• Sonuç bulunamadı

4 2 PROF DR İRFAN AYCAN (ÖĞRENCİSİ) İLE MÜLAKAT

Hocam Fakülteye başladıktan bir hafta sonra “İrfan beni dinlendir” dedi. Ben de hocamın İslam Tarihi derslerine girdim. Bu durum bana çok şey kazandırdı. Asistan olarak başlayıp, bir hafta sonra derslere başlamak büyük bir şanstı benim için. Hocamdan hem Yüksek Lisans’ta, hem Doktora’da Tarih Usulü Metodolojisi dersleri aldım. Daha sonra hocamız, İtalya’da Gregorian Üniversitesi’ne gitti. Orada anlatacağı İslam Tarihi ilk dönemle ilgili notlarını ben hazırlamıştım. Hazırladığım fişlerin orada çok işe yaradığını, teşekkür ederek bana söyledi. Bu durum tabi ki beni çok onore etti.

Şu anda biz hocamızın odasında oturuyoruz iki arkadaş olarak. Ben Dekan Yardımcısı olduktan sonra, hocamızın odasını iki asistanı Prof. Dr. Mehmet Özdemir ve ben paylaştık. Onun eşyalarını ve hatıralarını her daim korumaya çalıştık. Bizim için çok onur verici bir duygudur.

Hocamızın çok kuvvetli bir eğitici yönü vardı. İnsanlık yönü çok demokrat, saygıdeğer bir yapısı vardı. Pek çok Yüksek Lisans, Doktora sınavlarına bizi çağırır, mutlaka gelin izleyin, görün derdi. Eğitici yönünün kuvvetli olması hasabiyle bunları zikrederdi. 67 yaşında emekli olduktan sonrada ben dekan yardımcısı olduğum süre zarfında da sürekli burayı ziyaret ederdi. Biz de hocamıza karşı gerekli saygıyı göstermede kusur işlemezdik. Saygıdeğer hocamız Franz Babinger, Rosenthal gibi ilim adamlarının çalışmalarını bize sürekli hatırlatır ve anlatırdı. Bu noktada kendisinin ilmi bilgilerinden, fazlasıyla istifade edebildik. Hocamız, benim danışmanımın da hocası olduğu için, hem Yüksek Lisans, hem Doktora tez jürimde bulunmuş, tez çalışmalarımı ciddiyetle inceliyerek bize önerilerini, ikazlarını yapmıştır.

Hocam akıl ve mantığa çok önem verirdi. Çalışmalarımızda bu unsurların göze çarpmasını isterdi. Ben “Muaviye ve Devlet Politikası” adlı konuyu çalıştım. Hocam tez çalışmamı çok beğendiğini, kendisinin de pek çok bilgiyi edindiğini söylemişti. Çünkü hocamız Osmanlı Tarihçisi olması hasebiyle ilk döneme henüz çok vakıf değildi. Bu yüzden de İtalya’ya gidip Gregorian Üniversitesi’nde ders verdiğinde, biz beraber çalıştığımız için notları benden istemişti. Hocamızla çok samimi bir iletişimimiz vardı. Biz rahatlıkla hocamızın evine gider gelirdik.

111

Hocamızın bütün normal işlerini de yapmaya çalışırdık. Kendisi uzun yıllar bölüm başkanlığı, dekanlık gibi görevlerde bulunmuştu. Dolayısıyla hiçbir işi eline değdirmemeye çalışırdık. Raporlar ya da yüksek lisans, doktora öğrencileriyle ilgili tüm işleri bitirirdik. Şöyle bir anımızda vardır; hocamız emekli olduktan sonra beni ziyarete geldi. Ben de Fakülte dekan yardımcısıyım. Hocam nasılsınız, ne yapıyorsunuz diye sorduğumda “Ya İrfan, çocukların Cihan’ın faturalarını yatırıyorum. Ama ne kadar zormuş bu işler” dedi. Hocamızın asistanı iken, bu tarz şeyleri bile hocamıza yaptırmazdık. Hocamız alışkın olmadığı için çok zorlanmıştı. Böyle güzel anılarımız vardır hocamızla.

Hocamızı biz 1982’de yüksek lisansa başladığımız sene tanıma şansını yakaladık ve 1999’da vefatına kadar beraber çalıştık. Askerlik sürecimde ve iki sene de yurt dışına gittiğim süre zarfında ayrı kaldık. Bunun haricindeki vaktimiz hep hocamızın yanında geçti. Bizim fakülteye Sayın Mehmet Özdemir Bey ile başlamamızın arasında bir hafta var. Bizden hemen sonra Nahide Hanım’ı aldık ve sonra da İbrahim Sarıçam’ı, (rahmetli oldu kendisi) Almanya’dan çağırdık, getirdik. Almancalarının güçlü olması hasebiyle özellikle bu arkadaşları istedik. Daha sonra biraz daha gençler Hasan Kurt, Seyfettin Erşahin geldi. Dolayısıyla Seyfettin ve Hasan Beyler hocanın son dönem çalışmaları ile daha iç içe oldular. Hocam, çok enteresan bir kişiliğe sahipti. Köyünde bir kısmı akrabası bile olmayan sadece köylüsü olan üç beş fakir çocuğu hep kendi maaşıyla okutmuş. Hocam temiz giyinirdi, düzgün giyinirdi ama eski giyindiğini biliyorum. Çünkü bu masrafı burslara kullanmayı tercih edecek kadar gönlü zengin bir kimseydi. Zaman zaman yanına uğrayan banka müdürü, profesör ya da farklı mevkilere gelmiş olan, okuttuğu kimseler vardı. Hocama da çok saygı ve minnet duyarlardı. Hocam kendi maaşından onları okutacak kadar paylaşımcı ve yardımsever bir zat idi. Oğlu Erkan Yurdaydın bizim emsaldi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okuyordu. Şimdi İspanyol Dili Bölümünde çok başarılı bir akademisyendir. Erkan ile bir araya geldiğimizde, hocam oğluna, “ İrfan doktorayı bitirdi, askerliği bitirdi sen de elini çabuk tut” şeklinde telkinlerde bulunurdu. Yurdaydın hocam benim tanıdığım dünya beyefendisi, kibar bir insandı.

Hocam çok nüktedan bir zat idi. Bir anekdot anlatır. İtalya’da bir resepsiyonda hocaya papazlar içki ikram ederler. Hocamız papaza sorar, “kaç çocuğunuz var?” der. Papaz da “ya sen bilmiyor musun? Biz evlenmeyiz, çocuk da

112

olmaz.” cevabını verir. Yani hocamızı içki içmediği için ayıplamışlar. Fakat hocamız da “siz yuva kurup çoluk çocuğa karışmak gibi bir nimetten kendinizi alıkoyuyorsanız, bu da olabilir” deyip gülüşmüşler. Nüktedan ruhuyla, fıkralarıyla hem sınıf dersleri hem yüksek lisans hem de doktora derslerini neşelendirirdi. Hocamız çok temiz vefat etmiştir. Bir gün evindeyken duş alıyor, evindeki koltuğa yaslanıyor. Ve oturduğu yerde vefat ediyor. Ama tabiî ki bu ölüm bizler için, yakın çevresi için ağır ve acı bir kayıp olmuştur. Ruhu şad, mekânı cennet olsun inşallah. Ben on beş senedir Türkiye’de olmadığım için, böyle bir çalışma yapamadık kıymetli hocamızla ilgili. Keşke burada bizler böyle bir çalışma yaptırsaydık. Bu da bizim zulümüzdür. Böyle bir çalışmayı siz yaparak, bu işin sevabını da almış olacaksınız.