• Sonuç bulunamadı

4.1. Türkiye Eğitim Sisteminde Denetim Alt Sisteminin Tarihsel Gelişimine İlişkin

4.1.1. Osmanlı Döneminde Eğitim Denetimi

Osmanlı, her ne kadar uzun yıllar süren mağlubiyetlerin ardından nihayet bir sona geldiğinde tarih sahnesinden çekilmek durumunda kalsa da, Cumhuriyeti kuran iradeyi yetiştiren ve yeni Türk devletine bürokratik geleneğini aktarmakla kendisine biçilen son vazifeyi de yerine getirmiştir. Eğitim üstlendiği misyon özellikle kamu

erkinin topluma karşı sorumluluğunun yanı sıra devletin kendi var oluşunu sağlaması ve devam ettirmesi adına önemli görülmektedir. Osmanlının varlığının tehdit altında olduğu son dönemlerinde eğitim alanında çeşitli reform çabalarına girişerek, bu tehditleri bir nebze olsun bertaraf etmeyi amaçladığı ifade edilebilir. Böylece siyasal anlamda yaşanan bir dizi sorunun top yekûn bir modernleşme çabasıyla çözülmeye çalışıldığı, eğitimin bir kamusal alana dönüştürülmesi ve bu alanın hak ettiği değeri görmesinden söz edilebilir. Her yönetim faaliyetinde olduğu gibi Osmanlı Devlet kurumlarında da modernleşme çabalarıyla beraber teftiş, denetim ve tahkikata duyulan ihtiyaç nedeniyle, bu görevi yerine getirmek üzere görevlendirilen memurların görevlerini yürütmelerini sağlayacak hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur (Yıldız, 2014: 264). Aslında bu ihtiyaç, devletin kısıtlı imkânlarla, ancak mümkün olan en kısa sürede, en üst düzeyde yenileşmeye olan arzunun bir yansımasıdır.

Osmanlı’nın farklı dönemlerinde, çeşitli gerekçelerle eğitim-öğretim ele alınmış ve üzerinde çeşitli görüşler bildirilmiş ve fermanlar yayınlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin klâsik evresinde eğitim faaliyetleri medreselerde ve sıbyan mekteplerinde yürütülmekteydi ve bunların da gerektiği gibi denetlenmesi söz konusuydu (Taşer, 2010: 350). Ancak 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı’da belirginleşen ve gözlemlenmeye başlayan modernleşme çabalarının rotasını ise devletin kurtarılması amacı belirlemiştir. Hassas ve bozulmaya elverişli yapının yaşadığı krizin atlatılabilmesini sağlamak ve dengeyi yeniden kurabilmek için devlet, gönülsüz de olsa modernleşme sürecini başlatmak zorunda kalmıştır. Eğitimi devlet işleyişinde faydalı bir girdi konumuna getirmek isteyen Osmanlı’da eğitim alanında modernleşmeye zemin hazırlayacak birçok yasal düzenleme yapılmıştır (Bozaslan ve Çokoğullar, 2015: 311). Böylece politik bir strateji sahası olarak eğitim pek çok reformist hamleye sahne olmuştur. Bu anlamda gerek Batılılaşma çabalarından gerekse toplumun ihtiyaçlarından kaynaklanan eğitimin kendi doğasına yönelik ıslahatların yapılması, özellikle 2. Mahmut Dönemine rastlamaktadır. Osmanlı Devleti’nde eğitim alanında önemli gelişmelerin gerçekleştirildiği II. Mahmut zamanında, 1838 senesi bilindiği üzere rüştiye mekteplerinin açılmaya başladığı tarihtir. Dolayısıyla ilk dönemlerde eğitimde, teftişle ilgili mütevelli, nazır ve noktacı gibi görevliler varken çeşitli mekteplerin açılması ile bu görevlilerin isimleri ve görevleri de değişecektir. Çünkü bu görevliler vakıf çalışanları olup, eğitimin maarif nezaretine devrinden sonra farklılıklar olmuştur (Taşer, 2010: 352). Sultan II. Mahmut, yeni tarz sivil öğretim kurumlarının ilk örneklerini de

açmıştır ki öğretimin sürekliliği ve başarısı için, teşkil edilecek yeni öğretim kurumlarının çeşitli derecelerden oluşması gerekmektedir; buna göre yeni öğretim kurumları için hiyerarşi oluşturulması gerekliliği anlamına gelmektedir (Demirel, 2012: 510). Buradan hareketle II. Mahmut döneminde ilk defa maarif işlerini yürütmek ve gerekli düzenlemeleri yapmak üzere 1838 senesinde kurulan Meclis-i Umur-ı Nâfia’nın, aynı yıl yayınladığı lâyihada gerekli istihdamın yapılarak, sınıflarda ve mekteplerde gerekli düzenlemelerin gerçekleştirilmesi emredilmiştir (Yıldız, 2014: 266). Böylece her ne kadar bu uygulamanın mimarı olan Sultan II. Mahmut döneminde bu kararlar tam olarak uygulamaya geçirilemese de, en azından Türk eğitim sisteminde uzun yıllar sürecek yenilik arayışının temelini oluşturması bakımından önemlidir.

Osmanlı tarihinde “ıslahatçı - reformist” olarak tanımlanan Sultan II. Mahmut’un ölümünün ardından tahta çıkan Sultan Abdülmecit’in yüzleşmesi gereken ilk büyük tehlike 1739 Fransız İhtilali ile alevlenen milliyetçilik akımı olmuştur. Buna istinaden olası riskleri öngörüp erken tedbir almak amacıyla devletin yeniden düzenlenmesini ve özellikle farklı etnik gruplar arasında çeşitli hak ve hürriyetlerin yeniden dağıtılmasını amaçlayan “Tanzimat Fermanı” 3 Kasım 1839’da Gülhane Parkında okunarak ilan edilmiştir. Fermanın ilanı modernleşme yolunda oldukça önemli bir adım olmuş ve düzenin devamlılığının sağlanması adına kapsamlı bir yeniden yapılanma süreci başlatılmıştır (Bozaslan ve Çokoğullar, 2015: 313); ancak Tanzimat Fermanının kendisinde bizzat eğitimi modernleştirme adına bir girişim olduğu ifade edilemez, bunun yerine Fermanın ilanıyla başlayana dönemin reform yapmaya uygun atmosferi sunduğu ifade edilebilir. Eğitim ve denetimi bağlamında bu dönemin en önemli yenileşme çabası 1 Eylül 1869 tarihli Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesidir. 18. yüzyıl sonlarından başlayan ve eklektik, bölük pürçük gelişen Osmanlı eğitim modernleşme sürecinin ilk kez bu nizamname ile birlikte tutarlı ve genel bir mahiyet kazandığını söyleyebiliriz. Bu nizamname ile birlikte imparatorluk dahilindeki eğitim kurumlarının çok büyük bir kısmı (mahalle mektepleri, rüştiyeler, Mekteb-i Sultani, yerli Gayrı Müslim cemaat okulları, yabancı okullar) tek bir sistem halinde tanımlanıyordu (Somel, 2015: 6). “Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi” yayınlanana kadar teftiş işlerinin, sıbyan ve rüştiye mekteplerinde muîn sıfatıyla görevlendirilen ve öğretmenlere yardımcı olan görevlilerin sorumluluğunda yürütüldüğü anlaşılmaktadır (Erdem, 2009: 26). Nizamnamenin yayımlanması için hazırlanan Meclis-i Hassı Vükelâ (Bakanlar Kurulu) Mazbatasında özellikle eğitim alanında yaşanan sıkıntılardan

bahsedilmek suretiyle teftiş görevinin önemine vurgu yapılmıştır (Yıldız, 2014: 278). Denetimin yönetsel anlamda bir gereklilik olduğu, 1869 yılında hazırlanan, Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde ifade edilmektedir (Çelebi ve Asan, 2016: 20). Bu nizamnamenin gerekçesinde eğitimin eksikliği ve denetimsizliğinin neden olduğu iki sakıncadan, yani ekonomide mevcut olan potansiyelin gereği gibi kullanılamaması ve rüştiye türü okulların sürekli bir gözetim altında bulundurulmamasından ötürü mezunların yetersiz eğitim almaları ve mezuniyet sonrasında dahil oldukları bürokraside ya verimsiz kaldıkları ya da zararlı olabilecekleri ima edilmektedir (Somel, 2015: 13).1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile teftiş işi bakanlığın resmi görevi haline gelmiş (Taşer, 2010:351); böylece Türk eğitim tarihinde teftiş kavramı çağdaş anlamında kullanılarak, sistemin hiyerarşik düzeninde yerini almaya başlamıştır.

Denetimin, eğitim sisteminde resmen tanınmasının ardından, vilayetlerde kurulan maarif meclislerinin görevleri arasında denetime de yer verildiği ifade edilebilir (Taşer, 2010: 351). 1800’lü yılların özellikle ikinci yarısında Türk eğitim tarihinde ciddi boyutlu ve oldukça sistematik reformların yer aldığı ifade edilebilir. 1881 yılında eğitim alanında yapılan pek çok değişikliğe ek olarak merkezi teşkilatın taşra ve merkez arasındaki ilişkisini sağlanmak için nezaretteki müfettiş sayısı artırılmış ve aynı zamanda müfettişlerin görev ve yetki sahaları birbirinden ayrılmıştır. 1882’de ise “Encümen-i Teftiş (teftiş komisyonu) ve Muayene Heyeti” kurularak teftişle ilgili yapı güçlendirilmiştir. Yine aynı yıl "Mekatib-i Âliye Müfettişliği (yükseköğretim müfettişliği)" kurularak ilk ve orta öğretim kurumlarından sonra yükseköğretim kurumlarının da teftiş edilmesi kararlaştırılmıştır (Coşkun, 1984’ten akt. Şahin, Elçiçek ve Tösten, 2013: 1110). Osmanlı Devleti’nin yöneticileri başlangıçta ıslahatın veya yeniliğin hangi alanlarda yapılması gerektiği hususunda bir plan, program ve düşünceye sahip değillerdi. Fakat devletin yaşaması için ıslahat yapmanın zaruri olduğu fikrinin, bazı aydınlar ve devlet adamlarınca az da olsa benimsenmesi, ıslahat hareketlerine bir devamlılık ve neticede başarı sağlaması bakımından önem taşımaktadır (Aksoy, 2008: 68). Böylece boyut ve kapsamı çeşitlilik gösteren bir dizi yenileşme çabası 1910’lu yıllara kadar süre gelmiştir.

İlan-ı hürriyetten sonra eğitim bürokratları en az diğer nezaretler kadar hızlı bir şekilde tensikat işine girişmişler ve teşkilatlarını düzenlemeye çalışmışlardı (Tural, 2007: 179). Eğitim alanında ciddi tartışmaların yaşandığı II. Meşrutiyet döneminde

teftiş konusu üzerinde önemle durulmuş, ülkedeki okulların durumunun öğrenilerek aksaklıkların tespiti için Maârif Nezâreti tarafından önemli miktarda bütçe ayrılmıştır (Gençoğlu, 2012: 35). Nihayet 2 Temmuz 1910 tarihinde “Tahsil-i İbtidaiye Dairesi ve Teftiş İle Muvazzaf Olan Memurinin Vezaifi Hakkında Nizamname” yayınlanmıştır (Taşer, 2010: 356). Nizamnameye göre, maarif müdürü, vali, maarif müfettişi, maarif-i ibtidâîye müfettişi, maarif müfettiş-i umumileri, kaza kaymakamı ve nahiye müdürünün teftiş ile ilgili görevleri bulunmaktadır. Böylece hızlı bir çöküş dönemi yaşayan Osmanlı, devletin son yıllarında bile eğitimin taşıdığı önemi hissederek birbiri ardına yasal düzenlemelerle farklı yorumlara açık olmakla birlikte kamu düzenini sağlamaya, yeniden güçlü bir sistem kurmaya ve toplumun her alanında refah seviyesini artırmaya çalışmaktadır. Netice itibariyle maarifte teftişin öneminin fark edilmesi ile birlikte süreç içerisinde teftiş sisteminin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına önem verilmiş, gerçekleştirilen pek çok düzenleme ile birlikte 30 Temmuz 1914 tarihinde yayımlanan “Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilatı Hakkında Nizamnâme”ye göre maarif nezareti idare ve teftiş olmak üzere ikiye ayrılmıştır (Yıldız, 2014: 270). Bu ayrım aslında ilk yerleşik teftiş sisteminin kökenini oluşturmaktadır; söz konusu düzenleme Osmanlının dağılmasının ardından da etkisini hissettirerek 2011 yılında yaşanan bütünleşmeye kadar geçen uzun yıllar boyunca Türk eğitim sisteminde teftiş anlayışının kurgusuna temel dayanak olmuştur.

Yukarıda bahsi geçen 2 Temmuz 1910 tarihli “Tahsil-i İbtidaiye Dairesi ve Teftiş İle Muvazzaf Olan Memurinin Vezaifi Hakkında Nizamname” ile teftiş organının merkezi yapılanması kurgulanırken; 30 Temmuz 1914 tarihli “Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilatı Hakkında Nizamnâme” ile teftiş alt sisteminin il ve ilçelerde teşkilatlanması öngörülmüştür. Talimatnamede müfettişlerin görevleri ise şu şekilde ifade edilmektedir (Buluç, 1997: 5);

“Her türlü genel ve özel iptidaiye okullarının genel durumu, talim ve terbiye ile ilgili çalışmalarını teftiş etmek,

Bölgesinde mecburi tahsilin ne dereceye kadar sağlandığını varsa devamsızlık nedenlerini mahalli mülki amirlerle işbirliği yaparak gidermeye çalışmak,

Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkatı (geçici ilköğretim kanunu) gereğince toplanan Mekatib-i İptidaiyye mesarif-i mecburiyesinin düzenli olarak toplanmasını kontrol etmek,

Eğitimin programlara ve kanunlara uygun olarak yapılmasını sağlamak, okul araç- gereçlerinin ve öğretmenlerin ders ve ahlaki durumlarını incelemektir.”

Böylece uzun yıllar süregelen bir teftiş anlayışı arayışı nihayet somut bir halde resmi olarak uygulamaya geçirilen bu düzenleme ile Osmanlı eğitim tarihinde yerini almış oldu.

Teftiş sisteminin Osmanlının derin tarihindeki serüveni, bir dizi yenilik arayışında temellenerek, zaman zaman artan bir hızla yaklaşık 3 asra yayılmıştır. Tüm bu uzun yıllar boyunca tıpkı bugün de olduğu gibi farklı ideolojiler, etnik gruplar, politik baskı unsurları, bürokratların kişisel algıları veya bir başka alana katkı sunma ihtiyacı teftiş mekanizmasını farklı yönelimlere kaydırsa da, bugün bilinen anlamıyla çağdaş bir denetim kurgusu hemen her zaman erek durumdaydı. Öte yandan özellikle Osmanlıyı kurtarma çabaları olan farklı ideolojik yaklaşımların geçen yıllar içinde birbiriyle çatışması, bu düşünce akımlarını savunanları farklı zamanlarda egemen politik güç haline getirmiş, böylece devletin eğitim politikalarının yeniden şekillenmesine ve dolayısıyla var olan niteliğin şekil değiştirmesine sebep olmuştur. Özellikle hızlanan toprak kayıpları ve birbiri ardına yaşanan mağlubiyetler İslamcılık ve Osmanlıcılık gibi yönetim erkine daha akılcı görünen yaklaşımlar yerlerini ıslahatlar dönemine damga vuran ve bir yönüyle Cumhuriyeti kuran ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarıyla da bağlantılı olan İttihat ve Terakki Cemiyetinin savunucusu olduğu Türkçülük akımına bırakmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple 1910 ve 1914 tarihli düzenlemelerin milli hassasiyetlerden izler taşıdıklarını belirtmek mümkündür.

Benzer Belgeler