• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devlet İdaresinde Padişahın Yeri ve Önemi

Osmanlı hükümdarlarının ünvanları arasında örfÎ hükümdarlık sıfatlarını ifade eden başlıca unvan olarak “padişah” ünvanı kullanılmıştır.174 Padişahlar, İslamî unvan olarak arapça “sultan” ve resmi olarakta “bey, emir ve han” unvanlarını tercih etmişlerdir.175 Resmi devlet belgelerinde de “padişah-ı âlem-penah (Âlemlerin sığınağı olan padişah)” şeklinde Naîmâ’da da olduğu gibi çok sık kullanıldığı görülür.176

Bazı Osmanlı müellifleri, Gazali ve İbn Sina gibi İslam mütefekkirerini takip ederek, Osmanlı padişahının mutlak örfi hükümranlık haklarına nazarî bir temel bulmaya çalış- mışlardır. Örneğin Tursun Bey, “Tarih-i Ebü’l- Feth” isimli eserinde padişahın varlığını zarûrî olarak görür. Çünkü padişah olmaz ise, nizam olmaz; insanlar birbirlerini yok eder. Bu sebeple padişaha mutlak itaat gereklidir. Kur’an bunu emreder. Padişah istediği gibi yüksekleri alçaltıp, aşağıdakileri de yükseltebilir. Tanrı zatına ait olan “mutlak hâkimiyet” sıfatı onda belirir. Fakat bunu adalet dairesinde kullanmalıdır.177

Tursun Bey’in ifade ettiği bu anlayış, Osmanlı devlet adamlarının, halkın ve diğer müelliflerin de temel anlayışı olarak benimsenmiş ve padişaha hep bu anlayış ile bakmış- lardır. Bunun için her ne şart altında olursa olsun padişaha mutlak itaati birinci temel vazi- fe olarak görmüşlerdir. Osmanlı devlet anlayışına göre, Osmanlı hükümdarının yüklendiği misyon “Padişâh-ı ruy-ı zemin /zillullah-i fi’l-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) biçi- miyle eski Türk hakimiyet anlayışındaki Kut İnancının İslam geleneğinde tezahürüdür. Hatta bu kavram Sultan II. Mehmed’den itibaren Osmanlı Kanunnamelerine de yansımış ve hukukî bir nitelik kazanmıştır.178

174 İnalcık, “Padişah”, s.491.

175 Osmanlı Padişahları “Han” unvanını 14.yy.dan itibaren kullanmaya başlamışlardır. (Halil İnalcık,

Osmanlı Padişahı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.13, sayı:4, 1958, s.68.)

176 M.Ali Ünal, Osmanlı Müesseleri Tarihi, Isparta 1997, s.8. 177 Halil İnalcık, “Padişah”, İA, C.9, s.494.

178 Haldun Eroğlu, “Osmanlılarda İktidarın Değişim Süreci ve Meşrutiyet Sorunu”, DTCF Dergisi, 43/2

Naîmâ eserin mukaddime kısmında Osmanlı Padişahlarının bu özelliğini şu şekilde açıklamıştır: “Kuruluşundan beri Osmanlı padişahları i’lâ-yi Kelimetullah ve Hazreti

Peygamberin rızasını tahsil için muharebelerde her türlü zahmete katlanarak memleketle- rini genişlettiler ve şehirler zaptetmeyi meslek edindiler. Din uğrunda canlarını feda ede- rek iki cihanda mes’ud olmak için mihnet çekerek, devletlerinin adı dünyaya yayıldı Os- manlı padişahlarının sayesinde ümmet-i Muhammed asûde ve halk istirahatte oldu.”179

Bin yıllık Orta-Doğu geleneğini izleyen Osmanlı devlet düzeni saltanatın, otoritenin yüksek karar birliği ve dokunulmazlığı inancına dayanır. Pâdişah, mâlikü’l-mülk’tür. Ül- kenin, devletin tek sahibidir. Bu prensip korunduğu sürece devlet düzeni kargaşadan ko- runmuş olur.180

Klasik anlamda Osmanlı padişahı tipi, devlet içinde mutlak örfî hâkimiyet yetkisiyle Fâtih Sultan Mehmed’in şahsında ortaya çıkmış, kudretini Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman zamanında kazanmıştır.181 Bu nedenle duraklama ve gerileme dönemi tarihçilerinde bu döneme özlem ve geri dönme isteği vardır.

Osmanlı ordularının o zamana kadar pek alışkın olmadıkları bir şekilde savaş mey- danlarında başarı elde edememesi, disiplinsizlik sergilemesi ve mağlup olması, XVII. yüzyıl yönetici, tarihçi ve genel olarak yetkililerini telaşlandırmıştı. Bunun nedenleri ara- sında yükselme dönemindeki kudretli padişahların eksikliği açıkça görülmektedir. Ancak bunu açıkça ifade edemeyen tarihçiler, dolaylı olarak layihalarında ve eserlerinde vurgu- lamışlardır. Çare olarak, yine eski güçlü padişahlar dönemlerine dönmenin yollarını ara- mak olarak göstermişlerdir.

XIX. yüzyıla kadar Osmanlı tarihçiliği “devlet tarihi” geleneği şeklinde gelişme gös- termiştir. “Osmanlı Tarihçisi”nin sarayda resmi bir görevi bulunmaktaydı. Onlar bağlı oldukları hükümdarın olaylarını yazmakla görevliydiler. Doğruları yazmaları için kendile- rinden hiçbir şey esirgenmeyen vak’anüvislerden de hadiseleri tahkik etmesi bekleniyor- du. Ancak, muhtemelen XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında güvensizlik dolayısıyla bazı dev- let sırlarının kendilerine açıklanmadığı, olayların sebep ve sonuçlarının tahkiki ve lâyıkıy-

179 Naîmâ Tarihi, C.1, s.58-59. 180 İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye-II, s.33. 181 İnalcık, “Padişah”, s.141.

la değerlendirilmesinin istenmediği de görülüyordu.182 Hem yukarıda anlattığımız Os- manlı Devleti’nde padişah anlayışı, hem de padişahın memuru olmaları nedeniyle eleştiri- lerini açıkça gösteremedikleri görülmektedir. Bu yüzden vak’anüvisler faydasız şeyler yazmaya mecbur kalıp önemsiz hadiseleri büyütürken önemlilerini gerektiği gibi kayde- demiyorlardı.

Bu nedenle Kroniklerde Osmanlı padişahlarına yönelik eleştirilerin bazılarında açık, ancak çok sert olmayan bir üslup hâkim iken, çoğunda çok yumuşak bir biçimde geçişti- rildiği, sanki hata değilmiş gibi gösterildiği, hatta başka birinin şahsına yönlendirilerek örtülmeye çalışıldığı görülmektedir.183 Vak’anüvisler genellikle her yılın başında kaleme aldıkları vekayi’ cüzlerini padişaha sunmak üzere sadârete verirlerdi. Padişah tarafından kontrol edildikten sonra duruma göre bu cüzleri düzeltip ikmal ederlerdi. Vak’anüvislerin yazdıklarıyla en fazla ilgilenen hükümdarlardan III. Selim ve II. Mahmud’un bu hususta ilginç irade, teşvik ve tavsiyeleri mevcuttur.184

Naîmâ ise, Osmanlı Devleti‟nin çöküşü karşısında benimsediği yenilikçi yaklaşımla, olayları ve hükümdarları tenkidi ve çözümleyici bir biçimde ele almıştır. Bu yönü ile Ko- çibey ve Karaçelebizâde gibi birkaç örnek ile birlikte diğer tarihçilerden ayrılmaktadır.

Naîmâ, IV. Mehmet’in son senelerini, İkinci Süleyman, İkinci Ahmet, İkinci Mustafa ve Üçüncü Ahmet devirlerini görme ve yaşadığı çevre itibârıyla yakından gözlemleme fırsatı bulmuş bir Osmanlı devlet adamı ve tarihçisidir.

Naîmâ Tarihi, 1574 ile 1660 yılları arasındaki olayları anlatır. 1660 yılı IV. Mehmed dönemini içine aldığından aslında kendi döneminden önceki padişahların zamanında ya- şananları yazma fırsatı bulmuştur. Hayatında anlatıldığı gibi başına gelen olumsuzluklar nedeniyle büyük ihtimalle kendi devrinin müsveddelerini de hazırladıysa bile günümüze kadar ulaşmamıştır. Kendinden önceki dönemlerde alıntılarda bile padişahlar hakkındaki olumlu-olumsuz ifadeleri hiç çekinmeden aynen aktarması, hatta bunlara ilave yorumlar- da bulunması, eğer mümkün olsaydı yaşadığı dönem padişahları ile ilgili de dönemin ta- rihçilerinde farklı bir uslup kullanacağını göstermektedir.

182 Kütükoğlu, “Vak’anüvis”, DİA, C.42, s.458.

183 Alpay Bizbirlik, “Kroniklerde Osmanlı Devleti Yöneticilerine Yapılan Eleştiriler Üzerine”, Bilig(Türk

Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi), 2004, sayı: 31, s.52.

Otoriter olmak ve hükümdarlık yetkilerini kullanmak padişahın şahsiyeti ile de ya- kından ilgilidir. Fatih, Yavuz, Kanuni gibi güçlü şahsiyetli padişahlardan sonra gelen pa- dişahlarda bunun eksikliğini Naîmâ, bazen doğrudan bazen ise dolaylı olarak vurgula- maktadır. Naîmâ’nın eserini içine alan dönemde ise bu özelliği ile IV. Murad ön plana çıkmışsada Naîmâ tarafından çok fazla sert bulunmuştur.

Padişahların çok ani ve çevrelerinin etkileri ile bazen fevri kararlarlar verdikleri, de- ğerli devlet adamlarının azli ve ölümüne sebep oldukları da görülmektedir. Naîmâ Tari- hi’nde bununla ilgili çok sayıda örnek vardır. Naîmâ bu durumu ince bir uslup ile “Hü-

kümdarların vefası yoktur”185şeklinde eleştirmektedir.

Naîmâ’nın eserinde padişahlarla ilgili çok farklı elkap ve ünvanlar kullandığı görül- mektedir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

Padişah-ı Cihan, Padişah-ı Ruy-i zemin (Yeryüzünün padişahı), padişah-ı alempenah (Âlemlerin sığınağı olan padişah), Padişah-ı gayyur (çalışkan), Padişah-ı muazzam (bü- yük padişah), Padişah-ı Ömer-meşreb (Hazret-i Ömer ahlaklı, adaletli padişah)

Zuhuri Danışman, eserini yayınlarken Naîmâ’nın Padişah İkinci Mustafa ile ilgili kullandığı bir elkabı o dönemde kullanılanlara örnek olarak aynen almıştır: “Halâ evrenk

nişin-i saltanat ve mesned-guzin-i hilafet gevher-i düdmân-ı ikbâl âhter-i asumân-ı iclâl hidiv-i Kamkâr, hakân-ı bülend iktidar şevketpenâh-ı azamet destgâh, yegâne-i Âl-i Os- man (Sultan Mustafa Han) İbn sultan Mehmed Han” Beş satıra yakın süren bu elkâbda

bahsedilen Sultan, “Sultan Mehmed oğlu Sultan Mustafa Han” şeklindendir.186 Naîmâ Tarihi’nde ismi geçen padişahlar şunlardır:

Culus

Sırası Padişahın İsmi Doğum-Ölüm Tarihleri Saltanat Yılları Naîmâ Tarihi’nde İsmi Geçen-Geçmeyen Naîmâ’nın doğumundan veya Saraya Girişinden Önce

Naîmâ görmesede (IV. Mehmet hariç) Naîmâ Tarihi’nde saltanat dönemleri anlatılıyor. 12 III. Murat 1546-1595 1574-1595 13 III. Mehmet 1566-1603 1595-1603 14 I. Ahmet 1590-1617 1603-1617 15 I. Mustafa 1592-1639 1617-1618 ve 1622-1623 16 Genç Osman 1604-1622 1618-1622 17 IV. Murat 1612-1640 1623-1640 18 İbrahim 1615-1648 1640-1648 185 Naîmâ Tarihi, C.1, s.335. 186 Naîmâ Tarihi, C.1, s.33.

Naîmâ Saraya Girdikten Sonra Ölümüne Kadar

19 IV. Mehmet 1642-1693 1648-1687

20 II. Süleyman 1642-1691 1687-1691 Naîmâ’nın bizzat görmesine

rağmen saltanat dönemleri anlatılmıyor.

21 II. Ahmet 1643-1695 1691-1695

22 II. Mustafa 1664-1703 1695-1703

23 III. Ahmet 1673-1736 1703-1730

Benzer Belgeler