• Sonuç bulunamadı

Gülen Cemaati’nde Takiye (Takıyye) Kültürü ve Tedbir Anlayışı

BÖLÜM 4: CEMAATİ DARBECİ BİR ÖRGÜTE DÖNÜŞTÜREN

4.1. DARBECİ ÖRGÜTE DÖNÜŞÜMÜN ÖRGÜTSEL VE KÜLTÜREL

4.1.3. Gülen Cemaati’nde Takiye (Takıyye) Kültürü ve Tedbir Anlayışı

Bir kimseyi tehlikeden korumak anlamındaki vaky (vikâye) kökünden türeyen takıyye kendini korumak, sakınmak mânasına gelir (Lisânü’l-Arab, “vky” md.; Kâmus Tercümesi, IV, 1221-1222 akt. Öz, 2010:453). Kur’an’da geçmemekle birlikte, Âl-i İmrân sûresindeki (3/28) tükât kelimesi takıyye ile aynı mânada yorumlanmıştır. Bu ayet, “müminlerin kendilerinden olanları bırakıp kâfirleri dost edinmemelerini, fakat onlardan sakınıp korunma hâlinin istisna olduğunu” belirtir (Öz, 2010:453).

Takıyye sözcüğünün anlam olarak takva ile ilişkili olduğuna dair görüşler de mevcuttur. Bu görüşe göre, takvanın da takıyyenin de temeli korku ve sakınmaya dayanmaktadır. Takva, Allah korkusuyla kötülüklerden sakınma ve Allah’a itaat etme anlamna gelir. Takıyyede de, bir gücün üstünlüğünü kabullenip, bu güçten gelebilecek zararlardan nefsini koruma söz konusudur. Dolayısıyla bu iki kelime, koruma ve korunma anlamlarına dayanmaktadır. (Dalkılıç, 2012:116-117).

Sünni inancın sadece kâfirlerin ve müşriklerin zulümlerine karşı korunma olarak izin verdiği takıyye uygulaması, ehl-i beyt açısından önemli bir fıkıh terimi olagelmiştir. Şia’da takıyye imanın esaslarından kabul edilmiştir. İslâm dininin yayılışından sonraki yüzyıllarda yaşanan iç savaşlarla Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyin’in şehit edilmeleri, Hz. Ali’nin tarafında olanlar açısından zor günlerin başlangıcı olmuştur. Emevî iktidarından yana olanlar Hz. Ali destekçilerini takip etmeye başlamış ve Şii olduklarını açıkça söyleyenlere zulmetmişler ve onları katletmişlerdir. İşte bu zulümlerden dolayı, Şia takıyye ilkesini itikadî bir esas olarak benimsemiştir. Bu ilkeye istinaden; bir kimse düşmanın eline düşerse, canını kurtarmak amacıyla inancını inkâr etmelidir. Şia fırkalarından İsnaaşeriyye’ye göre, Hz. Ali’nin ilk üç hâlife döneminde, hilâfet kendi hakkıyken hiç ses çıkarmaması da bir takıyye örneğidir (Kösmene, 2010).

Gülen, “hizmetin bekasının ümmetin bekası olduğunu ve hizmetin bekası için haramların helâl

olduğunu” söylemiştir. İslâm dininin meşru görmeyip günah kabul ettiği zina yapmak, alkol almak ve lüks yaşam gibi dindar insanların göstermeyeceği davranışları cemaat müntesipleri takıyye yapmak adına ifa edebilmektedir. Bütün bunlar, Gülen’in ne kadar pragmatist ve Makyevelist bir felsefeyle hareket ettiğini, amacına ulaşmak için her türlü ilkeyi rahatlıkla araç olarak kullanabileceğini göstermektedir. 28 Şubat sürecinde Cemaat mensuplarına iletilen “eşinizin başını açın saçlarını yaptırsınlar, ruj ve kuaför paralarını biz ödeyeceğiz” şeklindeki bir mesajla tedbir uygulamasına geçildiği iddia edilmektedir (TBMM, 2017). Ayrıca mensupların namaz kıldığını belli etmemesinin istendiği, namazların gerektiğinde cem edilerek kılınması gibi tedbirlere başvurulduğu, özellikle başörtüsü konusunda talimata uymayanların dışlandığı, cemaat üyesi bazı kadınların psikolojik olarak zorlanıp rencide olduğu iddia edilmektedir (TBMM, 2017).

Fethullah Gülen’in bu tutumu ve felsefesi, Cemaat’in esneklik kabiliyetini yükselttiği gibi, daha geniş kesimleri kendine çekebilmesine yol açmıştır. Ayrıca, Cemaat müntesibi olmayanların bile, bu örgütü tehlike olarak algılamaması, sistemle uyum içinde, zararsız bir sivil hareket olarak görmesi ve dolayısıyla mücadele edilmeye değer ciddiyette bir yapılanma olarak görülmemesi sonucunu doğurmuştur.

Gülen, “dengeli bir hizmet eri, söyleyeceği şeyleri hemen söylemez” (Gülen, 1995:119) diyerek, hizmetin zarar görmemesi için bazı şeylerin saklanması gerektiğini açık bir biçimde ifade etmiştir. Ancak, Gülen, bunu tedbir olarak ifade etmiştir (Gülen, 1995:76): “… ayrıca, Allah (cc) bizi koruyor diye tedbirsizlik de yapamayız. Evet daima tedbirli ve dikkatli davranmak mecburiyetindeyiz.” Diyerek tedbirin önemini vurgulamıştır.

Tedbir, kitmânilik (sır tutma) olarak da isimlendirilebilir. Gülen, yaptıkları ve yaşadıkları olaylarla Asr-ı Saadet dönemi arasında özdeşlik kurarak kendini meşrulaştırmaya çalışmıştır. Böyle yaparak, kendi projelerinin aslında Hz. Muhammed’in bir devamı niteliğinde olduğu algısı yaratmak istemiş olabilir (Demir, 2018:100). Kendi niyetlerini düşman olarak gördüğü kesime sezdirmeden hareket etme gerekliliğini Hz. Muhammed üzerinden izah eder:

Hitler, askerlik mesleği adına: “Sezilmeme sırrını ben keşfettim” dedi. Oysaki eskilerin ifade ettiği şekliyle, “Kitmânîlik” Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve selem) tarafından ortaya

atıldı ve insanlık O’nun sayesinde kitmânîliği tanıdı. Ne taarruz ne de müdafaada O’nun stratejisini kimsenin bilmesi mümkün değildir. Yolun bir bölümünü katetmeden evvel, şuraya buraya gidiyorum demezdi. Mekke’ye bir konak mesafe kalıncaya kadar, ne müşriklerin ne de kendi ordusunun net olarak hedeften haberi yoktu. On bin yerde, tam on bin tane ateş yakınca, Kureyş’in içini bir korku sardı. Ne var ki, artık çare yoktu. O kadar burunlarının dibine sokulmuşlardı ki bir şey yapmaları mümkün değildi. (Gülen, 2011b:143).

Gülen’in takıyye konusunda Hz. Muhammed üzerinden verdiği örneklerden biri de şöyledir:

“(Peygamber) Efendimiz (sav), kendisine, Mekke’nin reisliği teklif edildiği hâlde, toplumdan tecrid içinde, çile ve işkenceler altında tam 13 sene bekledi. Döğene el kaldırmadı, tükürük atana, taşlayana mukabele etmedi… Nihayet Hicret’ten sonra Müslümanlar Bedr’e çıktı ve müşrikleri perişan etti. Bu sebeple günümüzde İbn-i Erkam evlerinde yetişmeden, sabırla pişip olgunlaşmadan, çıkış adına yapılacak her şey tam bir hayaldir” (Gülen, 1995:5).

Bu paragrafta verdiği nasihatte çok önemli mesajlar söz konusudur. Bunlardan biri, kendi cemaatini Hz. Muhammed’e inanan Müslümanlar ile özdeşleştirmesidir. Zira burada bu cemaatin lideri olarak kendisini de Hz. Muhammed ile özdeşleştirdiği görülmektedir. Tarihsel olarak örnek verdiği müşrikler ise, günümüzün, Gülen Cemaati karşıtlarını ve bu örgütü tehdit olarak algılayanları temsil etmektedir. “Günümüzde İbn-i Erkam evlerinde…” ile başlayan ifadesi de ilginçtir. Hz. Muhammed zamanında sahabenin Mekkeli müşrikler’in baskılarından kurtulmak amacıyla gizlice toplandıkları Daru’l-Erkam adlı evi (Demir, 2018:99), Cemaat’in ışık evleri ile özdeşleştirmiştir. Nasihatte, müntesiplerine, bu evlerde iyice yetişmeden çıkış yapmanın davayı hezimete uğratacağını ifade etmiştir.

Gülen, tedbir için, kılık kıyafet gibi meselelerden taviz verilebileceğini ifade etmiş,

“başörtüsü füruattır, öncelikli meselemiz değildir” ifadesini kullandığı gibi Müslümanların kılık-kıyafetinden, dış görünüşlerinden ziyade tavırlarının ve davranışlarının önemli olduğunu, sakal örneği üzerinden şöyle ifade etmiştir:

“Sakal bırakmak sünnet ise de, bırakmamak haram değildir. Bilhassa günümüzde, bir Müslüman’ın içtimai hayatın çarkları arasında farzları ikame ettikten sonra, bir kısım sünnetlerdeki kusurundan dolayı tenkit edilmesi esastır. Bu itibarla, bazı önemli mülahazalarla sakal bırakmayan Müslümanların kılık-kıyafet ve dış görünüşlerinden ziyade, gerçek niyetlerine ve sergiledikleri tavra bakılmalıdır.” (Gülen, 1996a:299).

Gülen, daima sistemle uyumlu ve ılımlı görünmek için gösterdiği esnekliğe verdiği tedbir ismini Hz. Muhammed ve Kur’an ile meşrulaştırır. Çünkü böylece görüntüsünü saklamaya, kamuflaja, düşündüklerinden aksini söylemesine müritleri itiraz edemez. Gülen, İslâm dininde sert ve öfkeli görünülmemesi gerektiğini şu sözlerle ifade eder:

“İslâm, öfkelendiğiniz zaman bile öfkenizi belli bir üslûb içinde yansıtmanızı emreder. Gelin, Kur’an’a bakalım; onun çok sert bir üslûb ile eleştirdiği nice meseleler vardır ki, onlarda isim zikretmez. Evet, ilahi ve evrensel dinin tebliğ ve temsil erleri, muhatabı olan kişi veya kitlelere sert davranmamalıdır. Paylaştıkları fasl-ı müşterekleri çok çok iyi değerlendirmeli ve hatta bırakın bugünü, gelecekte onlara bir şeyler anlatmayı planlıyorlarsa, şimdiden İslâmi tavrın gereği olarak yumuşaklığı, mülemiyeti fıtratlarının bir yanı hâline getirmeli ve bu konuda yıllardan beri yapılagelen yanlışlıklara son verilmelidir.” (Gülen, 1996a:154-155).

Gülen, Batı’nın İslâm dünyasıyla ilişkileri üzerine yaptığı değerlendirmede takıyye kavramını yerleştirdiği meşruiyet zeminini telattuf olarak nitelendirmiş ve şu açıklamalarda bulunmuştur:

“… Onların kurduğu bu düzen içinde kendimiz olarak yürümemiz çok zordur. Ama yürümeyi de bütün terk edemeyeceğimize göre, bir durum ayarlaması yapma zarureti vardır. Meselelerimize objektif bakmayanlar, buna taviz deseler bile, biz ona ifadeleri ebed kadar taze ve yeni olan İlahi kelamdan mülhem telattuf diyeceğiz… Günümüzde hakikate sahip çıkan nesiller, çok hassas bir durumda bulunuyorlar. Kendilerine çok nazik vazifeler düşmektedir. Evet, bu noktada sağduyu sahibi bütün insanların dikkat etmesi gereken bir kısım hususlar vardır ki, ihmale asla tahammülü yoktur. İşte bu manada telattuf, yapılan hareket kime karşı yapılıyorsa, tavrımız onlar tarafından hiç hissedilmeden ve sezdirilmeden yapılmasıdır ki, hedefi vurma ve yara almadan da dönme, gibi bir ifadeyle arz etmemiz mümkündür.” (Gülen, 1996c:205-207).

Türkiye’nin en büyük, güçlü ve etkin din referanslı örgütü olan Gülen Cemaati, çizilen barış ve hoşgörü tablolarıyla halkın büyük bir kesimini ve hatta siyasî çevreleri de etkileyebilmiştir. Barışçıl ve ılımlı söylemleriyle kamuoyunda sistemle barışık bir imaj yaratıp insanları, örgütün, faydalı ve hayırsever bir hizmet hareketi olduğu yönünde ikna edebilmiştir. Gülen, Cumhuriyet sisteminin kefere düzeni olduğunu ifade etmesine rağmen, Cumhuriyet ile barışıkmışçasına bir imaj yaratıp, toplumun büyük bir kesimini buna inandırmayı başarmıştır (Özçelik, 2015:106-107).

Birinci bölümde kavramsal çerçevede yapılan ezoterik örgütlerle ilgili değerlendirmelerde, ezoterik yapılanmaların özelliklerinden birinin de takıyye olduğunu ve bu örgütlerin gizlilik anlayışıyla faaliyetlerde bulundukları belirtilmişti. Fethullah Gülen ifadelerinde her ne kadar tedbir, telattuf gibi sempatik kelimeler kullanmış olsa da, amaç, gerçek niyet gizlenerek, olduğundan farklı görünerek, sabırla şartların olgunlaşmasını bekleyerek ve o zamana kadar da maddî ve beşerî olarak daha fazla güçlenerek son darbeyi vurmaktan başka bir şey değildir. Örgüt, gizli ve dışa kapalı yapısı sayesinde devlet bürokrasisinde söz sahibi olabilmiş ve hayatî müesseseler olarak nitelendirilen adliye, mülkiye ve orduda yapılanabilmiştir. Bu bağlamda Cemaat’in 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirebilmesinde kullanmış olduğu en önemli stratejilerinden biri de takıyyedir.

4.2. GÜLEN HAREKETİ’NİN DİĞER EZOTERİK YAPILANMALAR İLE