• Sonuç bulunamadı

6. BÖLÜM

6.1. Nitel Çalışmaya İlişkin Bulguların Tartışılması

75

76 (2007) ayrımıyla örtüşen bu yanıtlar, bekârları ele alan çalışmalarda, bekâr ile kimlerin ifade edildiğinin açıklanmasının önemli olduğunu düşündürmektedir.

İlgili yazında, bekârlar ve evlilerin farklı özelliklerle değerlendirildikleri görülmektedir. Bu kişilerin ülkemizde nasıl algılandıklarına ipucu olabilmesi amacıyla nitel çalışmada, evli ve bekâr bireylerin özelliklerinin neler olabileceği sorusuna yanıt aranmıştır. İçerik analiziyle incelenen yanıtlarda, evlilerin sıklıkla sorumluluk sahibi, düzenli hayatı olan, paylaşımcı ve olgun kişiler olarak değerlendirildikleri saptanmıştır.

Hiç evlenmemiş bireylerin ise özgür, sorumluluk almak istemeyen, hayatı düzensiz olan ya da bencil kişiler oldukları ifade edilmiştir. Önceki çalışmalarla (ör. Hertel ve ark., 2007; Morris ve ark., 2008; Nanik ve ark., 2018) tutarlı olan bu yanıtlar, bekârların ülkemizde de evlilerle karşılaştırıldığında daha olumsuz özelliklerle tanımlandıklarını düşündürmektedir. Evliliğin sosyal bir norm olarak kabul edilmesi ve bekârların bu norma uyum sağlamıyor olmaları, onlara yönelik olan olumsuz yaklaşımların nedeni olarak ifade edilmiştir (Cargan, 1986). Toplulukçu kültürlerde bulunan aile yapısının bir örneği olarak, ülkemizde de aile bağlarının güçlü olması ve akrabalık ilişkilerine değer verilmesi (Ataca, 2009; Kağıtbaşı, 2002), evliliğe ve aile kurmaya önem verildiğini düşündürmektedir. Ana babaların aileyi bir arada tutmaya ve gelenekleri sonraki nesillere aktarmaya çalışmaları (Ataca, 2009), geleneksel aile yapısını sürdürmeyen bekârlar hakkında daha olumsuz düşüncelerin hâkim olmasına neden olabilir.

Bekârların sahip olduğu düşünülen bu özellikler, önceki çalışmalarla (Etaugh ve Malsrom, 1981; Greitemeyer, 2009) da tutarlı olarak hem kadın hem de erkek katılımcılar tarafından vurgulanmıştır. Buna göre, ülkemizde de hem kadınların hem de erkeklerin bekârlara yönelik kalıpyargıları olduğu ileri sürülebilir.

77 Çalışmada katılımcılar, bekârların toplumumuzda evde kalmış olarak damgalandıklarını ve çevreleri için tehdit unsuru olarak görüldüklerini vurgulamışlardır.

Bununla beraber, bekârların dışlanma ya da ev kiralamada zorluk yaşama gibi ayrımcılıklara maruz kaldıkları ifade edilmiştir. Tüm yetişkinlerin evlenme arzularının olduğu varsayımı (Morris ve ark., 2008), bekârların istedikleri halde evlenememiş olduklarının düşünülmesine ve damgalanmalarına neden olabilir. Nitekim önceki çalışmalarda (Gordon, 1994) bekârların evliliği tercih edip etmemelerine göre onlara yönelik olan kalıpyargıların değiştiği rapor edilmiştir. Bekârların evliler kadar güvenilir olarak algılanmamaları ya da ahlaksız olarak nitelendirilmeleri (Band-Winterstein ve Manchik-Rimon, 2014) ise tehdit unsuru olarak algılanmalarına yol açabilir. Nitekim bir katılımcı, insanların parmağındaki yüzüğe bakılarak güvenilir algılandıklarını belirtmiştir. Diğer bir ifadeyle, bekârların olumsuz özelliklerinin olduğunun düşünülmesi, onların çevreleri için tehlikeli kişiler olarak algılandıklarını düşündürmektedir. Bununla beraber bekârlarla karşılaştırıldığında, evlilerin kiralayacakları evleri daha temiz tutacaklarına ve kirayı zamanında ödeyeceklerine inanılmaktadır (Morris ve ark., 2007). Evlilerin sorumluluk sahibi bireyler olduklarının düşünülmesi, bekârların ise düzensiz bir yaşama sahip olduklarına inanılması daire kiralama sürecinde zorluk yaşamalarının bir nedeni olabilir. Bu çalışmada ayrıca evliliğin bir görev olduğu ve bekârların bu görevde başarısız olarak değerlendirildikleri belirtilmiştir. Bu ifadeyle tutarlı olarak, Morris ve Osburn (2016) da bekârların toplum için önemli olan hedefe ulaşmayı başaramadıkları için olumsuz değerlendirildiklerini belirtmişlerdir. Diğer bir ifadeyle, yetişkinlerin evlenmelerinin gerekli olduğu düşünülen toplumsal düzende bekârlar, hedefe ulaşmayı başaramadıkları düşünülerek hem yurt dışında hem de ülkemizde kalıpyargı ve ayrımcılıklara maruz kalmaktadırlar.

78 Bekârlara yönelik algıların daha iyi anlaşılabilmesi için, katılımcılara evlenmemiş olmanın avantaj ve dezavantajlarının neler olabileceği sorulmuştur.

Yanıtlarda, bekâr olmanın avantajının bulunmadığını belirten katılımcıların çoğunun evli olduğu saptanmıştır. Bu katılımcıların evlilere olan olumlu yaklaşımları, onların evliliğin avantajlarına daha fazla odaklandıklarını düşündürmektedir. Festinger’e (1957) göre, inançları ve eylemleri arasında uyumsuzluğun olması durumunda kişiler, bu uyumsuzluğu azaltmaya çalışırlar. Bununla beraber, çelişkinin yaşandığı durumlarda kişiler uyumsuzluğu artıracak bilgilerden kaçınmaktadırlar. Evliler de bekârlığın avantajlı olduğunu düşünmeleri halinde, evliliklerini sıkıntı verici bir durum olarak değerlendirebilirler. Bu nedenle evliler, bekâr olmanın bir avantajı olmadığını düşünüyor olabilirler. Bununla beraber özgürlük, tek başına olmak, bekâr olmanın en sık belirtilen avantajlardandır. Evlilerin bir konuya karar verme aşamasında partnerlerine bağlı olmaları, yani diğerinin kararlarını da düşünmek zorunda olmaları, özgürlüğün bir avantaj olarak görülmesine yol açabilir. Diğer bir ifadeyle, bekârların kararlarını bireysel olarak alabilme imkanına sahip olmaları avantaj olarak düşünülebilir. Nitekim bazı katılımcılar, bekârların “kimseyle orta noktada buluşmak”

zorunda olmadıklarını, iş yaşamında istedikleri kararı alabileceklerini vurgulamışlardır.

Bu yanıtın tutarlı olduğu bir çalışmada da (Baumbusch, 2004) bekârların partnerlerine danışmadan çeşitli etkinliklere katılabilmeleri ya da ekonomik kararlar alabilmeleri, bekâr olmanın avantajı olarak ifade edilmiştir.

Evlenmemiş olmanın dezavantajlarında ise hayatı biriyle paylaşamamanın öne çıktığı saptanmıştır. Cargan’ın (1986) çalışmasını da destekleyen bu yanıtlarda, bekârların partner desteği olmadığı için karşılaştıkları problemleri tek başlarına çözmek zorunda kaldıkları belirtilmiştir. Aynı zamanda, mutlu anların da paylaşılabileceği bir partner eksikliği öne çıkmaktadır. Bekârların yakınlarının evlenmeleri nedeniyle daralan

79 çevreleri (Sharp ve Ganong, 2011), onların paylaşım yapabilecekleri kişilerden uzaklaştıklarını düşündürmektedir. Ayrıca bu dezavantajı en çok kadınların vurguladığı saptanmıştır. Stresli durumlarda erkeklerden daha fazla sosyal desteğe başvurmaları (Hisli-Şahin ve Durak, 1995), kadınların bu dezavantajı daha çok hissetmelerinin bir nedeni olabilir. Bununla beraber, yalnızlık bekâr olmanın öne çıkan diğer bir dezavantajıdır. Yurtdışında yürütülmüş çalışmalarda da (ör. Morris ve ark., 2008; Sharp ve Ganong, 2011) bekârların yalnız olduklarının düşünüldüğü rapor edilmiştir. Bu kişilerin beraber vakitlerini geçirebilecekleri bir eşe ya da çocuğa sahip olmamaları (Baumbusch, 2004) onların yalnız olduklarını düşündürebilir. Nitekim hem yurtdışında (Byrne, 2003) hem ülkemizde (Akbalık-Doğan, 2016) yürütülen çalışmalarda, evliliğin çocuk sahibi olmayla ilişkilendirildiği söylenebilir. Bu çalışmada ise çocuk sahibi olamamak bekâr olmanın bir dezavantajı olarak görülmüştür. Ülkemizde yürütülen çocuğun değeri çalışmaları, yıllar içinde çocuğun ekonomik değerinin yerini psikolojik değerinin aldığını göstermektedir (Kağıtçıbaşı ve Ataca, 2005). Diğer bir ifadeyle, geçmiş yıllarda çocuğun çalışması ve aileye katkı sağlaması beklenirken, zaman içinde çocuk sahibi olmaktan elde edilen mutluluk ve gurur daha fazla hissedilir olmuştur. Bu çalışmada da çocuk sahibi olamamanın dezavantaj olarak görülmesi, çocuğa verilen psikolojik değerden kaynaklanıyor olabilir. Bununla beraber, çocuk sahibi olan ve olmayan kadınlara yönelik yaklaşımların farklı olduğu bilinmektedir (Bays, 2017).

Anne olan kadınlar, çocuk sahibi olmayan kadınlardan daha sıcak algılanmakta ve bu kişilere hayranlık duyulmaktadır. Çocuk sahibi olmayan kadınlar ise haset ve iğrenme duygularını uyandırmaktadırlar. Aileye ve geleneklere değer verilen ülkemizde de ebeveyn olmaya önem verileceği ve çocuk sahibi olmayan kişilere daha olumsuz yaklaşımların sergileneceği düşünülmektedir. Bu olumsuz yaklaşımlar, çocuk sahibi olamamanın dezavantaj olarak görülmesinin diğer bir nedeni olabilir.

80 Yurtdışında yürütülmüş çalışmalarda (Band-Winterstein ve Manchik-Rimon, 2014; Baumbusch, 2004), bekârların kariyer odaklı olmaları, ebeveynleriyle ilgilenmek zorunda olmaları ya da bağımsız olmak istemeleri gibi nedenlerle evlenmedikleri görülmektedir. Bu çalışmada da önceki çalışmaları destekleyen yanıtlara rastlanmıştır.

Ancak en sık vurgulanan yanıt, bekârların kendilerine uygun bir kişiyle karşılaşmamış olabilecekleridir. Bununla beraber kadınların aşk acısı yaşamaları nedeniyle evlenmedikleri de ifade edilmiştir. Bu yanıtlar, Band-Winterstein ve Manchik-Rimon’un (2014) çalışmasındaki, kaybedilen partnerin yerine bir başkasıyla ilişkiye başlamak istemeyen katılımcıların ifadesini desteklemektedir. Ayrıca bu çalışmada, Akbalık-Doğan’ın (2016) çalışmasıyla tutarlı olarak kadınların evlenmeyi tercih etmemiş olabilecekleri de belirtilmiştir. Kadınların evlenmeme nedenlerinde en sık verilen yanıtlar incelendiğinde, olumsuz özelliklerin öne çıkmadığı söylenebilir.

Erkeklerin ise kadınlardan farklı olarak, çapkın olmaları ya da sorumluluk almak istememeleri nedeniyle evlenmemiş olabilecekleri vurgulanmıştır. Katılımcıların bu yanıtlarının da Akbalık-Doğan’ın (2016) çalışmasındaki yanıtları desteklediği söylenebilir. Daha önce de belirtildiği gibi, toplumumuzda bekâr erkeklerin sorumsuz ya da rahatına düşkün oldukları düşünülmektedir (Sakallı ve ark., 2018). Erkeklerin sıklıkla olumsuz kişilik özellikleriyle tanımlanmaları, evlenmemelerinin de daha olumsuz nedenlere yüklenmesine yol açabilir.

Hatırlanacağı gibi hem yurtdışındaki hem de ülkemizdeki veriler hiç evlenmemiş bireylerin sayısında geçmiş yıllara göre artış olduğunu göstermektedir. Bu çalışmadaki katılımcıların da evlenmemiş kişilerin sayısındaki artışın farkında oldukları görülmüştür. Katılımcılara göre kadının ekonomik bağımsızlığı ve teknolojinin/sosyal medyanın kullanımının artması, bu artışın nedenlerinden biridir. Kadınların çalışma hayatında daha fazla yer almaları ve gelir sahibi olmaları aile kültüründe de

81 değişikliklere yol açmıştır (Kağıtçıbaşı, 1993). Diğer bir ifadeyle, kadının ekonomik yönden gelişmesi eşler arasındaki hiyerarşiyi etkilemiştir. Böylece kadının aile içindeki statüsü artmış ve eşler arasındaki ilişkiler geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında daha eşitlikçi hale gelmiştir. Bununla beraber çalışma hayatında daha fazla yer almaya başlayan kadınların, zaman içinde, kariyer odaklı kadın kalıpyargıları oluşmuştur (Gordon, 1994). Aile hiyerarşisindeki değişimler ve çalışan kadınlara yönelik kalıpyagılar, hiç evlenmemiş kişilerin sayısındaki artışın nedeni olarak kadının ekonomik bağımsızlığını akla getirebilir. Bekârların sayısındaki artışın diğer bir nedeni olduğu düşünülen sosyal medya ise evlilikte mutsuzluk, sorunlu ilişki deneyimi ve ilişkiyi sonlandırmayla ilişkilidir (Valenzuela, Halpern ve Katz, 2014). Diğer bir ifadeyle, sosyal medyayı daha fazla kullananlar, ilişkilerini sorunlu algılama ve eşlerinden ayrılma eğilimindedirler. Valenzuela ve arkadaşlarına (2014) göre sosyal medya, eşlerin birbirlerini aldatmaları gibi olumsuz deneyimlere ulaşmalarına da olanak sağlamaktadır. Aynı zamanda ilişkilerinden memnun olmayanlar, sosyal medyayı kendilerine yeni bir partner bulmak için kullanabilmektedirler (Noor, Djaba ve Enomoto, 2016). Noor ve arkadaşlarının (2016) çalışmasında, sosyal medya araçlarından olan tanışma sitelerini kullanan kişilerin, yeni partnerlerle tanışma fırsatlarının artması nedeniyle evliliği geciktirdikleri rapor edilmiştir. Başka bir ifadeyle hem tanıdıklarla hem de yabancılarla ilişki kurmayı sağlayan sosyal medya araçları, kişilerin daha fazla eş seçeneğinin olduğunu düşündürebilir. Buradan hareketle, birlikteliği sonlandırmayla ilişkili olması ve seçeneklerin daha fazla olduğunu düşündürmesi, sosyal medyanın bekârların sayısındaki artışın bir nedeni olarak algılanmasına yola açabilir. Katılımcılar, bekârların sayısındaki bu artışın geleneksel aile yapısında değişimlere neden olacağını belirtmişlerdir. Diğer bir ifadeyle, bu artış aile yapısı için bir tehdit oluşturmaktadır. Hem kentleşme hem de ekonomik gelişimler,

82 toplumsal düzeni değiştirmekte ve aile yapısında da değişimlere yol açmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1993). Ancak toplumumuzda aile ve akrabalık ilişkilerine önem verilmesi (Kağıtçıbaşı, 2002), bu değişimlerin nedeni olarak bekârların sayısındaki artışa dikkat çekiyor olabilir.

Bu çalışmada, evlilerle karşılaştırıldığında bekârların statülerinin daha düşük olduğu belirtilmiştir. Diğer bir ifadeyle, bekârların fikirleri evliler kadar dikkate alınmamakta ya da çevrelerinde daha az saygı görmektedirler (Byrne ve Carr, 2005). Bu çalışmada da bekârların fikirlerine çocuk gözüyle bakıldığı ve evlendikten sonra ailelerinin onlara daha fazla güven duyduğu belirtilmiştir. Evlilerin olgun ve sorumluluk sahibi kişiler olduklarının düşünülmesi onların sözlerine de daha fazla önem verilmesine neden olabilir. Nitekim bir katılımcı, kişinin statü kazanabilmesi için sorumluluk alması gerektiğini ve bu sorumluluğun evlilikle kazanılabileceğini vurgulamıştır. Diğer bir ifadeyle, evlilerin çeşitli konularda deneyimi olduğuna inanılması bekârlardan daha fazla statü sahibi olmalarına neden olabilir.

Daha önce belirtildiği gibi, nitel çalışmadaki yanıtlar, katılımcıların cinsiyetçilik düzeylerine göre de incelenmiştir. Analiz sonucunda, korumacı ve düşmanca cinsiyetçilik düzeyi yüksek olan katılımcıların bekâr olmanın bir avantajının olmadığını belirttikleri görülmüştür. Ayrıca bu katılımcılar, erkeklerin sorumluluk almak istemedikleri için evlenmemiş olabileceklerini ifade etmişlerdir. Korumacı ve düşmanca cinsiyetçilik düzeyi düşük olan katılımcılar ise bekârların başarısız gibi algılandıklarını ve kadınların tercih etmedikleri için evlenmemiş olabileceklerini belirtmişlerdir.

Bununla beraber, cinsiyetçilik düzeyi düşük olan katılıcılara göre hayatı biriyle paylaşamamak bekâr olmanın bir dezavantajıdır.

83 Çelişik duygulu cinsiyetçiliğin korumacı cinsiyetçilik ve düşmanca cinsiyetçilik olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. İki cinsiyetçilik türü de ataerkillikle ilişkilidir (Glick ve Fiske, 1996). Düşmanca cinsiyetçilik düzeyi yüksek olan kişiler, toplumsal düzende erkeğin egemen olması gerektiğine ve kadının statüsünün daha düşük olduğuna inanmaktadırlar. Korumacı cinsiyetçilik ise düşük statülü olan kadının korunması ve ona yardım edilmesi gerektiğinin düşünülmesidir. Her iki cinsiyetçilik boyutu da geleneksel rollerin kabulünü içermektedir. Diğer bir ifadeyle, cinsiyetçilik düzeyi yüksek olan kişiler, erkeğin üstünlüğünü kabul etmekte ve kadını yönetmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Bu çalışmada ise aileye ve eşine yön vermesi, onu yönetmesi gerektiği düşünülen erkeklerin evlenmemiş olmaları, onların geleneksel rollerin sorumluluğunu almak istememeleriyle ilişkilendirilebilir. Diğer bir ifadeyle, geleneksel rollere önem veren cinsiyetçilik düzeyleri yüksek olan katılımcılar, evli olmayan erkeklerin bu rollerin sorumluluğunu almak istemediklerini düşünebilirler. Nitekim bekârlara yönelik kalıpyargı ve ayrımcılıkları ifade eden singlism’in, geleneksel cinsiyet rolleriyle ilişkili olduğu rapor edilmiştir (Iverson, Lindsay ve Maclnnis, 2020). Bu kişiler aynı zamanda, bekâr olmanın bir avantajının bulunmadığını da belirtmişlerdir. Bununla beraber, nitel çalışmada katılımcı sayısının az olması, yanıtların ÇDCÖ temelinde yorumlanmasını güçleştirmektedir. Diğer bir ifadeyle, bekârlara yönelik daha fazla kalıpyargı cinsiyetçilikle ilişkili olabilir. Ancak bu çalışmada dikkat çekici farklılıkların gözlenmediği söylenebilir.

Bu çalışmada düşmanca ve korumacı cinsiyetçilik düzeyleri düşük olan çoğu katılımcının ise lisansüstü eğitime sahip olan kadınlar olduğu saptanmıştır. Önceki çalışmalarda da eğitimin hem düşmanca hem korumacı cinsiyetçilikle ilişkisinin negatif yönde olduğu (Glick, Lameiras ve Castro, 2002) ve kadınların özellikle düşmanca cinsiyetçilik düzeylerinin erkeklerden daha düşük olduğu görülmektedir (Ercan, 2009;

84 Sakallı, 2002). Bu katılımcılar, bekârların toplumda başarısız gibi algılandıklarını ifade etmişlerdir. Aynı zamanda kadınların evlenmeyi tercih etmemiş olabileceklerini ve hayatı biriyle paylaşamamanın bekârlığın bir dezavantajı olduğunu belirtmişlerdir. Bu kadınlar, kendileri evlenmeyi tercih etmiyor ve bu tercihleri nedeniyle başarısız olduklarının düşünüldüğünü hissediyor olabilirler. Cinsiyetçilik düzeylerinin düşük olması bu kişilerin kalıpyargıların daha fazla farkında olmalarına neden olabilir.

Benzer Belgeler