• Sonuç bulunamadı

IRAK IN IŞİD LE MÜCADELE STRATEJİLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "IRAK IN IŞİD LE MÜCADELE STRATEJİLERİ"

Copied!
132
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

SAVAŞIN DEĞİŞEN KARAKTERİ ÜZERİNE:

IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELE STRATEJİLERİ

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Ali Yasin GÜNDOĞDU

BURSA-2019

(2)
(3)

T.C.

BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

SAVAŞIN DEĞİŞEN KARAKTERİ ÜZERİNE:

IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELE STRATEJİLERİ

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

Ali Yasin GÜNDOĞDU

Danışman:

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Halil Mustafa BEKTAŞ

BURSA-2019

(4)
(5)
(6)
(7)

i

ÖZET

Yazar Adı ve Soyadı : Ali Yasin GÜNDOĞDU

Üniversite : Bursa Uludağ Üniversitesi Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü Anabilim Dalı : Uluslararası İlişkiler

Bilim Dalı : Uluslararası İlişkiler

Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi

Sayfa Sayısı : VII+118

Mezuniyet Tarihi : …../…../20….

Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Halil Mustafa BEKTAŞ

SAVAŞIN DEĞİŞEN KARAKTERİ ÜZERİNE:

IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELE STRATEJİLERİ

2003’te ABD işgali sonrası Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle beraber Irak’ta iktidar gücü Sünni Araplardan nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şii Arapların eline geçmiştir. İşgal sonrası dönemde iç politikada yeniden bir güç dengesinin tesis edilme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yaşanan iç savaşlarla etnik ve mezhepsel gerilimin tırmanması ülkedeki politik kutuplaştırmayı had safhaya çıkarmış ve kırılgan bir yapıya sahip olan Irak’ın iç dengeleri Arap Baharı ile birlikte yeniden sarsılmıştır.

Şii Arapların diğer etnik ve mezhepsel gruplara uyguladığı baskı, ülkedeki otorite boşluğu ile birleşince Irak’ta IŞİD terör örgütünün ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte, IŞİD’in hibrit bir savaş stratejisi ile hareket etmesi örgütün hızlı bir biçimde ülkede nüfuz sahibi olmasına neden olmuştur. Bu durum ise IŞİD’e karşı mücadelede Irak’ın iç politik, bölgesel ve uluslararası düzeylerde ittifaklar kurmasını gerektirmiştir. Aynı zamanda Irak, hibrit bir tehdit olarak yükselen IŞİD’e karşı hibrit bir mücadele stratejisi yürütmüştür. Mevcut çalışmada, IŞİD’le mücadelede Irak’ın ittifak stratejilerini kapsamlı bir şekilde değerlendirmek için klasik güç dengesi teorisinin aksine farklı bir perspektif sunan omnibalancing teorisinden yararlanılacaktır.

Çalışmada, terör örgütü IŞİD’in ortaya çıkışından itibaren hızlı bir şekilde yükselişini gerçekleştirmesine katkı sağlayan stratejiler ve buna karşılık Irak’ın IŞİD’le mücadele kapsamında uygulamış olduğu stratejiler hibrit savaş konsepti perspektifinden analiz edilmektedir.

Anahtar Sözcükler: Omnibalancing Teorisi, Hibrit Savaş, IŞİD, Irak, İran, ABD

(8)

ii

ABSTRACT

Name and Surname : Ali Yasin GÜNDOĞDU University : Bursa Uludag University Institution : Social Science Institution Field : International Relations Branch : International Relations Degree Awarded : Master

Page Number : VII+118

Degree Date : …../…../20….

Supervisor : Asst. Prof. Mehmet Halil Mustafa BEKTAŞ

ON THE CHANGING CHARACTER OF WAR:

STRATEGIES OF IRAQ'S STRUGGLE AGAINST ISIS

After the destruction of Saddam Hussein’s regime by the US occupation in 2003, power passed from the Sunni to the Shiite Arabs, who constitute the majority of Iraq’s population. In the post-occupation period, attempts to establish a balance of power in domestic politics have failed. The escalation of ethnic and sectarian tensions that have accompanied the civil wars has exacerbated political polarization to an extreme level, and the tenuous structure of the country’s internal balance has been shaken again by the Arab Spring. The oppression by Shiite Arabs of other ethnic and sectarian groups and the vacuum of authority in the country have led to the emergence of the ISIS terrorist organization in Iraq. The fact that ISIS has adopted a hybrid warfare strategy has also resulted in the rapid escalation of its dominance in the country. This situation has lead the state to establish alliances at domestic, regional and international levels in order to combat ISIS. Iraq has also adopted a hybrid warfare strategy to counter ISIS’s equivalent. In order to comprehensively evaluate Iraq's alliance strategies in dealing with ISIS, the current study adopts an omnibalancing theory that presents a different perspective to the classical balance of power theory. It uses the hybrid warfare concept to examine the strategies that have contributed to the rapid advance of ISIS in Iraq and the strategies adopted by the country in combating ISIS.

Keywords: Omnibalancing Theory, Hybrid Warfare, ISIS, Iraq, Iran, US

(9)

iii

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... i

ABSTRACT ... ii

İÇİNDEKİLER.. ... iii

KISALTMALAR ... vi

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK ÇERÇEVE: OMNIBALANCING TEORİSİ AÇISINDAN IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELESİNİN ANALİZİ

1. OMNIBALANCING TEORİSİ...5

2. REALİZM...9

2.1. Omnibalancing Teorisi ve Realizmin Karşılaştırılması...16

3. GÜÇ DENGESİ TEORİSİ...17

3.1. Omnibalancing ve Güç Dengesi Teorilerinin Karşılaştırılması...20

4. OMNİBALANCİNG TEORİSİ VE IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELESİ...21

İKİNCİ BÖLÜM HİBRİT SAVAŞ KONSEPTİ

1. SAVAŞ KAVRAMI...24

2. HİBRİT SAVAŞ...26

2.1. Askeri Kapasite Kullanımı...31

2.1.1. Konvansiyonel askeri kapasite kullanımı...31

2.1.2. Konvansiyonel olmayan askeri kapasite kullanımı...32

2.1.2.1. Özel kuvvetler...33

2.1.2.2. Devlet dışı silahlı aktörler...34

2.1.2.3. Özel askeri şirketler...35

(10)

iv

2.2. Askeri Olmayan Kapasite Kullanımı...37

2.2.1. Enformasyon savaşı ve propaganda...37

2.2.2. Ekonomik savaş...38

2.2.3. Siber savaş...39

2.2.4. Yerel karışıklıkların desteklenmesi...39

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM IŞİD’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE SAVAŞ STRATEJİLERİ

1. ORTAYA ÇIKIŞI...41

1.1. ABD Politikalarının Etkisi...43

1.2. Şii Yönetimlerin Etkisi...45

1.3. Arap Baharı’nın Etkisi...48

2. SAVAŞ STRATEJİLERİ...50

2.1. Askeri Kapasite Kullanımı...53

2.2. Askeri Olmayan Kapasite Kullanımı...60

2.2.1. Enformasyon ve propaganda...60

2.2.2. Ekonomik güç kullanımı...64

2.2.3. Siber saldırı kapasitesi...67

2.2.4. Yerel karışıklıkların desteklenmesi...69

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM IRAK’IN IŞİD İLE MÜCADELE STRATEJİLERİ

1. ASKERİ MÜCADELE STRATEJİLERİ...71

1.1. Irak Güvenlik Güçleri...71

1.2. İç Politika Düzeyinde Kurulan İttifaklar...76

1.2.1. Kürtler...76

1.2.2. Şiiler...78

1.2.3. Sünniler...81

1.2.4. Türkmenler...82

(11)

v

1.3. Bölgesel Düzeyde İran ile Kurulan İttifak...83

1.4. Uluslararası Düzeyde ABD ile Kurulan İttifak...86

2. ASKERİ OLMAYAN MÜCADELE STRATEJİLERİ...89

2.1. Enformasyon ve Propaganda...89

2.2. Ekonomik Mücadele...92

2.3. Siber Mücadele...95

SONUÇ...98

KAYNAKÇA...103

(12)

vi

KISALTMALAR

ABD Amerika Birleşik Devletleri

BM Birleşmiş Milletler

BMGK Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi CENTCOM ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı

(United States Central Command) CIA Merkezi İstihbarat Teşkilatı

(Central Intelligence Agency) CJTF Birleşik Ortak Görev Gücü

(Combined Joint Task Force)

CSCC Center for Strategic Counter-terrorism Communications CYBERCOM Siber Komutanlığı

(Cyber Command)

DET Digital Engagement Team

IED Improvised Explosive Device

IKBY Irak Kürt Bölgesel Yönetimi IRU Internet Referral Unit IŞİD Irak ve Şam İslam Devleti İHA İnsansız Hava Aracı

KDP Kürdistan Demokratik Partisi KİK Körfez İşbirliği Konseyi KYB Kürdistan Yurtseverler Birliği NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü

(North Atlantic Treaty Organization) PKK Kürdistan İşçi Partisi

(Partiya Karkerên Kurdistanê)

SVBIED Suicide Vehicle-Borne Improvised Explosive Device

(13)

vii

VBIED Vehicle-Bborne Improvised Explosive Device YPG Halk Savunma Birlikleri

(Yekîneyên Parastina Gel)

(14)

1

GİRİŞ

I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer almış olan Irak, bölgede zengin petrol yataklarının keşfedilmesiyle birlikte Avrupalı güçlerin ilgi odağı olmaya başlamıştır. Özellikle İngilizler, 19. yüzyıl sonlarından itibaren bölgedeki Kürt, Arap ve diğer unsurlarla yakından ilgilenmiş ve onları Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmalara girişmeleri konusunda desteklemiştir.1 I. Dünya Savaşı sırasında da benzer faaliyetler içinde olan İngilizler, bölgenin aşiret ve şeyhlerine kendilerini desteklemeleri halinde bağımsızlık vaatleri vermişlerdir. Daha savaş sırasında Fransızlarla İngilizler arasında Ortadoğu topraklarını paylaşmak için Sykes- Picot Anlaşması yapılmış ve savaş sonrasında ise düzenlenen San Remo Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan parçalar bu iki devlet arasında manda rejimleri adıyla paylaşılmıştır.2 Toprakların paylaşımında hiçbir etnik, dini ya da mezhepsel kaygıların güdülmediği, sınırlarının gelişigüzel bir biçimde ve tamamen galip devletlerin çıkarlarını gözeten şekilde çizildiği Irak devleti de böylece doğmuştur.

Irak’ın devlet olarak ortaya çıktığı tarihsel süreç dikkate alındığında, 2003 sonrası yaşanan iç savaşların ve bölgenin adeta terör örgütlerinin yuvası haline gelmesinin tesadüf olmadığı anlaşılabilir.

ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreçte ise sadece Irak değil, tüm Ortadoğu bu gelişmelerden etkilenmiştir. Nitekim bazı yazarlar bu işgalle birlikte Pandora’nın kutusunun açıldığını öne sürmüşlerdir.3 İşgalle birlikte Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle beraber ülkenin iç politikasında yaşanan güç paylaşımı mücadelesi ilksel kimliklere indirgenmiştir.4 Sünni, Şii ve Kürt temelli etnik ve mezhepsel grupların5 iktidar savaşında cumhurbaşkanlığı makamı Kürtlere, başbakanlık makamı Şiilere, meclis başkanlığı makamı Sünnilere bırakılmış ve diğer bakanlıklar da

1 Sait Yılmaz, Irak Dosyası, 1. Baskı, İstanbul: Kum Saati Yayın Dağıtım, 2011, s. 30.

2 İbid., s. 33.

3 CJ Werleman, ‘‘Iraq: Re-opening Pandora’s box of horrors’’, Middle East Eye, 17.03.2015, https://www.middleeasteye.net/columns/iraq-re-opening-pandora-s-box-horrors-478020170 (e.t.

05.01.2019).

4 Emin Salihi, Irak: Devletin Çöküşü ve Çatışma Süreci, 1. Basım, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2017, ss.190-191.

5 Çalışmada, Irak özelinde etnik ve mezhepsel gruplardan söz edilirken kavramsal olarak Sünni Araplar yerine Sünniler ve Şii Araplar yerine Şiiler nitelemesi kullanılmıştır.

(15)

2

güç dengesi paylaşımı yapılarak bu gruplara pay edilmiştir.6 İç politikada güç dengelerinin oluşturulması sürecinde yaşanan etnik ve mezhepsel iç savaş sonrası, 2007 yılı itibariyle merkezi hükümetin güçlendirilmeye çalışıldığı bir döneme girilmiştir.7 Bu süreçte merkezi hükümeti elinde tutan Şiilerin, ABD’nin ülkeyi işgaliyle birlikte Sünnilerden aldıkları iktidarı koruma ve güçlendirme arzusuyla hareket etmeleri Sünniler ve Kürtlerle aralarında sorunlara yol açmıştır. Özellikle Şiilerin, Sünniliği ve Sünni bölgeleri güvenlikleştirme çabaları Sünni tabanda huzursuzluklara neden olmuştur.8 ABD askerlerinin Aralık 2011’de Irak’tan çekilmesine rağmen, Şii iktidarın Sünni nüfus üzerinde bu baskıcı tutumu sürdürmesi Irak’ta IŞİD tehlikesinin ortaya çıkmasında ana faktörlerden biri olmuştur.

Ulusal bilinçten daha çok aşiret bağları, mezhepsel, etnik ya da bölgesel kimliklerin ön planda olduğu Irak’ta, ordu ve diğer güvenlik güçlerinin IŞİD’e karşı mücadelede isteksiz ve yetersiz kalması üzerine IŞİD hızlı bir biçimde ilerleme kaydederek Haziran 2014 itibariyle Felluce, Ramadi, Tikrit ve Musul gibi çoğunluğu Sünni kentlerde kontrolü sağlamıştır. IŞİD bu süreçte toprak kazanımlarını sürdürürken Irak’ta Nisan 2014 seçimleri gerçekleştirilmiş ve Nuri el-Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu seçimlerden galip ayrılmıştır. Ancak Maliki’nin başbakanlık koltuğunda üçüncü dönemini geçirme ısrarına rağmen, Haydar el-Abadi yeni başbakan olarak göreve gelmiştir.9 Abadi’nin başbakanlık koltuğuna oturmasıyla beraber IŞİD’e karşı mücadelede yeni bir döneme de girilmiştir.

Bu çalışmada, terör örgütü IŞİD’in ortaya çıkışından itibaren hızlı bir şekilde yükselişini gerçekleştirmesine katkı sağlayan stratejiler ve buna karşılık Irak’ın IŞİD’le mücadele kapsamında uygulamış olduğu stratejiler hibrit savaş konsepti perspektifinden analiz edilecektir. Bu bağlamda düzenli ve düzensiz savaşın arasındaki sınırın giderek bulanıklaştığı 21. yüzyılda askeri kapasite kullanımının dışında ekonomik, siber, enformasyon ve propaganda savaşı gibi askeri olmayan kapasitelerin etkili kullanımının

6 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 6. Baskı, Bursa: Dora Basım-Yayın Dağıtım, Cilt 1, 2014, s. 483.

7 Salihi, loc.cit.

8 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Bursa: Alfa Akademi Basım Yayım Dağıtım, Cilt 2, 2017, s. 409.

9 Muhammed Madi, ‘‘Irak'ı birleştirmesi istenen adam: Haydar el Abadi’’, BBC, 12.08.2014, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/08/140811_abadi_profil (e.t. 02.01.2019).

(16)

3

da fazlasıyla önem kazandığı vurgulanacaktır. Nitekim günümüzde devletler kadar IŞİD gibi devlet dışı silahlı aktörlerin de hibrit bir savaş stratejisi izlediği görülmektedir.

Bu çalışmanın temel amacı, hibrit nitelikli bir tehdit olarak yükselen terör örgütü IŞİD’e karşı Irak’ın da bir devlet olarak hibrit bir mücadele biçimini uygulamaya çalıştığını açıklamaktır. Çalışma, esas olarak hibrit savaş konsepti perspektifinden incelenmiştir. Bununla birlikte, mevcut çalışmada uluslararası ilişkiler disiplini çerçevesinden teorik bir zemin kazandırma adına realist teori geleneği içerisinden gelen omnibalancing teorisinden yararlanılmıştır. Çalışma dört ana bölümden oluşmaktadır.

Çalışmanın birinci bölümünde klasik realizm ve yapısalcı realizm ile realist teori geleneğine temel bir giriş yapılmaktadır. Klasik realizm ve yapısalcı realizm arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelendikten sonra realist geleneğin üzerinde çok tartışılan güç dengesi teorisi ele alınmaktadır. Son olarak ise çalışmamızın teorik zeminini oluşturan omnibalancing teorisi açıklanmaktadır. Bu noktada özellikle ana akım realist teori geleneğinden beslenen güç dengesi teorisinin uluslararası politikada boy gösteren daha çok büyük devletlerin dış politika davranışlarına yönelik açıklamalar getirebildiği vurgulanmaktadır. Ancak Irak gibi dünyada yer alan pek çok devletin güç dengesi teorisi çerçevesinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve bu tür devletlerin kendilerine yönelen tehditlere karşı hem iç politikada hem de dış politikada gözlenen davranışlarının farklılık gösterdiği öne sürülmektedir. Bu yüzden omnibalancing teorisinin Irak gibi Ortadoğu devletlerinin hem iç hem de dış politika davranışları üzerinde daha fazla açıklayıcı varsayıma sahip olduğu düşünülmektedir. Bu kapsamda mevcut Şii yönetimin terör örgütü IŞİD’ten algıladığı tehdide karşı izlediği stratejiler, 2003’te ABD işgali sonrası kurulmuş olan Şii merkezli iktidar düzeninin korunması anlamında değerlendirilmektedir.

İkinci bölümde savaş, kavramsal olarak ele alınmakla birlikte savaşın doğası ve karakteri üzerinde tartışılmaktadır. Savaşın doğasının realist teori geleneğinin varsayımlarında olduğu gibi sıfır toplamlı bir oyun olarak devam ettiği anlatılmış, karakterinin ise bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrimlerle beraber dinamik bir değişim halinde olduğu savunulmuştur. Bu bağlamda hibrit savaş konseptinin daha çok savaşın değişen karakteriyle ilgili olduğu vurgulanmış ve içerisindeki başlıca düzenli/konvansiyonel ya da düzensiz/konvansiyonel olmayan bileşenler incelenmiştir.

(17)

4

Üçüncü bölümde ise, öncelikle terör örgütü IŞİD’in ortaya çıkmasında ve gelişmesindeki etmenler değerlendirilmiştir. Sonrasında IŞİD’in Irak’ta hızlı bir biçimde yükselişine katkı sağlayan hibrit savaş konseptini uygulayışı analiz edilmiştir.

Bu kapsamda hibrit bir tehdit olan IŞİD’in askeri savaş kapasitesini başarılı bir biçimde kullanmasının yanı sıra ekonomik, siber, enformasyon ve propaganda savaş kapasitelerini de etkili bir biçimde kullanmaya çalıştığı görülmüştür.

Son bölümde, Irak’ın IŞİD’le mücadele stratejileri hibrit savaş konsepti perspektifinden analiz edilmiştir. Omnibalancing teorisinden de yararlanılan bu bölümde Abadi liderliğindeki Irak Merkezi Hükümeti’nin IŞİD’le mücadelede iç ve dış ittifaklara dayanarak nasıl bir hibrit mücadele stratejisi geliştirdiği analiz edilmiştir. Bu bağlamda iç politikada Sünniler ve Kürtleri yanına çekmeye çalışan Abadi hükümeti, aralarında ideolojik ve dini anlamda kuramsal farklılıklar bulunan Şii cemaat ve aşiretleri IŞİD’e karşı birleştirmeye çalışmıştır. Öte yandan Abadi yönetimi bölgesel düzeyde İran’la, uluslararası düzeyde de ABD’nin desteğiyle IŞİD’e karşı dış ittifaklar kurma yoluna gitmiştir. Böylece Irak, iç ve dış politik zeminde oluşturduğu ittifak zinciriyle IŞİD’e karşı güçlü bir askeri, ekonomik, siber, enformasyon ve propaganda kapasitelerini içeren hibrit bir mücadele stratejisine kavuşmuştur.

(18)

5

BİRİNCİ BÖLÜM

TEORİK ÇERÇEVE: OMNIBALANCING TEORİSİ AÇISINDAN IRAK’IN IŞİD’LE MÜCADELESİNİN ANALİZİ

Realizm ve yapısalcı realizmin özellikle II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber Soğuk Savaş dönemini kapsayan bir zaman diliminde uluslararası politika alanında popüler olması ve Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası politika alanında yaşanan birçok değişim ve gelişmeyi açıklayamaması hem realist geleneğin içinden hem de dışından gelen eleştirilerle karşılaşmasına neden olmuştur. Bu noktada henüz Soğuk Savaş’ın bittiği bir dönemde Steven David, Choosing Sides: Alignment and Realignment in the Third World adlı çalışmasını ve Explaining Third World Alignment adlı makalesini yayımlaması realizm teori geleneğine katkıda bulunmuştur. Her ne kadar David, omnibalancing teorisinin kapsamını Soğuk Savaş dönemi içinde değerlendirmiş olsa da bu konuya dair bazı çekinceler ve güncellemelerle birlikte teorinin özü korunmaya çalışılacaktır.

1. OMNIBALANCING TEORİSİ

David, 1991’de yayımlanan Explaining Third World Alignment adlı makalesi ile Soğuk Savaş boyunca Üçüncü Dünya10 ülkelerinin kurmuş olduğu ittifakların arkasında yatan etmenleri analiz etmiştir. Bu bağlamda genel olarak güç dengesi, bir devletin diğer devletlerden gelen tehditlere karşı koyma gereksinimi sonucunda oluşurken David’in öne sürdüğü omnibalancing11 ise Üçüncü Dünya liderliğinin karşı karşıya

10 Dağ, Üçüncü Dünya teriminin özellikle 1960’lı yıllarda kullanılmaya başlandığını, günümüzde ise işlevini yitirmiş olduğunu belirtip o yıllarda sanayileşmiş ülkelerin dışında kalan ancak kalkınma halinde olan Asya, Afrika ve Latin Amerika devletlerini nitelemek için kullanıldığını vurgular. Bkz. Ahmet Emin Dağ, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, 3. Basım, İstanbul: Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s.

442. ; Demir ve Acar ise terimin kullanımdaki iki anlamına işaret ederler. İlk olarak, Üçüncü Dünya terimini gelişmiş ülkelerin kontrolü altındaki az gelişmiş Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri olarak nitelerler. Bu ülkeler tam olarak kapitalist veya sosyalist bir blok içinde yer almazlar. İkinci olarak, sanayileşmiş merkez ülkelerin izin verdiği ölçüde dünya işbölümüne katılan ve kendi kendine yeterlik düzeyine sahip olmayan, doğrudan ya da dolaylı olarak yarı sömürge durumunda kalan ülkelerdir. Ömer Demir, Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, 6. Baskı, Ankara: Adres Yayınları, Mart 2005, s. 417.

11 Omnibalancing sözcüğünün Türkçe literatürde iki farklı çevirisi bulunmaktadır. Tür ve Salık’ın çalışmasında omnibalancing ‘‘her yerde dengeleme’’ olarak ifade edilirken, Ataman’ın çalışmasında ise

‘‘külli dengeleme’’ olarak karşılığını bulmaktadır. Bkz. Özlem Tür ve Nuri Salık, ‘‘Uluslararası İlişkilerde “Küçük Devletler”: Gelişimi, Tanımı, Dış Politika ve İttifak Davranışları’’, Uluslararası İlişkiler, Cilt. 14, Sayı. 53 (2017), s. 17; Robert Olson’un Turkey’s Relations With Iran) Syria, Israel, and

(19)

6

olduğu iç ve dış tehditlerden dolayı meydana gelir. David, güç dengesinin temel varsayımlarını kabul etmekle birlikte Üçüncü Dünya liderlerinin karşı karşıya olduğu iç ve dış tehditlerin tümünün aldıkları ittifak kararlarında belirleyici olduğunu savunur.12

David, omnibalancing teorisinin Üçüncü Dünya devletlerinin ittifaklara yönelik davranışlarının açıklanması ihtiyacından ortaya çıktığını ileri sürer. Üçüncü Dünya liderlerinin ikincil düşmanı yatıştırma politikası izleyerek hem iç hem de dış tehditleri dengelemesi onların gücü elinde tutmalarını sağlar. David’e göre, teorinin temel varsayımlarının dayanağı liderlerin zayıf ve gayrimeşru olmasıdır. Üçüncü Dünya’da yaygın olarak görülen bu tür liderlerin politik ve fiziksel olarak hayatta kalma amacı, liderlerin ittifak kararlarının en önemli belirleyicisidir.13 Çünkü Üçüncü Dünya’da liderliğin iktidarını kaybetmesi genellikle liderin hayatını kaybetmesiyle eşdeğerdir.14

David, Üçüncü Dünya devletlerinin çoğunun dış güçler tarafından yönetilen kolonilerin mirası olduğunu ifade eder. Bu yüzden sınırlarının keyfiyet arz ettiğini ve devletlerin kendilerinin ise tutarlı bir birimin aksine suni yapılar olduklarını savunur.

Ulusal bilinçten yoksun olan bu tür devletlerde ise etnik, dini ve bölgesel kimlikler öne çıkarak iktidar dar bir elit kesimle ve liderle özdeşleşen bir politik sonuç doğurur.

Ayrıca kamuoyu ve bürokrasilerin çok küçük bir rolü olduğu Üçüncü Dünya’da, dar bir elit kesim ve liderlikte toplanan yönetme gücünün iktidara ortak olmaya veya iktidar olmaya çalışan diğer gruplara bu şansı tanımaması beraberinde iktidarı ele geçirmeye yönelik isyan ya da darbeleri getirir. İktidarı devirmek için yapılan bu müdahaleler diğer devletler tarafından da desteklenebilir. Bu noktada iç tehditlerin, diğer devletlerin çıkarlarını maksimum kılmak için ideal bir araç olduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan silah ve lojistik kapasitedeki eksikliklerden dolayı askeri olarak zayıf devletlerin karşımıza çıktığı Üçüncü Dünya’da, bu tür devletler isyancı grupları komşularına karşı desteklemeye ya da bastırmaya yönelik politikalar izleyebilir.15

Russia 1991-2000: The Kurdish and Islamist Questions (Türkiye'nin İran, Suriye, İsrail, ve Rusya ile İlişkileri, 1991- 2000: Kürt ve İslamist Sorunlar) (Costa Mesa, CA, ABD: Mazda Publis-hers, Inc., 2001, s. xix 232.) kitabının eleştirisi, Muhittin Ataman, ‘‘Türkiye'nin Ortadoğu ile İlişkilerinde Kürt Sorunu ve İslam'ın Etkisi’’, Liberal Düşünce, Yıl. 7, Sayı. 29 (Kış 2003), s. 251.

12 Steven R. David, ‘‘Explaining Third World Alignment’’, World Politics, Vol. 43, No. 2 (Jan. 1991), p.233.

13 İbid., s. 236.

14 İbid., s. 240.

15 İbid., ss. 239-241.

(20)

7

Danielle Beswick ise, David’in omnibalancing teorisi üzerinde bir takım iyileştirmeler yapar. Öncelikle David’in yapmış olduğu analizlerde seçtiği örneklerin Soğuk Savaş’ın iki kutuplu yapısını yansıttığını ve bunun teorinin açıklama gücünü kısıtladığını öne sürer. Beswick’e göre, Soğuk Savaş sonrası uluslararası güvenlik ortamının terörle mücadele ve demokratikleşme gibi yeni ajandalara sahip olması omnibalancing teorisinin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılar. İlk olarak Beswick, David’in Üçüncü Dünya teriminin Soğuk Savaş’ın bir ürünü olduğunu ve o dönemi yansıttığını ifade ederek çağdaş uluslararası politika alanında Ortadoğu gibi bölgelerde16 de omnibalancing teorisinin bölgeyi çalışan akademisyenler tarafından kullanıldığını ifade eder.17 Hatta Drezner gibi yazarlar, ABD Başkanı Donald Trump’ın iç ve dış politika hamlelerini omnibalancing teorisi ile açıklama gayretindedirler.18

16 Ayrıntılı bilgi için bkz. Marc J. O'Reilly, ‘‘Omanibalancing: Oman Confronts an Uncertain Future’’, Middle East Journal, Vol. 52, No. 1 (Winter 1998), pp. 70-84 ; Kirill Nourzhanov, ‘‘Omnibalancing in Tajikistan’s Foreign Policy: Security-Driven Discourses of Alignment with Iran’’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Vol. 14, No. 3 (September 2012), pp. 363–381 ; Rzcbard J. Harknett and Jeffrey A.

VanDenBerg, ‘‘Alignment theory and interrelated threats: Jordan and the Persian Gulf Crisis’’, Security Studies 6, No 3 (Spring 1997), pp. 112-153 ; Jason E. Strakes, ‘‘The ‘Omnibalancing’ Proposition and Baghdad’s Foreign Policy: Reinterpreting Contemporary Iraq-Iran- US Relations’’, Mediterranean Quarterly,Vol. 22, Issue 3 (Summer 2011), pp. 95-108 ; Gerd Nonneman, ‘‘Determinants And Patterns of Saudi Foreign Policy: ‘Omnibalancing’ And ‘Relative Autonomy’ in Multiple Environments’’, pp.

315-351,

https://www.academia.edu/4112908/_Determinants_and_patterns_of_Saudi_foreign_policy_omnibalanci ng_and_relative_autonomy_in_multiple_environments (e.t. 10.11.2017) ; Baron Reinhold,

‘‘Omnibalancing and The House of Saud’’, Master’s Thesis, Naval Postgraduate School, Monterey, California, June 2001, https://apps.dtic.mil/dtic/tr/fulltext/u2/a392115.pdf (e.t. 20.11.2017) ;

Christopher Bergen, ‘‘Omnibalancing in Syria: Prospects For Foreign Policy’’, Master’s Thesis, Naval

Postgraduate School, Monterey, California, December 2000,

https://calhoun.nps.edu/bitstream/handle/10945/9173/00Dec_Bergen.pdf?sequence=1&isAllowed=y (e.t.

20.11.2017).

17 Danielle Beswick, ‘‘The return of Omnibalancing? A multi-level analysis of strategies for securing agency in post-genocide Rwanda’’, paper presented at BISA Africa Working Group seminar African Agency: Implications for IR Theory, 14th September 2011, City University, https://www.open.ac.uk/socialsciences/bisa-africa/files/africanagency-seminar4-beswick.pdf (e.t.

20.11.2017).

18 ABD Başkanı Donald Trump’ın 2016’daki başkanlık yarışında ipi göğüslemesinin ardından ülkede, Rusya’nın seçimlerde Trump lehine pozisyon aldığı ve hatta desteklediğine dair iddialar ortaya atılmıştı.

Bu iddialar Trump ve kabinesini zor durumda bırakmış ve birçok üst düzey istifayı ve azletmeyi de beraberinde getirmişti. Seçimlere Rusya’nın müdahil olup olmadığına dair soruşturma sürerken Washington Post’dan Drezner, Trump’ın iktidarda kalmak için izlediği politikaları omnibalancing teorisi ile açıklıyor. Drezner’a göre kongre, mahkemeler ve özel savcıları kendi iktidarına yönelik birincil tehdit olarak algılayan ABD Başkanı Trump Çin, Suudi Arabistan ve özellikle Rusya ile olan ilişkilerindeki gerginliği ikincil tehdit olarak algılayıp yatıştırmaya çalışıyor. Bkz. Daniel W. Drezner, ‘‘Trump, Russia and omnibalancing’’, Washington Post, 15.06.2017,

https://www.washingtonpost.com/news/posteverything/wp/2017/06/15/trump-russia-and- omnibalancing/?noredirect=on&utm_term=.c9da5584b26f ( e.t. 19.12.2018).

(21)

8

İkinci olarak, Soğuk Savaş sonrası gelişmekte olan bir takım ülkelerin çok partili demokrasinin bazı formlarını benimsediğini vurgulayan Beswick, muhalif grupların mermiyle değil oyla iktidardaki partiyi devirmeye çalıştıklarını öne sürer. Ancak uygulamada muhalif grupların halen silahlı gruplarla bağlantılarını sürdürdüğünü, her ne kadar silahlı grupların sınırlarını belirleme gayreti olsa da barışçıl muhalifliğin sorunlu olduğunu inkar etmez. Öte yandan algılanan tehdidin bir başka boyutuna vurgu yapan Beswick, tehdidin komşulardan ve bölgedeki diğer devletlerden de gelebileceğini belirtir. Böylece bölgesel tehditlere yönelik ayrı bir parantez açan Beswick, bölgesel dinamikleri de iç ve dış tehditlere ek bir açıklama düzeyi olarak getirmiştir.19

Son olarak, David’in Üçüncü Dünya devletlerinin liderlerinin darbe ve ayaklanma korkusuyla politik alanda var olduğu genellemesini eleştiren Beswick, bu tür devletlerde liderlerin ülke içi düzeyde zayıf olmayabileceğini ve bir takım hükümet reformları ve kalkınma başarılarıyla vatandaşlar ile özel sektörün desteğini alabileceğini öne sürer. Öte yandan dar bir elit kesim ve liderliğin baskın olduğu bu tür rejimler askeri, sivil ve ekonomi ile ilgili kurumlarla genellikle iç içe geçmiş olduğundan rejim iç politikada daha dayanıklı da olabilir. David’in liderlerin gayrimeşru olduğu varsayımı üzerine Beswick de bu sorunun bu tür liderler için artan bir eğilim gösterdiğine dikkat çeker. İç politikada rekabete izin vermek istemeyen liderler anayasadaki görev sürelerini uzatmak için çaba gösterirler. Muhalif grupları da içinde barındıran koalisyon hükümetleri de benzer şekilde yapılan seçimlerdeki yenilgiyi kabul etmeme ve seçimlerin özgür ve adil biçimde yapılmadıklarını öne sürme eğiliminde olurlar. Bu tür durumlar ise liderliğin meşruluğunu sorgulamaya açar.20

Biz kanımızca David’in omnibalancing teorisi ve Beswick’in teori üzerindeki iyileştirmelerini dikkate alarak, teorinin bazı varsayımlarını araştırma konumuza uygulanabilirliğini artırmak için bir kısım değişikliklerle beraber kabul edeceğiz. Bu anlamda ilk olarak, David’in analiz seviyesinde devlet yerine liderleri esas alması varsayımı, araştırma konumuza uygun şekilde ağırlıklı olarak yönetime egemen (etnik, dini, mezhepsel veya bölgesel kimliklikler) mezhepsel grup olan Şiiler çerçevesinde değerlendirilecektir.

19 Beswicks, loc.cit.

20 İbid.

(22)

9

İkinci olarak, teorinin uygulanabilirliği açısından David’in Soğuk Savaş döneminin Üçüncü Dünya ülkelerini işaret etmesini göz ardı edip Beswick’in de vurguladığı gibi Ortadoğu ülkelerini de içine alacak bir kapsamda Irak merkezli bir değerlendirme yapılacaktır.

Üçüncü olarak, Beswick gibi Soğuk Savaş sonrası gelişmeleri de dikkate alarak birtakım ülkelerde demokratik seçim ve kurumların varlığı yadsınmayacak ancak demokrasinin tam anlamıyla oturmadığı bu tür kırılgan devletlerde yasadışı hükümet yanlısı ve muhalif silahlı unsurların varlığının ülkenin demokratik geleceğine darbe vurduğu gerçeği göz önünde bulundurulacaktır.

Son olarak, ülkeye yönelik iç ve dış düzeydeki tehditlere ek olarak Beswick’in öne sürdüğü bölgesel düzeydeki tehditleri ya da tehditlere karşı ittifak davranışlarını da kapsayan bir sıralama izlenecektir.21

2. REALİZM

Siyasal realizm, realpolitik ya da bir başka ifadeyle ‘‘güç siyaseti’’ en eski ve en fazla benimsenmiş uluslararası ilişkiler teorisidir.22 Tarihsel olarak uluslararası ilişkiler alanının fikir babası ve bunun yanında realist geleneğin de ilk yazarı olarak görülen Thucydides’e kadar uzanır.23 Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes, Carl Von Clausewitz, Edwart Hallett Carr ve Hans J. Morgenthau gibi önemli entelektüel öncüllerin realizmin kapsamlı bir teori haline getirilmesi yönünde çabaları günümüzde halen uluslararası ilişkiler alanında başat teorilerden biri olmasını sağlamıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında iki dünya savaşı arasındaki dönemde liberal ütopyacı düzenlemelerin başarısızlığına bir tepki olarak ortaya çıkan klasik realizm, uluslararası politika alanında özellikle 1940’dan 1970’lere kadarki çalışmalara damgasını vurmuştur. Bu bağlamda realist yaklaşımın güç kavramını ağırlık noktası olarak alması ve devlete biçtiği rol, onu uluslararası ilişkiler ve uluslararası politikayı

21 Bu kapsamda dış düzey, bölgesel ve uluslararası düzey olmak üzere iki ayrı şekilde gruplandırılmıştır.

22 Jack Donnelly, ‘‘Realizm’’, Uluslararası İlişkiler Teorileri, ed. Scott Burchill ve Andrew Linklater, çev. Muhammet Ağcan, Ali Aslan, 4. Baskı, İstanbul: Küre Yayınları, 2015, s. 53.

23 Paul R. Viotti, Mark V. Kauppi, Uluslararası İlişkiler Teorileri, çev. Metin Aksoy, 5. Basımdan çeviri, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2016, s. 42.

(23)

10

devletler arasındaki mücadele süreci olarak görmesine yol açmıştır.24 1970’li yıllara kadar esas olarak Morgenthau’nun çalışmalarıyla temelleri atılan klasik realizm, Kenneth Waltz’ın Theory of International Relations adlı eserinin 1979’daki basımıyla beraber 1980 sonrası döneme egemen olacak tartışmayı da başlatmıştır.25 Waltz’un çalışmasının devletlerin davranışlarına ve devletler arasındaki ilişkilere yönelik yapısalcı açıklamalar getirmesi onu yapısalcı realist bir düzleme yerleştirmiştir. Bu anlamda realizmi her bir realist düşünürün kabul ettiği varsayımlardan müteşekkil yekpare bir teori olarak değil de analiz seviyesinde farklılaşan, müşterek kabuller temelinde bir teori geleneği oluşturan farklı realist akımların biçimlendirdiği bir teori geleneği olarak açıklamak daha makul bir yol olarak görünmektedir.26

Viotti ve Kauppi’ye göre, realist düşüncenin temel hatlarını belirtmek ve geliştirilen hipotez ve teorilere temel oluşturması bakımından dört temel varsayımı tanımlamak yararlı olacaktır. İlk olarak realistlere göre devletler, anarşik bir dünyada meşru ve merkezi bir hükümetin olmaması nedeniyle en önemli aktörlerdir. Devletleri analiz edilebilen temel yapılar olarak gören realistler, çok uluslu kuruluşları, terörist grupları, diğer ulusaşırı ve uluslararası örgütleri genellikle tanımalarına rağmen onları daha az öneme sahip aktörler olarak kabul etme eğilimindedirler. Egemen güçlerin devletler olduğunu vurgulayan realistler, devlet dışı aktörlerin devletler tarafından yönlendirilmeye açık olduğu görüşünü paylaşarak bu tür yapılara kuşkuyla yaklaşırlar.27

İkinci olarak devleti tek bir birim olarak gören realistler, devletin genellikle belli bir zamanda ve belli bir konuda tek bir politikasının olduğunu öne sürerek devletin üniter yapısına vurgu yaparlar.28 Bu anlamda devletin içindeki bürokrasi, siyasal liderler veya partiler ve kamuoyu gibi bileşenler ayrı ayrı ele alınmazlar.29 Bu yapılar arasında politik farklılıkların oluşması durumunda sorun otoriter bir biçimde çözülebilir ve hükümet devlet adına çoğunluğun ortak sesi olarak uluslararası politikada yerini alır.30

24 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, 8. Baskı, Bursa: MKM Yayıncılık, 2013, ss. 137-138.

25 İbid. s. 157.

26 Eyüp Ersoy, ‘‘Realizm’’, Uluslararası İlişkiler Teorileri, ed. Ramazan Gözen, 3.Baskı, İstanbul:

İletişim Yayıncılık, 2016, s. 160.

27 Viotti veKauppi, op.cit., s. 39.

28 İbid.

29 Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 140.

30 Viotti ve Kauppi, loc.cit.

(24)

11

Üçüncü olarak realistler, devletlerin rasyonel aktörler olarak uluslararası politika arenasında boy gösterdiğini savunurlar. Devletlerin dış politika karar verme sürecinde, karar alıcıların maksimum faydayı ya da minimum maliyeti hedef gözeterek alınacak kararların sonuçlarının tatmin edici veya buna en uygun olana ulaşılması her zaman bir tercih olarak görülür. Bu bağlamda hükümetteki karar vericiler belirli bir konuda istenilen bir sonucun maksimum faydasını almak için tutarlı alternatiflerden bir politika tercihleri sıralaması yaparak en azından kabul edilebilir bir sonuca ulaşmayı hedeflerler.31

Son olarak realistlere göre, devletler için ulusal ya da uluslararası güvenlik devletlerin karşı karşıya olduğu diğer konularla karşılaştırıldığında daha önemlidir.

Devletler, genellikle askeri ve stratejik meseleleri ‘‘yüksek politika’’ olarak görürlerken ekonomik ve sosyal meseleleri ‘‘düşük politika’’ olarak değerlendirerek ulusal ya da uluslararası güvenlikle ilgili politikalarda devletin karşı karşıya olduğu meseleleri hiyerarşik bir sıralamaya tabi tutarlar.32

Realist entelektüellerin teorinin özüne dair paylaştıkları temel varsayımları yukarıda belirttikten sonra klasik realizm ve yapısalcı realizm akımlarını birbirlerinden ayıran bazı noktaları vurgulamak da David’in yeni ve sınırlı bir realist perspektif sunan omnibalancing teorisinin varsayımlarına ön bir dayanak oluşturması bakımından faydalı olacaktır. Bu anlamda klasik realistler insan unsurunun uluslararası politikaya yönelik önemli çıkarımlarının olduğunu savunurlar. Uluslararası politikayı insan doğasına indirgeyen klasik realistler; insanın kötü, günahkar, çıkarcı, saldırgan ve ilişkilerinde gücü ön plana alan olumsuz bir doğaya sahip olduğunu söylerler.33 Hobbes’a göre, insanın doğasından kaynaklanan bu durum insanları birbirlerine düşman yapar ve bu düşmanlık; rekabet, güvensizlik ve şan/şeref sahibi olma tutkusuyla birleşerek bir savaş durumu yaratır. Hobbes’un Leviathan adlı eserinde belirttiği gibi sosyallik öncesi doğa durumunda herhangi bir kural ve yönetimin var olmadığı bir yapıda; ilki insanı kazanç için saldırganlığa, ikincisi güvenlik arayışına ve üçüncüsü de ün ve şöhrete yöneltir.34 Hobbes’un görüşlerinin etkisinde kalan Morgenthau, insan doğasına yaklaşımında çıkar

31 İbid., s. 40.

32 İbid.

33 Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 138.

34 Donnelly, op.cit., s. 56-57.

(25)

12

kavramını ön plana çıkararak ulusların da bireyler gibi çıkarlar peşinde koştuklarını öne sürer. Ulusal çıkar kavramını merkeze alan Morgenthau, kavramı güç ile ilişkilendirerek ulusal çıkarın uluslararası güç ilişkilerine göre tanımlanması gerektiğini belirtir.35 Morgenthau’ya göre, güç olarak tanımlanan çıkar uluslararası politikaya ayrı bir duruş verir. Ona göre, hem yerel hem de uluslararası politika bir güç mücadelesidir.36 Özellikle uluslararası politikada egemen ulus devletler arasında yaşanan bu güç mücadelelerinde ise bir güç anlayışının kesin olarak hakimiyeti sağlayamayacağından dolayı, var olan bu güçler arasında bir denge meydana gelir. Uluslararası politikadaki güç mücadeleleri sonucu oluşan bu denge, devletler arasında bir güç dengesi durumunu ortaya çıkarır. Realistler genellikle güç dengesinin uluslararası politika alanında istikrarı sağlayıcı bir etkisinin olduğunu savunurlar.37 Kısacası klasik realistler insan doğasından hareketle devletin güç peşinde koşmasından kaynaklanan güç mücadelesine odaklanırlar.38

Yapısalcı realistler ise uluslararası politikayı belirleyen en önemli etkenin uluslararası sistemin yapısı olduğu varsayımından yola çıkarak devletlerin dış politikasını ve devletlerin birbirleriyle ilişkilerini incelerler.39 Klasik realistlerin aksine yapısalcılar anarşi olgusuna farklı anlamlar yüklerler. Onlar, anarşinin uluslararası sistemin ‘‘düzenleyici ilkesi’’ olduğunu savunurlar.40 Yapısalcı realizmin kurucu teorisyeni olarak tanınan Waltz, politik sistemleri tanımlamak için düzenleyici ilke, birimlerin işlevlerindeki farklılaşma ve birimlerin kapasitelerinin dağılımına vurgu yapar. Ona göre, ulusal ve uluslararası politikayı tanımlayan hiyerarşi ve anarşi olmak üzere iki siyasal düzenleyici ilke vardır. Ulusal politik sistemlerde astlık ve üstlük ilişkisi bulunduğundan ve dolayısıyla bir emretme ve itaat etme durumu söz konusu olduğundan ulusal politik sistemler merkeziyetçi ve hiyerarşiktir. Uluslararası politik sistemleri oluşturan parçalar ise eşgüdüm ilişkiler içinde konumlandıklarından şeklen her biri diğerine eşittir. Dolayısıyla bir emretme ve itaat etme durumunun söz konusu

35 Atila Eralp, ‘‘Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması’’, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, ed. Atila Eralp, 15. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2016, ss. 73-74.

36 Viotti veKauppi, op.cit., s. 51.

37 Oktay F. Tanrısever, ‘‘Güç’’, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, ed. Atila Eralp, 8. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014, s. 57.

38 Arı,Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 161.

39 Ersoy, op.cit., s. 172.

40 İbid., s. 174.

(26)

13

olmaması uluslararası politik sistemleri adem-i merkeziyetçi ve anarşik bir yapı olarak görmemizi sağlar.41 Waltz, politik sistemlerin bir diğer tanımlayıcısı olarak birimlerin karakteri ve onların işlevlerinin farklılaşmasıyla açıklar. Ona göre, hiyerarşik olan ulusal politik sistemlerde astlık ve üstlük ilişkisi birimlerin işlevlerinde farklılaşmayı doğururken anarşik olan uluslararası sistemlerde birimler olarak tanımladığı devletlerin yerine getirdikleri işlevlere göre biçimsel olarak farklılaşamazlar. Anarşik bir sistemin birimleri olan devletler arasında bir eşgüdümün gerekli olması nedeniyle devletler birbirlerine benzer birimler olarak kalmaya devam ederler.42 Son olarak Waltz, politik sistemlerin tanımlayıcısı olarak devletler arasındaki kapasitelerin dağılımına vurgu yapar. Waltz’a göre, hiyerarşik politik sistemlerde sistemin parçaları işlevsel farklılaşmalar gösterdiği kadar parçaların kapasitelerinin derecesi de önemlidir. Ancak uluslararası politik sistemlerde sistemin birimleri olan devletlerin farklı kapasitede olup olmaması bir görevin yerine getirilmesinde belirleyici durumundadır.43 Bu bağlamda Waltz, yapısalcı realizmin temel varsayımlarında doğrudan doğruya devletlerin güç ve kapasitelerindeki dağılımına ve uluslararası sistemin anarşik yapısına vurgu yapmıştır.

Waltz, uluslararası sistemin düzenleyici ilkesi olarak anarşiyi vurgulayarak devletlerin uluslararası yapının sınırlamasından kaynaklanan ortak davranışlar gösterdiğini ve yine uluslararası yapı tarafından devletlerin davranışlarını yumuşattığını savunur. Ancak Waltz, devletlerin hükümet biçimleri, idari yapıları ve ideolojileri gibi pek çok farklı iç siyasal özelliklerinden dolayı farklı hareket edebileceklerini ve bu nedenle devletlerin de uluslararası yapıyı etkileyebileceklerini iddia eder. Dolayısıyla yapı devleti etkilerken, devlet de yapıyı etkileyerek karşılıklı bir etkileşim yaratır.44

Klasik realistlerin insan doğasının kötümser olduğu iddiasından hareketle uluslararası çatışma ve savaşları açıklamasının aksine yapısalcı realistler, uluslararası çatışma ve savaşları açıklarlarken uluslararası sistemin anarşik yapısından kaynaklanan nedenlerden dolayı devletin bekası sorununa ilişkin farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

Waltz, devletin bekasının yani güvenliğinin, devletlerin sahip olabileceği diğer tüm

41 Kenneth N. Waltz, Uluslararası İlişkiler Teorisi, çev. Osman S. Binatlı, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2015, s. 112.

42 İbid. s. 118.

43 İbid. s. 123.

44 Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, s. 160.

(27)

14

amaçlara ulaşmak için bir ön şart olduğunu savunmuştur.45 Waltz, bazı devletlerin dünyayı fethetme, bazılarının bölgesel hegemonya olmayı amaçladıklarını ve bazılarınınsa hegemonya yerine sadece yalnız kalmayı arzuladıklarını belirtir. Ancak söz konusu tüm bu devletlerin başlıca amacının hayatta kalmak olduğunu ifade eder.46 Bu anlamda savunmacı bir yapısalcı realist olarak gösterilen Waltz, devletlerin nihai endişesinin gücü azamileştirmek yerine sistemdeki kendi konumlarını korumak ve hatta güvenliklerini azamileştirmek olduğunu vurgular. Öte yandan yapısalcı realizm içinde saldırgan yaklaşımın önemli temsilcisi John J. Mearsheimer’a göre ise devletler güvenlik değil güç azamileştiricileridir. Gücü devletin güvenliği için bir araç olarak gören ve devletin güvenliği için uygun bir miktarını yeterli bulan Waltz’un tersine Mearsheimer, uluslararası sistemin anarşik yapısından dolayı büyük güçlerin doğaları gereği saldırgan askeri kabiliyetlerinin olduğunu ve bu devletlerin birbirlerinin niyetlerinden hiçbir zaman emin olamayacaklarını ifade eder. Ayrıca rasyonel birer aktör olan büyük devletlerin başlıca amacının beka, yani hayatlarını idame ettirmeleri olduğunu vurgulayan Mearsheimer, uluslararası sistemde devletlerin tüm bu sebeplerden dolayı birbirlerinden korkacaklarına ve bir self-help (kendine yardım) durumunun olacağını iddia eder. Devletlerin uluslararası sistemde başkalarının yardımına güvenmedikleri self-help durumu ve birbirlerine karşı duydukları korkuyla yüzleşmeleri ise devletlerin, kendi güvenliklerini sağlamak için sistemdeki en güçlü devlet olarak öne çıkmasını gerektirecektir.47

Klasik realistler, devletlerin davranışlarını insanın doğasında bulunan hükmetme ya da başka bir deyişle egemen olma arzusu ile açıklarlarken yapısalcı realistler ise genellikle uluslararası sistemin anarşik yapısından dolayı devletlerde ortaya çıkan diğer devletler tarafından egemenlik altına alınma korkusu ile açıklarlar. Bu anlamda uluslararası güç mücadelesi, yapısalcı realistler tarafından uluslararası sistemin eksikliklerinden ortaya çıkarken klasik realistlere göre, uluslararası güç mücadelesi insan doğasının kaçınılmaz bir yansımasını gösterir ve insan doğasındaki eksikliğe

45 Ersoy, op.cit., s. 174.

46 Kenneth N. Waltz, İnsan, Devlet ve Savaş: Teorik Bir Analiz, çev. Enver Bozkurt, Selim Kanat, Serhan Yalçıner, 1.Baskı, Ankara: Asil Yayın Dağıtım, 2009, s. 197.

47 Ersoy, op.cit., ss. 176-178.

(28)

15

vurgu yapar.48 Devletlerin başka devletler tarafından egemenlik altına alınma korkusu ise bir güvenlik ikilemine yol açar. Uluslararası anarşi ve devletlerin birbirlerine karşı güven eksikliğinin bulunduğu bir sistemde oluşan güvenlik ikilemi, devletlerin kendilerini diğer devletlere karşı korumak için silahlanmaya başvurmalarına neden olur.

Silahlanma yarışı olarak ifade edilen bu durumda, bir devletin kendi güvenliğini sağlaması için az veya çok miktarda silahlanması diğer devletlerin kuşkulanmalarına ve dolayısıyla silahlanan devletin niyetlerinden asla emin olunamayacağı için diğer devletlerin de duyulan bu korkuyla birlikte silahlanmasını beraberinde getirir.49

Bir devletin silahlanma artışının savunma mı yoksa saldırıya mı yönelik olduğunun bilinememesinden kaynaklanan güvenlik ikileminde, diğer devlet ya da devletler buna karşılık kendi kapasitelerinin yetersiz olması durumunda ittifak arayışı içine girebilirler.50 En basit ifadeyle ittifaklar, ortak güvenlik amaçlarını başarmak için bir devletin diğer devlet ya da devletlerle yakın işbirliği içerisine girmesi sonucu oluşur.51 Bu anlamda devletlerin kapasite dağılımları ve anarşik uluslararası sistemden kaynaklı korkularının hayatta kalma arzularıyla birleşmesi, realistlerin güç dengesi ve ittifakları uluslararası düzeninin sağlayıcı vasıtaları olarak görmelerinde etkili olur.52 Ancak realistler her ne kadar ittifakları uluslararası düzeni sağlayıcı vasıtalar olarak görseler de ittifakların bir çatışmayı önleyici gücü kadar ortaya çıkarma olasılığı olduğuna vurgu yaparak onların iki uçlu kılıçlar olduklarını da öne sürerler.53

Öte yandan Waltz’a göre, anarşinin hüküm sürdüğü uluslararası yapıda devletler dengeleme politikasını, bandwagoning (peşine takılma) politikasına tercih ederler.

Özellikle büyük güçlerin ileride rakip olarak karşısına çıkacağı korkusuyla diğer büyük güç veya güçlere karşı tercih ettiği dengeleme politikası tehdit algılanan daha büyük ya da yükselen bir güce karşı riskleri en aza indirebilir. Ancak zayıf devletler söz konusu olduğunda, zayıf bir devletin galip ya da ileride yükselen bir güç olacağı tahmin edilen

48 Keith L. Shimko, ‘‘Realism, Neorealism, and American Liberalism’’, The Review of Politics, Vol. 54, No. 2 (Spring 1992), p. 294.

49 Viotti veKauppi, op.cit., s. 56.

50 İbid. s. 57.

51 David, op.cit., p. 234.

52 Viotti ve Kauppi, op.cit., s. 61.

53 Richard Ned Lebow, ‘‘Klasik Realizm’’, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Disiplin ve Çeşitlilik, ed. Tim Dunne, Milja Kurki, Steve Smith, çev. Özge Kelekçi, 1.Basım, Sakarya: Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınları, 2016, s. 68.

(29)

16

bir devletin safına erken katılması gelecekte bunun avantajlarından fazlasıyla yararlanma isteğiyle değerlendirilebilir.54

Savunmacı bir yapısalcı realist olarak gösterilen Stephen Walt ise dengelemenin peşinden gitme politikasından daha yaygın olduğuna ve geleneksel güç dengesi teorisyenlerinin aksine devletlerin sadece güce değil algılanan tehditlere karşı da ittifak yapabileceklerini öne sürer. Walt’a göre, tehdit düzeyinin algılanmasında gücün dağılımı çok önemli bir faktörken coğrafi yakınlık, saldırı kapasitesi ve diğer devletlerden algılanan niyetler de bir o kadar önemlidir. Ayrıca algılanan herhangi bir tehdide yönelik ittifak olasılığında devletlerin ideolojileri de bir o kadar önemsizdir.55

2.1. Omnibalancing Teorisi ve Realizmin Karşılaştırılması

Omnibalancing teorisi, güç dengesi teorisini birçok noktada eleştirirken realizmin temel varsayımlarını kabul eder. Uluslararası politikanın güç, çıkarlar ve rasyonellik üzerine odaklandığını kabul eden omnibalancing, dünyanın uluslararası anarşi tarafından tanımlandığı, çıkarların çatışma halinde olduğu ve genellikle devlet başkanları için güç kullanmanın bir seçenek olduğu konusunda hemfikirdir. Ayrıca omnibalancing, realizmin toplum gibi politikanın da kökenin insan doğasında yatan nesnel kanunlara dayandığı temel varsayımını benimseyerek bu durumu Üçüncü Dünya liderlerinin hayatta kalma arzusu ile açıklamaya meyillidir. Buna karşılık omnibalancing, realizmin genel olarak sadece dışsal tehditler bazlı değerlendirmelerini ve yapısalcı realistlerin de buna ek olarak devletlerin kapasitelerine yönelik varsayımını genişleterek devletten ziyade devlet liderlerinin bir analiz düzeyi olarak kullanılması gerektiğini savunur. Dolayısıyla klasik ve yapısalcı realistlerin ulusal çıkarı sürdürmenin yegane aktörü olarak gördükleri devletin analiz edilmesini Üçüncü Dünya devletlerinin ittifak kurmadaki davranışlarını açıklamakta yetersiz gören omnibalancing, iç tehditlerle karşı karşıya kalan devlet liderlerinin analiz düzeyi olarak ele alınması gerektiğini öne sürer.56

54 Donnelly, op.cit., ss. 60-61.

55 Stephen M. Walt, The Origins of Alliances, Cornell University Press, p. 5.

https://archive.org/details/TheOriginsOfAlliances (e.t. 10.10.2018).

56 David, op.cit., ss. 236-237.

(30)

17 3. GÜÇ DENGESİ TEORİSİ

Güç dengesi kavramı uluslararası ilişkiler alanında tek bir tanımının olmayışı ve birçok anlama gelecek şekilde kullanılması nedeniyle, anlam itibariyle belirsiz bir hale dönüşmüştür.57 Martin Wight ve Ernst Haas gibi akademisyenler literatürü tarayıp güç dengesi kavramının birden fazla değişik anlamda kullanıldığını tespit etmişlerdir.

Wight’e göre, güç dengesi kavramı dokuz değişik anlamda kullanılmıştır.

Bunlar; ‘‘1) eşit bir güç dağılımı, 2) gücün eşit olarak dağıtılması gerektiği ilkesi, 3) mevcut güç dağılımı (olası herhangi bir güç dağılımı), 4) zayıf tarafın pahasına büyük güçlerin eşit şekilde çoğaltılması ilkesi, 5) dengesizce dağıtılmış olan güç tehlikesini önlemek için bizim tarafımızın bir güç marjına sahip olması ilkesi, 6) eşit bir güç dağılımını sürdürmede özel bir rol, 7) mevcut güç dağılımında özel bir avantaj, 8) üstünlük, 9) eşit bir güç dağılımını üreten uluslararası politikanın doğal bir eğilimi’’58 olarak ifade edilmiştir.

Haas ise güç dengesi kavramının kullanılan sekiz değişik anlamına dikkat çekmiştir. Haas’a göre güç dengesi kavramı; ‘‘1) güç dağılımı, 2) denge durumu, 3) hegemonya, 4) istikrar ve barış, 5) istikrarsızlık ve savaş, 6) güç politikası, 7) bir evrensel tarih yasası, 8) bir sistem ve politika yapımına rehber olarak’’59 çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

Wight ve Haas gibi Morgentau da güç dengesi kavramını dört değişik anlamda kullanmıştır. Morgenthau’ya göre kavram; ‘‘1) devletin belli bir amaca ulaşmak için izlediği politika, 2) devletin gerçek ilişkileri, 3) yaklaşık olarak eşit güç dağılımı, 4) herhangi bir şekilde güç dağılımı’’60 olarak anlam kazanmıştır.

Tanımlardan anlaşılacağı üzere güç dengesi kavramı bazen herhangi bir şekilde güç dağılımını bazen de gerçek bir denge durumunu ifade ederken, kimi zaman da bir üstünlük durumunu veyahut istikrar ve barış ya da istikrarsızlık ve savaş anlamlarına karşılık gelmiş ve bazen de bir uluslararası sistemin yapısını tanımlamak için

57 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 10. Baskı, Bursa: MKM Yayıncılık, 2013, s. 271.

58 Martin Wight, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, ed. By Herbert Butterfield and Martin Wight. Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 1966, p. 71.

59 Ernst B. Haas, ‘‘The Balance of Power: Prescription, Concept, or Propaganda’’, World Politics, Vol. 5, No. 4 (Jul. 1953), pp. 442-477.

60 Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, s. 272.

(31)

18

kullanılmıştır.61 Ancak kavramın uluslararası ilişkiler alanında var olan tarihsel derinliği ise üstün bir gücün ortaya çıkmasındansa güçler dengesinin sürdürülmesi bağlamında Thucydides’in çalışmalarına kadar götürülebilir.62

Klasik realistlerden Morgenthau’nun çalışmalarında güç dengesi politikası dört temel unsur üzerine kurulmuştur. Morgenthau, güç dengesi politikasını uygulamada böl ve yönet, silahlanma, ittifak oluşturma ve tazminat (toprak paylaşımı) üzerinde durmuştur.63 Arı, güç dengesi politikasının uygulanmasına dönük dört unsura beşinci olarak savaş ve askeri araçları da eklemiştir.64

Yapısalcı realistlerden Waltz ise uluslararası politikada devletler arası güç dengesinin, fiziksel güç de dahil olmak üzere devletlerin amaçlarını gerçekleştirmek üzere kullanmayı tercih ettikleri tüm kapasitelerin dengesi haline geldiğini ifade eder.65 Waltz, güç dengesini sistem eğilimli olarak vurgulayarak var olan dengenin devlet adamları tarafından olaylara dayatılması yerine gelişen olaylar tarafından devlet adamlarına dayatıldığını savunur.66 Ona göre, güç dengesi kaçınılmaz olmamakla beraber bazı devletlerin onu kendi politikalarının amacı yapması ya da bazı devletlerin diğer devletler üzerinde hakimiyet kurma davranışlarından kaynaklı olarak var olacaktır.

Hatta güç dengesi politikasını benimsemek istemeyenler bile bir şekilde denge kurma ve sürdürme eğiliminde olacaklardır.67

Öte yandan Henry Kissinger gibi klasik realistler, güç dengesinin kendiliğinden ortaya çıkmadığını aksine bu dengenin devlet adamlarının dış politika oluşumu veya yapılandırması süreci sonunda var olduğunu savunurlar. Bu anlamda güç dengesinin oluşumu üzerindeki tartışmalarda Kissinger iradeci bir tutumu vurgularken Waltz daha çok belirlenimci bir tutum izlemektedir. Güç dengesinin meydana gelmesinde devlet başkanlarının mı yoksa daha çok sistemsel nedenlerin mi ön planda olduğu tartışmasında Morgenthau ise uluslararası politikada güç dengesine yönelik eğilimlerin

61 İbid., ss. 273-275.

62 Viotti veKauppi, op.cit., s. 59.

63 Hans J. Morgenthau, From Politics Among Nations The Struggle for Power and Peace, Sixth Edition.

https://blackboard.angelo.edu/bbcswebdav/institution/LFA/CSS/Course%20Material/SEC6302/Readings/

Lesson_5/Morgenthau.pdf (e.t. 12.09.2018).

64 Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, s. 279.

65 Waltz, İnsan, Devlet ve Savaş: Teorik Bir Analiz, s. 199.

66 İbid., s. 203.

67 İbid., ss. 201-202.

(32)

19

olduğunu her ne kadar kabul etse de devlet adamlarına dengeyi korumaya dair verdiği tavsiyelerle iradecilik ve belirlenimcilik arası bir noktada kalmıştır.68

Güç dengesi teorisinin süregelen esas tartışmalarından biri de tek kutuplu, çift kutuplu ya da çok kutuplu bir sistem yapısının yani güç dengesinin mi istikrarlı olacağı sorusudur. Bu anlamda Waltz, uluslararası etkenlerin sayısındaki artışın belirsizlik oranını da artıracağı ve devletin karar alıcılarının daha çok bilgi ile uğraşmak zorunda kalacağından onların hata oranını da artıracağını ve dolayısıyla iki kutuplu yapının çok kutuplu yapıya göre daha istikrarlı olduğu sonucunu çıkarır. Ancak J. David Singer ve Karl Deutsch gibi yazarlar, Waltz’un uluslararası etkenlerin sayısındaki artışın belirsizlik oranını artıracağı varsayımını kabul etseler de belirsizlik oranının yüksekliğinin bir devletteki karar vericiler arasındaki işbölümünü artıracağını ileri sürerler. Bu durumun ise hata payını azaltmaya yardımcı olacağını ve dolayısıyla çok kutuplu yapıların tek kutuplu yapılara göre daha istikrarlı olacağını savunurlar.69

Tek kutuplu, çift kutuplu ya da çok kutuplu bir sistemdeki güç dengesinin mi daha istikrarlı olacağı tartışması sürerken bu tartışmaların taraflarının ve temel aktörlerinin büyük güçler olduğu konusunda realist gelenekte bir ön kabul bulunmaktadır. Nitekim ortaya çıkan bu güç dengelerine 30 Yıl Savaşları sonrası 1648’deki Vestfalya Antlaşması ve Napolyon Savaşları sonrası 1815’teki Viyana Kongresi ya da I. ve II. Dünya Savaşları sonrası oluşan yeni düzenlemeler örnek olarak gösterilebilirler. Hangi güç dengesinin daha istikrarlı olduğu tartışmasını bir yana bırakacak olursak, burada vurgulanması gereken nokta büyük güçlerin ya da süper güçlerin taraf olduğu ve bölgesel veya dünya savaşlarından sonra bu denge durumunun gerçekleştiği meselesidir.70 Dolayısıyla belirleyici durumdaki büyük ve süper güçler dışındaki devletler güç dengesi teorisinde ihmal edilmiştir. Bu noktada geleneksel olarak yapısalcı realist düzlemde güç dengesini meydana getiren ittifaklarda Waltz’u esas alan güce karşı bir dengeleme ya da Walt’un tehdide karşı bir dengeleme varsayımlarını eleştiren David, birçok devlet açısından dengelemenin sadece dıştan gelen tehditlere değil içten gelen tehditlere de yönelik olduğunu öne sürmüştür.71

68 Viotti veKauppi, op.cit., ss. 60-61.

69 İbid., s. 62.

70 David, op.cit., s. 59.

71 David, loc.cit.

Referanslar

Benzer Belgeler

Apart from this, while implementing this in high gain applications, it suffers an input ripple current / stress (voltage or current) on the switching devices

Ulusçuluk kavramının, değişik anlamlara gelecek şekilde, ulus ve ulus- devletlerin kurulma ve devam süreçleri, ulusa ait olma bilinci ve güvenlik ile refah

Bölge Müdürlüğü kapsamında geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan hidroelektrik santral projelerinin, Türkiye’de mevcut bulunan toplam elektrik ve hidroelektrik

The degrading masculine language regarding the female gender is seen more present within Greek antiquity, compared to various other periods throughout history. It should

78 Hui’nin talebesi olan ve Irak’ın Necef şehrinde yaşayan Şiilerin en büyük dini otoritesi olarak kabul edilen Ayetullah Sistani de Humeyni’nin velayet-i

Bu çalışmada Rusya’nın Suriye iç savaşına müdahalesinin başarısı sebepleriyle beraber açıklanmaya çalışılmıştır. Rusya’nın Suriye iç savaşındaki askeri

Bu gece izleyeceğimiz bölümün konusu kı­ saca şöyle: Bir günlük gazetede muhabir olarak çalışan Fatih adlı genç, polis bülteninde Cahide adlı eski bir

tikten sonra ayrılarak ticaret yapmaya başladı..