Osmanlı Devleti’nin uyguladığı toprak sistemini tüm detaylarıyla aktarmak burada mümkün olmadığı gibi çalışma konumuzun da esasını teşkil etmemektedir. Fakat taşra teşkilatındaki en küçük idari birimi dahi sistematik bir şekilde merkeze bağlayan, merkeziyetçi bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nin toprak rejimi ve vergi usulünün genel hatlarıyla izah edilmesi, İpek Kazası’ndaki ekonomik hayatı oluşturan unsuların daha iyi anlaşılması ve temellendirilmesi adına uygun olacaktır.
İslam hukukuna göre toprak üçe ayrılmıştır. Birincisi arz-ı öşrî, ikincisi arz-ı
haracî üçüncüsü de arz-ı mirîye’dir. Toprağın bu şekildeki ayrılma kıstası, yeri ve
üzerinde yetişen ürünler değil sahiplerinin kimler olduğuyla ilgiliydi. Bu sebeple toprak sahipleri de Müslim, zımmî ve tegallübî yani fetihle ele geçirilerek idare edilen toprakların sahipleri olmak üzere üçe ayrılmaktaydı1. Öşrî topraklar, fetihle Müslümanlara mülk olarak verilen topraklardır. Toprak onların mülküdür, istedikleri gibi ekip biçerler, tasarruf ederler ve devlete öşür vermekle mükelleftirler. Harâcî topraklar, fetih sırasında gayrimüslimlere bırakılan topraklardır. Bu tip toprakların sahipleri de istedikleri gibi toprakları kullanabilirlerdi. Ekip biçtikleri, ürettikleri mahsul gelirinin, değişen bir oranla birlikte genel olarak onda biri kadarını harâc-ı mukâseme olarak öderlerdi. Yine yılda bir belirlenen oranda bir ödeme yaparlar ki bunun adı da harâc-ı muvazzafadır. Bu tip araziler Müslümanlar tarafından kullanılsa dahi uygulanan esaslar değişmez. Üçüncü kısım topraklar arz-ı miri ya da arz-ı memleket adıyla anılan devlete ait olan topraklardır. Toprağı işleyen reaya, toprağın sahibi değil, kiracısı durumundadır. Toprağın rakabesi yani çıplak mülkiyeti
devletindir. Reaya toprağı işler, eker, biçer, gelirlerinden devlete yine harac-ı mukasemesini ve harac-ı muvazzafasını öderlerdi2.
Osmanlı Devleti’nde topraklar genel olarak devlete ait olan mirî, sosyal ve dinî bir kuruma vakfedilmiş olan3 vakıf ve şahıslara verilen mülk adlarıyla anılan topraklar olmak üzere üç ana gruba ayrılmaktadır4. Yukarıda İslam hukukuna göre sınıflandırılan topraklarla burada Osmanlı Devleti’nde gruplandırılan topraklar farklı görülse de esas itibariyle aynıdır. Sadece ayrılma yöntemiyle farklı kriterlere göre tasnif edilmiştir. Toprağı kullanan kişinin dini durumu temel alınmıştır.
Osmanlı Devleti’ndeki toprakların büyük bir kısmı mirîdir. Mirî araziler, süresiz olarak köylüye verilmektedir. Toprağın verilmesi bir tapu karşılığında gerçekleşmektedir. Fakat bu tapu, köylüyü toprağın asıl sahibi yapmaz. Tapu bedeli, köylünün kiracı statüsünde olması karşılığında yaptığı bir ödemedir. Ayrıca toprak mahsulünden öşür vermekle de yükümlüdür. Tarla, çayır, koru, yaylak gibi yerler mirî arazi rejimi içinde yer almaktadır5. Fetihler neticesinde kazanılan topraklar da hükümdarın dolayısıyla devletindir. Hükümdar ve devlet birbirinden ayrılmamış bu bağlamda da tahtta hangi padişah bulunuyor ise devletin sahip olduğu topraklar da onun mülkü olarak görülmüştür6.
Budin’in Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı idaresine girmesinin ardından yapılan tahrirde Ebu’s-Suud Efendi’nin defterin başında bulunan
2 Halil İnalcık, “İslam Arazi ve Vergi Sisteminin Teşekkülü ve Osmanlı Devrindeki Şekillerle
Mukayesesi”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, S. I, İstanbul 1959, s. 38-39.
3 Mübahat Kütükoğlu, 15 ve 16. Yüzyıllarda İzmir Kazasının Sosyal ve İktisadi Yapısı, İzmir 2000, s.
117.
4 Mithat Sertoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Toprak Dirliklerinin Çeşitli Şekilleri”, VI. Türk
Tarih Kongresi (Ankara 20-26 Ekim 1961), Kongreye Sunulan Bildiriler, TTK Basımevi, Ankara
1967, s. 281.
5 Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara 2016, s. 61-62.
6 Halil Cin, “Osmanlı Toprak Hukuku’nda Mirî Arazinin Hukuki Rejimi ve Bu Arazinin TMK.
Karşısındaki Durumu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 22, S. 1, Ankara 1966, s. 765-766.
kanunnameye sonradan eklenen bir yazısı bulunmaktadır. Mirî toprağın içeriğiyle ilgili de bilgilerin bulunduğu yazı şu şekildedir7:
“Hazretleri tevfîki Rabbâni ile vilâyeti Budini feth ve teshir buyurub kâffe-i reaya ve âmme-i berâyâ üzerine ahkâm-ı ma'delet-i zahireleri icra olunmağa tesaddî olundukda emr-i celîlü’l-mikdar ve fermân-ı cemîlü’l-asârları bu vechile sâdır olmuşdır ki umumen vilâyet-i merkûmenin ehli yerli yerinde mukarrer olub nefislerine ve evlâdlarına aslâ bir ferd ta'arruz eylemeyüb ve ellerinde olan emvâl-i menkûleleri ve kasabâtda ve kurâda olan evleri ve dükkânları ve sâir binaları ve bağlarının ve bahçelerinin ‘imaretleri kendülerin mülkleri olub her nice dilerler ise tasarruf iderler ve hibe ve sair vücûh-ı temlikât cümle ellerinde olub fevt olduklarmda vereselerine mülkiyet üzere müntekil olub bağlarının ve bahçelerinin hukukundan gayrı aslâ emvâli mezbûrelerine kimesne dahi ve te'arruz eylemeye.
Ve ziraat ve hıraset idegeldükleri tarlaları dahi ellerinde mukarrer ola Lâkin zikrolunan malları gibi mülkleri olmayub belki sâir memâliki mahmiyyede arz-ı mirî dimekle ma'ruf olan arazi-i memleket gibi rakabe-i arz Beyti mâl-i müslimînin olub 'âriyyet tarikiyle reaya tasarrufunda olub enva'-i hubûbdan ve sâir mezru'atdan her ne dilerler ise eküb biçüb öşür adına olan harâcı mukâsemesin ve sâir hukukin edâ idüb nice dilerler ise istiğlâl iderler. Madem ki arzı ta'til itmeyüb kemâyenbagî ziraat ve hıraset ve ta'mir ideler ve bî kusur hukukın edâ ideler kimesne dâhi ve ta'arruz eylemeye. Fevt oluncaya değin tasarruf ideler fevt oldukda oğulları kendiler makamına kâim olub tafsîl-i mezkûr üzerine tasarruf ideler. Oğulları kalmaz ise sâir memâlik i ma'mûre arazisi üslûbı üzerine hâriçden ta'mire kâdir kimesnelere ücret i mu'accelesi alınub tapuya virile. Anlar dahi tafsîli sâbık üzerine tasarruf ideler ve bağlarının ve bahçelerinin yerleri dahi bu kâbilden olub üzerlerinde 'imareti harab oldukda yerleri sayir tarlalar gibi tasarruf olınub üzerindeki bağ ve bahçe gibi mülkleri olmak tevehhüm olunmaya. Vallahu te'âlâ a'lem ve ahkem”.
Mirî toprağın içeriğiyle ilgili de bilgilerin bulunduğu bu yazıdan anlaşıldığı kadarıyla Budun/Budin’in fethinden sonra, bölge ahalisinin can ve mal güvenliği,
7 Ömer Lütfi Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukukî ve
devlet tarafından garanti altına alınmıştır. Bölgenin yağmalanması söz konusu olmamıştır. Halkın daha önce de var olan düzenlerine, tarımsal/iktisadî faaliyetlerine devam etmesi istenmiştir. Tüm bunların karşılığında ise halkın yerine getirmek zorunda olduğu görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bölge artık, Osmanlı Devleti yönetimine girmiş, arazi devlet topraklarına dâhil edilmiş ve devletin başka topraklara uyguladığı politika ve sistemin burada da devam edileceğinden bahsedilmiştir. Toprakların işlenişinde aksaklık yaşanmaması, sürekliliğin sağlanması ve halkın ziraati yapılan ürünlerin vergisini devlete ödemesi gerekmektedir. Bu işleyişin kuralları da belirtilmiştir. Ebu’s-Suud Efendi’nin yazdığı bu metin Budin’de görülmekle birlikte, uygulama açısından diğer Rumeli coğrasında da geçerli olmuştur.
Topraklarının büyük bir kısmı mirî olan Osmanlı Devleti, bu topraklarını yönetmek, topraklardan en iyi şekilde verim alabilmek amacıyla askerî, mâli olarak kendilerine en uygun olan ve daha önce başka devletler tarafından kullanılan timar (dirlik) sistemini kullanmıştır. İpek Kazası’nın bağlı olduğu İskenderiye Sancağı’nda da topraklar timar sistemiyle taksim edilmiştir. Timar sistemi işlevsel olarak has, zeamet ve timar olmak üzere üç ana gruba ayrılmıştır8.
Osmanlı Devleti’ndeki uygulanan timar sistemi, Bizans Devleti’ndeki toprak sistemine benzetilmekte, Osmanlı’nın timar sistemini Bizans’tan aldığı ileri sürülmektedir. Bizans’taki Pronoiare’lerin yerini sipahiler almıştır9. Köprülü, Osmanlı timar sisteminin Bizans’tan değil Selçuklulardan özellikle de Anadolu Selçuklu Devleti’nden alındığını belirtmiştir10.
Timar sistemi, Osmanlı Devleti’nden önce tarih sahnesinde bulunan devletlerin uygulamakta olduğu bir sistemdi. Timar sisteminin kökenini özellikle Abbasi, Bizans ve Sasani ve Selçuklu devletlerinin yönetim geleneği ve toplum düzeninin esaslarında aramak gerekir. Çünkü bu sistem, para ekonomisinin gelişmediği bir toplumda çıkabilirdi. Vergilerin tahsil edilmesinde yaşanan sorunlar
8 Halil İnalcık, “Timar”, DİA, C. 41, İstanbul 2012, s. 169. 9 Georges Castellan, Balkanların Tarihi, İstanbul 1993, s. 53.
dışında, geleneksel devletin kamu görevlerini yerine getirecek merkeziyetçi bir idareye sahip olmayışı bunun başka bir nedenidir. Ulaşım, bürokratik kayıt sistemi, haberleşme gibi merkezin güçlü bir kontrol kurmasını sağlayan teknolojik imkânlar gelişemediğinden devletler idari yapının bütünlük ve devamlılığını sağlamak amacıyla bazı kurumlara ve otorite paylaşımına başvurmak zorunda kalmıştır. Araplar (havale), Selçuklu ve İlhanlılar (ikta) benzer sistemleri kullanmışlardır. Bu benzerlikler, ne tesadüf ne de sadece kültürel etkileşimle açıklanabilir. Bu toplumlarda tarımsal üretimin “temel uğraş” olması aynı ihtiyaç ve doğal olarak da aynı çözümü ortaya çıkarmıştır11.
Osmanlı timar sistemi, Osman Gazi’nin fetihleriyle başlamış, tam teşkilatlı bir hal alması da I. Murat döneminde gerçekleşmiştir. I. Murat devrinde, Rumeli’de yapılan fetihler büyük önem kazanmış ve Anadolu’dan bir kısım Türk aşiretleri Rumeli’ye nakledilmiştir. Bu durum karşısında timar teşkilatı devlet uygulamasında sık sık kullanılır bir hale gelmiştir. I. Murat, Rumeli Beylerbeyi Timurtaş Paşa’nın yardımıyla timarları tanzim etmiştir. Dirliklerin timar ve zeametlere göre ayrılması da bu dönemde gerçekleşmiştir. I. Murat’ın ölümünden sonra, Timur’la savaş sebebiyle Osmanlı Devlet teşkilatında bir duraklama yaşanmış ve bu durum II. Mehmed dönemine kadar devam etmiştir. II. Mehmed döneminde timar sisteminin geliştirilmesi adına yeni kanunlar çıkarılmıştır. Timar teşkilatı, gelişimini Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlamıştır12. Saltanatının ilk yıllarına tesadüf eden Devlet genelinde vergi geliri toplamının 1527-28 yıllarında 537.929.000 akça olduğu görülmektedir. Bu miktarın 198.206.192’si Rumeli sancaklarına aitti ve gelirin % 46’sı, toprakları bu bölgede bulunan 17.288 has ya da timar sahibinin elindeydi13.
Klasik dönem Osmanlı ordu ve ekonomisinin temeli sayılabilecek olan timar sistemini Batı’daki feodal yapı ile kıyasladığımızda benzerlikler olmakla birlikte gerçekte içerik açısından önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Öyle ki feodaller toprağın sadece “rand hasıl” denilen gelirini almayıp idari, kazai ve malî hakları da
11 İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilât ve İdare Tarihi, Ankara 2008, s. 124-125.
12 Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Ankara 2016, s. 84-85. 13 Ömer Lütfi Barkan, Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri I, Ankara 1988, s. 5.
bulunmaktaydı. Toprak üzerindeki her şey onların malı sayılıyordu. Topraklarını istedikleri gibi tasarruf edebilirlerdi. Merkezdeki kralı sadece Büyük Senyör ve şövalye tanıyıp, savaş zamanlarında kendi kuvvetleriyle yanlarında bulunurlardı. Kralın feodalleri azletme yetkisi yoktu. Buna karşılık timar sahipleri merkezî idareye bağlı oldukları gibi toprak üzerinde sadece kiracı durumundaydılar. Yetkileri de yine devletin koyduğu kanunlar ile sınırlıydı ve toprakları ellerinden kolayca alınabilirdi14. İki sistem arasındaki benzerliklerden birisi sipahi ve Avrupa’daki senyörlerin soylu olarak görülmesidir. Osmanlı Devleti, Balkanlarda Hristiyan süvarileri soylu olarak görüp onlara timar vermiştir. Fakat yine de Osmanlı Devleti’nde Avrupa’da olduğu gibi bir soylu sınıfı anlayışından bahsedilemez15. Avrupa’daki senyörlerin istediği yere yerleşme, evlenme gibi hakları bulunmazken, Osmanlı Devleti’nde timar sahipleri vergi ve yükümlülüklerini yerine getirip, işleyişi bozmadığı müddetçe hak ve hürriyetlerine karışılmazdı, diğer bir deyişle hür ve özgürdü 16.
Osmanlı ordusunda seferlerde yer alan süvarilerin çoğunu yetiştiren, besleyen ve orduya sevk eden timar düzeniydi. Vergi gelirlerini toplama hakkı bulunan timar sahibi, devlete karşı daha çok askerlik olarak gördüğü hizmet karşılığında aldığı gelirle, yani dirlikle bu durumunu korurdu. Bu bağlamda timar, orduya katılacak olan askerlere, askerlik hizmetlerine, kendilerinin ve adamlarının savaşa hazır olmaları, savaşa katıldıklarında getirdikleri silah, malzeme ve yiyeceklere karşı ödenen bir maaş gibiydi17. Üstelik onların bu maaşları devlet hazinesinden peşin olarak çıkmıyordu. Bunun yanı sıra timar sistemiyle, devlet vergileri kolayca topluyor,
14 Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı Kimliği ve Aşiretler, İstanbul 2012, s. 60.
15 Mehmet Emin Şen-Mehmet Ali Türkmenoğlu, “Avrupa Feodolitesi ile Osmanlı Timar Sistemi
Üzerine Bir Mukayese”, The Journal of Academic Social Science Studies, 5/4, Ağustos 2012, s. 196, 197.
16 Coşkun Üçok, “Osmanlı Devlet Teşkilatında Timarlar”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. 2, S. 1, Ankara 1944, s. 551.
17 Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. 1, Çev. Mehmet Harmancı,
merkez ile taşra arasında nakit paranın ulaştırılmaya çalışılması için de ayrıca vakit kaybedilmemiş oluyordu18.
Gelirleri 20.000 akçadan az olan topraklara timar denmekteydi. 20.000’den bir akça dahi az olsa o toprak, zeamet olarak değil, timar olarak yazılırdı. Timarlar da kendi içlerinde tezkireli ve tezkiresiz olarak ikiye ayrılmaktadır. Rumeli, Budin, Bosna ve Temeşvar beylerbeyiliklerinde tezkireli timar 6000-19999 akçadır. 6000 akçadan bir akça eksiği dahi tezkiresiz timar olarak sayılırdı. Bu timarların her 6000 akça olanları kılıç olarak adlandırılırdı19. Temel gelir olan kılıç-ibtida, Anadolu’da 1500-3000 akça idi. Timar sahibi, kendisi dışında hizmetinde olanlar için de silah, at, yiyecek ve malzeme tedarik etmek durumundaydı. Timar sahibine 3000, zeamet sahibineyse 5000 akçalık fazladan gelen gelir adına bunlar bir cebeli ve at beslemek ve savaşa götürmek zorundaydı. Timar sahipleri gelirlerini yükseltebiliyordu. Hizmet ve kahramanca davranışlarına göre değişen miktarda yıllık ortalama 3000 ila 5000 akçalık bir ödül (terakki) verildiği olurdu. Bu da daha fazla cebeli çıkarabilmelerine olanak sağlayarak timar topraklarını, zeamet hatta has düzeyine de yükseltebilirdi.20. Bunun yanında timar topraklarının temelde devlet malı olması, sipahinin devlet aleyhine olacak şekilde topraklarını genişletmesinin ve bölgede nüfuz kazanmasının önüne geçmek için çeşitli tedbirler de alınmıştı. Sipahinin geçimini sağlayacak derecede yeterli olan toprak geliri ancak terfi ile büyüyebiliyordu. Üstelik büyüyen bu toprak miktarı, babadan oğula geçtiğinde, yani timarı tasarruf eden kişi değiştiğinde timarın bir önceki sahibine verilen ve timar toprağının temelini oluşturan “çekirdek” kısmıyla devredilebiliyordu21.
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti, ekonomik ve askerî alanlardaki sorunlar ile daha sık karşı karşıya gelmeye başladı. Bu sebeple devletin her kurum ve sistemi durumdan etkileniyor ve kendi içinde bozulmalar yaşayabiliyordu. Timar sistemi de bozulan sistemlerden biriydi. Fakat timar yapısının
18 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul 2012, s. 101-102.
19 Ayni Ali Efendi, Osmanlı İmparatorluğunda Eyalet Taksimatı, Toprak Dağıtımı ve Bunların Mali
Güçleri, Sene 1018 (1602), Günümüz Türkçesine Çeviren Hadiye Tuncer, 1904 Ankara, s. 38.
20 Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. 1, Çev. Mehmet Harmancı,
İstanbul 2004, s. 164.
devlet ekonomisi ve asker gücü için önem ihtiva etmesi onun bozulmasının sonuçlarını da daha önemli kılıyordu. Bu sebeple devlet yöneticileri ve sorumlu kişiler de sistemin düzeltilmesi için çözüm yolu aramaya başladılar. Ayn Ali Efendi de timar yapısındaki sorunların tespit edilerek giderilmesi adına I. Ahmed’in sadrazamı olan Kuyucu Murad Paşa’nın isteği üzerine bir rapor hazırlamıştır22. Timar ve zeamet gelirlerinin sadece fiilen sefer hizmetinde bulunanlara verilmesi gerekirken zeamet ve hasların önemli bir kısmı haremin, yüksek mevkiideki ulema sınıfının gelirleri arasındaydı. Timar kanununa göre sipahinin timarı nerede ise orada oturur ve seferlere beylerbeyinin önderliğinde eyalet ordusuna katılırdı. Atası timar sahibi olmayana timar verilmezken XVII. yüzyılda ayan ve eşrafın hatta reayadan sıradan bir kişinin de kolaylıkla timar sahibi olduğu görülmektedir. Ayn Ali Efendi, timarlardaki yolsuzlukların iki ana nedeni üzerinde durmuştur ki bunlardan birincisi; zâim ve tımarlıların yerlerinde hazır bulunmamaları diğeri ise tımarlıların sefere katılmayı ihmal etmeleriydi. Seferlerde kayıtlı olan on timara bir adam bile görünmezken mahsul zamanında bir timara on kişi sahip çıkmaktaydı. Yani hizmet olmadığı halde gelir almak isteyen çoktu. Bu sorunun, seferlerdeki yoklamaların timar beratına göre yapılarak kontrol edilebileceğini savunmuştur23. Timar sisteminin sorun ve çözümlerini belirlemek amacıyla yazılan raporları, nasihatnameleri ve içeriklerini Darling detaylı bir şekilde ele almıştır24. Katip Çelebi de eserinde genel olarak, devletin içinde bulunduğu zor durumdan nasıl çıkılacağı sorusuna cevap aranan bir eserdi. Özellikle devlet ekonomisi incelenmiş, giderlerin gelirlerden daha fazla olduğu görülmüştür. Ayrıca reaya ve ulemanın durumları da ele alınmıştır25.