• Sonuç bulunamadı

AK Parti`nin Güvenlik Politikaları

Belgede Türkiye`de yeni sağ politikalar (sayfa 141-144)

4.3 AK Parti Döneminde Uygulanan Politikalar

4.3.2 AK Parti Đktidarı Döneminde Türkiye`de Đç Politikalar

4.3.2.2 AK Parti`nin Güvenlik Politikaları

Đktidara geldiği günden itibaren güvenlik konularını sıkı denetimde tutmaya çalışan AK Parti`nin, bu konuda attığı ilk adımlar şunlar olmuştur; olağanüstü hal uygulamasına (OHAL) son verilmiş, Devlet Güvenlik Mahkemeleri`ni ve özel yetkili mahkemeleri kaldırmıştır. Türkiye`nin kanayan yarası olan teröre son vermek amacıyla, toplumun barış ve beraberliğini korumak için “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ni başlatmışlardır. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurularak terörle mücadele konusunda politika ve strateji geliştirmek üzere yetkilendirmişlerdir. Vatandaşlık Kanunu değiştirilmiştir. Belirtilen hususlara kısaca değinelim.

Olağanüstü yönetim; devletin, hukuk düzenine esasen olağan kuralları ile üstesinden gelmesine imkan bulunmayan olağanüstü bir tehdit veya tehlike karşısında başvurduğu yollardır. 1982 Anayasası, “olağanüstü hal” ve “sıkıyönetim” olmak üzere iki tür olağanüstü yönetim usulü öngörmüştür. Olağanüstü hal yönetimi geçici olmakla beraber, insanların hak ve hürriyetlerini kısmen veya tamamen kısıtlamaya imkan veren bir düzenlemedir. Türkiye`de olağanüstü hal uygulaması, PKK terör örgütü nedeniyle ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki bazı illerde 1987’den itibaren uygulanmaya başlanmıştır. 19 Temmuz 1987 tarihinde geçici olarak uygulanmaya başlatılan bu prosedür, üst üste 46 kez uzatılmış ve 2002 yılına kadar aralıksız olarak devam ettirilmiştir. Olağanüstü hal döneminde, idarenin sahip olduğu güçlü yetkiler ve askere verilen özel yetkiler yüzünden o dönem olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmış, hapisanelerde insanlara işkenceler edilmiştir. Kısaca bu durum AK Parti hükümeti tarafından demokrasinin önünde duran en büyük engel olarak nitelendirilmekteydi (Sessiz Devrim, 2013: 45). AK Parti`nin, iktidarının 12. gününde demokratikleşme adına attığı ilk büyük adım, olağanüstü hal uygulamasına, 30 Kasım 2002 tarihinde yeni bir uzatma kararı alınmamak suretiyle son vermek olmuştur. Aslında kararın alınmasının hem

demokrasi açısından, hem insan hakları açısından ve bireye devletin her hangi bir kısıtlama getirmesini kabul etmeyen yeni sağ görüşü açısından çok büyük önemi vardır. Burada atılan adım bireyin hak ve özgürlüklerini tanımak adına büyük iş olarak görülebilir.

1973 yılında devletin güvenliği ele alınarak DGM`ler kurulmuş, lakin bu mahkemeler ciddi eleştirilere neden olmuştur. Bu mahkemenin yargılama usulündeki farklılıklar ve hakimlerden birinin askeri mahkeme hakimi olması, kararları alırken fazla güvenlikçi tavır sergilemesi söz konusu eleştirileri neredeyse haklı çıkarmaktaydı. DGM`lerin varlığı; AĐHM tarafından bu mahkemelerin insan haklarının ihlaline yol açtığı ve insanların adil yargılama hakkını çiğnediği gerekçesiyle Türkiye`nin sorumlu tutulmasına neden olmuştur. AK Parti hükümeti döneminde, 2004 yılında DGM`ler kaldırılmış, yerine özel yetkili ağır ceza mahkemeler getirilimiştir. Devlete karşı işlenen suçlara bakmakla yükümlü olan özel yetkili mahkemeler 2012 yılında, 6352 sayılı Kanun ile kabul edilmiş üçüncü yargı paketinde yapılan değişiklikle birlikte kaldırılmıştır (Sessiz Devrim, 2013: 46). Bu adımların atılması ile Türk yargı sisteminde şeffaflaşma amaçlanmış, insanların adil yargılanma hakkı tanınarak demokrası yolunda yeni bir adım atılmıştır.

OHAL`ın iptal edilmesi, yargıda demokratikleşmeye doğru adımların atılması ile Türkiye’de 2002 yılında başlayan demokratikleşme ve normalleşme sürecinin devamı olarak “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” (MBKP) ile birlikte bireyin temel hak ve özgürlüklerinin standardını yükselterek demokratikleşmeyi genişletmek suretiyle her türlü bireysel fikrin ve siyasal görüşün sakin bir şekilde ifade edilebildiği, sorunlarla ilgili çözüm önerilerinin karşılıklı hoşgörü içinde tartışılabildiği, çoğulcu ve özgürlükçü bir ortamı sağlamak amaçlanmıştır. MBKP ile AK Parti, sorunların rahatça tartışılabileceğini ve iktidarının ilk defa böylesine yoğun bir çözüm iradesi ve arayışı sergilemesi ile, aynı zamanda bir tür “sosyal restorasyon” işlevi görmüştür (Sessiz Devrim, 2013: 48). Bunun yanı sıra AK Parti hükümeti kendisinden önceki hükümetlerden farklı olarak, PKK sorununu aşabilmek adına 2012 yılında ülkede yaşanan terörün ve onun beslendiği, dayandığı felseyeyi öğrenmek için Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı`nı kurarak terörle mücadeleyi bilimsel yöne çekmeyi planlamıştır. Sessiz Devrim (2013: 48) kitabında bu kurumun kurulma amaçını şöyle açıklıyor; “bu kurum ile birlikte güvenlik paradigmasındaki değişime paralel olarak; sorunu yalnızca güvenlik tedbirleriyle özdeşleştirmeyip, terörle mücadeleyi çok boyutlu bir çerçevede toplumsal, psikolojik ve hukuksal boyutlarıyla ele alacak,

sosyal bilimlerin verileriyle hareket edecek ve uluslararası deneyimlerden faydalanacak yeni bir yaklaşım benimsenmiştir”. Bu kurumun kurulmasının da, MBK projesinin de tek amacı ülkede var olan köklü bir sorunu, yani Kürt sorununu çözmektir.

Kürt sorunu Türkiye`nin çok eski zamanlara uzanan bir sorunu olmuş ve bu sorun 1985`den bu tarafa kanlı eylemlere dönüşmeye başlamıştır. AK Parti hükümetinin Kürt sorununa yaklaşımını Yayman`ın (2011: 374) tespitini esas alarak şöyle sıralayabiliriz:

• AK Parti ile başlayan yeni siyasal dönem, Kürt sorununda da yeni bir dönemin başladığını ortaya koymuştur. Özellikle 2007 seçimleri sonrasında başlayan “Demokratik Açılım” süreci Kürt sorununda tarihi bir dönem olmuştur.

• AK Parti, sorunun çözümünü “demokrasinin derinleştirilmesi, ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi ve kültürel hakların tanınması” olarak, birbiriyle bağlantılı üç başlık altında dile getirmektedir. Bunların hiçbirinin yekdiğerini öncelemediğini ve eşzamanlı olarak dile getirilmesi gerektiğini, sorunun salt bir asayiş ve güvenlik sorunu veya salt bir güvenlik sorunu olarak tarif edilemeyeceğini düşünmektedir. • AK Parti, Kürt sorununa yaklaşımında üç kırmızı çizgisinin olduğunu belirtirken bunları “etnik milliyetçilik”, “bölgesel milliyetçilik” ve “dinsel milliyetçilik’ olarak tarif etmiştir. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasının Kürt sorununda tarihi bir dönemece karşılık geldiğinin altını çizmek gerekmektedir.

• Bu çerçevede, AK Parti, Kürt meselesinin çözümü için daha önce farklı çalışmalarda dile getirilen “OHAL’in kaldırılması, Kürtçe TV yayınının serbest bırakılması, Kürtçe isimler üzerindeki yasakların kaldırılması, yerleşim birimlerinin isimlerinin iade edilmesi” gibi uygulamaları hayata geçirmiştir.

• AK Parti, Kürt sorununa parti programında yer veren ilk sağ partidir. Parti programında terörle mücadelenin devam etmesi gerektiği belirtilmiş; ancak şiddeti normalleştiren tüm sosyal ve siyasi sorunların demokratik bir zeminde çözülmesi gerektiğinin altı çizilmiştir .

Kürt sorununa yaklaşımda AK Parti iktidarı gerektiği kadar tarafsız ve adil davranmaya çalışmış, bölgenin kalkınabilmesi için ciddi yatırım imkanları sağlamıştır. Bunun yanı sıra bölgede askeri gücü azaltarak askeri yetkileri kısıtlamış ve bununla da ülkenin her bölgesinden olan bireyin temel hak ve özgürlüklerine

saygısını ifade etmiştir. AK Parti`nin kamu politikalarını değerlendirdiğimizde, yeni sağ görüşün temel taleplerinin burada ciddi uygulamaya konulduğunun şahidi olacağızdır. Đster yerelleşme konusunda, ister bölgelerde birey yönlü politika izlemesi açısından bakıldığında AK Partinin bu taleplerin büyük çoğunluğunu yerine getirdiğini görmekteyiz.

Belgede Türkiye`de yeni sağ politikalar (sayfa 141-144)