• Sonuç bulunamadı

Z. ÇEŞİTLİ MOTİF GRUPLARI

14. PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde ülkenin birinde bir baba ile üç oğlu varmış. Derken baba bir gün yataklara düşmüş. Ölmeden önce üç oğlunu yanına çağırarak onlara şu vasiyette bulunmuş:

“Bakın evlatlarım ben ölürsem her gece biriniz mezarımın başında nöbet tutacak. Bu, benim size vasiyetimdir,” demiş ve ölmüş.

Babaları öldükten sonra çocukları onun vasiyetini yerine getirmek için sıra ile her gece babalarının mezarı başında nöbet tutmaya başlamış. ilk gece büyük oğul nöbet beklerken bir de ne görsün: Kocaman bir dev gelip mezarı eşmeye başlamış. Tabii büyük oğlu korkmuş ve bir ağacın kovuğuna saklanarak devi izlemiş. Sabah olunca dev gitmiş, adam da eve gidip kardeşlerine hiçbir şey söylememiş.

Neyse ikinci gece sıra ortanca kardeşe gider. O da aynı şekilde nöbet beklerken yine aynı dev gelip mezarı kaldığı yerden tekrar eşmeğe başlamış. Ortanca kardeş de ağabeyi gibi korkudan bir köşeye saklanmış, eve dönünce de bu olaydan kimseye söz etmemiş.

Üçüncü gece ise sıra en küçük kardeşe gelmiş. Küçük kardeşleri nöbet yerine gidince bir de ne görsün: Babasının mezarı yarıya kadar kazılmış durumdadır. Bu işte bir iş var diyerek mezarın yanı başında bulunan ağacın kovuğuna girmiş, nöbet beklemiş. O sırada kocaman bir devin geldiğini görmüş. Dev kaldığı yerden mezarı eşmiş. Tam babasının tabutunu çıkarmak üzere iken padişahın küçük oğlu ağacın kovuğundan fırlayıp kılıcı ile devi yaralamış. Dev kaçmaya başlamış. Oğlan da onu takip etmiş ve devin mağarasını tespit etmiş.

Küçük kardeş devin mağarasını tespit ettikten sonra eve dönünce durumu ağabeylerine anlatmış. Üç kardeş oturup devi öldürmek için plan yapmışlar. Yanlarına uzunca bir ip de alarak mağaranın başına gitmişler. Önce en büyük kardeşleri mağaraya ben ineceğim demiş ve ipin bir ucunu beline bağlayıp:

“Eğer seslenirsem beni yukarı çekersiniz,” demiş.

Bu sözünü söyledikten sonra aşağı inmiş. Yarıya kadar inince bağırmış, kardeşleri de onu geri çekmiş. Sıra ortanca kardeşe gelmiş. O da yarıya varmadan:

“Beni yukarı çekin,” demiş. Böylece sıra en küçük kardeşlerine gelmiş. Küçük kardeş hem çok cesur hem de çok yakışıklıymış. Ağabeylerine demiş ki;

“Bağırsam da, çağırsam da beni yukarı çekmeyin.”

O da ipi beline doladıktan sonra aşağı inmeye başlar. İner iner de bir de ne görsün, karşısında üç tane birbirinden güzel kız var. Oğlan ilk bakışta kızların en güzeli ve en çekicisi

olan küçük kız kardeşe aşık olur. Kız da aynı şekilde ona karşı bir ilgi duyar. Kızlar bu apansız anda gelen oğlana sorarlar:

“Ne işin var burada? Çabuk git, babamız uyanırsa seni hemen yer,” derler. Meğer bunlar yaraladığı devin kızları imiş. Dev ise yaralı şekilde sancılar içinde yatağında uyuyakalmıştır. Kızlar da bir an önce babalarından kurtulup yeryüzüne çıkmak için can atıyorlar. Babalarını öldürmesi için oğlana yardım ederler.

Nihayet oğlan devin yastığı altında bulunan kılıcı alıp devi öldürür ve kızları da yukarı çıkartmak için mağaranın başında bekleyen ağabeylerine seslenir. Ağabeyleri önce iki büyük kızları yukarıya iple çekerler. Aşağıda birbirlerini deliler gibi seven padişahın küçük oğlu ile devin küçük kızı kalır. Oğlan düşünür; ''Ben yukarı çıkarsam kız gelmeyebilir. Önce kızı gönderirsem çok güzel olduğu için ağabeylerim bana ihanet edip beni yukarı çekmeyebilirler.''

Kız:

“Önce sen git,” der. Oğlan da kıza:

“Hayır önce sen git,” der ve kızı yukarı çıkmaya ikna eder.

Kız yukarı çıkmadan önce parmağındaki yüzüğü çıkarıp oğlana verir:

“Ne olur ne olmaz, burada kalırsan bu odalardan birinde ak diğeri kara olmak üzere babama ait iki koç var. Eğer bu koçlardan ak koçun sırtına binersen seni yukarı çıkartır. Yoksa aksini yapıp kara koçun sırtına binersen seni yedi kat yerin dibine atar,” der. Hemen yukarı çıkar.

Yukarı çıkan kızı gören padişahın diğer iki büyük oğlu kızın güzelliği karşısında büyülenirler. Ona sahip olabilmek için küçük kardeşlerini mağarada bırakırlar. Küçük kardeşin korktuğu başına gelmiştir, artık ne yapsa faydasız; kız ise bağırır çağırır, gözyaşları döker. Yine nafile. Mağarada kalan küçük kardeş, kızın dediğini yapmak için birer birer odaları kontrol eder. Birinci kapıyı açtığında ne görsün, duvarlarda asılı bulunan bir sürü insan kafası, diğer kapıyı açar; altın, gümüş ve mücevherat gibi pahalı ve kıymetli eşyalar, üçüncü kapıyı açınca da; kızın dediği gibi biri ak diğeri de kara olmak üzere iki koç vardır. Bir an önce kıza kavuşmak heyecanıyla ak koça bineceğine kara koça biner ve kendisini yedi kat yerin dibinde yabancı bir diyarda bulur.

Biraz yürümeye başladıktan sonra bir eve rastlar. İçeri girince yaşlı bir nineyle karşılaşır. Ona başından geçenleri bir bir anlatır. Nineden yeryüzüne tekrar çıkmak için

yardım ister. Nine küçük kardeşe der ki:

“Biz, su ihtiyacımızı bu görmüş olduğun nehirden sağlıyoruz. Ama bir haftadır çok büyük bir ejderha nehrin önünü kesip köye su bırakmıyor. Ejderha da günde bir saatliğine suyu bırakmak için padişahtan her gün bir kızını ister. Padişahın yedi kızı vardı. Her gün bir tanesini ejderhaya verip bir saatliğine de olsa su ihtiyacımızı karşılamaya çalışmaktadır. Bu gün padişah, son kızını gönderiyor. Eğer bizi bu ejderha belasından kurtarırsan belki padişah seni vatanına gönderir.”

Bu söylenilenleri dinledikten sonra küçük kardeş, ejderhanın yerini nineden öğrenip gider. Büyükçe bir kayanın arkasına saklanarak bekleyedurur, biraz zaman geçince kızın geldiğini görür, ejderha tam kızı yiyecek iken kılıcını çeker ve ejderhayı öldürür. O sırada kız elini ejderhanın kanına bulayıp oğlanın sırtına vurur. Artık sular bırakılmıştır. Köylüler bayram eder. Herkes çok sevinir. Padişah da ferman eder:

“Bizi bu ejderha belasından kurtararak iyilik eden hangi yiğit kişi ise her ne dileği varsa karşılanacaktır,” der.

Padişahın bu fermanını duyan bir sürü genç, ejderhayı ben öldürdüm diyerek meydana çıkar. Padişahın kızı ise:

“Öldüreni ben tanıyorum. Çünkü sırtına damga vurdum, der” ve nihayet oğlanı yaşlı ninenin evinde bulurlar. Padişah, oğlanı huzuruna çağırır:

“Benden ne dilersen dile,” der.

“Yeryüzüne, memleketime, dönmek istiyorum,” der demesine de, padişah:

“Keşke sana yardım edebilseydim ama; ne fayda ki elimden bir şey gelmez. Fakat falan yerde bir leylek var. Her yıl yavru yapıyor ancak; büyük bir yılan gelip yavrularını yiyor. O yılanı öldürürsen belki sana yardım edebilir,” der.

Çaresiz, oğlan oradan da ayrılıp tarif edilen leyleğin yuvasına ulaşır. Bakar ki yılan yavruları yemek üzeredir. Oğlan, hiç vakit kaybetmeden yılanı paramparça ederek ağacın dibinde üst üste yığar. Yılana lokma olmaktan kurtulan yavrular çok sevinip oğlana:

“Gel bizim kanatlarımızın dibinde saklan yoksa leylek anamız gelip seni öldürür. Bunun üzerine oğlan da yavruların kanatları dibine girer ve leyleği bekler. Leylek gelip yılanı öldürülmüş bir halde görünce çok sevinir ve yavrularına der:

“Bu iyiliği kim yapmışsa benden ne dilerse dilesin, dileğini yerine getiririm.” Yavruları oğlanı, kanatlarının dibinden çıkartıp:

“O yiğit, bu gördüğündür,” derler.

oğlanın bu dileğini yerine getirebileceğini söyleyerek onu yer yüzüne çıkartır, vedalaşıp ayrılırlar.

Aradan yıllar geçmiş, her yer değişmiştir. Oğlan, biraz yürüdükten sonra ileride bir ev görüp içeri girince yaşlı bir nineyle karşılaşır.

Oğlan, nineye:

“Nine ne ediyorsun? Kimin kimsen yok mu?” diye sorunca nine:

“Üç oğlum vardı. Yıllar önce bir devin mağarasına gittiler. İki büyük oğlum döndü sonra da evlendiler. Çoluk çocuğa karıştılar. Şimdi ise bana bakmıyorlar. Küçük oğlum ise mağarada kaldı, hala geri dönmedi. Onu çok merak ediyorum,” der.

Bu sözleri duyan oğlan, yaşlı ninenin annesi olduğunu anlar fakat; açığa vermez, hemen devin en güzel kızını sorar. Evlenip evlenmediğini merak eder.

Nine der:

“Oğlum, bu memleketin en varlıklı, en yakışıklı erkekleri geldi ama; o hiç kimseyi kabul etmedi. Geldiğinden beri ne yiyip ne içiyor. Her gün ağlıyor. Sadece ona günde bir bardak süt götürüp içirtiyorum.”

Küçük kardeş, sevdiği kızın hâlâ yaşadığını ve kendisini sevdiğini duyunca mağarada kızın kendisine vermiş olduğu yüzüğü çıkartıp sütün içine atar ve nineye kıza götürmesini söyler.

“Eğer sütü içmeyecek olursa parmağını sütün içinde gezdirsin,” demiş. Nine hemencecik sütü kıza götürür ama; kız inat edip içmez.

Nine der ki:

“Kızım madem ki sütü içmiyorsun bari parmağını içinde gezdir,” der.

Kız, kabul eder ve parmağını gezdirince yüzüğünü görür. Büyük bir sevinç ve hayretle:

“Nine, bu yüzüğün sahibi nerede? Çabuk bana söyle!” deyince Nine: “Benim evimde,” der.

Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden eve, oğlanın yanına giderler. Birbirlerini hemen tanırlar. Nihayet devin en küçük ve en güzel kızı ile padişahın küçük ama yiğit oğlu yıllar

sonra birbirlerine kavuşurlar. Bir süre sonra da evlenip muratlarına ermişler. Faik BENGİ

Benzer Belgeler