• Sonuç bulunamadı

Ocağın Kurallarının Bozulması ve Yeniçerilerin Zorbalıkları

BÖLÜM 2: YENİÇERİ OCAĞININ BOZULMA SEBEPLERİ

2.1. Ocağın Kurallarının Bozulması ve Yeniçerilerin Zorbalıkları

17. yüzyıldan başlayarak ocağın kanunnameleri yerine anlamsız gelenekler geçmiş, yeniçeri ocağı devlet otoritesinin dayanağı olmaktan çıkmış, ocak devlet içindir prensibi yerini devlet ocak içindir düşüncesine terk etmiş ve bundan dolayı ocakta ve devlet teşkilatında yeniçerilerin onayı olmadan herhangi bir düzen kurma olanağı kalmamış (Karal, 1995:7) ve bütün bunlar ocağın tefessüh etmesine yol açmıştır. Nitekim Ahmed Cevdet Paşa, Esad Efendi’den naklen artık geçerliliği kalmamış eski yeniçeri geleneklerini şöyle anlatmaktadır: “Yeniçeriler kanunlarını kendileri değiştirdiler, fakat bina yıkılıp helâsı yerinde kalmış gibi usta adını taşıyan yeniçeriler Et Meydanı’nda çıplak olarak her sabah çabuk koşmaya alışmak için konan ete koşmaları, çavuş ve usta dedikleri kimsenin yine meydanda yüksek bir yere çıkıp güya et tayini almaya gelen askere seslenir yollu:”çardak önünden geçmeyin. Pazar ve sokaklara gitmeyin, halk sizi pazara gider sanmasın…Subayı görünce kaçın ve tozluğunuzu indirin. Şöyle idin, böyle idin diyerek, belli belirsiz dilde konuşma ve uyarıları kalmıştı” ( Ahmed Cevdet Paşa, 1993:2953). Kanunlar o kadar değişikliğe uğramıştı ki kışlalarında, yalnız odabaşı ve aşçı, usta, mütevelli, yazıcı, baş karakullukçu, kullukçular ve kulluk denen karagollarda da birer asker ile çorbacılar kalır oldu (Mustafa Nuri Paşa, 1992:299).

Yeniçerilerin bozulmasının sebepleri arasında evlenmelerine izin verilmesi ve Müslüman ailelerin el altından çocuklarını Hristiyan ailelere verip yeniçeri ocağına kaydettirmeleri de vardır.

Yeniçerilerin bozulmalarında padişahların yeniçerilerle birlikte sefer çıkma geleneğini terk etmeleri de önemli rol oynamıştır (Uzunçarşılı, 1988c:303,484-485). Padişahların yeniçerilerle birlikte sefere gitmesi, askerler için hem disiplin hem de moral açısından çok önemli olduğu halde özellikle Kanuni’nin son dönemlerinden itibaren imparatorluk doğal sınırlarına ulaştığı için sefer masrafları seferden elde edilecek gelirden çok fazla olduğu ve padişahın sefere katılması bu masrafı daha da arttıracağından ayrıca her

açıdan kendini yenilemiş olan bir düşmana karşı parlak zaferler elde etme dönemi geçtiği düşüncesiyle padişahlar seferler katılmaktan vazgeçmişlerdi.

Ahmed Cevdet Paşa da, aslında yeniçerilerin çok itaatkar olup içlerinde kurallara uymayanları şiddetle cezalandırdıkları halde ocağın kanunları bozulduktan sonra ele avuca sığmaz bir güruh eşkıya ve canilere yatak yeri olarak memleket işlerinin iyisini kötüsünü ayırıp eleştirmeden “biz bu maddeyi istemeyiz” diyerek devlete ve dine faydalı birçok tedbirlerin geri kalmasına ve sultana karşı koymak gibi birçok rezaletlere sebep olduklarını, asır geçtikçe ihtilalci ve karıştırıcı halleri arttırdığından bunların yüzünden Osmanlı Devleti’nin gördüğü fenalıkların miktarının anlatmak ve yazmakla bitmeyeceğini (Ahmed Cevdet Paşa, 1993:91-92) ifade etmektedir. Nitekim Ahmed Lütfi Efendi de, “çok kere alet-i fesad olan güruh-ı müçtemianın sebeb-i tecemmuları soruldukda istemeyüz sözünden başka şey bilmedikleri müeyyed-i müddeadır” (Ahmed Lütfi Efendi, 1999:9) demektedir.

Başka bir yazar da, Yasakçılık’tan yararlanarak Anadolu’da asayiş işlerini ellerine geçiren ve bunu bir gelir kaynağı durumuna dönüştüren yeniçerilerin, kasaba ve köylerde yerleşerek çift ve çubuk sahibi olduklarını ve askerlik görevlerini unuttuklarını ve bundan başka, yeniçerilerle birlikte atlı sipahilerin ve öteki kapıkullarının memleket içine yayılmalarının yeni karşılıklara sebep olduğunu söylemekte ve bunun sebebinin de askeri ayrıcalıklardan yararlanmak isteyen bazı “ehl-i fesad”ın, kapıkulu elbisesi giyerek o görünüm altında eşkıyalığa girişmeleri olduğunu (Uzunçarşılı, 1988a:620) ifade etmektedir.

Mehmet Halife, yeniçerilerin yaptıklarını şöyle anlatmaktadır: “Kul’un gündüz hamamdan peştamal ile çıplak kadın çıkarmak, gulamiye aldıkları gün Sultan Mehmed Camii’nde tütün içmek, Müslümanların ırzına geçmek, köşelerde açıktan ayak üzere zina ve livata etmek, kan dökmek; evler, saraylar basmak; bayram günlerinde salıncak kurup padişahı ve annesini, vezirleri ve divan üyelerini mumlarla salıncağa davet etmek gibi taşkınlıkları büsbütün artmıştı. Hele kahvehanelerde ve meyhanelerde kanun ve emirlere aykırı hareketleri anlatılamayacak dereceyi bulmuş, ortalıkta dirlik ve düzenlik kalmamıştı” (Mehmet Halife, 1999:12). Naima da, IV. Murad döneminden bahisle, “Açıktan meclis kurup oyun aletleri ile oynayıp, içip sokaklarda avrete ve oğlana

taarruz etmek gibi nice rezillikleri oldu ki, anlatılması müstehcendir” (Naima, 1968:1159) demektedir.

Kapıkulu ocağının önemli bir parçası olan süvarilerin dini hassasiyetlerinin ne derece azaldığı, maaşlarını tam alamamaları yüzünden divanı basmaları olayında açıkça görülmüştü (1593). Bir kazasker Kur’an hükümlerinden söz edip yatıştırmak isteyince, “Biz anı bilirüz, gerekmez!” dediler. “Kâfir olursunuz!” dendiğinde ise “Biz çoktan kâfir olduk” demişlerdi (Saka oğlu, 1999:193).

İstanbul limanlarına gelen tüccar gemilerine, yeniçeri ortalarının her biri kendi orta nişanlarını koymak (Pakalın, 1993:152-154) suretiyle adeta gemileri kendi aralarında pay etmişlerdi. Böylece gemiler İstanbul’a geldikçe, hangi ortanın nişanını taşıyorsa o ortaya haraç vermek zorunda kalıyordu. Yeniçerilerin diğer bir zulmü de çarşı ve pazarlarda beğendikleri malları zorla alarak, aldıkları malı değerinin üçte birini vermek suretiyle esnafı bizar etmeleridir (Altınay, 2000:221-222).

Yeniçeriler sefere çıktıklarında aralarından birini reis seçip işi haydutluğa döker, uğradıkları köylerden kendileri ve atları için çok az fiyata veya parasız yem ve yiyecek alırlar, halkın malına göz dikerlerdi (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, 1987:108). Öte yandan Şemdani-zade, yeniçerilerin bu şekilde dejenere olmalarında devlet adamlarının da rolü olduğunu şu şekilde anlatmaktadır:1775’te yapılan bir savaşta asker yenilip yağmaya girişiyor, “bu yağmadan münfehim olan askerin ricale hıkd-ı derunisi var. Zira neferat aç, hayvanları aç iken, ricalin fasakası yirmi otuz tencereyi matbaha verüp, hanesinden ziyade nefis taamlar tabh ettiğinden ve bu ana gelince olmuş değil, çadır içine ayna camlarından çerçeveli odalar yapıp, perişan-ı saz-ı saman-ı ehl-i hava hoş hıram mevzun-endam huban istihdam ettiklerinden, hatta esamisini zikre hacet yok üçer kise akçe sarf ile Asitane’den orduya oğlan celb ettiler. Askeri bu haletleri görüp, işittiğinden ve Şumnu’da Galata’dan çok meyhane küşad kılınıp, güya zevke ve fücura gelmişler gibi, sefer tedarikinde olmadıklarından, asker hakikatte ceng yok, düşmana görünüp, sulha takviyet içün geldik zannettiklerinden, eğer sefer olsa askere tayin verilür ve bahşiş ikram olunur ve bahadırlık edenlere sair tahris içun fevka’l-melhuz rütbe ve ulufe ve mansıb verilüp, nevaziş olunur idi”(Şem’dani-zade Fındıklı Süleyman Efendi, 1981:10-11).

İsyan ve eşkıyalık için yoldaş gerektiğinde her köşeden yeniçeri adıyla sayısız eşkıya ortaya çıkıyordu. Onların yeniçerilikleri cezadan ve sorumluluktan kurtulmak içindi, savaşı ve cihadı görev bilmiyorlardı. Sefer için asker bulunmuyor, çağıranlar da geçtikleri yerlerde mal çalmaya ve namusa tecavüze yelteniyorlar, orduya gelenler de durmayıp kaçıyor, kalanlar savaş meydanında bir top atıldığı anda orduda bulduklarını yağma ederek kaçmakta ve ortalarda sadece çorbacılar ve birkaç subay kalıyordu (Ahmed Cevdet Paşa, 1993:91-93).

Ocağa hâkim olan Bektaşilik, siyasal düzene karşı bir ideoloji haline gelmişti. Savaşa zorla sürüldükleri zaman içlerindeki Bektaşi babaları şöyle diyordu: “Behey ahmaklar, boş yere neden canınızı telef edersiniz? Size gaza ve şehitlik diye yutturulan lafların aslı yoktur. Osmanlı Padişahı kendi sarayında safasına bakıyor; Efrenç Kralı kendi cümbüşünde. Sizin burada dağ başlarında, metrislerde canınızı telef etmenizin ne anlamı var”(Berkes, 1978:115-116). Böylelikle kuruluş döneminde ocağa büyük bir moral kaynağı ve destek olan Bektaşilik zamanla zaten özünde varolan heterodoks düşüncelerin etkisiyle devlete muhalif bir tavır almış ve kendisine manevi olarak bağlanmış olan ocağı da peşinden sürüklemiştir.