• Sonuç bulunamadı

ANASOL – D Hükümetinin Kurulması ve Uygulamaları

Belgede Türkiye`de yeni sağ politikalar (sayfa 102-106)

3.2 Körfez Savaşı; Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye`nin Artan Önemi

3.3.4 ANASOL – D Hükümetinin Kurulması ve Uygulamaları

28 Şubat süreci ardından Haziran ayında Başbakan Erbakan istifa etti. Beklenenin aksine Cumhurbaşkanı Demirel, hükümet kurma yetkisini Çiller`e değil de Mesut Yılmaz`a verdi. Aslında 28 Şubat sonrası beklenen darbe ve sonrasında yeni bir hükümet olma olasılığı üzerine Hazirana doğru gelindiğinde, artık Yılmaz hükümet kurmak için koalisyon girişimlerine başlamıştı. 20 Haziran 1997 yılında Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini verdikten sonra Yılmaz, kısa sürede yani 30 Haziran 1997`de yeni bir koalisyon hükümeti kurmuştu. Aynı gün Cumhurbaşkanı`ndan onay alan 3. Yılmaz hükümeti, 8 Temmuzdaki güven oylamasına kadar ANAP'ın sandalyesi 136`ya, DTP'ninki 15`e yükselmiş, DYP ise

98'e düşmüştü. Refahyol cephesine son darbe, 8 Temmuz'daki oylamada gelmiştir. DYP'de RP ile işbirliğine karşı çıkan 7 muhalif, güven oylamasına katılmamışlardır (Kocabaş, 1998: 173). Yılmaz hükümeti, bağımsızlardan aldığı destekle 8 Temmuzda güvenoyu almıştır (Yetkin, Radikal, a.g.i.s., 2015). Yılmaz`ın koalisyon ortakları, Demokratik Sol Partisi ve Demokratik Türkiye Partisi olmuştur. Yılmaz, ANAP`ın parti başkanı olmasından itibaren geçen sürede hiç bir seçim kazanamamasına rağmen 3 defa başbakan olmak fırsatı yakalamıştı. Zaten en uzun Başbakanlık süresi de 3. Yılmaz hükümeti dönemiydi. ANAP, Özal`dan kalan yeni sağ politikalarından bu dönemde ciddi bir taviz vermemiştir (Vikipedi, a.g.i.s., 2015). Başbakan Mesut Yılmaz, ilk yemeği konut bahçesinde “sivil inisiyatif temsilcileri ile yiyerek gösterdikleri çabalar için teşekkür etmiştir. Hükümet Programı'nda yeni sağ, Özalcı politikalara devam edileceğinin belirtilmesine ve bunun ilk örneği olarak akaryakıta yüksek oranlarda zam yapılmasına sivil inisiyatif temsilcilerin büyük çoğunluğundan her hangi bir tepki gelmemiştir” (jmo.org.tr, TMMOB, 2015: 17).

ANASOL Hükümet Programı`nda demokratikleşme başlığı altında verilen maddelerin çoğu soyut söylemlerden ibaret olup, somut hedefleri içermediği gözlemlenmektedir. Toplumsal muhalefetin en önemli unsurlarından birisi konumuna gelen kamu çalışanlarının sendikal haklarından sözedilse bile, örgütlenme hakkı dışında, toplu pazarlık ve grev haklarının yasal güvence altına alınacağına değinilmemektedir. Aslında yürütülen neo-liberal politikalar olsa da koalisyon programında kamu kesiminin yeniden yapılandırılması düşünülmektedir. Kamu personel rejimindeki sorunlara çözüm getirileceği söylense de, bu uygulamaya çok da gerçekleşmemiştir. En önemli sorunlardan biri olarak görülen işçi-memur ayrımına çözüm getirilmemiş, sendikal grev hakları ve toplu sözleşmelere değinilmemiş, sanayileşme ve kalkınmadan söz edilmemiştir (jmo.org.tr, 2015: 18).

O dönemde Türkiye`nin en büyük sorunu Güneydoğu sorunu ve orada yaşanan olaylardı. ANASOL – D Hükümeti, Özal`ın da anlayışına uygun düşen bir tarzda Güneydoğu sorununun bir kürt sorunu olmadığını, bunun sadece coğrafi, sosyal ve en önemlisi ekonomik sorun olduğunu tehşis etmiş, sorunun çözümünün, yine aynen Özal`ın dediği gibi, ekonomik yatırımlarla olacağını savunmuştur. O dönem hükümet sözcüleri de bu durumu şöyle anlatmışlardır; “Hükümetimiz döneminde ise, sorun, sadece güvenlik sorunu olarak görülmeyecek, bölgeye yönelik ekonomik ve sosyal politikalara da gereken önem verilecektir” (jmo.org.tr, 2015: 18). Aslında Güneydoğu sorunu bir ekonomik ve demokrasi sorunu olarak görülmeli, atılan adımlar bu yönde

olmalıdır. Sadece askeri müdahaleler sorunun çözülmesi için yeterli olmayabilir ve daha da kötüleşmeye götürebilir. Bunun için bölgeye acil demokratik ve barışcıl çözümlü bir program uygulanması lazım (jmo.org.tr, 2015: 18-19). Zaten hükümetlerin yanlış politikaları yüzünden geride kalmışlık gibi sorunlar ortaya çıkmış ve bu sorun ilerleyen yıllarda daha da büyümüştür.

AB ilişkileri bağlamında bakıldığında bu dönemde 28 Şubat`ın izlerini bulabiliriz. Örneğin, MGK Kararları ile AB`ye tam üyelik yolunda ciddi adımlar atılmaya çalışılmış, bu konuda ilerleme yapılmasına ciddi gayretler harcanmıştır. Nitekim, AB`nin önyargılı tavrı ve kendi ilkelerini dayatma isteği bu konuda ciddi sonuçlar alınmasında sorunlara neden olmuştur. Aslında bu sorunların kaynağında Türkiye`nin kendisinin de payı vardır. Demokrasi ve insan hakları konusunda ciddi eksiklikleri olan ülkenin bu sorunları aşamaması, ekonomik ve siyasi fatura olarak Türkiye`de ödetilmektedir (jmo.org.tr, TMMOB görüşleri, 2015: 19).

ANASOL-D döneminde uygulanan 28 Şubat politikalarının başında eğitimin “8 yıl zorunlu” olarak uygulanmaya başlaması gelmektedir. 8 yıllık zorunlu eğitim; Đmam Hatip liselerinin normal liselerden ayırılması gibi ideolojik amaçlar taşımakla birlikte, eğitimde zorunlu din derslerin kaldırılması, çocukların zorunlu olarak eğitime gönderilmesi ve kayıt oldukları okulda 8 yıllık zorunlu eğitim almaları planlanmaktaydı. Birlik dergisinde yayımlanan “ANASOL-D Hükümeti`nin politikalarına eleştiri” başlıklı makale şöyle diyor (jmo.org.tr, TMMOB görüşleri, 2015: 19):

Ülke 17 yıldır neo-liberal politikalara, Özalizme teslim edildiği için eğitime de bir kar alanı gözüyle bakılmıştır. Temel eğitimde ve yüksek öğretimde "piyasa ilişkileri" öne çıkarılmış, bunun sonucu olarak fırsat eşitliği ortadan kaldırılmış, toplumsal kesimler ve bölgeler arasındaki farklar daha da artmıştır.

12 Eylül darbesi sonrası Kenan Evren`in dediği; “devlet başkalarının çocuklarını okutmak zorunda değildir” sözü aslında eğitimin de özel sektöre açılmasına bir işaret niteliğinde idi. Darbe sonrası Türkiye`de eğitim alanları da özel kesime açılmış eğitime yapılan yatırımlar azaltılmıştır. Lakin makalede de ifade edildiği gibi eğitim alanına devletin katkı payının artırılması aslında eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasına büyük katkı sağlayacaktı. Bu dönemde devlet üniversitelerinin eğitim kapasitesinin ve kalitesinin arttırılması da önem arz etmekteydi.

Sosyal politikalar konusunda ise programda “eğitim, sosyal ve sağlık güvenceleri” ile ilgili beyanlar bulunsa da, açık olarak yapılacaklar hakkında kesin bir bilgi verilmemiş, programdan anlaşılacağı üzere neo-liberal politikaların devam ettirileceği sonucuna varılmaktadır. Buna esas olan nedenler ise, programda; “sosyal güvenlik kururluşları sağlıklı yapıya kavuşturulacak, bu kesime özel ve yerel sermayenin yöneltilmesine ve yatırım yapılmasına çalışılacaktır” denmesidir (jmo.org.tr, TMMOB görüşleri, 2015: 19). Bununla birlikte devletin kendi “temel görev” alanlarına, yani adalet, savunma ve güvenlik gibi alanlara çekilmesine çalışılmış, devletin sosyal devlet ve ekonomik devlet uygulamalarından uzaklaştırılması planlanmıştır.

Ekonomik alanda ise ANASOL-D programını yine neo-liberal çerçeveden çıkarmamış, dönemin tüm partilerinde olduğu gibi, enflasyon ve yüksek faizle savaşılacağı açıklanmıştır. Yeni sağ söylemi ile birlikte “sebest piyasa” kavramı piyasayı düzenleyecek tek güç olarak algılanmış ve kabul görmüştür. 17 yıldır uygulanan politikaların dışına çıkılmadığı gözlemlenmişdir. Asıl olan ise, 17 yılda sol eğilimli partilerin bile koalisyonlarda yer alması, neo-liberal ekonomik politikaların tercih edilmesinde ciddi bir değişim yaratmamıştır. ANASOL-D Hükümeti döneminde de devletin kaynak sıkıntılarının giderilmesi amacı ile özelleştirmelerin tam hız devam ettirileceği söyleniyordu. Palana dayalı kalkınma planları yapılsa bile bunlar uygulanmamakta, bu da sonuç olarak ciddi mali krizler, bütçe açıkları ve diğer sorunlar doğurmaktaydı. 90`lı yılların hükümetlerinin neredeyse hepsinde hükümete gelmeden yaygın olan; “enflasyonla savaşacağız”, “enflasyon yatırım alanlarını daraltmakta, gelir dağılımındaki eşitsizliğe neden olmaktadır” gibi ifadeler söylense de, nedense enflasyonla neredeyse hiç savaşılmadığı görülmektedir. TMMOB`un araştırmalarına (2015, 20) göre; enflasyonla bilerek savaşılmamıştır; bunun nedeni ise sermaye kesimi ile halk kesimi arasındaki kaynak aktarımının enflasyon sayesinde yapılmasıdır. En ilginci ise bu politikalara hükümet ortağı olan sosyal- demokratların da katılmasıdır.

Göründüğü üzere ciddi bir siyasi bunalım dönemi geçiren Türkiye, bu krizlerin çözümünü bulamayan hükümetler yüzünden git gide dibe doğru gidiyordu. Ekonomik alandaki başarısızlıklar, sosyal hayata yansımış, insanların hükümete olan güvenleri yerle bir olmuştu. Hükümete gelindiğinde yolsuzlukla savaşacağını belirten 55. Hükümet`in düşüşü de ne yazık ki, yine yolsuzluk olaylarında adının geçmesi ile oldu. Siyasi istikrarı olmayan bir dönem, krizler, hatalı yönetimler Türkbank gibi koca

bankayı batırmıştır. Türkbank, 1998'de Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde satış için ihaleye çıkarıldı. Đhaleyi, 600 milyon dolarlık fiyatla işadamı Korkmaz Yiğit kazandı. Ancak, Alaatin Çakıcı`nın da devreye girdiği anlaşılınca, ihale iptal edildi. Skandalla birlikte Yılmaz Hükümeti sarsıldı. Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Güneş Taner Yüce Divan'da yargılandılar. Rahşan Affı olarak bilinen yasa uyarınca kurtuldular (Takvim, 08.07.2010). Bu olay ardından ANASOL-D Hükümeti`ne destek veren CHP, desteğini çektiğini açıkladı. Açıklamakla kalmadı, TBMM`ye bir gensoru önergesi verdi. Gensoru önergesi kabul edilince 55. Hükümet resmen düştü.

Belgede Türkiye`de yeni sağ politikalar (sayfa 102-106)