• Sonuç bulunamadı

Plajda Gezintiler

Belgede Refik Halid Karay. Ilk Adım (sayfa 193-199)

Devrin harp, darp dedikodusundan bunalmışlara tavsi­

ye ederim; sabahleyin veya öğleden sonra aldıkları gazeteyi ceplerine koysunlar, bir plaja varsınlar, soyunup kurnlara uzansınlar ve o gazeteyi de hiç açmadan, şöyle büküp güneş girmesin diye gözlerinin üstüne kapatsınlar. . . Oh! İnsan bir dinleniyor, dünyayı bir unutuyor, kavgasız bir küreye çekil­

miş kadar bir ferahlıyor, bir rahat nefes alıyor ki . . .

Zira çıplaklıkta ve kurnsalda bir sulh ve asayiş tesiri var.

Mademki sırtınızda üniforrna, elinizde silah, belinizde pa­

laska yoktur; mademki etrafınızda herkes sizin kıyafetiniz­

dedir, sopasız, tüfeksiz, apoletsizdir; mademki çoluk çocuk pervasız soyunmuşuz ve ortaya atılmışız, salma salına yürü­

yor, sırt üstü veya yüzükoyun, hatta baş başa, diz dize yatıyor, suya dalıp dalıp çıkıyor, boylu boyuna uzanıp uyukluyoruz;

demek ki, tehlikeden uzaktayız, halden eminiz, keyfimiz ye­

rinde, sıhhatimiz yolunda, dert üstü, murat üstüyüz. Böyle değilsek de öyle sandıracak bir dekor içindeyiz, sulh ve salalı kıyafetindeyiz. Tam manasıyla siviliz ve disiplinden uzağız.

Bunun içindir ki ne denizi ve nüdist, hatta ne Deniz Ku­

lüp, ne Yat Kulüp, ne de Denizbank azasından ve erkanından olduğum halde her gün plaJlarda ve denizlerdeyim. Plaj de­

nilen yer, beni hep tatlı hülyaya, güzel düşüncelere, insanca 193

fikirlere, dertlerinden kurtulup sükfına, huzura kavuşmuş bir dünyaya sevk ediyor.

Kendi kendime diyorum ki: Hayır, şu başımın üzerine örttüğüm gazete eski belalı zamanlardan kalma bir günü geçmiş nüshadır; onun verdiği korkunç haberler uzak bir maziye aittir. Hepsi bitti, gitti, unutuldu.

Şimdi ne o vardır, ne bu .. . Birisi Meksika'da "Barışım"

adındaki hatıratını yazmakla meşgul. Öteki bir şifa yurdu­

nun bahçesinde, şapkasına sorguç diye bir ortanca çiçeği takmış, tarhların kenarındaki şimşir çitlerine intizamlı geçit resmi yaptırıyor. Havuza düşen söğüt yapraklarının karışık deniz manevralarını seyredip kurbağa seslerinin alkışiarına selam vaziyeti alıyor. Chamberlain'in şemsiyesi, Daladier'in melon şapkasıyla beraber, yan yana sulh müzesindedir; baş­

ka bir camekanda da -inşallah- Stalin'in arnele gömleğiyle Bonnet'in eldivenleri kucak kucağadır. Harp müzesinde de Anadolu'yu Roma İmparatorluğu çerçevesine sokmuş bir yalancı harita asılıdır; fakat duvara değil, bir sehpaya!

Evet, o bulıran geçmiş, kasırgadan sonraki yıkanmış hava başlamıştır. Almanya artık tereyağı yiyebiliyor. İtalya da beyaz gömlek giyebiliyor. Zogo'nun oğlu Tirana'daki saray bahçesinde çember çeVİrınektedir ve imparatorlar imparato­

ru Addis-Abeba'da iri şemsiyesi altından vergi toplamakta ve adalet dağıtmaktadır. Beneş, Yakup Kadri'nin yeni büyükel­

çilik itimamamesini kabul ediyor; Viyana' da maktul Başvekil Dolfüs için kurulmuş abideye Berlin bir çelenk gönderiyor.

Siz bu hülyanın üst tarafını zülfüyara dokunamayacağı için artık zihninizde tamamlayınız. Plaj hayal kuvvetini artı­

rıyor ve çıplaklık sulh rüyalarını parlatıyor.

Bundan başka plaj faydalı sezişlere ve eğlenceli görüş­

lere de müsait bir yer. . . İnsan başkasının karnma bakarak kendisininkinin daraltılması lüzumunu pek vuzuhla, hatta hendesi bir kanaatle aniayabiliyor ve çirkinliğinin derecesi­

ni iyice ölçebiliyor.

Kuma yatıp kendi kendime grafik ve istatistik eğlencele­

riyle avunuyorum. Mesela o gün plaja gelmiş olan karınlıla­

rı, cesametlerine göre, hayalimde yan yana diziyorum; yarı karikatür, yarı tıp kitabı resmi, güldürücü ve düşündürücü bir tablo husule geliyor. Şişmanlık ve karın çekilir şey değil!

(Buradaki çekmek mastarı yalnız mecazi manada kullanıimam ış­

tır.) Her vaziyette insanı birbirinden gülünç ediyor. Ayakta görünce şöyle düşünüyorsunuz: "İkiz olsa gerek . . . " Sırtüstü yatarken bakıyorsunuz: "Bir dana yutmuş galiba, hazını ile meşgul. . . " Yüzükoyun uzanmışsa, "Yavrusunu altına sakla­

mış, ezme se bari. . . "

Bilhassa böyle şişman bir adamın yanında, vücudunda göğsü ile sırtını, önü ile ardını birbirinden ayırt edecek hiç­

bir alarnet taşımayan çerden çöpten bir kadın bulundu mu insanın aklına ilk gelen fikir şu oluyor: Karınca bir tırtıl sü­

rüklüyor. Görüyorsunuz a, plajda zihin daima vakit geçirtici hesap, hendese, muvazene, sıklet oyunlarıyla meşguldür.

Plajlar, erkek kadın, çoluk çocuk, her din ve mezhep ehlinin çıplak olarak bir yerde toplanması itibarıyla din ki­

taplarındaki kıyamet gününden de bir manzara hatıra geti­

riyor. Ama öyle bir kıyamet günü ki, hesabımıza, günah ve sevaplarımıza bakıtdıktan sonra cennetlikterin ayrıldığı bir kamp içindeyiz, neşe ile bekleşiyoruz. Biraz sonra bir boru

ötecek, bir turnikeden geçeceğiz ve "Buyurun! Buyurun! "

doğru cennet köşklerine gidip yerleşeceğiz!

Güneşin sağlam ışığı bir taraftan, kumların ılık bağrı öte taraftan, deniz sesi, kadın çığlığı, iyotlu hava, ağızda tuz çeşnisi, karşıda hoş birkaç siluet -beğenmediklerine bakma­

yıver- gazinoda cazbant, yavaş yavaş zihin yelken açıp gidi­

yor, gidiyor, okyanus adalarına kadar. . . Medeni kanunların ve ihtiyaçların olmadığı bir adacığa kadar ... Orada kabile reisinin, yiyeceğin muz, ananas ve balık; giyeceğin hasır peş­

tamal ve saz külah . . . Saçları na oymalı yapraklardan çel en k, bellerine çiçeklerden kemer takmış, abanoz tenli cariyeter dizinin dibindedir, hindistancevizi kabuğundan yapılmış tastarla güneşte alkolleştirilmiş frenküzümü içkisi sunuyor­

lar ve meze olarak sıcak kayalarda kurutulmuş gevrek kari­

des butları yutturuyorlar. Oh! Ne bakkal hesabı, ne ev kirası, ne vergi ihbariyesi, ne iane makbuzu, ne gaz maskesi, ne ye­

raltı siperi, ne propaganda nazırının nutku, ne Popoto'nun makalesi, ne Danzig, ne Cebelitarık, hatta ne Satie vakası, ne açık neşriyat davası, ne harem, ne imar planı, hepsinden, bütün kabuslardan, üzüntü ve eziyetten uzaksın . . .

İşte plajda bir hayal: İşte plajın bir keyfi!

Bunu yapan çıplaklıktır. Beden çıplaklığı zihni de lü­

zumsuz örtülerden, o bunaltıcı, terletici fikir elbiselerinden kurtarmaya yarıyor, fikir de plajda soyunuyor, yıkanıyor, daha samimi, daha tabii oluyor. Zaten çıplak olarak kurnda oturup kalkma rahatlığını hiçbir yatak, divan, sedir, halı ver­

miyor. Kumla insan derisinin hoş bir imtizacı var: Hem sert, hem yumuşak; hem serin, hem sıcak; hem sabit, hem oynak, adeta zekalı bir zemin!

Ayrıca plaj bir atölyedir de . . . Gide gele, seyrede ede, vücut teşkilatını öyle öğreniyorum ki, akşam dönüp de yata­

ğıma girdiğim zaman aklımdan boyuna resimler çiziyorum.

Hem pek maharetle, haftalık mecmualanmızın kapakla­

nndakinden daha canlı çiziyorum. Şöyle bir kavis, şöyle bir münhani, 1 şöyle bir zaviye,2 oldu bir vücut . . . Hani, insan ilk pokere merak sardığı zaman bütün gece nasıl kağıtlarla uğ­

raşır, kare yapar, floş çıkarır, rest der; plaj dönüşü de öyle oluyor; neler yapabiliyorum neler, hayalirole ressam ve ka­

rikatürist kesiliyorum; müddei-i umumP korkusu da yok!

Usulcacık söyleyivereyim: Plaja en yakışan vücut balıketi. . . Derken bir görüş, seziş melekesi de başlıyor. Mesela plajdan ayrılıp vapura binmişsin, trende veya tramvaydasın;

zihin hayret verici bir kabiliyede gördüğü insanları, elbise­

lerinden tecrit ediyor, "şurası böyledir, burası öyle," diyor, bir güzel sanatlar akademisi profesörüne parmak ısırtacak istidat ve olgunluk gösteriyor.

Çıplaklığın faydalan pek çok, hem sade maddi ve sıhhi bakımdan değil, terbiye ve ruh noktasından da . . . Evvela göz doyması, göz tokluğu. Sonra adama alışmak ve tabiiliğe dö­

nüş. Yavaş yavaş da benimsememek, bir kemale eriş, bir istiğ­

na mertebesine varış. Soyulmak ne kadar fena ise soyunmak o derece iyi . . . Şehri üstünde taşıyan elbiseleri üzerinden acele acele atıp da birdenbire dar locadan geniş kumsala fırlayıvermek bütün manasıyla ferahlamak. Vücut ferahlığı, göz ferahlığı.

1 münhani: eğri 2 zaviye: köşe

3 müddei-i umumi: savcı, umumi haklar adına dava açan hakim

Ben insani fikirlere saplanmış bir adamım. Plajda bakı­

yorum, yorgun, terli, tozlu bir vücut, erkek veya kadın, sıcak elbiselerinden kurtulup soğuk, tuzlu, hassalı bir suya dalı­

yor; sudan dirilik ve canlılık alıyor; kendime yapılan bir iyi­

lik kadar hoşlanıyorum. ''Yıkan kızım, yıkan oğlum, dal, çık, kulaç at, köpekleme yüz, dipte git, yüzde gez; yazıhanenin, mağazanın, dikişçi odasının, fabrika ve deponun tozu topra­

ğı üzerinden aksın, silinip süprülüp gitsin, ferahla! "

Güneşten yarı kavrulmuş, toza bulanmış, solmaya yüz tutmuş bir çiçek tarlasına, akşamüstü, şöyle hortumu çevirip şakır şakır su verilirken, damlacıklar temizlenmiş yapraklar arasında parlar; bütün renkler gülerken nasıl çiçekler he­

sabına haz duyarsam, plajda da böyle oluyorum. Sade ken­

dimin değil, bin eza içinde yanıp kavmimuş küçük maişet erbabının yıkanıp serinlemesinden, gülüp oynaşmasından, tertemiz sevişip kucaklaşmasından keyif alıyorum.

Doğrusu serin deniz suyunun tene acayip bir sokuluşu, şöyle jilet kadar hafifçe çizerek, gıcıklayarak, fakat zevk ve­

rerek taze ısırgan otu gibi yakıcı bir sürtünüşü, kedi dili gibi yarı törpülü bir yalayışı var, enfes!

Biz böyle yıkanırken, şimdi dört duvar arasında terleyen eski deniz h ovardalarının Allah yardımcısı olsun!

Belgede Refik Halid Karay. Ilk Adım (sayfa 193-199)