• Sonuç bulunamadı

OMNİBALANCİNG TEORİSİ VE IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELESİ

karşıya olduğu iç ve dış tehditlerin tümünün aldıkları ittifak kararlarında belirleyici olduğunu öne sürer. Biz, omnibalancing teorisini Irak’ın IŞİD’le mücadelesinin analizinde kullanabilmek için teorinin iki temel varsayımını dikkate alacağız. Bunlardan birincisi omnibalancing, özellikle iç tehditlerle karşı karşıya kalan devlet liderlerinin analiz düzeyi olarak ele alınması gerektiğini savunur. İkincisi ise omnibalancing, Üçüncü Dünya devletlerinin ittifak kurma davranışlarının en önemli belirleyicisi olarak Üçüncü Dünya liderlerinin rasyonel hesaplamalarına dayanan hangi dış gücün kendilerini iktidarda tutabileceği varsayımı üzerine yoğunlaşır. Bu bağlamda omnibalancing teorisinin araştırma konumuza uygunluğunu sağlamak adına daha önce

75 İbid., ss. 235-236.

76 İbid., s. 238.

22

de belirttiğimiz gibi analiz seviyesini devlet liderleri yerine Irak’ta iktidar gücünü elinde bulunduran mezhepsel grup olan Şiiler üzerinden değerlendireceğiz.

Irak’ta 2003 sonrası süreç değerlendirildiğinde, Şii yönetimler kendi iktidar güçlerini korumak adına ülkedeki Sünni nüfusu en önemli tehdit olarak algılamışlardır.

Nitekim içerisinde yabancı savaşçı sayısının da yoğun olarak bulunduğu Sünni orijinli terör örgütü IŞİD’in 2014 yılının ortalarında ülkenin önemli kentleri üzerinde kontrolü sağlaması, Abadi özelinde Şii iktidarın IŞİD’i en tehlikeli ve acil tehdit olarak belirlemesi sonucunu doğurmuştur. Bu noktada belirtmek gerekir ki, 2003’te ABD işgali sonrası kurulmuş olan Şii merkezli iktidar düzeninin korunması anlamında Şii yönetimin terör örgütü IŞİD’i tehdit olarak algılaması kurduğu ittifaklarda belirleyici olmuştur. Bununla birlikte, Irak’taki Şii yönetimler Saddam Hüseyin rejimi sonrası elde ettikleri kazanımları kaybetmek istememeleri nedeniyle özellikle Sünnileri kendi iktidarlarının devamına yönelik en önemli tehdit olarak algılarlarken Kürtleri daha çok ülkenin toprak bütünlüğü açısından bir tehdit olarak değerlendirmişlerdir.

Omnibalancing teorisi çerçevesinde değerlendirildiğinde, IŞİD’e yönelik mücadelede Abadi yönetimi Kürtler ve IŞİD karşıtı Sünnilerle birlikte hareket ederken iktidar mücadelesindeki rakipleri olan aralarında ideolojik ve dini olarak kuramsal farklılıklar barındıran diğer Şii cemaat ve aşiretlerle de uzlaşma yoluna gitmiştir.

Bölgesel düzeyde ise IŞİD’e karşı İran gibi Irak politikasında her geçen gün etkisini artıran ve ülkenin yönetimi üzerinde ağırlığını hissettirern bir güçle yakınlaşma sağlanmıştır. Bununla birlikte, Abadi yönetimi IŞİD’e karşı eski işgalci ABD gibi uluslararası bir güçle ittifak yapmıştır. Abadi yönetiminin IŞİD’e karşı İran ve ABD ile kurduğu ittifaklar değerlendirildiğinde her iki gücün de Irak’taki Şii merkezli iktidar düzeninin devamı anlamında bir politika sergiledikleri görülmüştür. Nitekim Abadi yönetimi İran’la kurduğu ittifak sayesinde içerideki Şiilerin büyük çoğunluğunu IŞİD’e karşı mücadelede konsolide etmiştir. Öte yandan ABD’nin IKBY özelinde Kürtlerle ilişkileri düşünüldüğünde Abadi yönetimi bu ittifaktan da yararlanan taraf olmuştur.

Sonuç olarak Abadi hükümetinin IŞİD’le mücadelede genel olarak ittifak stratejileri değerlendirildiğinde mücadelenin iç politik, bölgesel ve uluslararası düzeylerde kurulan ittifaklara dayandığı ileri sürülebilir. Irak gibi iç politikada farklı etnik, mezhepsel ya da bölgesel kimliklerin yer aldığı ve hatta terör örgütlerinin yuvası

23

haline gelmiş ülkelerde iktidar gücünün korunması anlamında daha çok tehdit algılamasının ülke sınırları içerisinden geldiği ve söz konusu tehdide karşı mücadelenin ise farklı ittifak davranışlarını ortaya çıkardığı savunulabilir. Ayrıca yönetime egemen olan mezhepsel gruba karşı yönelen tehditlerin sadece muhalif karakterde değil, ülke içi ve dışından beslenen devlet dışı silahlı bir aktör olarak yükselen IŞİD gibi terör örgütlerini de kapsayan bir ölçekte olduğu öne sürülebilir. Bu bağlamda realist teorilerin genellikle devleti analiz seviyesi olarak kabul ederek dışsal tehdit bazlı değerlendirmeleri ya da güç dengesi teorisinde olduğu gibi daha çok büyük devletlerin dış politika davranışlarının açıklanmaya çalışılması Irak gibi devletlerin ittifak davranışlarının analiz edilmesini zorlaştırmaktadır. Omnibalancing teorisi ise Irak gibi iç politik düzeyde farklı aktörlerin olduğu, ülke dışı aktörlerin de fazlasıyla müdahale alanı bulduğu ve buna bağlı tehditlerin yoğun olarak yer aldığı Ortadoğu ülkelerinde daha açıklayıcı bir perspektif sunmaktadır.

24

İKİNCİ BÖLÜM

HİBRİT SAVAŞ KONSEPTİ

1. SAVAŞ KAVRAMI

İnsanın yaratılışıyla birlikte kavga, mücadele ve savaş insanlık tarihinde var olmuştur. Realist teori geleneğinin insanın doğasına yönelik varsayımlarında olduğu gibi insan, diğer insanlardan kendisine yönelik tehdit algıladığında veya rakiplerine karşı üstün gelme güdüsüyle hareket ettiğinde ortaya bir tarafın hayatta kalacağı diğer tarafın ise yok olacağı bir sonuç çıkar. Bu anlamda insanlık tarihi kavga, mücadele ve savaşlar tarihi olarak da değerlendirilebilir.77

Kavramsal olarak ‘‘savaş, en basit ifadeyle toplu ve örgütlü şiddettir.’’78 Carl Von Clausewitz savaş teorileri alanında bir başyapıt olarak gösterilen Savaş Üzerine adlı eserinde ‘‘savaşı, düşmanı irademize kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemi’’ olarak tanımlamıştır.79 Clausewitz’e göre savaştaki tarafların her birinin ‘‘ilk amacı, düşman olan tarafı mağlup etmek ve böylece daha sonra herhangi bir direnç gösteremeyeceği bir duruma sokmaktır.’’80 Ayrıca Clausewitz, savaş ve savaşın doğasını açıklarken savaşın üç yanlı eğilimine başvurur:

‘‘Bir anda doğasının özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret; öte yanda savaşı bağımsız bir ruhsal etkinlik haline getiren olasılık hesapları ve rastlantılar, son olarak da savaşı tamamen akla bağlayan politik araç niteliği.’’81

Clausewitz, bu üç yanlı eğiliminden ilkini ulusla, ikincisini komutan ve ordusuyla ve sonuncunu ise hükümet ile ilişkilendirir. Üç çekim merkezi olarak nitelediği bu eğilimlerin tamamının savaş teorisi bağlamında bir dengede kalması gerektiğini savunan Clausewitz, herhangi bir eğilimin dikkate alınmaması ya da bunlar arasından herhangi bir üstünkörü ilişkinin kurulması durumunda savaşta zafere

77 Ergüder Toptaş, 21.Yüzyılda Savaş, 1. Baskı, Ankara: Kripto Kitaplar, 2009, s. 71.

78 Mehmet Tanju Akad, Modern Savaşın Temel Kavramları, 1.Basım, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, s.9.

79 Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, çev. Selma Koçak, Doruk Yayınları, 2015, s. 30.

80 İbid., s. 29.

81 İbid., ss. 47-48.

25

uluşmanın mümkün olamayacağını ifade etmiştir.82 Öte yandan, Clausewitz’in savaş teorisindeki üçlemeyi benzer bir şekilde günümüzden iki bin dört yüzyıl önce yaşamış Çin generali ve düşünürü Sun Zi de vurgulamıştır. Sun Zi, Savaş Sanatı adlı eserinde zafere giden yolun ‘‘hükümdar ve halk, hükümdar ve komutan, komutan ve asker arasında birlik ruhunu sağlayan’’ taraftan geçtiğini ifade etmiştir.83 Clausewitz’in savaş teorisinden yola çıkan Yalçınkaya ise savaş teorisini şöyle özetlemiştir: ‘‘Savaş hem sadece askerlere, hem sadece halka ve hem sadece hükümetlere bırakılamayacak kadar önemli bir olgudur. Bunların arasındaki denge bozulmamalıdır.’’84

Handel ise Clausewitz’in savaşın doğasını açıklamaya yönelik bu üç eğilimine yeni bir eğilim daha eklemiştir. Handel, teknolojinin gelişmesiyle beraber silah ve silah sistemlerindeki yeniliklere vurgu yapmış ve teknolojinin savaşların karakterinin değişmesinde önemli bir yeri olduğunu ifade etmiştir. Bu anlamda ilk üç eğilimle beraber somut, ekonomik ve teknolojik boyutun da dördüncü bir eğilim olarak görülmesi gerektiğini öne sürmüştür.85

Önceleri sadece daimi ordularla yapılan savaşların giderek savaşan taraflardaki milletlerin yürekliliği ve duygularını da içine alan bir mücadele biçimi haline gelmiş olduğunu vurgulayan Clausewitz, bundan böyle tarafların savaşta ulusal güçlerinin bütün ağırlığını kullanacaklarına dikkat çekmiştir.86 Böylece savaşların karakterindeki değişime işaret eden Clausewitz, ‘‘savaşın, her somut durumda karakterini biraz değiştirdiği için sadece gerçek bir bukalemun değildir…’’ diyerek savaşın dinamik bir gelişim gösterdiğini ifade etmiştir.87 Yine benzer bir şekilde Sun Zi de savaşın karakterinin değişkenliğine vurgu yapmıştır: ‘‘…su nasıl ki yerin şekline uyarak aşağıya doğru akarsa muharebe de düşmanın durumuna göre zaferi belirler. Nasıl ki suyun sabit bir şekli yoktur, muharebede de tek bir tertiplenme yoktur.’’88

82 İbid., s. 48.

83 Sun Zi, Savaş Sanatı: Modern Muharebe Kavramlarıyla Yeni Bir Bakış, çev. Bülent Okay, 2. Basım, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayın Dağıtım, 2017, s. 53.

84 Haldun Yalçınkaya, ‘‘Savaşın Değişimi ve Savaş Çalışmalarında Farklı Disiplinler’’, Savaş: Farklı Disiplinlerde Yeni Yaklaşımlar, der. Haldun Yalçınkaya, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2010, s. 15.

85 Michael I. Handel, Savaşın Ustaları: Klasik Stratejiler, çev. Berna Kara, İstanbul: Doruk Yayımcılık, 2004, ss. 142-143.

86 Clausewitz, op.cit., ss. 229-230.

87 İbid., s. 47.

88 Sun Zi, op.cit., ss. 76-77.

26

Savaşın doğasının belirsizliğine de vurgu yapan Clausewitz, savaştaki verilerin tümüyle belirsiz olduğunu ve savaş esnasında gerçekleşen olayların açıkça bir alacakaranlıkta meydana geldiğini ifade etmiştir. Savaşın doğasındaki bu belirsizliği

‘‘sis’’ terimini kullanarak kavramsallaştırmıştır.89 Bu bağlamda Clausewitz, savaştaki tüm belirsizliklerin savaşın doğasından kaynaklandığını ileri sürerek savaşın bilinmezliklerine vurgu yapmıştır.