• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.2. Politika

3.2.2. Politik Eleştiriler

Küresel düzeyde yaygınlaşan neopopulizm; 1980 sonrasında Türk toplumuna da dalga dalga bireyciliği taşıdı. Özal iktidarının liberal politikası ve ekonomide serbestlik açılımları bu bireyciliği destekler nitelikteydi. 12 Eylül sonrasının toplumsal ortaklık düşüncesinden yoksun, öncelikle kendini kurtarmayı ilke edinen bireyleri, ülkenin enflasyon, borç, işsizlik, terör koşulları içinde Avrupa’nın üzerinde yükseldiği bireyciliği ne kadar sindirebildiler bilinmez ancak bu durum toplumsal eleştiriyi alaşağı eden bir durumdu. Gerek sanat eleştirisi gerekse toplum eleştirisi çıkmaza girmişti. Toplumsal eleştiri yanı ağır oyunlar yerini bireysel açmazların, psikolojik çözümlerin sergilendiği oyunlara bıraktı. Politik taşlamalar ya yersiz yurtsuz, zamansız ya da Özakman’ın, Cücenoğlu’nun yaptığı gibi bir zamansal açılımla ya da farklı bir mekana göndermeyle yazılıyordu. 1990 sonrasında politika; neredeyse hiç konuşulmayan, sudan ucuz güldürülerin içine saklanıp konuşuluyormuş gibi yapılan bir sanattı. Bu ortamda, Türk oyun yazarlarının Türkiye gerçeklerini oyunların içinde temel eğilim olarak göstermelerini beklemek yanıltıcıdır. Dönemin Sivas Katliamı’ndan 28 Şubat’ına, Susurluk’undan türban açılımlarına kadar pek çok olayı neredeyse hiç dokunulmamış olarak durmaktadır.

Susurluk’un beyinlere kazıdığı “derin devlet” teriminin hemen ardından devletin mafyayla ilişkisi adına pek çok soru gündeme geldi. Tencerelere vurarak eylem yapılmış olmakla birlikte her şey gibi Susurluk da zamana teslim oldu. Boynukara, O’nun Saltanatı’nda (1996) bu tuhaf ilişkiler düzeni üzerinden bir oyun kurar. Ancak onun işaret ettikleri zamansızdır. Dağınık oyun yapısı içinde, bir türlü getirilemeyen finalle, söylemeye çalıştıklarıyla gösterdikleri birbirini tamamlamakta zorlanan bir oyun karşımıza çıkar. Toplumun en alt tabakasından gelme bir grup insan üst tabakaya geçme savaşı vermektedirler. Tahtabacak’ın işlettiği basit pansiyonda sevgilisi Dilber, uyuşturucu satan Keş, tombalacı Kör, cepçi Cepdoktoru, fahişelik yapıp para kazanan Bitli, bekçilikten mahalle bekçiliğine yükselmiş ve “asayiş berkemal”le işi götüren Hafiye, ağzında duası aklında cariyeler olan Hoca ve saf taklidiyle her şeyi izleyen Kalfa bir nevi toplumu oluşturmaktadırlar. Ta ki O, Biri ve Diğeri buraya gelip düzenlerini bozana kadar. O; düzenin reisi olup bu küçük

141

çeteden bir mafya, mafyadan da bir mebus ve etrafındakiler zinciri oluşturmak istemektedir. O; parasını bile ödemediği pansiyonu ve içindekileri, aşka ve sahiplenilmeye hasret Dilber sayesinde ele geçirecektir. Pansiyondan beş yıldızlı otele gidilen yolda Kör kumarhane işletmeciliğine, Keş nakliyeciliğe, Bitli ve Dilber ev işletmeciliğine, Tahtabacak ise hep aradığı saygınlığa, millet mebusluğuna kavuşacaktır. Bu süreç gammazlıklarla ve çıkarlarla doludur. Önce Diğeri gider öteki tarafa, sonra Biri. O, babası meçhul anası fahişe olmakla geldiği itibarsız yeri tanımlıyor gibidir. Hep aradığı toplumsal saygınlığı edinmek için herkesi harcamaya hazırdır. Aslında bütün bu itilmiş tiplerin derdi o güne dek kendilerinden esirgenen parayı ve saygıyı kazanmaktır. Oyun boyunca O ve diğerleri illegal işleri yasal hale getirmekle mafya-devlet ilişkisinin nasıl bir çizgiyle ayrıldığını anlatırlar. Bu düzende bir adım öncesi mafya, bir adım sonrası devlet için çalışmaktır. Hafiye başlangıçta bu küçük, kirli işler mahallesinden sorumlu bekçidir. Devlet içeri girene kadar buralardaki tek yetkili gibidir.

“Tahtabacak: Alt tarafı bir bekçisin, bilmeyen olsa seni memleket yönetiyor sanır.

Hafiye: Yöneticilik küçük kademelerden başlar, sonra büyür. Eskiden ben yalnız bir kulübede bekliyordum. Şimdi koskocaman bir mıntıkadan sorumluyum. Yaa…

Tahtabacak: İyi iyi…

Hafiye: Bu mıntıkayı yönetmek memleketi yönetmekten daha zor.”208

O, bu küçük, beceriksiz çeteden büyük işler çıkarmak niyetindedir. Ne de olsa hırsızlar çetesi, dilendiriciler çetesi, kumarbazlar çetesi gibi çetelerden doğar mafya, sonunda devletin içine seçilerek sızar, devleti bile yönetir.

“O: Paramız var. Kör dediğin adamdan iyi bir kumarhane işletmecisi olmaz mı?

Tahtabacak: Olmasına olur. Ama benim o kadar param yok. Bir miktar vardı onu da çaldırdım. Gitti, gitti.

O: Cepdoktoru’ndan iyi bir nakliyeci olmaz mı? Olur. Keş’ten iyi bir tüccar olur. Ya Bitli’den, Bitli’den iyi bir işletmeci olur.

Tahtabacak: Ne işletmecisi? O: Ev işletecek, yapamaz mı? Tahtabacak: Yapar.

208

142

O: Herkese bir iş kuracağız. Kimse tüketici olmayacak. Sen niçin bir mebus olmayasın, niçin?”209

Bu arada işletilen evlerden iki kadın kaçmış, biri trafik kazasında ölmüştür. Hafiye ise artık O’nun adamıdır. Susurluk kazasında ortaya çıkan üçgene bir gönderme vardır. O’nun halk üzerine eleştirileri her para verene, her iş kurana, iş verene, her odun kömür dağıtana, her kuruşa kendini satmaya hazır potansiyel seçmen halka yöneliktir.

“O: (…) Halka takılacak bir halksınız siz, ancak bundan anlarsınız. Sürü bile değilsiniz. Yoruldunuz hemen.

(…) Hiçbir şeyden haberiniz yoktu, sefil haldeydiniz, sürme perişandınız. Bir tek atalarınızdan kalma ve fakirliğinizden kaynaklanan delikanlılığınız vardı. Sizi yoğurduk, hepinize uygun kılıflar hazırladık. Ruhunuzu eğittik.

(…) Kazandınız, kazandınız, kazandınız.”210

Bir türlü getirilemeyen finalde O da bu topluma ve onun yetinmeyen hırsına kurban verilir.”Peki şimdi biz ne olacağız. Onsuz ne yapacağız. O kadar alışmıştık ki

O’nun saltanatına. Onsuz nasıl yapacağız.”211 diyen toplum korosu, aslında bir başka O tarafından yeniden güdülmeyi bekleyen potansiyel sürüdür.

Refik Erduran, Tiyatro İstanbul’da Nedret Güvenç tarafından sahnelenme imkanı bulan Seher Vakti (1997) oyununda; Susurluk’la ortaya konan mafya-devlet- polis üçgenini daha gerçekçi biçimde ele alır. Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla, Tiyatro ve TV Yazarları Derneği'nin iş birliğiyle gerçekleştirilen ve gişe hasılatından elde edilen gelirden ‘temiz toplum girişimi’ne pay ayrılan oyunda olaylar, milletvekili olan doktor eşinin cenazesi için Almanya'dan gelen çocuk doktoru Seher'in kendisini bir anda bir polisiye romanın içinde bulmasıyla başlıyor. Kocası bir cinayete kurban giden Seher Hanım, her gün haber bültenlerinden, gazetelerden takip ettiğimiz olaylar zincirinin tam ortasındadır artık. Tanımadığı bazı adamlardan ölüm tehditleri alırken kocasının da, kendisine bir koruma tahsis eden emniyet teşkilatının da o kadar masum olmadığını fark etmeye başlar. Bu süreç için de Dr. Seher'e kocasının ölümüyle ilgili hiçbir açıklama yapılmazken kendisinden beklenen tek şey susmasıdır. Ancak sık sık karşısına çıkan çete, özel tim, örgüt, tetikçi, mafya,

209 y.a.g.y., 39 s. 210 y.a.g.y., 72 s. 211 y.a.g.y., 76 s.

143

kumar oteli, kara para, beyaz mal, işkence gibi sözcükler Seher'in kocasının ve düzenin dürüstlüğüne duyduğu inancı yıkarak yepyeni bir Seher çıkar ortaya. O çocuklarının geleceği için mücadele edecektir.

Tiyatronun daha çok şiirsel olması gerektiğini düşünen Erduran, yaptığı araştırmalar nedeniyle bu oyunun gazeteci yönüyle biraz karıştığını düşünmektedir. Seher Vakti'nde siyah - beyaz kesin tipler yok. Herkesin haklı ve iyi olduğu bir yan vardır. Erduran da hayatı boyunca hiç bembeyaz bir insan görmediğini yalnızca iyilik-kötülük oranlarının değiştiğini söyler. Yazarın metninin sahne metninden biraz daha karamsar olduğunu itiraf eden Nedret Güvenç, isimde yer alan o ‘seher vakti’ umudunun altını biraz daha çizmiş. “Hiçbir zaman bir seher vakti olduğu umudunu

kaybetmemeliyiz” diyor Güvenç. Erduran da aynı umudu paylaşıyor aslında “Gün doğmadan hemen önceki o seher vaktinde olduğumuzu düşünmek istiyorum.”212

Seher Vakti, belli bir olaydan hareketle yazılmış ve politik yanının altı kuvvetli çizilmekle birlikte ılımlı bir bakış açısına sahip bir oyundur. Erduran bu oyunda herkesin kendince bozulma nedenlerini sıralarken; yorumu yine izleyene bırakmaktadır.213

Tuncer Cücenoğlu’nun Helikopter’i (1993) politik göndermeleri olan bir durum oyunudur. Denizcilik Bakanı (ki yazıldığı dönemde henüz yoktur, bu oyunu Türkiye’den uzağa düşürür gibi yapar), Özel Kalem Müdürü ve Müsteşarı deprem bölgesine giden Muhabir ve Kameraman’ın helikopterine binerler. Ancak yedek pilotu bekleyecek zamanı olmayan Bakan’ın isteğiyle alelacele kalkarlar. Rahatsızlanan pilot nedeniyle bir dağa zorunlu iniş yaparlar. Pilot son bir hamleyle hepsini kurtarır ve can verir. Bundan sonrası “şimdi ne olacak, kurtarılacaklar mı” sorusunu içeren bir durumu anlatır. Hiç işi yokken deprem bölgesine en önce gidip şov yapmak isteyen Denizcilik Bakanı, bakanlığını bir para kazanma yeri olarak kullanan bir adamdır. Müsteşarı ile yaptığı dalaverelerden ötürü sürekli sürtüşen Bakan, yakını torpille işe almayan bürokrata ne kadar beceriksiz olduğunu açıklar.

“Bakan: Sen beceriksizliğin adını dürüstlükle kapatmaya çalışan bir bürokratsın hepsi o kadar! Eğer becerikli olsaydın özel girişimciler kapardı seni. Sen sırtını devlete dayamış, daha kötüsü bir de işleri olmaza

212

www.tiyatrostudyosu.com.tr

213

144

sürüklemeyi kendisine ilke edinmiş beceriksiz bir adamsın. Tıpkı diğerleri gibi. Dünyanın değiştiğinin farkında değilsiniz. Ellerinizle sarılmışsınız masalarınıza, değişimi engellemek için ne gerekirse yapıyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki bu değişimi engellemezseniz kendiniz yok olacaksınız.”214 Aslında biri izne bile çıkmadan devlete hizmet eden bir memur, öteki koltuğu başka işler için yatırım yapma yeri olarak gören bir girişimcidir. Devlete sımsıkı tutunmuş sadece yaşamsal cesaretleriyle birbirlerinden ayrılan bu iki adam da koltuk sevdalısıdır.

“Bakan: …Neden çıkmazdın izne? Çünkü koltuk boş bırakmaya gelmez. Siz bürokratlar bunu çok iyi bilirsiniz. Bir yerde boşluk varsa hemen doldurulur. Kaldı ki kendilerinin olmamasıyla işlerin yürüyebileceği gerçeğini görmemizi engellemek için de izne ayrılmazlar bu bürokratlar…”215

Buraya gelerek insanlara şov yapmaya çalıştığını söyleyen Müsteşar’a Bakan politikanın kendisinin baştan aşağı bir şov olduğunu açıklayacaktır: “Beceriksiz bir

bürokratın düşünemeyeceği kadar çok paralar. Politika bir yatırımdır. Hep gündemde kalmayı başarırsan gelecek dönem seçilmen kolaylaşır.”216

Seçim tanıtımlarına milyarlarca harcanmasının, Sedat Bucak gibi aşiret reislerinin ya da onların desteklediği akrabaların bu seçimlerden zaferle çıkmasının, her milletvekilinin bir girişimci olmasının elbette bir nedeni vardır. Bakan’a göre kapitalist sistem içinde payına düşeni almak isteyen herkes; sistemin gerektirdiğini yapmak zorundadır. Tutunacak bir başka sistem kalmamıştır ne de olsa:

“Bakan: …Bu pastadan pay almak isteyen işini iyi yapmak, durmamak, zamanı iyi değerlendirmek zorundadır.

Kameraman: Dediğiniz bu sistem için geçerlidir Sayın Bakan. Bakan: Başka bir sistem kadı mı ki dünyada?

Kameraman: Başka sistemlerin yıkılması bu sistemin doğruluğunu göstermez.”217

Sistemin kurdu olan Bakan, kendilerini kurtarmaya gelen helikoptere binmesi için Muhabir’e öncelik tanıyarak TV ekibi karşısında şovunu yapar ve belki de bir

214

Tuncer Cücenoğlu, Helikopter / Yıldırım Kemal / Kadıncıklar, Toplu Oyunları 2, Mitos Boyut Yayınları, Tiyatro / Oyun Dizisi: 32, İstanbul, 1993, 82 s.

215 y.a.g.y., 83 s. 216 y.a.g.y., 85 s. 217 y.a.g.y., 85 s.

145

sonraki seçim için yerini garantiler. Hülya Nutku, Cücenoğlu’nun yazarlığı için;

“...oyunlarında basit, yalın bir konu vardır. Ele aldığı her konuda toplumsal bir yaraya değinir. Sonuçta umut var gibi bir tavır içinde olan yazar bireye toplumsal yükümlülüklerini de anımsatmadan duramaz. Sorumlulukların ise ortak paylaşımlarla çözüleceğine inanır.”218 demektedir.

Devlet erkanının taşlandığı bir oyun da 1900’lü yılların Osmanlı’sını anlatan Külhanbeyi Operası’dır (1995). Ülkü Ayvaz’ın bu oyunu, Osmanlı İmparatorluğunun son çöküş dönemini sergileyen şarkılı, atışmalı, danslı, eğlenceli fantezilerle donanmış bir oyundur. Dönemin devlet ricalinin gazetelere baskı kurmak için giriştikleri entrikalar, halkın ve tulumbacı takımının yaşamları ve külhanbeyleri anlatılırken, ilk kadın tulumbacı Behiye'nin serüveni de verilir. Oyun, Osmanlı'ya ilk kez giren, evlerin yangına karşı sigortalanması işleminin, devlet erkânı tarafından vurgun aracı olarak kullanma girişimlerine de değinerek, Osmanlı devlet adamlarının çağdaş yeniliklere karşı olumsuz tavırlarını dile getirmektedir. Tulumbacılar kullanılarak ‘sigorta’ denilen Avrupa için eski Osmanlı için yeni icatla vurgunlar yapılmaktadır.

“Memduh Rıdvan: Hayırdır paşam. Tulumbacı taifesini mi şişleyeceğiz. Müsteşar: Yok evladım tam tersi… Onları besleyeceğiz. Çayır kuzusu gibi semirteceğiz onlar. Bu leziz iş, bize Evropa’dan ithaldir. Adı: Sigo-orta’dır. Koç Arif: Sigo ney?

Memduh Rıdvan: …orta.

Müsteşar: Bakın bir ev sigo-orta edilince neler oluyor… Şu Evropa vilayetlerinin adamları pek akıllı neme lazım. Parayı aldım evini sigorta ettim mi?

Koç Arif: Ettin paşam eyvallah. Msteşar: Evin yandı.

Koç Arif: Maf oldum.

Müsteşar: Gelip evin parasını tıkır tıkır benden alacaksın. Oldu mu? Memduh Rıdvan: Paşam sen aptal mısın? Şeey yani niye para verirsin ki? Müsteşar: Aslında kimseye kuruş vermeyeceğiz. Boyuna toplayacağız. Ah, bu Osmanlı kafası…”219

Kadınlara şeyhülislam yasakları vardır. Tulumbacı Behiye erkek içine çıkıyor diye bir fermanla, bir köşe başında şişleniverir. Gazeteciler padişah ve saltanat

218

Hülya Nutku, “Tuncer Cücenoğlu’nun Yazarlığının Gelişimi ve Oyunları”, y.a.g.y., 10 s. 219

Ülkü Ayvaz, Külhanbeyi Operası, Mitos Boyut Yayınları, Tiyatro / Oyun Dizisi: 72, İstanbul, 1997, 19-20 s.

146

sorgusu altındadır. Bir meclisleri olduğuna sevinirken; bunun göstermelik olduğunu anlayınca, politik oyunlarla karşı karşıya getirilmiş halk “Meşrutiyet ne getirmişti ki” sorusunu durmaksızın sormaktadır. Bir yangın yeridir Osmanlı. Habire yanan ahşap evleri, çürük saltanatı, sigo-orta vurguncuları ve şehitleri, sürgünleriyle. Meşrutiyet’in ilanı kelleleri saymayı kolaylaştırmıştır sadece. Oyun boyunca birbirleriyle rekabet halindeki tulumbacılar; “Silahlar Anadolu’ya!” kavga ilanıyla İngiliz işgali karşısında birleşiverirler.

Bir döneme, bir imparatorluğun çöküşüne, çürütülen sistemiyle, yeniliği memlekete sokmak istemeyen gericileriyle, vurguncu bürokratlarıyla bakan oyun; konunun doksan yıl sonrasında ele alınmasını değişmeyen düzene ve ad değiştirip aynı şekilde yürütülen politikalara borçludur.

Haluk Işık, Hoş Geldin Amerika’da (1992), 1946 yılının limana Amerikan gemisinin gelmesini bekleyen bir genelevini işler. İstanbul’da Ziba Genelevi’nde Amerikalılar’ın gelmesini umutla bekleyenlerin hazin güldürüsüdür bu. Köhne genelevde, “Amerikalılar bu ülkeye nur, askerler kerhanelere bereket getirecek” söylentisi eşliğinde, tek umut olarak gördükleri Amerikalılar’ın kendilerini kurtaracaklarına duydukları inançla hazırlık yapan kadınlar vardır. Tıpkı Coni’lerle evlenmek için peşlerinde koşan Türk kızları gibi, tıpkı bırakacakları dolarla kalkınacaklarını sanan esnaf gibi, tıpkı Türkiye’ye yapacakları yardımla Türkiye’yi kurtaracağını sanan halk gibi… Marshall yardımının yapıldığı, insanlara süt yerine süt tozunun içirildiği yıllardır bu yıllar.

“1.Görevli: Marshall, büyük dostumuzun memleketimize yapacağı yardımın adıdır. Missouri de bu vefanın temsilcisi.”220

Amerika Ziba Genelevi’ne uğramaz, geride (gerçekte) süt tozlarını bırakır ve gider. Haluk Işık’ın Hoş Geldin Amerika’sını (1992) bir toplumu genelevle simgelediğini düşünerek anlamlandırmak mümkündür. Konuya emperyalist yardım eli ve buna her türden şeye razı haliyle Türkiye ikilemiyle bakan Işık’ın elli yıl sonra konuyu sahneye taşıması yine de anlaşılamaz. Gün ile göndermeleri açıkça belli edilmeyen, toplumsal kodlamaları net olarak kurulamayan oyun; farklı politikalar ve

220

147

dayanışmalar güden, “Go Home”ların 80’lerde kaldığı bir Türkiye’de “nostaljik taşlama” olmaktan öteye gidemez.

Ataol Behramoğlu, 80’li yıllarda yazdığı Lozan oyununu 1993’te yeniden düzenlemiştir. 1839-1924-1993 olmak üzere üç kronolojik noktadan tarihin kimi yerde bulanık, kimi yerde duru, kimi yerde yakamozlu sularına salınan bir ağdır anlatı. Ya da Ataol Behramoğlu’nun deyimiyle, üç kronolojik çıkışı olan bir labirent. Behramoğlu, uzun bir süre ve çokça emek harcanarak, aydın sorumluluğu içinde yapılmış bir araştırmanın ürünü olan Lozan oyununun önsözünde “Daha ilk

çalışmalarım sırasında Lozan konusunda düşünmenin, aslında emperyalizm üzerine düşünmek olduğunu anlamıştım. Bugün de Lozan’ın bir zafer mi yoksa bir hezimet mi olduğunu tartışmaktan çok emperyalizmin ne olduğunu tartışmamız gerektiğine inanıyorum” diyor. Ancak konunun o yılların moda türüne uygun hale getirilip

kabare şeklindeki işlenmiş olması, belgesel değeri olan bir konuyu ucuzlatmıştır.221 Kerem Kurdoğlu’nun Fayton Soruşturması (1991) oyununu da politik eleştirisi olan bir oyun olarak değerlendirmek gerekecektir. Tiyatro Devran’dan Kumpanya topluluğunu kurmaya geçen süreçte kendi kaleme aldığı metinleri de sahneye taşıyan Kurdoğlu; oyunda mitolojiden yola çıkıp Türkiye ve demokrasi kavşağında durur. Oyun Ovidius’un Dönüşümler’inden yola çıkarak mitolojik kahraman Fayton’un, ışık tanrısı Apollon olup olmadığını araştırması ve yola koyulmasıyla başlar. Bu hedefle Olimpos’a çıkan Fayton’un kökenlerini araması sırasında tanrılarla ilişkisi ve bir Türk komiserinin yardımcısının Fayton olayını soruşturmaya başlaması, bu arada Prometheus’un da zavallı insanları demokrasinin var olabileceğine inandırmaya çalışmasıyla oyun; üç ayrı boyutta gelişir. Mitolojik bir olaydan Türkiye gerçeğine ve çağa göndermeleri olan bir oyun olarak Fayton Soruşturması yazarlığı bugüne çok fazla taşınmayan bir tiyatro adamının bir dönem oyunu olarak kalır.

Bu bölümde ele alınan oyunlarda; politik taşlamaların politikacılar ve onların belirsiz politikaları, vurgunculukları ekseninde yürütüldüğü görülür. Külhanbeyi Operası, Lozan, Hoş Geldin Amerika’daki gibi tarihi yanı üzerinde derinleştirilmeyen, zaman ve olaylar açısından bugün adına söz söyleme yetisi de olmayan bir eğilimle ‘geçmişe bakış’ söz konusudur. Fayton Soruşturması ve

221

148

O’nun Saltanatı’nda ise isimlerle, olaylarla bir zamansızlık yaratılmış olması ilginçtir. Önermesi, geçtiği yer ve zamanı belli bir oyun olan Seher Vakti en net politik oyun olmasına rağmen araştırmacı yanıyla ağır basan, konuya bir gazeteci gözüyle, objektif yaklaşan bir oyundur. Bir de Helikopter gibi sürece ilişkin belli bir olayı konu edinmekten çok genel politik söylemler, durumlar, fotoğraflar ve eleştiriler üzerinden oyun yazılmıştır. Yazarlarca cılız kalan politik taşlama eğilimi, önce gazino sonra da TV kabarelerine bırakılmış, onlar da ‘mış gibi’lerle politik taşlama yapıyormuş gibi bir havaya bürünmüştür.

Benzer Belgeler