• Sonuç bulunamadı

4.1. Türkiye Eğitim Sisteminde Denetim Alt Sisteminin Tarihsel Gelişimine İlişkin

4.1.2. Cumhuriyet Döneminde Eğitim Denetimi

Osmanlının, çağı yakalama çabalarının altında yatan etmenlerden birinin de devletin bekasını sağlamak olduğu gerçeğinden hareketle eğitim alanında yapılan bir dizi reformunda bu amaca hizmet ettiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Öte yandan eğitim alanında yapılan iyileştirmeler ve süreklilik arz eden yenileşme arzusu, devletin

diğer alanlarda başarılı olmasını sağlayamayacak kadar kısıtlı kalmış, birbiri ardına ve uzun yıllar süren savaşlar ve bunların kimi zaman sebebi kimi zaman ise sonucu olan ekonomik yetersizlik sonunda Osmanlıyı 1. Dünya Savaşına kadar sürüklemiştir. Bu savrulma nihayet Osmanlının sonunu getirmiş ve 600 yıllık koca çınar yıkılmıştır. Ancak Osmanlının devasa kurgusu içinde bir savaş neticesinde yıkılıp gittiğini savunmak yersizdir. Hiç şüphesiz bu yıkımda farklı alanlarda var olan geri kalmışlığın birbirini tetiklemesi sonucu adeta bir kelebek etkisiyle devletin bekasını tehdit eder hale gelmesi de etkili olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş döneminde eriştiği kalkınma hızının yavaşlamasının en önemli nedenlerinden birisi de eğitim ve öğretimdeki aksaklıklar ve bunların giderilmesinde geç kalınmasıdır (Kapluhan, 2012: 173). İşte bu ihmaller zinciri giderek daha büyümüş ve nihai sona gelindiğinde diğerlerini gölgede bırakacak bir etki büyüklüğüne ulaşarak eğitim alanını adeta telafisi mümkün olmayan problemler arasına dönüştürmüştür. Ancak şunu da ifade etmekte fayda var, özellikle II. Mahmut’tan itibaren oluşturulmaya çalışılan Batılı Eğitim anlayışı Osmanlı eğitiminde hüküm süren din temelli eğitim anlayışını zayıflatmış ancak yine de çok uluslu olmanın dezavantajlarını gideremeyerek azınlık okullarını sorunsalını çözüme kavuşturamamıştır. Tüm bu silsile Cumhuriyet arifesine kadar varlığını hissettirmiştir.

Osmanlı Devletinin çağın gerektirdiği değişim ve yenilikleri yakalayamayarak parçalanıp yıkılmasında eğitim kurumlarının yetersizliğinin ve geri kalmışlığının rolünü çok iyi bilen Atatürk, Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarından itibaren eğitimdeki reformlara öncelik vermiştir (Bülbül, 2009: 683). Bilim ve teknolojiye önem veren milletler her sahada ilerlemiş ve yükselmişlerdir. Ekonomide, sanayide ve millî gelirde üst düzeylere ulaşmışlardır. Diğerleri ise geri kalmaya mahkûm olmuşlardır. Atatürk’ün, ülkesini ve milletini çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmakta bilime, sanata ve teknolojik gelişmeye başvurduğu ifade edilebilir (Kayadibi, 2006: 1). Başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Cumhuriyeti kuran iradenin böylesi bir anlayışa sahip olması bağımsızlık mücadelesi veren Türk milleti için olağanüstü bir şans olduğunu ifade etmek gerekir. Atatürk için tükenmez inanç kaynağı, yüreğini kaplayan derin millet sevgisi ile Türk gençliğine duyduğu sonsuz güvendir. Atatürk, Türk Milleti’nin ve Türk gençliğinin başaracağına dair inancını hiç kaybetmemiştir ve O’na göre millî eğitim, bağımsızlık savaşı kadar önemlidir (Kapluhan, 2014: 6). Bu durum şu şekilde daha somut hale getirilebilir, Kurtuluş Savaşı esnasında Sakarya savaşının

hemen öncesinde 1921 Temmuz’unda Atatürk, cepheden Ankara’ya dönerek 16-21 Temmuzda 1. Maarif Kongresini toplamıştır (Senemoğlu, 2001). Bu hareketiyle hem eğitim-öğretime verdiği önemi göstermiş, hem de iç ve dış kamuoyuna Türk ordusunun başarıya ulaşacağına emin olduğu imajını vermiştir. Bu dünya tarihinde hiçbir ülkenin yapmadığı, hiçbir devlet adamının düşünmeye cesaret edemediği bir harekettir (Kapluhan, 2014: 7). Bu ileri görüşlü ve başkaldırıcı tutum, Atatürk’ün eğitim politikalarının habercisi niteliğindedir. Bu kongrenin açılış konuşmasında Atatürk şunları ifade etmektedir (TEDMEM, 20183):

“Muhterem Hanımlar, Efendiler,

Harb-i umûmî memleketimize bir mağlûbiyet tevcîh etti. Düşmanlarımız bunu vesile kılarak, milletimizi tamamen imhâ etmek istediler. Buna karşı vukûa gelen galeyân-ı milliyye, Ankara, muazzam bir sahne oldu. Bizi yaşatmamak isteyenlere karşı yaşamak hakkımızı müdafaa etmek üzere toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, burada, Ankara’da toplandı. Bugün, Ankara, millî Türkiye’nin “millî maarifini” kuracak olan Türkiye Muallime ve Muallimler Kongresi’nin toplantısına sahne olmakla da iftihar etmektedir.

Asırların yüklü olduğu derin bir ihmal-i idarinin bünye-i devlette vücuda getirdiği yaraları tedavi için harcanacak himmetlerin en büyüğünü hiç şüphesiz irfan yolunda hazırlamamız lâzımdır.

Gerçi bugün maddî ve manevî kuvvet kaynaklarımızı, hudud-ı milliyemiz dâhilindekimemleketlerimizde işgalci bulunan düşmanlara karşı kullanmak mecburiyetindeyiz. İrfan-ı memleket için tahsîs edilebilen şey, müstakbel maarifimize dayanak noktası olacak bir temel kurmağa kâfi değildir. Ancak vâsi ve kâfi şartlar ve vasıtalara malik oluncaya kadar geçecek mücadele günlerinde dahi kemal-i dikkat ve itina ile işleyüp çizilmiş bir millî terbiye programı vücuda getirmeğe ve mevcut maarif teşkilâtımızı bugünden verimli bir faaliyetle çalıştıracak esasları hazırlamaya mesai sarf etmeliyiz.

Şimdiye kadar takip olunan tahsîl ve terbiye usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir âmil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve fıtri niteliklerimizle

3 Mustafa Kemal Atatürk’ün 21.07.1921 tarihli 1. Maarif Kongresi Açılış Konuşması,

https://tedmem.org/genel/1-maarif-kongresinin-acis-konusmasi adresinden 22.03.2018 tarihinde erişilmiştir.

hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliyye ve tarihiyyemizle mütenâsip bir kültür kastediyorum. Çünkü davayı millîmizin inkişâf-ı tâmmı, ancak böyle bir kültür ile temin edilebilir. Lâ-ale’t-tayîn bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (Harâset-i Fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir.

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile taarruz eden bi’l-ûmum yabancı unsurlarla mücâdele lüzûmu ve efkâr-ı milliyeyi kemali istiğrak ile her mukâbil fikre karşı şiddetle ve fedakârane müdafaa zarûreti telkîn edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvâ-yi ruhiyyesine bu evsâf ve kabiliyetin zerki mühimdir. Dâimi ve müthiş bir mücâdele şeklinde tebârüz eden hayat-ı akvamın felsefesi, müstakil ve mesut kalmak isteyen her millet için bu evsafı kemal-i şiddetle talep etmektedir.

Teferruâtını tamamen erbâb-ı ihtisasına bırakmak istediğim bu mesele hakkındaki umûmî nokta-i nazarımı ikmalen ifade için yeni neslin techiz olunacağı evsaf-ı maneviyye meyânında kuvvetli bir aşk-ı fazilet ve kuvvetli bir fikr-i intizam ve inzibattan da bahsetmek zaruretindeyim.

İşte biz, bu kongrenizden yalnız, çizilmiş eski yollarda âlelâde yürümenin tarzı hakkında müdavele-i efkâr etmeği değil belki serdettiğim şartları hâiz yeni bir san’at ve marifet yolu bulup millete göstermek ve o yolda yeni nesli yürütmek için rehber olmak gibi mukaddes bir hizmet bekliyoruz. Maârif Vekâleti’nin halkı tanımış, muhiti ve memleketi takdir etmiş muallim ve mütehassıslardan mürekkep bir ilim ve irfan kongresini Ankara’da toplamağı düşünmüş olmasını ve bugünkü zor şartlara rağmen bu teşebbüsünde muvaffak olmuş bulunmasını kemal-i takdir ile yâd ederim.

Huzurunuzda ve huzur-ı millette millî maârifimiz hakkındaki nokta-i nazarımı ifadeye imkân veren bu vesileden istifade ederek geleceğimizin kurtuluşunun aziz öncüleri olan Türkiye muallime ve muallimleri hakkındaki hürmet dolu hislerimi zikretmek isterim.

İstikbal için hazırlanan vatan evlatlarına, hiç bir zorluk karşısında teslim olmayarak, kemâl-i sabır ve metânetle çalışmalarını ve tahsildeki çocuklarımızın ebeveynine de yavrularının ikmâl-i tahsil için her fedakârlıktan kaçınmamalarını tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin ne kadar sebatkâr oldukları tarihen müsbettir. Silâhıyla olduğu gibi, dimağıyla da mücâdele

mecbûriyetinde olan milletimizin birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. Milletimizin saf seciyesi istidât ile doludur. Ancak bu tabiî istidâdı inkişâf ettirebilecek usullerle mücehhez vatandaşlar lâzımdır. Bu vazife de sizlere teveccüh ediyor. Hükümet-i milliyemizin, kemal-i ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiği derecede Türkiye muallime ve muallimlerinin hayat ve refâhını henüz temîn edememekte olduğunu bilirim. Fakat milletimizi yetiştirmek gibi mukaddes bir vazifeyi yerine getiren yüce heyetinizin bugünün vaziyetini nazar-ı itibâra alacağından ve her zorluğa göğüs germe ile bu yolda gâyet metânetle yürüyeceğinden şüphem yoktur.

Vazifeniz pek mühim ve hayatîdir. Bunda muvaffak olmanızı Cenâb-ı Hakk’tan temenni ederim.”

Yalnızca bu konuşamaya dayanarak pek çok çıkarım yapılması mümkündür. Ancak özetle Mustafa Kemal o dönemde savaş içinde gösterilecek çabalarla Türk eğitiminin temellerinin atılamayacağını, ancak ihtiyaç duyulan imkânlara erişinceye kadar geçecek savaş süresi içinde itinayla çizilmiş bir eğitim programı uygulanıp eğitim örgütünün en verimli bir şekilde çalıştırılmasını istiyordu (Ergün, 2005: 2). İşte bu husus Cumhuriyetle birlikte eğitim alanında geçmişte başlatılan yenileşme hareketinin çok yönlü ve daha bilimsel bir anlayışla devam edeceğinin başlıca göstergeleri arasındadır. Atatürk, Amasya Tamimi’nde “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesi ile millî egemenlik ilkesini ön plana çıkartırken, hem millî iradeyi millî kurtuluşun çaresi olarak gören bir halk iradesinin temellerini atıyor, hem de Kurtuluş Savaşımızın en zorlu şartları altında bile, toplum olarak çağdaş medeniyet düzeyine en kısa zamanda ulaşabilmek için, sosyal ve kültürel kalkınma davasını birlikte ele alıyordu (Kapluhan, 2012: 174). Cumhuriyet’le toplumsal yaşamın her kesiminde gerçekleştirilen devrimler, devrimin kurucu tabakasının eğitime özel bir önem vermesini getirmiş; kurucu unsur, eğitimi halka ulaşmada temel unsur olarak görmüştür (Çelebi ve Asan, 2016: 26). Bu sebeple devam eden savaş yılları içinde bu iradenin “Maarif Kongresi” toplaması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.

Türk milletinin bağımsızlık mücadelesi verdiği yıllarda izlenen eğitim politikaları, aslında gelecekte Cumhuriyetin ilanından sonra hayata geçirilecek olan stratejilerin habercisi niteliğindedir, diğer taraftan daha önce de değinildiği gibi Osmanlının son yıllarında baskın güç haline gelen Türkçülük akımı Atatürk’ün kendine has söylemleri ile daha çağdaş bir milliyetçilik fikrine evrilmiştir. Bu milli hassasiyet I.

Maarif Kongresini savaşa rağmen toplamayı başarmış ve eğitime gelecekte yön verecek bir takım ideallerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, daha önce başlatılan eğitim seferberliği hız kesmeden devam etmiş, Meclis konuşmalarında ve diğer başka ortamlarda doğrudan ve dolaylı olarak çeşitli söylemlerle eğitime dair yol haritası yavaş yavaş oluşturulmuştur. Nihayet önemle üzerinde durulan eğitim ve öğretimin birleştirilmesi hususu 3 Mart 1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile gerçekleşmiştir (Okur, 2005: 205). Böylece eğitimin yeni dönemin anlayışına uygun şekilde yeniden tasarlanması sürecinde en önemli engellerden biri olan çok başlılık giderilerek, milli bir hassasiyetle reformist anlayış hız kazanmıştır. Tevhid-i Tedrisatın hemen ardından İkinci Heyet-i İlmiye Toplantısı (23 Nisan 1924) gerçekleştirilmiştir. Maarif Vekili Vasıf Çınar başkanlığında yapılan toplantının gündem konuları şunlardı: Zorunlu eğitimin altı yıldan beş yıla indirilmesi, lise öğretiminin altı yıl olması ve ilk üç yılına “Kısm-ı Evvel” ikinci üç yılına “Kısm-ı Sani” diye isimlendirilmesi, tek devreli liselerin ortaokul haline getirilmesi, kız liselerinin de öğretim süresi itibarıyla erkek liselerine eşit tutulması, liselerde mesleki hayata hazırlamaya yönelik dersler verilmesi, ortaokulların süresinin beş yıla çıkarılması ve ders kitaplarının yazdırılmasıdır (Yücel, 1977. Akt. Okur, 2005: 209). Görüldüğü üzere Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitime giderek artan bir değer ve önem verilmiştir. Bu eğitim politikalarının temelinde, önce laikleşme, ikinci olarak yurttaşlık, üçüncü olarak da var olan tarım ekonomisinin gereği, köylüyü eğitmek, ona iş ve meslek vermek yer alır (Kapluhan, 2012: 178). İşte yakalanan bu eğitim vizyonunun bir gereği olarak hem yerli hem de yabancı uzmanlara Türk eğitim sisteminin yapı ve işleyişine ilişkin çeşitli raporlar hazırlatılarak geleceğe ilişkin planlamalara temel oluşturulmuştur. Bu öninceleme sürecini takiben 26 Aralık 1925’te toplanan III. Heyet-i İlmiye toplantısının son derece olumlu sonuçları olmuştur. Milli Talim ve Terbiye Dairesi’nin kurulmasından sonra eğitim işleri hakkında kararların alınması yoluna gidilmiş ve 1939’daki Milli Eğitim Şurası’na kadar benzer kongrelere ara verilmiştir. Üçüncü Heyet-i İlmiye’nin kararları Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun’un çıkarılmasında da etkili olmuştur (Okur, 2005: 212). Böylece Mondros ile başlayan ve Cumhuriyetin ilanıyla devam eden yeni yapılanmanın eğitim alanında mücadelesi daha en başından itibaren kararlılıkla sürdürülmüş; savaş yıllarında bile eğitim adına kongreler toplanmış, meclis konuşmaları yapılmış, Tevhid-i Tedrisat ile misyon ortaya konulmuş ve devamında 2 ayrı toplantı ile eğitimde geleceğe dair vizyon çizilmiştir.

Cumhuriyet döneminde teftiş ve denetimle ilgili olarak yapılan ilk çalışma, 1923 yılında yürürlüğe konulan İlköğretim Müfettişlerinin Görevlerine ilişkin yönetmeliktir (Buluç, 1997: 6). Bu yönetmelik ile müfettişlik makamının kuruluşu, müfettişlik görev ve yetkileri ile teftiş esasları açıklanmış ve aynı yıl bir teftiş heyeti müdürü ile on müfettişten meydana getirilen bir Teftiş Kurulu kurulmuştur (Çelebi ve Asan, 2016: 23).Yine aynı yıldan itibaren, o güne değin müdürlüğün bir parçası olarak adlandırılan teftiş heyeti, “Maarif Vekâleti Heyet-i Teftişiye Risâleti” olarak anılmaya başlanmış ve Türk Eğitim tarihinde müstakil bir teftiş kurulunun görev tanımı yapılmıştır ki bu kurul bugün bilinen adıyla “Teftiş Kurulu Başkanlığı” olarak halen görevine devam etmektedir.

4.1.2.1. 01-20 Mayıs 1925 “Maârif Vekâleti Umûmî Müfettişleri” toplantısı Umumi müfettişlik kavramı sadece Cumhuriyet dönemi ile sınırlı bir olgu değildir, zira Osmanlı devrinden beri kamu yönetiminde uygulanan bir sistemdir. Osmanlı Devleti merkezi otoritesini Anadolu'da hissettirebilmek, yaptığı ıslahat hareketlerini Anadolu'ya ulaştırabilmek amacıyla çeşitli dönemlerde aşiretlerin devlete isyanını bastırmak ya da Doğu Anadolu'da aşiretlerin yaylak ve kışlaklarını belirlemek amacıyla geçici süre çalışan umumi müfettişlikler kurmuştur (Toparlak, 2016: 223). Böylece devletin kendi beka problemini kamusal bir kontrol aracılığıyla aşmaya çalıştığı ifade edilebilir. Bu kurumun Cumhuriyet döneminde de varlığını devam ettirmesi, Osmanlı’nın akıbetinden ders alındığının ve böylesi mekanizmanın eğitim sistemi içine entegrasyonunun hedeflenmesiyle dönemin koşulları içinde son derece vizyoner bir eyleme imza atıldığının altının çizilmesi gerekir. Dönemin koşulları gereği iyi olgunlaşan ve artık çıkarılması elzem olan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile Cumhuriyet döneminin eğitim reformlarında yeni bir dönüm noktasına gelinmiştir. 06.03.1924 – 63 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren bu kanun ilgili maddeleri şöyledir (MEB Mevzuat, 20184):

“Madde 1. Türkiye’deki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına Bağlıdır.

Madde 2. Şer’iyye ve Evkaf Bakanlığı veya özel vakıflar tarafından idare edilen bütün medreseler ve okullar Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiş ve bağlanmıştır.

Madde 3. Şer’iyye Evkaf Bakanlığı bütçesinde okullar ve medreseler için konulan ödenekler Milli Eğitim bütçesine aktarılacaktır.

Madde 4. Milli Eğitim Bakanlığı, dini bilgiler konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak ve [ayrıca] imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi içinde ayrı okullar açacaktır.

Madde 5. Bu kanunun yayımı tarihinden itibaren, genel eğitim ve öğretim hizmetleri vermekte olup, şimdiye kadar Milli Savunma Bakanlığına bağlı olan askeri rüştiyeler ve idadilerle, Sağlık Bakanlığına bağlı olan Yetim Evleri, bütçeleri ve öğretim kadroları ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Anılan rüştiye ve idadilerde bulunan öğretim kadrolarının nereye bağlı olacakları, gelecekte ait olacakları bakanlıklar arasında belirlenip düzenlenecek ve o zamana kadar orduya mensup olan öğretmenler bu statülerini koruyacaklardır.”

Bu yasanın Meclisten çıkmasından sonra, yasanın uygulanmasıyla ilgili olarak Maarif Vekili Vasıf Bey görevlendirildi. Sorun basında tartışılırken, Bakanlık ve eğitim idareleri de ülkedeki medreselerin incelemesini yapıyordu (Arı, 2002: 188). Bu mutlak kararlılık aslında bir süredir devam etmekte olan ve Atatürk’ün çeşitli konuşmalarında yer bulan eğitim vizyonunun bir yansımasıdır. Atatürk’ün özellikle çeşitli kongre, TBMM açılış konuşmaları vb. mecralarda ifade ettiği iki ana söylemi olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar:

1. Eğitimimiz milli, bilimsel ve birlik içinde olmalı,

2. Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmaya, devrimleri korumaya ve kalkınmaya yönelik olmalı.

Atatürk, bu iki ana hedefi hayata geçirmek için eğitim politikasını oluştururken yeni kurulan Cumhuriyetin ihtiyaçlarından ve var olan pratiğinden esinlenmiştir (Sarpkaya, 2002: 4). Böylece ülke genelinde henüz Cumhuriyetin ilk yıllarında tarafların bir kısmının henüz üzerinde uzlaşamadığı böylesi bir uygulamanın olası etkileri tartışılırken bu kanunun getirdiği ilkeler ve gelecekte kurulmak istenen eğitim sisteminin başarısını sağlamak adına 1-20 Mayıs 1925 tarihleri arasında Konya’da “Maarif Müfettişleri Kongresi” adıyla bir toplantı gerçekleştirilmiştir (Öztürk, 1996: 27). 1. Maarif Kongresinden (1921) sonra milli eğitim alanında en önemli toplantılardan

ikincisi olarak kabul edilen 1. Maarif Müfettişleri Kongresi Nafi Atuf Bey’in başkanlığında açılmıştır. Bu kongrede özellikle eğitim teşkilatının gerek duyduğu öğretmen sıkıntısı dile getirilmiştir. Ayrıca anaokulu öğretmeni yetiştirilmesi ve John Dewey bir yıl önce verdiği raporunun hayata geçirilmesi ile ilgili maddeler tek tek ele alınmıştır (Kansu ve Kansu, 2011: 63). Dönemin Milli Eğitim Müsteşarı Nafi Atuf Bey’in başkanlığında 14 maarif müfettişinin katılımıyla gerçekleşen bu toplantıda, Cumhuriyet döneminin eğitim vizyonuna uygun kararlar alınmış ve sonraki yıllara damga vuracak bir dizi eylemin temelleri atılmıştır.

Toplantıdan birkaç ay önce Atatürk’ün 1 Kasım 1924 tarihli TBMM açılış konuşmasında sarf ettiği şu sözler, 1. Maarif Müfettişleri Kongresinin gündem maddelerini kendiliğinden belirlemiş ve yön vermiştir (Aytaç, 1984: 395):

“Maarifte başlanılan ıslahat-i umumiye ve esasiyeye ciddiyetle devam olunmak lazımdır. Geçen sene zarfında, milli terbiye-i umumiye için, vaz'olunan esasat, çok kıymetli netayiç vermiştir. Memlekette arzu ettiğimiz maarif teşkilatının talep ettiği muallim ve mebani keyfiyet ve kemiyeti düşünülünce ikmali noksan için uzun seneler lazım olduğu teslim olunur. Bununla beraber sekiz ay kadar kısa bir müddet zarfında, yeni esasatın muvaffakiyetle saha-i tatbika konulduğunun asar-i bahirdir. Daha şimdiden, kadın ve erkek Cumhuriyet muallimlerinin, heyeti talimiyelerinin yetiştirmekte oldukları talebe ile beraber, hakiki bir irfan ordusu manzarası arz ettiğine, memleketin ekseri aksamında bizzat şahit oldum. Bu münevver heyetlerin, bulundukları muhitlerde, daire-i tedrislerindeki talebeden başka doğrudan doğruya halk üzerindeki feyyaz tesirlerini büyük memnuniyetle yad ederim. Bu husus aynı zamanda Cumhuriyetperver ve terakkiye hahişkar halkımızın mektebe, nura olan iştiyakını ve cehli taassuba olan buğzunun şiddetini de ifade eden en kuvvetli delildir.”

Böylece 1. Maarif Müfettişleri Kongresinden iki önemli karar çıkmış ve her ikisi de uygulanmıştır. Bu kararlardan birisi Bakanlar Kurulu'nun onayladığı Maarif Müfettişleri Umumiyelerinin Hukuk Selahiyet ve Vazifelerine Dair Talimat hazırlanması ve bu yönetmelikle, Maarif Vekili adına tüm eğitim kuruluşlarının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olarak denetlemek üzere müfettişi umumiye ve muavinlerinin atanması öngörülmüştür (Taymaz, 1993. Akt. Yıldırım, 2006: 720). Taslak halinde olan bu yönetmelikle eğitim kurumlarını kanun, tüzük ve yönetmeliklere

göre Bakan adına denetlemek görevi, bakanlık müfettişlerine verilmiştir (Öztürk, 1996: 27). Ayrıca kongrenin düzenlenmesinde öncelikli hedefin eğitimde müfettişlerin gerekli olduğuna dair farkındalık yaratmak, diğer hedefin ise müfettişlerin yetiştirilmesiyle ilgili konuşmak olduğu dönemin basınında yer almıştır (Özmen, 2015: 60). Öte yandan toplantının ismi, içeriği ve katılımcıları doğrudan eğitim denetimine işaret etse de toplantı gündeminde dönemin eğitim sorunları açısından önemli konu başlıkları yer bulmuş ve bunlar arasında özellikle bir önceki yıl John Dewey tarafından hazırlanan Türkiye Eğitim raporu tartışmaya açılmıştır. Böylece kongrenin ikinci önemli kararı yani öğretmen yetiştirme sorunu da aynı toplantı kapsamında masaya yatırılmıştır.

4.1.2.2. 1926 tarihli 789 sayılı “Maarif Teşkilat Kanunu” ve 1927-1928 tarihli "İlk Tedrisat Müfettişleri Talimatnameleri"

1925 Kasım’ında Milli Eğitim Bakanı olan Mustafa Necati Bey, eğitim teşkilatının aksayan yönlerini araştırmayı temel alarak ilk olarak bir “Heyeti İlmiye”

Benzer Belgeler