• Sonuç bulunamadı

Olay anlatımı, anlatma yönteminin teknik ögelerindendir , bakış açısı ve anlatıcı bakımından ele alınmalıdır.343 Đlk olarak romanı kimin anlattığını ve buna ne ad verildiğini irdelemek gerekir. Bu romanı yazar-anlatıcı adını verdiğimiz anlatıcı anlatmaktadır. Neden yazar-anlatıcı adını verildiği açıklanırsa: Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı roman yazarları, romanı bir araç olarak görürler, bu yüzden romanlarını didaktik bir tutumla yazarlar. Okuyucuyu eğitmek ve ahlâk dersi vermek amacıyla yazılan bu romanlardaki anlatıcı okuyucuyla sohbet eder, metne müdahale eder, romanı bizzat kendisi anlatır.344 Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı romanına

341 a.g.e. ,s.26,27.

342 Hakan Sazyek, a.g.m. , s. 90. 343 a.g.m. , s. 90

özgü olan bu anlatıcı tipine bu yüzden yazar-anlatıcı adı verilir. Bu anlatıcı tipi bugün artık büyük bir teknik hata olarak görüldüğü için kullanılmaz.345 Zaten Servet-i Fünûn romanıyla beraber bu yazar-anlatıcı da ortadan kalkar, yerini hayalî anlatıcı adı verilen anlatıcıya bırakır.346

Ülfet, romanının anlatıcısı da bir yazar-anlatıcıdır. Kendisi her şeye egemendir, hâkimdir. Romanda ibretli bir konu vardır ve yazar-anlatıcı bunu öğretici bir tavırla okuyuculara anlatır. Ahmet Đhsan’ın bu eseri sosyal ve didaktik özellikler bakımından zengindir. Bu yüzden kendisinin, Ahmet Midhat’la başlayan didaktik ve popüler roman geleneğinin etkisinde kaldığı görülür.347 Ahmet Đhsan , romanında

özellikle bir konu üzerinde durmaktadır. Bu konu evlilik kurumundaki yanlışlıklardır. Yaşlı beylerin genç bayanlarla evlenmeleri ve bu durumdan dolayı ortaya çıkabilecek felaket romanda anlatılmak istenen ve önemle üzerinde durulan konudur.348 Bu yüzden yazar, öğretici olmak adına romanını kendisi anlatır. Romandaki yazar- anlatıcı gerektiğinde okuyucusuyla da sohbet eder, figürlerin geçmişlerini okuyucuya anlatmak suretiyle , araya bu şekilde bilgi kırıntıları serpmekle metne dahil olur. Yazar-anlatıcının yukarıda sayılan özelliklerine romandan örnekler verilirse: Ülfet, Emine Hanım’ın evine geceleyin gelir ve yazar- anlatıcı bunun üzerine şu sözleri sarf eder: “Kızcağız tarihçe-i hayatının mukaddime- i felâketi olan şu geceyi hissiyâtın zebûn te’sîr ü şiddeti olduğundan kuvve-i müfekkiresini toplayarak cevap i’tâsına muvaffak olamadı…”349 Burada yazar- anlatıcı ahlâkî ders vereceği için romanın sonunu kendisi önceden tasarlamış olduğundan bu şekilde cümleler kurar.350 Bir kere Ülfet’e acıdığı ortadadır; çünkü onun için “kızcağız” sözünü kullanır. Üstelik romanın sonuna dair ipuçları da verir. Bu ipuçlarından bu kızın hayatının bir felakete dönüşeceğini anlaşılır.

Romanda yazar-anlatıcı okuyucuya sorular sorar, yorumlar yapar: “Ah kalb-i bâkir! Henüz levs-i kizb ü dürûg ile televvüs etmemiş bir kalb-i ma’sumun, bir fikr-i hâlisin bir vicdân-ı sâfînin ilk yalanı irtikâb etmesi ne kadar güçtür bilir misiniz? O

345 a.g.m. , s.88. 346 a.g.m. ,s.89.

347 Bilge Ercilasun, a.g.e. , s. 36. 348 a.g.e. , s. 36.

349 Ahmet Đhsan, a.g.e. , s.16. 350 Hakan Sazyek, a.g.m. , s. 89.

kalbde ne büyük mücâdeleler acılar tasavvur eyler misiniz? Doğrudan başka hatt-ı hareket görmemiş, tanımamış, olan bir fikr-i ma’sum, ilk hatve-i riyâyı, ne kadar ehemmiyetsiz olsa da güç atar.”351Görüldüğü gibi yazar-anlatıcı okuyucuyla sohbet eder, hatta kendi kendine ah çeker, masum bir kızın düştüğü hallere üzülür.

Yazar-anlatıcı, okuyucuyla olan sohbetine şu cümlelerle devam eder: “Binaenaleyh hayli müddet işteki hîleyi meydana vererek kaçmak istediği halde ihtimâlât-ı istikbâliyeyi derpîş eyleyip birkaç seneler şu ihtiyar çocuğu oyalamaya karar vermemiş miydi? Đşte şimdi ihtiyarı oyalıyor, yoksa onu sevmiyor, kendini ona zevce addetmiyor oyalayıcı telakki ediyor. Vazîfesi çocuk oyalamaktan ibâret olan bir kadında hiç vazîfe-i sadâkat bulunur mu? O kadın âmâl-i kalbiyesine mukâbil serbest ve hür değil midir. Lakin insan zaîfü’l-kalb olur, hele hissiyât-ı kalbiyesi kendinden kuvvetli bulunursa böyle kendini aldatmak için ne kadar da delâil bulur bilir misiniz?”352

Romanda yazar-anlatıcı, figürler arasında geçen diyaloglardan sonra okuyucuya bazen seslenir: “ Fark olunuyor ya! Ülfet kendinde işvebâzlık isti’dâdını da büyük görerek o tarîke sâlik olmuştur, mağazada Âkil ile aralarında devam eden sözlerde hep o istidâdını sarf etti, netîcesi olarak Nâil ile olan münasebetinden Âkil’in nerelere kadar haberdâr olduğunu anladı.”353

Yazar-anlatıcı, Nâil’in odasında otururken aklına Ülfet’in bahçedeki şuh halinin gelmesini ve bu sebepten kendinden geçmesini şu şekilde yorumlar: “Đnsandaki hissiyât-ı hayvaniye işte böyledir. Fikren ne kadar afîf ve masûm olunsa da öyle anlar gelir ki hissiyât-ı afîfâne külliyen muattal kalarak yalnız ilcâât-ı hayvaniyyeye mutî’ bulunulur. Đnsan her türlü cinneti icrâya müheyyâ olur, bu hâli de hissiyât-ı hayvâniye ve şehvâniyyeyi tahrîk eden manzaralar îcâb eder. Manzarayı meydana getiren mahlûkun meclûb ve sevdageri olmasak bile ondaki halâvet-i tabiiyye yirmi yaşındaki erkeği meclûb etmekten hiçbir zaman hâlî kalamaz. Binâenaleyh efkâr-ı afîfe sâhibi olduğundan nâşı her türlü müştehîâne manzaralarla mukâvemete

351 Ahmet Đhsan, a.g.e. s.23-24. 352 a.g.e. , s.83-85.

muvaffak olmak kâbildir iddiası gibi vâhî şey olamaz. Meğerki o adamda hibb-i cemâl ü hayvaniyyet hissi bulunmaya!”354

Ülfet romanında yazar-anlatıcı, figürlerin davranışlarını, ilişkilerini, konuşmalarını değerlendirir, yorumlar.355 Bu roman bu yüzden aynı zamanda yazar- anlatıcının bakış açısıyla yazılır. Yazar-anlatıcı isterse anlattığı figürlerin zihinlerine iç dünyalarına girebilir, gizli kalan duyguları, düşünceleri açığa vurabilir. Olayların hızını kendi ayarlayabilir.356 Romanda olaylara yazar-anlatıcının bakış açısıyla bakarız: “ Ülfet odasına kapandı, beynini yorarak bir karâr-ı ittiâz eylemek istedi, hâtırına hiçbir şey gelmedi, fakat mev’id-i mülâkata gitmeyecek olursa Âkil’in ilk müracaatta ettiği tehdîdi pek ziyâde arttıracağını derk etti, tehdîdâtı anlamamış gibi davranarak işi anlamamazlığa vurmaktan başka çare yoktur dedi, fakat bir hiss-i merâk kendini mev’id-i mülâkata sevk eyliyordu.”357 Temel olarak her şeyi bilmeye dayanan bu bakış açısı romanda başarıyla örneklenir.358

Bu örneklerden bir tanesi de Nâil’le ilgilidir. Yazar-anlatıcı olaylara kendi bakış açısıyla bakar ve yorum yapar: “Saat üçe kadar Nâil selâmlıkta oturdu, misâfirin azîmetini müteâkip dayısıyla içeri girip odasına kapanmak istiyordu. Hasan Efendi gibi boş fikirli bir adamın, ondan aşağı olmayan dayısıyla cereyân eden beyhûde mukâlemesini dinlemek eziyetine katlandı.”359

Görüldüğü gibi romanda yazar-anlatıcı olayları ve çevreyi kendi bakış açısına ve hayal gücüne göre anlatır, bu şekilde olaylar ve kişiler yaşamdaki örnekleri gibi değil yazar-anlatıcının kabul ettiği şekilde anlam kazanır.

354 a.g.e. , s.106.

355 Hakan Sazyek, a.g.m. , s.90. 356 Mehmet Tekin, a.g.e. , s. 50. 357 Ahmet Đhsan, a.g.e. s.151-152. 358 Mehmet Tekin, a.g.e , s. 50.. 359 Ahmet Đhsan , a.g.e. , s.121,122