• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.4. Türkiye’de Demokratikleşme Hareketleri ve İnsan Hakları

3.4.1. Osmanlı Dönemindeki Gelişmeler

Bilindiği gibi, Osmanlı devlet yöne timi, mutlak bir monarşidir. Devletin başında, Osmanlı hanedanından gelen bir padişah vardı. Devlet işlerinde padişaha yardımcı olan sadrazam, vezir ve şeyhülislam gibi kişiler ve bunların oluşturduğu bir Divan (Divan-ı Hümayun) bulunsa da, bütün yetkiler padişahta toplanmıştı. Bu kişiler

yetkilerini, yalnızca padişahtan alırlar ve onun adına hareket ederlerdi. Divan ise bir karar organı olmaktan çok, bir danışma organı niteliğini taşıyordu.

Osmanlı Devleti, monarşik ve teokratik yapısına rağmen, değişik di nden ve milletten olanlara karşı, eşine gerçek demokratik ülkelerde bile az rastlanan geniş bir hoşgörü uygulamıştır. Bunun örneklerinden birini, Bosna’da Barış Gücü olarak görev yapan Türk birliğinin, 1999 yılında bir Katolik kilisesinde ortaya çıkardığı, Fatih Sultan Mehmet’e ait bir fermanda görmek mümkündür . (Hürriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1999: 15.)

Fatih Sultan Mehmet, 1463’te Bosna’yı fethinden hemen sonra, Hıristiyan halkı dinlerinde serbest bırakan ve onlara can ve mal güvenliği sağlayan fermanında ş öyle demektedir: “...Ben ki Sultan Mehmet Han’ım! Halkımın tamamına ve devletimde üst düzeyde bulunanlara malum olsun ki iş bu fermanla Bosna rahiplerine lütf umu artırıp, yeri ve göğü yaratan Allah’ın hakkı için, ulu Peygamber hakkı için, yüz yirmi dört bi n peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç hakkı için şöyle buyurdum:

Bu kişilerin yaşadıkları yerlere ve kiliselerine kimse mani olmayacak, sıkıntı vermeyecek ve herkes yerinde kalacaktır. En başta yüce hazretim bulunmak üzere vezirlerimden ve kullarımdan ve halkımdan hiç kimse, bu kişilere, canlarına, mallarına, kiliselerine taarruz etmeyecek, onları incitmeyecek, yabancıların buraya yerleşmek üzere gelmelerine karşı çıkmayacaktır. Yukarıda bahsi geçen kişiler için himmet buyurup lütfettiğim bu fermanımda yazılı olanlara muhalefet etmeyenler bana iyi bir şekilde hizmette bulunmuş ve emirlerime uymuş olacaklardır. (Milodraz’da 1463’ün 28 Mayıs’ında yazıldı.)” (Hürriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1999: 16 .)

Osmanlı Devleti’nde böylesine geniş bir hoşgörüye rastlans a ve son dönemlerinde bazı “ anayasacılık hareketleri” görülse de devlet, yönetimdeki monarşik yapısını kuruluşundan yıkılışına kadar sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nde anayasacılık hareketinin ilk adımı, 1808 yılında, ayan adı verilen beyler ile Padişah III. Selim arasında imzalanan Sened -i İttifak olmuştur. Sened -i İttifak, iktidar paylaşımının düzenlenmesini de amaçlayan bir tür siyasal sözleşmedir. Bu belge , padişahın, ayanı taraf olarak tanıması ve sınırlı da olsa iktidar paylaşımını öngörmesi bakımından önemlidir.

3.4.1.2. Tanzimat Dönemi

Osmanlı Döneminde anayasal gelişme alanında asıl ikinci önemli adım, 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu ile atılmıştır. Gülhane Hattı Hümayunu ile bütün yurttaşlara eşit haklar tanınması; can, mal ve ırz güvenliği sağ lanması; vergi, askerlik ve yargı alanlarında yeniden düzenlemeler yapılması öngörülmüştür. (Özbudun, 1990: 3- 56.)

Bu olay iki açıdan önemlidir. Birincisi padişahın yetkilerini tek yanlı olarak kısıtlaması, hukuk kurallarına uygun hareket edeceğine söz ver mesi, içe ve dışa karşı kendini bağlamış olmasıdır. İkincisi ise, Osmanlı’da İsl ami hukuk kurallarının yanında, Batı hukuk kurallarının ve kurumlarının da uygulamaya konulmuş ve oluşturulmuş olmasıdır.

Gülhane Hattı Hümayunu’nda yer alan vaatler, 1856 Isla hat Fermanı ile de tekrarlanmış, ayrıca bu ferman ile din farkı gözetilmeksizin, bütün vatandaşların eşit işlem görmesi ilkesi getirilmiştir. Tanzimat ve Islahat fermanlarında yer alan ilkeler, hukuk devletinin gelişmesi açısından önemli olmakla beraber, b u ilkelerin etkinliğini sağlayacak ve padişahın yetkilerini sınırlandıracak mekanizmalar kurulamamıştır. Fermanlara uyup uymamak padişahın takdirine bırakılmıştır.

Tanzimat Döneminde gerçekleştirilen bu çalışmalardan pek sonuç alınamamış ise de, bazı devlet adamlarının ve aydınların, devletin kurtuluşunu Batılı anayasadan geçtiğini görmeleri ve bu yönde çaba harcamaları bakımından önemlidir. Nitekim bu çalışmalar ürününü vermiş, 1876’da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edilmiştir.

3.4.1.3. Meşrutiyet Dönemi

1876 Anayasası, “Meclis -i Umumi” adı verilen bir parlamento kurmuştur. I. Meşrutiyet Dönemi’ni başlatan bu parlamento, “Ayan Meclisi” ve “Mebusan Meclisi” adı ile anılan iki meclisten meydana gelmektedir. Ayan Meclisi ’nin üyeleri Padişah tarafından seçilirken, Mebusan Meclisi ’nin üyeleri halk tarafından iki dereceli bir seçimle belirlenmektedir.

1876 Anayasası ile ilk parlamento kurulmuş ise de getirilen sistem parlamenter bir sistem olmaktan uzaktır. Söz konusu anayasada, parlamentonun yetkil eri hayli dar

tutulmuş, buna karşılık devlet başkanı olan padişaha oldukça geniş yetki tanınmıştır. Bu yetkilerden bazılarını parlamenter sistemle bağdaştırmak mümkün değildir. Örneğin , padişahın parlamentoyu toplantıya çağırması ve feshedebilmesi, her iki meclis üyelerinin padişaha bağlılık yemini etmeleri, hükümetin siyasal sorumluluğunun meclise karşı değil de padişaha karşı olması gibi hususlar, parlamenter sistemle uyuşmamaktadır.

1876 Anayasası’nın “Genel Haklar” kısmında, daha önce çeşitli fermanlarl a ilan edilmiş olan bazı temel hak ve özgürlükler tanımlanmıştır. Bunlar arasında yasalar önünde eşitlik, kişi dokunulmazlığı, basın özgürlüğü, ticaret serbestliği, dilekçe hakkı, eğitim özgürlüğü, kamu görevlerine girebilme fırsatı, mal güvenliği, angarya ve işkence yasağı ve vergilerin kanunla alınabilmesi gibi hak ve özgürlükler yer almıştır.

Bu anayasa, ilk anayasa olması, parlamenter sistemi getirmesi ve bu saydığımız hak ve özgürlüklerin anayasa kapsamında yer alması yönünden önemli ise de, Osmanlı Devleti’nin monarşik niteliğini değiştirememiştir. Nitekim dönemin padişahı, anayasada yer alan yetkisini kullanarak 1878’de Mebusan Meclisini dağıtmış ve ülkeyi tekrar mutlakiyetle yönetmeye başlamıştır. Bu müdahaleye ordudan ve aydınlardan büyük tepki ve baskı gelmesine rağmen bu rejim otuz yıl sürmüştür.

Sonunda bu baskıya dayanamayan padişah, 1908’de bir fermanla Mebusan Meclisini toplantıya çağırarak, 1876 Anayasası’nı yeniden uygulamaya koymuştur. Bununla Osmanlı Devleti’nde İkinci Meşrutiyet Dönemi baş lamıştır.

Bu dönemde, 31 Mart Vakası sonucu, İkinci Abdülhamit tahttan indirildi. 1909 yılında anayasada daha demokratik bir parlamenter sistem yönünde önemli değişikliklere gidildi. Bu kapsamda, padişahın yetkileri daraltılarak Mebusan Meclisinin yetkileri genişletildi. Bakanlar Kurulu, Mebusan Meclisi ’ne karşı sorumlu tutuldu. Padişahın Meclisi feshetme hakkı, Ayan Meclisinin onayına ve üç ay içinde yeni seçim yapılması şartlarına bağlandı. Kanun teklifi için padişah izni kaldırıldı. Meclis tarafından kabul edilen bir kanunun, padişah tarafından ya iki ay içinde onaylanması ya da bir kere daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderilmesi hükmü konuldu. Böylece 1876 Anayasası, demokratik bir meşruti monarşi anayasası hâline getirilmiş oldu.

1909 düzenlemesinde, temel hak ve özgürlükler alanında da değişiklikler gerçekleştirildi. Bu değişikliklerle kişi özgürlüğü güvence altına alındı, sansür

yasaklandı, özgürlükler arasına haberleşmenin gizliliği ve toplanma özgürlüğü de alınarak mektupların mahkeme kararı olm adan açılamayacağı esası getirildi. Ayrıca, toplanma ve dernek kurma özgürlüklerinin sınırları da anayasa ile belirlendi.

Ne var ki giderek ağırlaşan iç ve dış koşullar ile ülkede demokratik geleneğin bulunmaması, anayasanın gereğince uygulanmasına fırsat vermedi. Anayasal rejim perdesi gerisinde, İttihat ve Terakki Partisinin diktatörce yönetimi ortaya çıktı. Bu rejim de Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti açısından yenilgi ile sonuçlanması üzerine yıkıldı.

3.4.2. Cumhuriyet Dönemi

Benzer Belgeler