• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: DİNÎ BİR CEMAATTEN FETÖ’YE DÖNÜŞÜMÜN HİKÂYESİ

3.1. GÜLEN HAREKETİ’NİN DAYANDIĞI FELSEFÎ TEMEL:

3.1.2. Nurculukta Ezoterik Unsurlar

Gülen Hareketi, Nurculuktan kopmuş ve daha dışa açık, uluslararası, yenilikçi ve piyasa yanlısı bir karaktere bürünmüştür. Ancak, Gülen Hareketi, ezoterik/gnostik

birtakım inançlar açısından, selefinin anlayışını devam ettirmiştir. Nurculuk hareketi içindeki en önemli ezoterik unsur, bizzat Said Nursî’nin kişiliğinden ve Risâle-i Nurlara yüklediği manadan kaynaklanmaktadır. Nursi, “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” adlı eserinde, “ben Kur’an’ı sözlerimle övmüyorum. Sözlerimi Kur’an’la övüyorum” derken (Işıklı, 1998: 6), Risaleleri, Kur’an’dan daha yüksek bir mertebeye koymuş gibidir. Nursî, kendini Kur’an ile övmek adına ebced ve cifir adı verilen ilimler kullanma yoluna gitmiştir. Ebced, Arap alfabesindeki harflerin taşıdığı sayı değerlerine karşılık gelen bir hesap sistemidir (Uzun, 1994: 70). Cifr, gelecekten olayları haber verdiğine inanılan yöntemdir (Yurdagür, 1993: 215). Nursî’nin, bu ilimleri kullanmaktaki gayesi geleceği bilmekten ziyade, kendisiyle ilgili olan şeylerin Kur’an’da öngörülmüş olduğunu kanıtlamaya yöneliktir (Işıklı, 1998: 8).

Örneğin; Hz. Muhammed’e, “De ki: Şüphesiz Rabbim, beni doğru yola iletmiştir”

(En’am/161) ayetinde kendisine hitap edildiğini düşünmektedir. Zira cifr hesabına göre bu ayetin sayı değeri 1316’dır. Bu sayı, hicri takvimde Said Nursî’nin Risalelerini hazırlamaya başladığı tarihtir (Işıklı, 1998: 8). Ayrıca ona göre; Risâle-i Nurların önemi de Kur’an’dan kaynaklanmaktadır. Nursi’ye göre: “And olsun ki, sana her zaman tekrarlanan yedi ayetli Fatihayı ve büyük Kur’an’ı verdik” (Hicr/87) ayetinde de Risâle-i Nurlara bir gönderme vardır (Işıklı, 1998: 10).

Nursî ve Nurcular için Risaleler çeşitli mucizelere de sahiptir. Örneğin; İkinci Dünya Savaşı’na girmemizi önleyen şey, Risâle-i Nur’un varlığıdır. “Risâle-i Nur okuyanların

evi yangından kurtulur”, “Risâle-i Nur’u çekirgeler, kuşlar bile dinler” (Nursî, 1959: 104- 105). Nursî, Risaleler’in kendisine Allah tarafından verildiğini öne sürmüştür (Nursî, 1960: 122). Risalelerin, Kur’an ile olan bağlantısını Nursî şu sözlerle ifade etmiştir: “Kur’an-ı Kerim’in ruhu, Risâle-i Nur’un cesedine girmiştir.” (Nursî, 1959: 79). Said Nursî’nin müritleri, onun çok sayıda kerameti olduğuna inanmaktadır. Örneğin; Said Nursî’nin geleceği bilmesi onun bu doğaüstü özelliklerinin başında gelmektedir. Müritleri, onun yanında, bazı besin maddelerinin tükenmediğini, sonsuz bir bereket olduğunu ileri düşünmektedir (Işıklı, 1998: 12).

Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi adlı kitabında Nursî’nin medrese öğrenciliği çağlarında, kendisine rüyasında Hz. Muhammed’i görme şansı tanındığını ifade etmiştir (Mardin, 1992: 115).

Said Nursî’ye göre; Risaleler, insanları belalardan uzaklaştırır, memleketi depremden korur; kendisiyle ya da talebelerle uğraşıldığı için deprem olur. Bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Ey Risale-i Nur! (…) Sana ilişildiği zaman, anâsır (tabiatı oluşturan unsurlar) hiddet ederek, bâzan yeller ve seller hâlinde ve bâzan şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan, sen koşup geldiğinde, mercuh ve mevtâları, “şehid ve yezid” diye iki sınıfa ayırıyorsun” (Nursî, 2011a: 436).

Nursî’nin, kendisiyle ve Nur talebeleriyle kavga edilmemesi gerektiği, yoksa bu memlekete yazık olacağı yönünde uyarılar içeren sözleri çeşitli risalelerinde mevcuttur. Nursî’nin depremle ilgili bir diğer açıklaması da “Sözler” risalesindedir. Buna göre, “umumi afet ve belaların manevî sebebi; insanlığı gaflet uykusundan uyandırmak, dehşetli tuğyan inkârından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri Kâinat Sultanı’nı tanıttırmak içindir” (Nursî, 2011b). Nursî, Kastamonu’da olduğu sıralarda 27-28 Aralık 1939’da meydana gelen Erzincan ve İzmir depremlerini ahlâkî nedenlerle açıklamıştır (Bilgi, 2017).

Said Nursî, eserinin Allah tarafından ilham yoluyla yazdırıldığını ifade etmiştir:

“Ey Risale-i nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup O’nun izni ile yazıldığına şüphe yok. Ben, kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitabdan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbâni ve Kurâniyim. Bir Lâyetmut’un (ölümsüz Allah’ın) eserinden fışkıran kerametli bir Nûr’um” (Nursî, 2013: 347).

Nurculukta yer alan ezoterik özelliklerden biri de Gülen Hareketi’ne de intikâl etmiş olan Mehdî/Mesih inancıdır. Risalelerde mehdîlik hakikati ve mehdinin geleceğine dair ifadeler mevcuttur:

“Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m) muhafaza etmiş”

(Nursî, 2016a).

Said Nursî, ahir zaman mehdisinin diğer mehdîlerden farklı olacağı, iman, diyanet, siyaset gibi pek çok konuda önderlik ve rehberlik yapmak gibi görevlerinin olacağını ifade etmiştir. Bunun için Nursî’ye göre ahir zamanın mehdîsi “Büyük Mehdî” unvanını alır:

“Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, sâltanat âleminde, cihad âleminde çok dairelerde icraatları olduğu gibi…” (Nursî, 2016b).

“Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdî unvanını almamışlar” (Nursî, 2016c).

Nursî’ye göre, Mehdî, bir cemaat içinden çıkacak ve hizmet edecektir. Mehdî, şahsından kaynaklanan olağanüslükten ziyade, başarılarını cemaatin şahs-ı mânevisinden dolayı kazanacaktır. Keza, deccal de bir şahıstan ziyade, toplumsal huzuru ve nizamı tahrip eden, zulmeden bir cemiyet olacaktır.

“Ahir zamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş alemi ıslah edeceğine dair mütaaddit sahiha var. Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağluptur” (Nursî, 2016c).

“Hazreti Mehdi’nin cemiyet-i nuraniyesi, süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek” (Nursî, 2016c).

“…ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nurânî, o Süfyanın şahsı mânevisi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır”

(Nursî, 2016d).

Mehdî ve kurtarıcı gibi inançlar taşıma, ilham alma, rüyalarda kutsal zâtlar ile görüşmek suretiyle kendine kutsiyet atfetme, çeşitli kerametlerinin olduğunu ima etme ve buna müntesiplerini ikna etme vb. tutum ve düşünceler, ezoterik yapıların ortak özelliklerindendir. Bu özellikleri taşıyan cemaatlerin kutsal olduğu inancı, toplumun daha geniş bir kesimine yayıldığı oranda sorgulanması daha sıkıntılı ve daha zor bir hâle gelmektedir. Çünkü lideri rüyasında Hz. Muhammed ile konuşan, müntesipleri cennetlik olan bir cemaati sorgulamak, geniş bir kesim tarafından imanın zayıflığı ile itham edilme riski taşımaktadır. Kanaatimizce Gülen Hareketi’ni FETÖ hâline getiren şey, bu kutsiyet, sorgulanamazlık, eleştiriye kapalılık noktasında aranmalıdır. Zira eleştiriye kapalı ve putlaştırılmış her düşünce, itikat ve ideoloji muhalefete kapalı olduğu için, şiddet öğeleri ihtiva eder.