• Sonuç bulunamadı

A B

C

Resim 1: A, BT pulmoner anjiyografide sağ ana pulmoner arterde ve inen pulmoner arter dalında trombüs ile uyumlu dolma defekti izlenmektedir. B: Aynı hastanın indirekt BT venografisinde sol ana femoral vende trombüs ile uyumlu hipodens dolma defekti mevcuttur. C: RDUS incelemede ana femoral arterde akım izlenirken ana femoral vende trombüs nedeni ile akım izlenmemektedir.

A B

C

Resim 2: A, BT pulmoner anjiyografide sağ ana pulmoner arterde ve sol alt dalda trombüs ile uyumlu dolma defekti izlenmektedir. B: Aynı hastanın indirekt BT venografisinde sağ ana femoral vende trombüs ile uyumlu hipodens dolma defekti mevcuttur. C: RDUS incelemede V. safena manga açık olup akım izlenirken sağ ana femoral vende trombüs nedeni ile akım izlenmemektedir.

A

B

Resim 3: A, BT Pulmoner anjiyografide pulmoner arter segment ve subsegment dallarında trombüs ile uyumlu dolma defektleri izlenmektedir. B: Aynı hastanın indirekt BT venografisinde solda çift popliteal venin mevcut olduğu ve çift popliteal venlerden birinin tromboze olduğu (beyaz ok) izlenmektedir. Bu hastada RDUS incelemede trombüs saptanmadı.

6-TARTIŞMA

Derin ven trombozu (DVT) dünyada milyonlarca insanı etkileyen iskemik kalp hastalığı ve inmeden sonra üçüncü sıklıkla akut kardiovasküler hastalık sebebidir (44-46). DVT; pulmoner emboli, post-trombotik sendrom ve pulmoner arteriyel hipertansiyona neden olan kronik PE’ye neden olabilir. ABD’de her yıl DVT ve PE nedeniyle 50.000-100.000 kişinin öldüğü bildirilmektedir (46,47). Çoğu hastada pulmoner emboli kaynağı alt ekstremite derin ven trombozudur. Tekrarlayan pulmoner embolide primer risk faktörü rezidü proksimal venöz trombozistir (46,48,49). Bu nedenle DVT’nin etkili ve uygun tedavisi için doğru tanı konması önemlidir. Çünkü erken tanı ve uygun tedavi ile mortalitenin %30’dan %3’e kadar düşebildiği bildirilmektedir (50).

Pulmoner emboli tanısı için kullanılan laboratuar yöntemlerinden biri D-

dimer testidir. D-dimer spesifik bir fibrin yıkım ürünüdür. Pulmoner emboli için semptomların başlamasından üç gün içinde yararlıdır, yarı ömrü üç saattir. Serum düzeyi, ELISA veya Latex aglutinasyon yöntemi ile ölçülür. Tanı algoritmalarında noninvaziv tanı amacıyla, genellikle pulmoner BTA, RDUS, V/P sintigrafisi ile birlikte değerlendirilir. ELISA yöntemi kullanıldığında serum düzeyi <500 ng/ml bulunursa, venöz tromboembolizmi %95-99 oranında ekarte edebilmektedir (51-53). Duyarlılığı yüksek bir yöntem olduğu halde uygulaması saatler sürer. Acil klinik değerlendirmede kullanımı pratik olmamaktadır. Latex aglutinasyon yöntemi ise hızlı, ama duyarlılığı düşük bir yöntemdir. Ayrıca normal D-dimer düzeylerinin saptanması, PE’yi ekarte etmekte yeterli bulunmadığından daha çok taramalar için kullanılmaktadır. Yüksek bulunması halinde PE’yi ekarte etmek için ELISA testi kullanılmalıdır. D-dimer düzeyi; cerrahi, travma, renal patoloji, SLE gibi bir çok durumda >500 ng/ml bulunabildiğinden, pozitifliği venöz tromboemboli için tanı koydurucu değildir.

Aynı patolojik sürecin parçası olan DVT ve PE genellikle farklı görüntüleme yöntemlerle farklı zamanlarda değerlendirilmektedir. Pulmoner emboli tanısında kullanılan görüntüleme yöntemleri; V/P sintigrafisi, ÇKBT pulmoner anjiyografi, MR anjiyografi ve konvansiyonel pulmoner anjiyografidir. PE emboli tanısında konvansiyonel pulmoner anjiyografi altın standart kabul edilmektedir. Ancak BTPA’nın doğru tanı testi olarak son yıllarda önemi artmaktadır ve birçok enstitü PE’yi tespit etmek için ilk tanısal görüntüleme yöntemi olarak BTPA‘yı kullanmaktadır (54). Pulmoner BTA, konvansiyonel pulmoner anjiyografi gibi invazif bir yöntem olmaması, direkt emboliyi göstermesi yanında akciğer parankimi, mediasten, plevra ve göğüs duvarı patolojilerini göstermesi ve hastaların tedaviye verdiği yanıtın değerlendirilmesinde pulmoner BTA’nın kullanılmasının avantajlarındandır. Çeşitli çalışmalarda pulmoner BTA tetkikinin, pulmoner arterlerin santral ve segmental dallarındaki emboliyi saptamadaki duyarlılığı ve özgüllüğü %90’dan fazla olduğu bildirilmektedir. Subsegmantal düzeyde bu oran %60-70’e düşmektedir.(55) Rathbun ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada BTPA’nın emboliyi saptamadaki sensitivitesini %53-%100 spesivitesini %81-%100 belirlemişlerdir (56). Hayashino ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada BTPA’nın emboliyi saptamadaki sensitivitesi %86 spesivitesini %93.7 olarak hesaplanmıştır (57). Stein ve ark.’nın ÇKBT ile yaptıkları çalışmada BTPA’nun emboliyi saptamadaki sensitivitesini %83 spesifitesini %96 saptamışlardır (36). Raptopoulos ve arkadaşları venöz tromboemboli tespitinde tek kesitli BT ile ÇKBT’yi karşılaştırdıkları çalışmalarında, santral pulmoner arterlerin vizualizasyonunda tek kesitli BT ile ÇKBT arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını, ancak lobar ve segmenter arterlerin görüntülenmesinde ÇKBT’nin daha iyi sonuç verdiğini, periferal pulmoner arterlerde ise ÇKBT’nin tek kesitli BT’ye önemli oranda üstünlük sağladığını bildirmişlerdir (58). Palevsky ve arkadaşları başka bir çalışmada, tek kesitli BT ile yapılan pulmoner BT anjiyografi incelemesiyle ana pulmoner arter, lobar ve segmenter

arterlerdeki embolilerin %95.5 duyarlılık ve %97.6 özgüllükle gösterilebildiği belirtilmiş olmasına rağmen, Remy-Jardin ve arkadaşları 3 mm kolimasyonlu tek kesitli BT ile subsegmenter embolilerin yalnızca %37’sini gösterebildiklerini rapor etmişlerdir (59,60). Patel ve arkadaşları da yaptıkları çalışmada, segmenter ve subsegmenter arterlerin vizualizasyonunda ÇKBT’nin tek kesitli BT’ye göre kayda değer oranda üstün olduğunu rapor etmişlerdir (61).

Pulmoner BTA günümüzde PE şüphesi olan hastalarda ilk tarama yöntemi olarak tercih edilmektedir. Ancak solunum sıkıntısı ağır olan hastaların yeterli süre nefes tutamamaları solunum artefaktlarına neden olmaktadır. Bu durum görüntü kalitesini bozmakta ve tanı konulmasını güçleştirmektedir (34). Bu durumlarda görüntüleme süresi mümkün olduğunca hızlandırılmalıdır. Pulmoner BTA’nın yalancı negatif değerlendirildiği bu gibi hastaların bir kısmında BTV ile DVT saptanabilmekte, böylece bu hastaların tedavisine zamanında başlanabilmektedir (62). Bizim çalışmamız da BTV ile 1 hastada (%0.6) DVT tanımlanmasına rağmen PE bulgusu izlenmedi. Benzer çalışmalarda izole DVT oranı genellikle %3.55 ve %5.0 arasında saptandığı bildirilmektedir (63-65). Bu da BTV’nin bu hastalarda erken tanı ve tedavide bir üstünlüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. DVT tanısı için RDUS, MR venografi, konvansiyonel venografi, BT venografi ve impedans pletismografi yöntemleri kullanılmaktadır. Konvansiyonel venografi altın standart olma özelliğini korumakta ve venöz sistemin anatomik şemasını ortaya koymaktadır. Ancak konvansiyonel venografi pahalı, zaman alıcı, ağrılı ve komplikasyonları olan bir yöntemdir. Bu yöntemin diğer dezavantajları kontrast madde gereksinimi ve iyonizan radyasyon maruziyetidir. Ayrıca, incelemenin yapılmasında ve yorumlanmasında tecrübe önemli faktör olmaktadır. Olguların %10-30’unda bazı segmentlerin gösterilmesi yetersiz kalmaktadır (7). Venografi sonrası flebit, allerjik reaksiyon, DVT gibi komplikasyonlar gelişebilmektedir (34). Bugün için noninvaziv yöntemlerin kullanım alanına girmesi konvansiyonel venografi endikasyonlarını sınırlamaktadır. Alt ekstremite venöz sistemin RDUS ile

incelenmesi noninvaziv, tekrarlanabilir, hasta tarafından kolay tolere edilebilir ve düşük maliyetli olması yanında başarılı sonuçları nedeni ile venöz tromboz tanısında ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi olmuştur. Femoropopliteal bölge venöz trombozunda RDUS’nin duyarlılığı %95, özgüllüğü %99, pozitif doğruluk oranı %97, negatif doğruluk oranı ise %94 olarak bildirilmektedir (32). Bundan dolayı RDUS altın standart olmasa da klinik standart yöntem olarak kabul edilmektedir (4-6) Klinik standart olarak kabul edilen RDUS’nin bazı sınırlamaları mevcuttur. Bunlardan birisi obezite ve yumuşak doku ödemi gibi hastaya ait nedenler ile olan suboptimal görüntü kalitesidir. Pozisyon verilmesi zor olan immobil hastalarda alçı gibi nedenlerden dolayı akustik pencere bulunmayan olgularda RDUS incelemesi yapılamamaktadır. Her iki alt ekstremitesi alçılı olduğunda RDUS inceleme yapılamayan ve bu nedenden dolayı çalışma dışı bırakılan bir hastamızda ÇKBTV’de her iki popliteal vende trombüs saptanmıştır (resim 4). Bu hastada PE mevcut değildi. Ayrıca, uygun transduser seçimi, cihazın ayarları, hastanın pozisyonu da görüntü kalitesini etkilemektedir. İliak venöz yapıların değerlendirilmesinde gaz distansiyonu ve yeterli kompresyonun uygulanmaması incelemenin kalitesini etkilemektedir. Bizim çalışmamızda RDUS incelemesinde ana iliak venler gaz distansiyonu nedeniyle değerlendirilemeyen ve diğer venöz yapılarda trombüs saptanmayan bir hastamızda ÇKBTV’de sağ ana iliak vende trombüs saptandı. İzole pelvik ven ve VKİ’da %0.5 ve %4 oranında trombüs saptanmakta olup, yapılan çalışmalarda bu bölgelerdeki trombüsün rekürens pulmoner emboli için risk faktörü olduğu rapor edilmiştir (46).

. Resim 4. Her iki alt ekstremitesi alçılı 64 yaşında erkek olgu, bilateral popliteal venlerde beyaz ok ile gösterilen trombüs ile uyumlu hipodens dolma defekti izlenmektedir.

Yüzeyel femoral venin distal segmenti addüktör kanal içinde seyretmesi yine femoral venin adduktör kanal segmenti ve krural venler kas direnci nedeni ile yeterli kompresyon sağlanamadığından bu bölgelerin RDUS incelemesi sınırlı olmaktadır. Duplike venlerin gözden kaçması tanısal hatalara neden olmaktadır. Bizim çalışmamızda RDUS incelemesi normal olarak değerlendirilen bir hastada indirekt BTV’de. çift popliteal ven mevcut olduğu ve venlerden birinin tromboze olduğu saptanmıştır. Kronik trombüs ve nüks kronik trombüs olgularında venöz anatomik distorsiyon, yaygın kollateral oluşumları ve rezidüel duvar kalınlaşması RDUS incelemelerini zorlaştırmaktadır. Bu durumda kronik değişikliklerin, kronik zeminde gelişen akut trombüsten ayırtedilmesi oldukça zor olabilir (3). Çalışmamızda hastaların tamamı daha

önce DVT ve PE tanısı almamış olup acil pumoner emboli ön tanısıyla geldiği için her iki incelemede de kronik trombüs bulgusuna rastlanmamıştır. BTV’de akut ve kronik DVT’nin ayrımı çoğu zaman mümkün olmakla beraber bazı olgularda ayırım güç olabilmektedir. Akut DVT’de lümen içi dolum defekti ven çapında artış, perivasküler yağlı dokuda kirlenme eşlik etmektedir. Kronik DVT’de ise ven çapında azalma, ven duvarında kalınlaşma ve düzensizlik, kalsifiye trombüs ve kollateral venler görülebilmektedir. Akut ve kronik trombüs ayrımı güç olduğu durumlarda RDUS ile beraber değerlendirilmesi faydalı olabilir (66). Popliteal kistlere ait rüptür ya da kist içi kanama durumlarında tromboze venleri taklit eden görünümler ortaya çıkabilir. Eğer vaskuler anatomiye yeterince hakimiyet yoksa bu görünümler yanlışlıkla tromboze ven olarak yorumlanabilir (9). RDUS’nin femoropopliteal bölgede trombüs saptanmasında yüksek doğruluk ve güvenilirlikte bir yöntem olduğu bilinmesine karşın iliak venlerin barsak gazları nedeni ile optimal değerlendirilememesi ve krural ven trombüslerinde başarı derecesinin düşük olması en önemli sınırlamalarıdır.(33) Çalışmamızda RDUS inceleme normal olan bir hastada BTV ile krural venlerden popliteal vene uzanan trombüs izlenmiştir.

Baldt ve arkadaşları direkt BT venografinin alt ekstremite DVT tanısındaki etkinliğini araştırmak amacıyla yaptıkları çalışmada, konvansiyonel venografi ile karşılaştırıldığında, direkt BT venografinin duyarlılığını %100, özgüllüğünü %96 olarak bulmuşlardır (67). Ayrıca bu çalışmada pelvik venlerdeki ve vena kava inferiordaki trombüsleri saptamada direkt BT venografinin daha etkili olduğu kanıtlanmıştır. Ancak direkt BT venografi kontrast madde gerektirmektedir ve pratikte rutin olarak uygulanmamaktadır. Bilindiği gibi PE’nin %90’dan fazlası alt ekstremiteki DVT’den kaynaklanmaktadır. Genellikle DVT ve PE ayrı görüntüleme yöntemleri ile farklı zamanlarda değerlendirilmektedir. Günümüzde pulmoner BTA ve alt ekstremite indirekt BTV tetkikinin aynı seansta yapılması gittikçe artan bir uygulama olarak

karşımıza çıkmaktadır (68). Bu kombine yöntem sayesinde PE ve DVT’nin aynı seansta değerlendirilmesini sağlayarak erken tanı ve tedaviye olanak sağlamıştır. Kombine Pulmoner BTA-indirekt BTV adı verilen bu yöntemde, PE'ye yönelik olarak yapılan pulmoner BTA'yı takiben, kontrast madde enjeksiyonunun başlangıcından yaklaşık 3-3.5 dakika sonra, diyafragma ile popliteal bölgeler arasındaki venöz sistem taranmaktadır (3,7). Femoropopliteal DVT tanısında alt ekstremite venöz sonografi ile indirekt BT venografi arasında karşılaştırmalı birkaç çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda indirekt BT venografinin DVT açısından duyarlılığı %89-100 ve özgüllüğü %94-100 arasında bildirilmiştir (46). Ancak bazı çalışmalarda yalancı pozitif olgular bildirilmektedir (35). Bizim çalışmamızda RDUS incelemesi normal olan bir hastada ÇKBT venografide sağ iliak vende trombüsle uyumlu olabilecek hipodens dolma defekti izlenmiş olup hastaya yapılan tekrar RDUS incelemesinde iliak venin açık ancak venöz akımda ileri derecede azalma ve kronik DVT ile uyumlu kollateral venler vardı. Bu bulgulara bağlı olarak olgu yalancı pozitif olarak yorumlanmıştır.

Yankelevitz ve arkadaşları pulmoner BTA sonrası alt ekstremite derin venlerinin maksimum kontrastlanması için gerekli gecikme zamanını hesaplamaya yönelik yaptıkları çalışmada kontrast madde infüzyonu başladıktan yaklaşık 180 sn sonra venöz BT tarama yapılmasını bildirmişlerdir (69). Yapılan benzer diğer çalışmalarda da gecikme süresinin 180 ve üzeri olması yeterli venöz opasifikasyonu sağlayacağını belirtmektedir (70). BTV’de kontrast madde enjeksiyonun başlangıcından 3 dakika sonra hastaların çoğunda maksimum venöz opaklaşma sağlanmaktaysa da, kalp yetmezliği ve aterosklerotik damar hastalığı gibi durumlarda venöz dönüş gecikmekte ve 3 dakika gecikme zamanı yetersiz kalmaktadır. Venöz dönüşün gecikmesi, opasifiye olmamış kanın opasifiye olmuş kanla karışması sonucu akım artefaktlarının oluşması, yeterli venöz opasifikasyonun sağlanamaması yalancı negatif sonuçlara neden olmaktadır (62,71). Bu nedenle tüm hastalara kalp yetmezliği öyküsü sorulmalı,

gerektiği durumlarda gecikme zamanının tetkikin başlangıcında 4 dakika olarak ayarlanması önerilmektedir (72).

Venöz değerlendirme için yeterli venöz kontrast yoğunluğunun ölçümü ile ilgili Baldt ve arkadaşları 60 “Hounsfield units” (HÜ) ve üzeri değerin venöz değerlendirme için yeterli olacağını rapor etmişlerdir (73). Goodman ve ark.’nın ana femoral venden yaptıkları kontrast yoğunluğu ile ilgili çalışmada 70 HÜ’in altındaki değerlerin tanı için yeterli olmadığını belirtmişlerdir (74). Bizim çalışmamızda ana femoralden yapılan yoğunluk ölçümlerinde(54HÜ-120HÜ) ortalama değer 86 HÜ saptanmıştır. Üç hastamızda (%1.9) 60 HÜ’in altında değer saptanmış olup istenen yoğunluk değeri elde edilememiş, 24 (%15.2) hastada ise 70 HÜ’in altında yoğunluk değeri saptanmıştır. BT venografide incelenen bölge çalışmalar arasında değişkenlik göstermektedir. Bazı araştırmacılar diyafragma altından popliteal bölgelere kadar olan kesimi incelemekte (3), bazıları da incelemeyi krista iliaka ile popliteal bölge arasında sınırlandırmaktadır (7). Nchimi ve arkadaşları en sık DVT’nin hangi lokalizasyonlarda olduğunu toplam 1408 hasta üzerinde araştırmışlardır. Baldır venlerinden diyafragma düzeyine kadar alınan kesitler sonrasında DVT olguların %48’inde diz altında, %36’sında diz ve inguinal ligament arasında ve yalnızca %15’inde inguinal ligament üzerinde bulunmuştur. Çalışmalarının sonucunda optimal BTV tetkikinin baldır venlerinden iliak krestlere kadar olan alanı içermesi gerektiğini bildirmişlerdir (75). Nitekim bir hastamızda iliak ven trombozu ayrı bir hastamızda krural venlerdeki trombüs ÇKBTV’de izlenirken RDUS’ta saptanamadı. Ve her iki hastada ÇKBT pulmoner anjiyografide pulmoner emboli saptandı.

İndirekt BT venografi sadece DVT’nu görüntülemeyip aynı zamanda, pelvik bölge ve alt ekstremitedeki venöz yapılar dışındaki patolojileri de göstermesi bu yöntemin başka bir avantajıdır (46,76,77). Bizim çalışmamızda saptanan venöz dışı patolojiler sol inguinal inmemiş testis(n=1), pelvik abse(n=2), parakaval lenf bezi(n=1), prostat bezinde büyüme(n=5), pelvik serbest sıvı(n=2), mesane

duvarında kalınlaşma(n=1), sol overde kist(n=1), mesane ile karın ön duvarı arasında fistül trakt(n=1), pelvik fraktür(n=1) ,eklem aralığında sıvı(n=4) ve baker kisti(n=2) olarak saptanmıştır.

Ek kontrast madde gerektirmeyen noninvazif ve hızlı bir yöntem olmakla birlikte indirekt BT venografinin bazı dezavantajlarıda bulunmaktadır. Öncelikle teknik olarak farklı protokoller kullanılmakta, kullanılan kesit kalınlığı, kesit aralığı, tarama şekli(helikal veya inkremental) gibi parametreler henüz standart hale gelmemiştir. Kalsifikasyonlar, protez eklemler ve metalik artefaktların yalancı dolma defektlerine yol açabileceği bildirilmektedir (34). Bazen parsiyel volüm etkisi ile venöz kapaklar damarın ortasında, trombüsü taklit eden, sınırları belirsiz dolum defektleri oluşturmaktadır. Ancak bu görüntü sadece tek kesitte izlenirken, gerçek trombüslerde genellikle ardışık kesitlerde dolum defektleri devam etmektedir. Karakteristik görünümü bilindiği takdirde kapaklardan kaynaklanan bu parsiyel volüm etkisinin tanınması mümkündür. İndirekt BTV’de alınan radyasyon dozu da yöntemin bir dezavantajıdır. Kalva ve arkadaşlarının indirekt BTV de alınan radyasyon dozu ile ilgili 2074 hastayı kapsayan çalışmada sadece iki hastada pelvik bölgede venöz trombüs saptadıkları ve bu nedenden dolayı indirekt BTV’de sınırlamaya neden olan radyasyon dozunu azaltmak için pelvik bölgenin taranmasının çok önemli olmadığını söylemektedirler (38).

Sonuç olarak, pulmoner BTA sonrası gerçekleştirilen indirekt BTV tetkiki DVT’nin saptanmasında yüksek tanı değeri olan ve özellikle RDUS’un uygulama ve değerlendirme açısından yetersiz kaldığı bazı durumlarda RDUS’a alternatif olabilecek hızlı bir görüntüleme yöntemidir.

7- SONUÇ

1- İndirekt BT venografinin femoropopliteal derin venöz sistemdeki derin ven trombüslerini saptamadaki etkinliği RDUS ile karşılaştırılabilir derecede etkili bulunmuştur.

2- Pelvik bölge (VCİ, iliak venler) venlerindeki trombüsü saptamada indirekt BT venografi etkili bulunmuştur.

3- RDUS ile saptanan tüm trombüsler indirekt BT venografide de saptandı. 4- Genel durumu RDUS incelemeye uygun olmayan hastalarda (şuuru

kapalı, entübe, ve ekstremiteleri alçılı) DVT tanısında avantajı olduğu belirlendi.

5- İndirekt BT venografi venöz trombüs dışında ekstra venöz patolojileri saptaması RDUS’a göre bir üstünlüğü olarak belirlendi.

6- İndirekt BT venografi ile BT pulmoner anjiyografinin kombine edilmesi, tek bir incelemede tromboembolizmin kaynağı ve hedefi saptanmaktadır.

8-ÖZET

Pulmoner embolizim (PE) ve derin ven trombozisi (DVT) bir hastalığın iki farklı komponenti olduğu bilinmektedir. Venöz tromboembolizim dünyada milyonlarca insanı tehdit eden ve ciddi koplikasyonlara yol açan bir hastalıktır. Pulmoner embolizim ve derin ven trombozu genellikle farklı zamanlarda, farklı yöntem ile ayrı ayrı incelenmektedir. Son yıllarda, PE’ye yönelik BTA yapılan hastalarda, diyafragma seviyesinin altındaki venöz yapılar, ek kontrast madde verilmeden venöz yapılarda yeterli opasifikasyonun sağlanacağı düşünülerek belli bir süre beklendikten sonra elde olunan BT venografi (BTV) kesitleri ile değerlendirilmektedir. İndirekt BT venografi olarak adlandırılan bu yöntemle PE’ye neden olabilecek derin venöz sistem içindeki trombüsler, pulmoner BTA’nın hemen sonrasında, ek kontrast madde kullanılmasına gerek kalmadan incelenebilmektedir

Bu çalışmanın amacı pulmoner emboli şüpheli olgularda alt ekstremiteleri RDUS ve indirekt BT venografi ile değerlendirilen olgularda her iki yöntemin DVT tanısındaki yerini araştırmaktır.

Pulmoner emboli kuşkusu olan 157 olgu çalışma kapsamına alındı. Her olguda kombine BT pulmoner anjiografi-indirekt BT venografi uygulandı, ve BT venografi sonucundan habersiz ilk bir saat içinde alt ekstremite RDUS incelemesi yapıldı. Elde edilen sonuçlar karşılaştırıldığında, her iki yöntem arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır.

Sonuç olarak pulmoner emboli düşünülen hastalarda BT anjigrafiyi takiben yapılan indirekt BT venografi alt ekstremite derin ven trombozis tanısında etkili bir yöntemdir.

SUMMARY:

Pulmonary Embolism(PE) and Deep Venous Thrombosis(DVT) are known to be two separate components of a single disease. Venous Thrombo-embolism is a disease that threatens millions of people throughout the world, resulting in serious complications. PE and DVT are usually examined at different times through different methods. In recent years, in patients on whom CTA is performed aimed at PE, venous structures below the diafhragma have been evaluated by CT venography (CTV) sections obtained after a given period of time, considering that adequate opafication can be achieved in venous structures without administering additional contrast substance. Through this system, thromboses within deep venous system that may lead to PE can be assessed immediately after pulmonary CTA without using additional contrast substance. The aim of this study is to determine the place of both methods in the diagnosis of DVT in cases suspected of PE, and whose lower extremities are evaluated by RDUS and Indirect CT venography.

A total of 157 cases suspected of PE were included into the study. In each case, CT pulmonary angiography+Indirect CT venography was performed, and within the first one hour, we investigated lower extremity RDUS, unaware of the result of venography. When the results obtained were compared, no significant difference was determined between the two methods

In conclusion, indirect CT venography, which is performed soon after CT angiography, is an efficient method in the diagnosis of lower extremity deep venous thrombosis in patients suspected of PE.

9- KAYNAKLAR

1- Rhee KH, Iyera RS, Chaa S. et. al. Benefit of CT venography for the diagnosis of thromboembolic disease. Clin imaging. 2007; 31: 253 – 258

2- Taffonil MJ , Ravenel JG, Ackerman SJ. Prospective Comparison of Indirect CT Venography Versus Venous Sonography in ICU Patients. AJR 2005; 185:457–462

3-Loud PA, Katz DS, Klippenstein DL, Shah RD, Grossman ZD. Combined CT

Benzer Belgeler