• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.1. Hak, Özgürlük, Adalet ve Eşitlik Kavramları

3.1.4. Adalet

“Adl” kökünden türetilmiş Arapça kökenli bir kelimedir. Adalet, hak ve hukuka uygunluk; hakkı gözetme ve doğruluk; bu işi uygulayan devlet kuruluşları; herkese, kendine uygun düşeni ve kendi hakkını verme anlamlarında kullanılmaktadır. Adalet, herkese hakkının verilmesini öngören bir ilkedir. Toplumda malların, hakların ve görevlerin veya şereflerin aritmetik bölüşülmesine, adaletin yerine getirilmesi den ir. Adalet, herkesin yeteneğine ve toplumda oynadığı role uygun olarak dağıtıldığı zaman, doğru dağıtılmış olur. Ayrıca neyin doğru, neyin yanlış ya da haklı -haksız olduğunu karara bağlamak da adalet olarak adlandırılır . (Armağan, 1990: 396–398.)

Adalet, devlet ve birey açısından farklı anlamlar taşır. Devlet için adalet, kanunların yapımında, hak ve görevlerin dağıtılmasında, belli kişileri veya grupları diğerlerine üstün tutmadan, vatandaşlara aynı hakları vermeyi ve aynı görevleri yüklemeyi ifade eder. B irey açısından ise adalet, vatandaşların, mümkün olduğu kadar birbirinin hakkına uymaya zorunlu bırakılmasını ifade eder. Hukukun amacı, yalnızca şekil olarak toplum düzenini sağlama k olmayıp, aynı zamanda toplumu oluşturan kişiler arasında adaleti de sağlamaktır.

Adalet, hukukun ulaşmak istediği en önemli amaçlardan biridir. Kişiler, kendilerine uygulanan hukuk kurallarının adil olduğuna inandıkları sürece bunlara uyarlar ve böylece toplumda düzen ve barış sağlanmış olur. Adaletin olmadığı bir

toplumda, insan hakları çiğnendiği gibi, toplumsal düzen ve barış da tehlikeye girer. Tarihsel gelişim sürecinde adalet anlayışı değişik aşamalardan geçmiş, adalet kavramına değişik anlamlar yüklenmiştir. Nitekim adaleti, sübjektif adalet, objektif adalet, kanuni adalet, kanun üstü adalet, denkleştirici adalet ve dağıtıcı adalet olarak ayıranlar olmuştur.

1. Sübjektif adalet, faziletli ve erdemli olmayı amaçlayan kişinin, sürekli bir biçimde haklı olana yönelmesi ve kendisine dü şen sosyal yükümlülükleri en iyi şekilde yerine getirmeye çaba göstermesi şeklinde belirtilebilir.

2. Objektif adalet ise, insanlar arası ilişkileri düzenleyen ve kişinin uyması gereken davranış biçimleri ile ilgili adalet anlayışıdır.

3. Kanuni adalet, kanunların ve hukuki kararların, dayandıkları hukuki kurallara uygunluğudur. Bu anlamda anayasaya uygun olan kanun ve kanunlara uygun olan kararlar adaletli demektir.

4. Kanun üstü adalet ise, hukuk idealini ele alan evrensel boyuttaki adalet anlayışıdır. Adalet anlayışları içerisinde, en eski tarihlere uzanan ve günümüzde de önemini ve geçerliliğini yitirmeyen anlayış, Aristoteles ’in (Aristo) adalet anlayışıdır. Aristoteles adalet kavramını, dağıtıcı adalet ve denkleştirici (düzeltici) adalet olarak ele almıştır.

5. Dağıtıcı adalet; şeref ve malların paylaştırılm asında, herkesin, yeteneğine ve toplum içindeki durumuna göre kendine düşeni almasıdır. Dağıtıcı adaletin fonksiyonu, kişi ile toplum ve kişi ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Denkleştirici veya düzeltici adalet ise, bir toplumda sosyal ilişk iye giren kişilerin, hak ettikleri şeyleri istemeleri ve herkese eşit olanın verilmesidir. Bundan başka, zarara yol açan kişinin, zararı karşılayacak ölçüde tazminat vermesi gerektiği gibi, suç ile ceza arasında bir uygunluğun bulunması da gerekir. Bu yönü yle denkleştirici adalet, salt aritmetik bir eşitliğe dayanmaktadır. Böylece “eşitlik” adaletin en önemli ölçütlerinden biri hâline gelmektedir. Gerçekten de, adaletin özünü, temelini eşitlik düşüncesi oluşturur. Nitekim tarihte, adalet için yapılan mücade leler, çoğu kez eşitsizlikleri gidermek için yapılan mücadele olarak karşımıza çıkmıştır.

6. Denkleştirici adalet anlayışının mutlak eşitliğe dayanması, birçok yönden eleştirilebilir. Öncelikle toplumda yaşayan tüm insanlar arasında mutlak bir eşitlik

olduğu söylenemez. İnsanlar, toplumsal ve ekonomik yönden, çeşitli statü ve gruplara ayrılmışlardır. Örneğin , işçiler, işverenler, memurlar, üreticiler, tüketiciler, zenginler - yoksullar, yetişkinler-çocuklar vb. Bu statü ve gruplar, doğal olarak bazı eşitsizlikle ri de içinde taşımakta ve doğal eşitsizlikler getirmektedir. Bütün bu insanların insanca yaşayabilmeleri için çalışmaları, işsizlikten korunmaları, sosyal güvenlik, dinlenme, adil ücret, sendika, toplu sözleşme, eğitim, sağlık vb. haklara sahip kılınmaları gerekir. Başka bir ifadeyle, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla donatılmaları ve ekonomik yaşamın düzenlenmesinde söz ve rol sahibi olmaları gerekir. Bütün bunlar, geniş kapsamlı bir adalet anlayışını gerekli kılar ki, bu da sosyal adaletten başkası de ğildir. Nitekim hak ve özgürlüklerin genişlediği günümüzde, kl asik adalet anlayışının yeterli olmadığı anlaşılmış ve sosyal adalet kavramı ortaya atılmıştır . (Görgün, 1992: 55–56.)

Bazı hukukçular, adaletin, a hlak ve hukukun en yüksek idealini oluşturduğun u iddia ederek; adalet -eşitlik, adalet-güvenlik, adalet-genel iyilik, adalet -özgürlük ilişkisine dikkat çekmişlerdir. Gerçekten, değerler hiyerarşisinin en üstünde bulunan adalet, insanların ve toplumların yaşamlarında önemli bir yer tutar. Adalet bir fiki r, bir ideal olarak soyut bir kavram ise de, adaletsizliğin olduğu yerde somut bir biçim kazanır.

Günümüzde, çoğulcu demokrasilerin dayanağı ve itici gücü olan sosyal adalet, en geniş anlamda, toplum ile onu oluşturan üyeler arasındaki ilişkileri düzenleme ktedir. Bu artık, Aristoteles’in dağıtıcı adaletindeki gibi her bireye, kendi yetenek ve değerine göre düşenin ne olduğunu n değil, herkese bütünün bir parçası ve bir üyesi olarak düşen “hak ve görevlerin” ne olduğunun tespitidir. Sosyal adaletin muhatabı, bireysel özelliklerinden ve toplumsal bağlarından soyutlanmış insan değildir. Artık karşımızdaki işçi, memur, sanatkâr, ana, baba, çocuk, öğretmen vb. etiyle, kanıyla, türlü ihtiyaç ve sıkıntılarıyla yaşam kavgası içindeki somut insandır.

3.2. İnsan Hakları ve Temel Haklar

Benzer Belgeler