastaları etkileme oranlarının daha yüksek olduğu göz önünde bulundurulduğunda, JİA'lı hastaların daha çok ergen yaş grubundaki hastalardan oluşması, bu grupta psikopatoloji görülme sıklığını arttırmış olabileceği şeklinde yorumlanmışır (106).

Bu bulgular, çalışmamızın ilk hipotezini kısmen desteklemektedir. PİY'li hastalarda psikopatoloji görülme sıklığı sağlıklı kontrollere göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde fazla bulunmuştur. Bununla birlikte JİA'lı hastalardan farklı bulunmamıştır.

PİY grubunda yaş gruplarına göre (4-7, 8-12, 13-18 yaş) psikopatoloji görülme sıklığı, duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, yıkıcı davranım bozuklukları görülme sıklığı değişmemektedir. Literatürde, ergenlerin hastalıkla ilişkili stresörlerle daha uzun süre karşılaşmalarından dolayı, depresif semptomları daha çok sergileyebilecekleri belirtilmekle birlikte, bu konuyla ilgili veriler net değildir (107). PİY grubunda psikopatoloji görülme sıklığı ile cinsiyet arasında da anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Literatürde, kızların erkeklere oranla stresörlere karşı daha çok depresif semptom sergiledikleri belirtilmektedir (108). Fakat bu bulgu farklı çalışmalarla desteklenmemiştir.

PİY grubunda, hastalıkla ilgili parametrelerin psikopatoloji görülme sıklığı ile ilişkisine bakıldığında, hastaneye geliş sıklığı ve hastanede yatış sıklığı ile psikopatoloji görülme sıklığı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Hastaneye geliş sıklığı ile duygudurum bozukluğu görülme sıklığı arasında ise anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Anksiyete bozuklukları ve yıkıcı davranım bozuklukları ile ilişkisine bakıldığında ise, istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır. Literatüre bakıldığında, hastalığa özgü

parametrelerin depresyonu belirlemede rol oynayabileceği belirtilmektedir. Hastalığa özgü parametrelerden hastalık ciddiyeti, hastaneye başvuru sayısı, relaps sayısı ve kullanılan tedavinin etkileri gibi sınırlı sayıda etken, kronik hastalığı olan çocuklarda çalışılmıştır (109). PİY'liği olan hastalarda ise böyle bir çalışmaya rastlanmamıştır. Literatürde, hastalık ciddiyetinin genellikle depresyon ile ilişkili olmadığı belirtilmektedir. Örneğin renal hastalığı olan çocuklarda psikiyatrik işlevsellik ile hastaneye geliş sıklığı arasında ilişki bulunamamıştır (110). Benzer şekilde kanser tanısı konulmuş ergenlerle yapılmış olan bir çalışmada, hastaneye geliş sayısı, relap sayısı, hospitalizasyon gibi hastalıkla ilgili faktörlerin depresyon skorları ile korele olmadığı (111), buna karşın hospitalizasyonun çocuk hastalarda depresif semptomlarla korele olduğu gösterilmiştir (112). Çalışmamızda ise, hastaneye geliş ve hastaneye yatış sıklığının, sadece duygudurum bozukluğu ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu bulguyu destekler şekilde hastaların IVIG tedavisi alma sıklığı ile duygudurum bozuklukları görülme sıklığı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.

PİY'lilerde hastalıkla ilişkili faktörlerden bir yılda geçirilen enfeksiyon sayısı ve hastalıkla ilişkili komplikasyon sayısı da yalnızca duygudurum bozukluğu ile ilişkili bulunmuştur. Anksiyete bozuklukları, yıkıcı davranım bozuklukları ile ilişkili bulunmamıştır. Hastalık süresi ile duygudurum bozukluğu görülme sıklığı arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Çeşitli yazarlar, psikiyatrik semptomların görülme sıklığının hastalık süresi ile ilişkili olmadığını, kronik hastalığa ilk tanı koyulduğu zamanların ve hastalığın ilk yılının depresif semptomların görülmesi açısından en riskli olduğu zamanlar olduğunu belirtmektedir (113,114). Hastalık ağırlık düzeyleri de, duygudurum bozuklukları ile ilişkili bulunmuştur. İnflamatuar bağırsak hastalığı olan çocuklarla yapılan bir çalışma, depresyon ve anksiyete semptomlarını hastanın hastalığının ciddiyetini algılayışı ve işlevsellikte bozulmanın derecesi ile ilişkili bulunurken, hastalık ciddiyetini belirten laboratuar bulgularıyla ilişkili bulmamıştır. Buna karşın, astımı olan çocuklarla yapılan çalışmalarda astımın ağırlık düzeyinin içe atım semptomlarıyla ilişkili olduğu belirtilmiştir. Çalışmamızda hastaneye geliş sıklığı, komplikasyon sayısı, yılda geçirilen enfeksiyon sayısının duygudurum bozukluğu görülme sıklığı ile ilişkili

bulunması, PİY'liğin kendisiyle ilgili parametrelerin psikiyatrik hastalıklar açısından riski arttırdığı şeklinde yorumlanabilir. PİY'li hastaların daha fazla hastaneye gelmesi, daha sık enfeksiyon geçirmesi, komplikasyonların daha sık görülmesi, bu hastaların günlük etkinliklerini kısıtlamakta, gelişimsel görevlerini aksatmakta, çevresiyle ve yaşıtlarıyla uygun sosyal ilişkiler geliştirmesini engellemektedir. Bu durum da hastaların depresif bozukluk geliştirme riskini arttırmaktadır.

PİY'li hastaların hastalıkla ilişkili özelliklerinden hastaneye geliş sıklığı, IVIG tedavisi alma sıklığı, hastalığın ağırlık düzeyi, yılda geçirilen enfeksiyon sayısı bu hastalarda yalnızca duygudurum bozukluğunu arttırmaktadır. Bu bulgular çalışmamızın hipotezini destekler niteliktedir.

Çalışmamızda kullanılan ölçeklerden ÇDÖ puanlarına bakıldığında, 3 grup arasında ÇDÖ ölçek puanları açısından farklılık olduğu saptanmıştır. ÇDÖ puanları PİY ve JİA grupları arasında farklılık göstermemektedir. Bu bulgu yukarıda da belirttiğimiz gibi, duygudurum bozukluğu görülme sıklığınının 3 grup arasında farklılık gösterdiği, PİY ve JİA grupları arasında farklılık göstermediği bulgusunu destekler niteliktedir. Bu bulgu, PİY'li çocukların tedavi süreçlerinde, tedavi ekibininin bu hastalara psikiyatri konsültasyonu istemesine rehberlik etmesi açısından özbildirime dayalı bir ölçek olan ÇDÖ'nün kullanılmasının yararalı olduğunu göstermesi açısından önem taşımaktadır. PİY grubunda, ÇDÖ puanları hasataneye geliş sıklığı ve IVIG alma sıklığı arasında korelasyon bulunmuştur. Hastalık ağırlık düzeyi ile ÇDÖ puanları arasında ilişki saptanmamıştır. PİY'li hastaların hastalık ağırlık düzeyelerinden bağımsız olarak, hastanede daha fazla vakit geçirmeleri, bu hastaların otonomi duygusunu zedeleyerek ve günlük aktivitelerini kısıtlayarak kendilerini daha yetersiz algılamalarına neden olmaktadır. Bu durum da PİY'li hastalarda depresif semptomların ve depresif bozukluğun görülme riskini arttırmaktadır.

Çalışmamızda kullanılan diğer bir ölçek olan anksiyete tarama ölçeği ÇATÖ'de 3 grup arasında farklılık saptanmamıştır. Bu bulgu da 3 grup arasında anksiyete bozuklukları açısından farklılık görülmeyişi ile örtüşmektedir.

sosyal içe çekilme, somatizasyon, sosyal sorun, dikkat, saldırganlık alt ölçekleri arasında, ayrıca toplam sorun, içe yönelim ve dışa yönelim toplam puanları açısından farklılık saptanmıştır. PİY ve JİA grubu yalnızca somatizasyon ve dikkat alt ölçekleri açısından farklı bulunmuştur. Bu bulgular, PİY ve JİA grubunda duygdurum bozukluğu görülme sıklığının kontollerden farklı olduğu bulgusunu destekler niteliktedir. Alt ölçeklerden anksiyete/depresyon puanları açısından farklılık görülmemekle birlikte, içe yönelim toplam puanlarının yüksekliği bu hastalardaki depresif semptomların aileleri tarafından da farkedildiğini göstermektedir. Buna karşın dışa yönelim toplam puanları, dikkat ve saldırganlık alt ölçeği puanlarının sağlıklı kontrollerden yüksek oluşu ailelerin, çocuklarının dikkat ve davranış sorunlarını daha fazla algıladıklarını gösteriyor olabilir. İkinci olaraksa, bu hastalar klinik olarak DEHB ve YDB tanısı almasalar bile, eşik altı semptomlarının artmış olabileceği düşünülebilir. Bu bulgu, PİY'li çocukları psikiyatrik açıdan değerlendirirken hem DEHB hem de YDB açısından kapsamlı bir değerendirmenin gerekliliğini göstermektedir.

7.4. Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi

Kronik hastalıklarla ilgili yapılan birçok çalışmada morbidite ve mortalite gidişati belirlemede altın standart olarak değerlendirilse de, son yıllarda hastalığın yaşam kalitesi üzerine olan etkisi daha çok dikkate alınmaktadır. Yaşam kalitesini değerlendirmek ve ölçmek bu alandaki zorluklardan birisidir. Kronik hastalıklarda yaşam kalitesinin genel populasyonla karşılaştırılması amacıyla genel yaşam kalitesi ölçekleri kullanılmaktadır (115). Çalışmamızda IVIG tedavisi alan hastaların yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi amacıyla ÇİYKÖ çocuk ve ebevyn formları kullanılmıştır. Yaşam kalitesi skorları, kontrol grubu olarak alınan JİA hastaları ve sağlık kontrollerle karşılaştırılmıştır.

ÇİYKÖ çocuk formu alt ölçek puanları açısından 3 grup arasında sosyal işlevsellik alt ölçeği hariç, istatiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık saptanmıştır. Gruplar arası ikili karşılaştırmalarda ise PİY ve JİA grubunun sağlık kontrollerden daha düşük yaşam kalitesi skorları olduğu saptanmıştır. PİY'li hastalar JİA'lı hastalardan okul işlevselliği alt testi hariç diğer alt ölçeklerden daha düşük skorlar almasına karşın bu iki grup arasında istatiksel

olarak anlamlı düzeyde farklılık saptanmamıştır.

ÇİYKÖ ebeveyn formları da yukarıdaki bulgulara benzer şekilde sosyal işlevsellik alt ölçeği hariç, 3 grup arasında farklılık göstermekle beraber, PİY ve JİA arasında farklılık saptanmamıştır. Alt ölçekler ele alındığında, JİA'lı çocukların ebeveynleri çocuklarından farklı olarak, PİY'lilerden toplam puan, fiziksel işlevsellik, okul işlevselliği açısından daha düşük bildirimde bulunmuşlardır.

Liteartüre bakıldığında Kuburoviç ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada PİY’li çocukların yaşam kalitesi skorları JİA’li çocuklar ve sağlıklı kontrollere göre daha düşük bulunmuştur (14). Bununla birlikte çalışmamıza benzer şekilde sosyal işlevsellik alt ölçeği skorları JİA ve sağlıklı kontrollere benzerdir. Zebracki ve arkadaşları, çalışmamıza benzer şekilde PİY ve JİA'lıların yaşam kalitesi skorlarının benzer olduğunu, sağlıklı kontrollerden ise daha düşük olduğunu belirtmişlerdir (16). Soresina ve arkadaşlarının Bruton sendromu olan hastalarla yaptıkları çalışmada, bu hastaların toplam yaşam kalitesi skorları sağlıklı kontrollerden düşük, romatolojik hastalığı olanlarla benzer bulunmuştur. Bununla birlikte, fiziksel işlevsellik skorlarının sağlıklı kontrollerle benzer olduğu, romatolojik hastalığı olan çocuklardan ise daha iyi olduğu belirtilmiştir. Bizim çalışmamızda ise yaşam kalitesi toplam skoru ve fiziksel işlevsellik skoru JİA'lı çocuklarla benzer bulunmuştur. Bu farklılılığın, Bruton hastalığı olan çocukların klinik gidişlerinin daha iyi seyretmesi ile ilgili olabileceği düşünülmektedir (64). Kuburoviç ve arkadaşları ise, fiziksel işlevsellik açısıdan PİY ve JİA'lıların benzer olduğunu, PİY'lilerin fiziksel işlevselliklerinin psikososyal işlevselliklerinden daha iyi olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmamızda JİA'lı hastaların ebeveynlerinin fiziksel işlevsellik skorlarını PİY'lilere göre daha düşük bildirmesi ise son yıllarda PİY'li hastaların tedavi rejimlerindeki ilerlemelere bağlı olarak PİY'lilerin fiziksel işlevselliğinin bir miktar artması ve ikinci olarak da JİA'nın ağrılarla seyreden bir hastalık olması ile ilişkili olabileceğine bağlanmıştır. Buna karşın çalışmamızda PİY'li hastaların fiziksel işlevsellik puanları ile psikososyal işlevsellik puanları benzerdir. Yalnızca sosyal işlevsellik açısıdan JİA ve kontrollerden düşük puanlar almasına karşın, bu düşüklük istatiksel olarak anlamlı bir düzeyde değildir.

Bu bulgular, çalışmamızın hipotezini kısmen desteklemektedir. PİY ve JİA'lı hastalar yaşam kaliteleri açısından benzer özellikler göstermektedirler. Sağlıklı kontrollerden ise daha kötü yaşam kalitesine sahip olduğu tespit edilmiştir.

Çeşitli çalışmalarda, immün yetmezliğin kronik ve heterojen bir hastalık olması nedeniyle bu hastalarda yaşam kalitesinin hastanın yaşı, tedavi şekli, eşlik eden klinik durumlar, ilişkili hastalıklar, hastanın hastalığına karşı bakış açısı gibi birçok etmen tarafından etklendiğini belirtmektedir (116). Çalışmamızda da PİY'li hastaların yaşam kalitesi skorlarının hangi faktörlerden etkilendiği de değerlendirilmiştir.

Hastaların yaş gruplarına göre (4-7, 8-12, 13-18 yaş) yaşam kalitesi skorları değerlendirilmiştir, iki değişken arasında istatiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık bulunmamıştır. Cinsiyetlere göre değerlendirildiğinde de erkek ve kız hastalar arasında yaşam kalitesi skorlarının farklılık göstermediği saptanmıştır. Pediatrik ve erişkin PİY'lilerin değerlendirildiği iki farklı çalışmada daha büyük yaştaki hastaların yaşam kalitelerinin daha kötü olduğu belirtilmiştir (11,14). Ayrıca kadın hastaların, yaşam kalitelerinin daha kötü olduğu da ifade edilmiştir (11). Çalışmamızda yaşam kalitesi skorları, yaş ve cinsiyetle ilişkisiz bulunmuştur.

Hastalıkla ilişkili faktörler ile yaşam kalitesi skorları arasındaki korelasyon değerlendirilmiştir. ÇİYKÖ çocuk formunda, total işlevsellik puanı ile hastaneye geliş sıklığı, IVIG alma sıklığı ve yılda geçirilen enfeksiyon sayısı arasında negatif yönde orta derecede korelasyon saptanmıştır. Fiziksel işlevsellik ise yalnızca yılda geçirilen enfeksiyon sayısı ile negatif yönde orta derecede korele bulunmuştur. Benzer şekilde psikososyal sağlık toplam puanı da hastaneye geliş sıklığı ve IVIG alma sıklığı ile korele bulunmuştur. Duygusal işlevsellik ile hastalıkla ilişkili faktörler arasında korelasyon saptanmamıştır. Diğer alt ölçeklerden farklı olarak, hastalık süresi ile okul işlevselliği korele bulunmuştur. ÇİYKÖ ebeveyn bildirimlerinde ise hastaneye geliş sıklığı ve IVIG alma sıklığı toplam, fiziksel, duygusal işlevsellik ve psikososyal toplam puanları ile orta derecede korele bulunmuştur. Okul işlevselliği de çocuk bildirimlerine benzer şekilde hastalık süresi ile korele bulunmuştur. Komplikasyon sayısı hem ebeveyn hem de ÇİYKÖ puanları ile

korele bulunmamıştır.

Erişkin immün yetmezlikli hastalarla yapılan 5 yıllık izlem çalışmasında, yaşam kalitesi skorlarını olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörler kadın cinsiyet, daha ileri yaşlar, kronik akciğer hastalığı ve kronik diyare olarak belirlenmiştir. Bizim çalışmamızda ise hastalıkla ilişkili komplikasyonların ve komplikasyon sayısının yaşam kalitesi skorları ile korele olmadığı saptanmıştır (116). Erişkin hastalardaki uzun hastalık sürelerinin komplikasyon geliştirme riskini arttırması; ayrıca, bizim örneklemimizdeki çocuk ve ergen hastaların gelişen tedavi seçenekleri ve etkili antibiyotik kullanımıyla hastalıklarının başlangıç döneminden itibaren daha az komplikasyon geliştirmesi iki çalışma arasındaki bu farklılığa yol açmış olabilir. PİY'li ergen ve genç erişkinlerin değerlendirildiği başka bir çalışmada ise enfeksiyon sıklığının fazlalığı, organ hasarının görülmesi ve daha çok hastaneye yatışın bu hastalardaki yaşam kalitesi skorlarını olumsuz etkilediği belirtilmiştir (117). Çalışmamızda ise hastaneye yatış sıklığı, yaşam kalitesi skorları ile korele bulunmamıştır. Bu durum çalışmamızdaki hastaların, hastaneye yatış ortalamalarının oldukça düşük hatta birçoğunun hastaneye hiç yatışının olmayışı ile ilişkili olabilir. Aynı çalışma, hastalık süresinin yaşam kalitesi skorları ile ilişkili olmadığını belirtmiştir (117). Çalışmamızda ise uzun hastalık süresi, hem ebeveyn hem çocuk bildirimlerinde sadece okul işlevselliği ile korele bulunmuştur. Uzun hastalık süreleri zaman içinde ebeveynlerin çocuklarına karşı daha korumacı olmalarına, çocuklarını sorumluluk almaları yönünde daha az desteklemelerine neden olarak bu çocukların okul hayatlarında daha çok dikkat sorunları yaşamalarına, derslerle ilgili sorumlulukları daha az almalarına yol açmış olabilir. PİY'li hastalarda, erişkin örneklemde hastalıkla ilişkili faktörler ile yaşam kalitesi skorları arasındaki ilişkiyi değerlendirilen başka bir çalışmada ise hastalık süresi, hedef organ hasarı, profilaktik antibiyotik kullanımı, komorbid hastalık gibi hastalıkla ilişkili faktörlerin yaşam kalitesi skorları ile ilişkili olmadığı belirtilmektedir (118). Bu alandaki çalışmalar genellikle erişkin örneklemiyle yapılmış olsa da, PİY'lilerde hastalıkla ilişkili faktörlerin yaşam kalitesi üzerine olan etkileri hakkındaki veriler çelişkilidir.

arasındaki ilişki değerlendirildilmiştir. ÇİYKÖ çocuk formunda yalnızca hafif ve ağır hastalık düzeylerine sahip hastalar arasında fiziksel işlevsellik alt ölçeğinde farklılık bulunmuştur. ÇİYKÖ ebeveyn formunda ise, hafif ve ağır hastalık düzeyine sahip olan hastalar arasında toplam, fiziksel, sosyal işlevsellik ve psikososyal toplam puanı açısından farklılık bulunmuştur.

Çalışmamızda hastalıkla ilişkili faktörlerden hastaneye geliş sıklığı ve IVIG alma sıklığı yaşam kalitesinin birçok alanını etkileyen faktörler olarak belirlenmiştir. Hastalık ağırlık düzeyi ise yalnızca hafif ve ağır hastalık düzeyine sahip olan hastalar arasında yaşam kalitesininin belirli alanlarında farklılığa yol açmaktadır. Sonuç olarak, hastalık ağırlık düzeyi ve hastalıkla ilişkili bazı faktörlerin yaşam kalitesini bazı alanlarda orta derecede etkilemesi ve sağlıklı kontrollere göre yaşam kalitesinin tüm alt ölçeklerde düşük, iki hastalık arasındaki farklılıklara karşın JİA'lı hastalarla benzer bulunması, kronik hastalıkla varlığının tek başına, hastalıkla ilişkili faktörlerden daha fazla oranda yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediğini düşündürtmektedir. PİY'li hastaların enfeksiyon ve komplikasyonlar nedeniyle hastaneye geliş ve yatış zorunluluğundan çok, IVIG tedavisinin sık aralıklarla, hastane ortamında doktor gözetiminde yapılması gerekliliği gibi bazı özellikleri, hastaların ve ailelerinin hastaneye bağımlılığını arttırmakta, günlük ve okul aktivitelerinde kısıtlılıklara yol açarak yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir. IVIG tedavisi alan PİY'li hastaların yaşam kalitelerini birçok alanda etikeleyen hastaneye geliş sıklığı ve IVIG alma sıklığı gibi faktörlerin etkilerini azaltmak amacıyla son yıllarda kullanıma girmiş olan subkutan Ig (SCIg) tedavisine geçilmesi düşünülebilir. SCIg, güvenilirliği kanıtlanmış, IVIG tedavisi kadar etkili olan, hastaların ve ailelerinin hastaneye olan bağımlılıklarını azaltan bir tedavi yöntemi olarak belirtilmektedir (119). Eişkin ve çocuk örnekleminde yapılan çalışmalar, IVIG tedavisinden SCIg tedavisine geçildikten sonra hastaların yaşam kalitelerinin ve tedavi memnuniyetlerinin arttığını, özgürlük ve bağımsızlık duygularının arttırdığını göstermektedir (119,120). Bu nedenle IVIG tedavisi alan PİY'li hastaların yaşam kalitelerini arttırmak amacıyla SCIg tedavisi göz önünde bulundurulmalıdır.

Bu bulgular, PİY'li hastalarda yaşam kalitesinin hastalıkla ilişkili bazı faktörlerden etkilendiği yönündeki hipotezimizi desteklemektedir.

Hastalıkla ilişkili faktörlerin yanında, kronik hastalığı olan çocukların ruhsal sağlığının da yaşam kalitesini etkilediği çeşitli çalışmalarda belirtilmektedir (70–72). JİA'lı çocuklarla yapılan bir çalışmada, depresyonun ağrıyla ilişkili olduğu, depresyon ve anksiyetenin birlikte bozulmuş yaşam kalitesini en çok belirleyen faktörler olduğu belirtilmiştir (121). JİA'lı çocuklarla yapılan başka bir çalışmada ise, depresif semptomların yaşam kalitesini belirgin şekilde etkilediği, anksiyete semptomlarının ise yaşam kalitesini etkilemediği ifade edilmektedir. Çalışmamızda, psikopatoloji görülme sıklığı ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. PİY'li çocuklarda, psikopatoloji görülme sıklığı ile ÇİYKÖ çocuk formu duygusal, sosyal, okul, psikososyal alt ölçek puanları arasında anlamlı düzeyde ilişki saptanmıştır. ÇİYKÖ ebeveyn formunda ise, psikopatoloji varlığı ile okul işlevselliği, psikososyal işlevsellik toplam puanları arasında ilişki saptanmıştır.

Benzer Belgeler