• Sonuç bulunamadı

PEYGAMBERİMİZ (S.A.S.)’İN MERHAMETİ VE ÇOCUK TERBİYESİ

Ahmet BALTACI

MERHAMETİ

Âlemlere rahmet olarak gönderildiği beyan edilen Peygamber-i Zîşân Efendimiz, ümmeti için rahmet olduğu gibi bütün insanlar için de rahmet olmuştur. İnanmayanların toptan helak olmayışı ve azaplarının tehir edilişi onun duası bereketiyledir. Onun 23 senelik peygam-berlik devresi Seâdet Devri veya Seâdet Asrı diye anılır. İnsanların beşer tarihinde bir eşine daha rastlayamayacağı bu devrede Rasûl-i Ekrem’in rahat yüzü görmediği; geceleri uyumayıp ümmeti için dua ettiği; gözyaşı döküp istiğfâr ettiği bilinmektedir. Ümmetine olan düşkünlüğü Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber verilir:

“Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir.

Size çok düşkündür. O, mü’minleri esirgeyicidir, bağışlayıcıdır.”[184]

Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, kendi isimlerinden olan Rauf ve Rahîm kelimelerini Peygamberimiz hakkında kullanmıştır ki, hiçbir peygamber bu iltifata mazhar olmamıştır. Hakikaten ümmetine karşı şefkati çok fazla idi. Dualarını Cenâb-ı Hak kabûl etmiş ve şu İlahî müjdeyi vermiştir:

“Muhakkak Rabbin sana (âhirette bol bol atıyye) verecek de sen de hoşnud olacaksın.”[185]

Bu İlahî müjdeye karşı Peygamber Efendimiz de;

“O takdirde ümmetimden bir kişi dahi azabda iken razı olmam.”[186] buyurmuşlardır.

Ümmeti hakkında yapmış olduğu dualarından bir örnek verelim:

(... Resûl-i Ekrem (s.a.s.), Hz. İbrâhim ve Hz. İsa’nın dualarını okuduktan sonra ellerini kaldırdı ve:)

“Yâ Rabbi! Ümmetimi (bağışlamanı dilerim), ümmetimi!..” (diye dua etti) ve ağladı... Allahu Zü’l-Celâl Cebrâîl’e;

“Ey Cibrîl! Muhammed’e git; Rabbin, her şeyi en iyi bilendir, seni ağlatan nedir, diye ondan sor.” dedi. Cibrîl, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’e geldi ve ona sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.) de ona söylediğini haber verdi ve,

“O, her şeyi en iyi bilendir.” (dedi). Cenâb-ı Hak da;

“Ey Cibrîl! Muhammed’e git de, de ki: Biz ümmetim hakkında seni hoşnud kılacağız ve seni mahzun etmeyeceğiz.” buyurdu.[187]

Peygamber-i Zîşân (s.a.s.) Efendimiz, mü’min olarak vefat eden ümmetinin her bir ferdine ve hatta günahkârlarına Cenâb-ı Hakk’ın iz-niyle şefaat edecek ve onların azabdan kurtulmasına yardımcı olacaktır. Mahşer âleminin o dehşetli gününde ümmetinin tamamına şefaat [184] Tevbe Sûresi, Âyet: 128.

[185] Duhâ Sûresi, Âyet: 5.

[186] Ahmed Es-Sâvî, Sâvî ale’l-Celâleyn, cüz 4, s. 329.

[187] Hâfız El-Münzirî, Muhtasar-ı S. Müslim, Kuveyt 1969, s. 35, Hadîs No. 96.

için izin alıncaya kadar kapanmış olduğu secdeden başını kaldırmayacaktır. Nitekim bir hadis-i şerifte;

“Her Peygamberin (ümmeti hakkında) makbûl bir duası vardır. Her peygamber duasında acele etti. Ancak ben duamı Kıyâmet’te ümmetime şefaat için sakladım. İnşaallah ümmetimden Allah’a şirk koşmayarak ölenler nâil

olacaklardır.”[188] buyurmuşlardır.

Binaenaleyh âhirette de ümmetinin yardımcısı ve şefaatçisi olacaktır. İnsanoğlu, kendi öz nefsine dahi Peygamberimizin ona acıdığı kadar acımamaktadır. Her insaf sahibi bu gerçeği teslim etmek zorundadır. Onun vazifesi, insanların kurtuluşu için çalışmak; gerekirse bu uğurda her türlü ezâ ve cefalara katlanmak... Bu gerçeği anlamayan Kureyş kavmi uluları amcasına müracaat etmişler ve;

“Ya yeğenini susturur davasından vazgeçirirsin, yahut da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar onunla da seninle de çarpışacağız.” de-mişlerdir. Bu durumu amcası Peygamberimiz (s.a.s.)’e naklettiği zaman mübarek gözleri yaşararak şöyle buyurmuşlardır:

“Amca! Vallahi bu işi terk etmem için Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime koyacak olsalar ben, yine onu bırakmam.

Allahu Teâlâ ya onu (bütün cihana) yayar; ya da bu yolda ölür giderim.”[189]

Tehdit ve zorla hak davasından vazgeçiremeyeceklerini anlayınca servet, hükümdarlık ve evlendirme teklif ettiler. Onlara cevaben şöyle demiştir:

“Ben ne servet, ne de satvet peşinde koşuyorum. Beni, Cenâb-ı Hak bütün insanlığa ihtâratta bulunmak için göndermiş bulunuyor...

Siz bunları kabûl ederseniz dünya ve âhiret saadetine nâil olursunuz. Kelimât-ı İlâhiyyeyi reddederseniz aramızdaki davayı Cenâb-ı Hak fasledecektir.”[190]

O, her şeyden önce bir peygamberdir. Halka, Hakk’ı tanıtmak ve onları rızâ-i İlâhiyyeye erdirmek için çalışmaktadır... Bu vazifeye derin bir aşkla kendisini veriyor ve bir tek insanın dahi yanlış yolda kalmasına gönlü razı olmuyordu. Kendi hayatına kasteden, elindeki silahıyla üzerine saldıran düşmanlarının dahi hidayeti için dua ediyordu. Efendimizin insanlara karşı ne kadar şefkatli olduğunu görmek isteyenle-re şu âyet-i kerîme ne güzel delildir:

“(Habîbim) onlar için (dilersen) istiğfâr et. (Dilersen) istiğfâr etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfâr dahi etsen yine Allah kendile-rini kat’iyyen yarlığayacak değildir. Bu böyledir. Çünkü Allah’ı ve Resûlünü inkâr ile kâfir olmuşlardır. Allah ise fasıklar gürûhuna hidayet etmez.”[191]

Âyet-i kerîme Abdullah b. Übey b. Selül hakkında nazil olmuştur. Kendisi münafıkların reisidir. Ve fırsat buldukça içerideki ve dışarı-daki düşmanları tahrik ederek İslam’ı yıkmaya çalışmıştır. Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de;

“Eğer yetmişten fazla istiğfâr edilince affolunacağını bilseydim yapardım.”[192] buyurmuştur.

Bu ne âlicenaplıktır! İnsanlık tarihinde bir örneğine daha rastlamak mümkün müdür? Onun bu âlicenap hareketi bir kısım münafıkla-rın İslam’a ısınmalamünafıkla-rına vesile olmuştur. Şu husus kat’iyyetle söylenebilir: Efendimiz nerede ve nasıl hareket ederse etsin onun tek hedefi;

insanları küfrün ve dalâletin pençesinden kurtarmak; İslam’a, seâdet-i dâreyne eriştirmektir. Cenk meydanlarında dahi tek düşünceleri budur. Onun yanında bir insanın hidayetine vesile olmak, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha değerlidir. Çünkü rahmet olarak gönderilmiştir ve insanlara yapılacak en büyük iyilik, onların iyi bir kul olmasına yardım etmektir. Onun bu yüce duygularına bir de eşsiz nezaketi eklenince karşısında hangi düşmanı barınabilirdi? Düşmanlarını kahreden nokta da bu idi. Muarızlarından birçokları kalplerinde meydana gelen tesire karşı koyamamışlardır. Zamanla kendileri veya çocukları Müslüman olmuşlardır.

İnsanlardan düşkün, fakir, kimsesiz ve muhtaç olanlara en büyük yardımcı o idi. Peygamberliğinden önce haksızlıkla mücadele için yapılan Hılfu’l-Fudûl adıyla anılan anlaşmaya katılmıştır. Cemiyette, aç kalan ona koşmuş; zulme uğrayan bîçare ona sığınmış; hakkını alamayan ona başvurmuş ve herkes derdinin dermanını onda bulmuştur.

Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in titizlikle üzerinde durduğu konulardan bir tanesi de insanların terbiye (eğitilme)’si konusudur. Genellikle in-[188] Aynı eser, s. 35, Hadîs No. 95.

[189] İbn-i Hişâm, Sîretü’n-Nebî, Kâhire, c. 1, s. 278.

[190] Mevlânâ M. Ali, Peygamberimiz, İstanbul 1341, s. 90.

[191] Tevbe Sûresi, Âyet: 80.

[192] Ahmet Es-Sâvî, Sâvî ale’l-Celâleyn, s. 2, s. 191.

sanların ve bu meyanda çocukların terbiyesi konusunda da merhamet ve şefkati esas olarak almıştır.