• Sonuç bulunamadı

Neo-Klasik Kalkınma Paradigması Ve Washington Uzlaşması

Đkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen ekonomik çerçevede devletin

ekonomiye müdahalesi olağan karşılanmaktaydı. Gelişmiş ülkelerde Keynesci Đktisat Okulu’nun etkisi ile makro ekonomi politikaları kamu harcamalarını oldukça genişletmiş, AGÜ’lerde ise kalkınma kuramlarının etkisi ile her türlü devlet müdahalesi kabul edilir olmuştur (Kazgan,2002;94). Đkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik yapıya hakim olan Keynesyen Đktisat Teorisi, AGÜ’ler açısından da devlet müdahalesini, ithal ikameci sanayileşmeyi ve diğer korumacı politikaları beraberinde getirmiştir.

1970’li yıllarda başlayan dış politik istikrarsızlıklar sonucunda kalkınma iktisadı güç kaybetmeye başladığında Uluslararası Para Fonu (IMF) ve DB öncülüğündeki neo klasik iktisat güçlenmeye, kalkınma iktisadının önemli gündem

maddeleri olan büyüme ve sanayileşme ise gözden düşmeye başlamıştır. Weiskof kalkınma iktisadının güç yitirişinin nedenini liberal görüşlerin güçlenmeye başlamasına, Theofanides gibi iktisatçılar ise AGÜ’ler ve bölgelerin sorunlarını

şimdi farklı disiplin altında incelendiğini ve bunun kalkınma iktisadının başkalaşımı

olduğunu ifade etmişlerdir (Kaynak,2003;20).

Neo-klasik kalkınma teorisi, ilk kalkınma ekonomistlerinin müdahaleci, planlamaya dayalı korumacılık rejimini tamamen reddeden ve bunun yerine rekabetçi serbest piyasa ekonomisi, dış ticaret ve dış ilişkiler serbestisine dayanan bir ekonomik rejim önermektedir. Bu alanda yapılmış öncü çalışmalardan ilki, Little, Scitovsky ve Scott’un 1970 yılında yaptığı ve ilk gelişme teorisinin eleştirisinin yapıldığı çalışmalarıdır. Bela Balassa (1971) ve Anne O. Kruger’in (1974) Türkiye’de dahil bir çok AGÜ’leri de içeren çalışmalarında bulunmakta olup özellikle aşırı korumacılık ve devlet müdahalesi eleştirilmiştir. Bu teorinin akademik çevrelerce kabul görmesini oluşturan şartlar şu şekilde sıralanabilir (Hiç,2004;15- 20);

• Krugman’a göre ilk gelişme teorisinin kapsamlı matematik modellere dayandırılmamış olmasına karşın, neo-klasik kalkınma teorisinin matematiksel olarak ifade edilmesi,

• 1970’li yıllara OPEC tarafından petrol fiyatlarının yükseltilmesi sonucunda tüm dünyada yaşanan, maliyet enflasyonu ve işsizliğin beraber baş gösterdiği “stagflasyon”a Đkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hakim Keynesyen ekonominin çözüm getirememesi,

• Bu yıllardan başlayarak ABD’de Reagan (1980), Đngiltere’de

Thatcher(1979), Almanya’da Kohl(1982) gibi muhafazakar iktidarların başa gelmesi,

• Hong-Kong, Singapur, Tayvan ve G. Kore gibi ülkelerin dışa açık ve ihracata dayalı bir gelişme stratejisi izlemeleri ve yabancı sermayeye kapılarını açmaları bunun sonucunda yüksek büyüme ile gelir artışı elde etmeleri ve sanayileşmiş gelişmekte olan ülkeler sınıflamasına dahil olmaları örnek oluşturmuştur.

Kapitalizmin girdiği kriz ortamında Küreselleşme ile birlikte sermaye yeniden pazar arayışına geçmiş, korumacı ve müdahaleci AGÜ ekonomileri ise bu arayış önünde engel oluşturmuştur. Küreselleşme ile birlikte AGÜ’lerin sanayileşme stratejileri de değişmiştir.

Neo-liberal kalkınma stratejilerinin özellikleri şu şekilde ifade edilebilir (Ercan,2003;119);

• Devletin ekonomik alana müdahalesi ile devlet girişimciliği sınırlandırılmalı ve var olan girişimler özelleştirilmeli

• Pazara yönelik tüm dinamikler desteklenmeli

• Malların ve sermaye hareketlerinin tam serbestisine geçilmeli

• Đhracata yönelik kalkınma olmalı

• Toplumsal etkinlik yerini bireysel etkinliğe bırakmalı

1970’li yılların sonunda yaşanmaya başlanan ekonomik kriz sonucunda, 1980’li yıllarla birlikte yoksulluk ve gelir bölüşümü gibi konular önemini yitirmiş ve ekonomik büyümenin gerçekleşmesi için piyasa mekanizmasının yeniden yapılandırılması çalışmalarına başlanmıştır (Wolfensohn,2004;3). 1990’lı yıllarla birlikte kalkınma paradigmasında da değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Daha önce uygulanan kalkınma programlardan alınan dersler, ekonomik, politik ve sosyal teorideki yenilikler kalkınma düşüncesinde daha pragmatik bir değişimi ifade etmiştir.

Washington Uzlaşması kavramı ilk olarak IMF eski yöneticilerinden John Williamson tarafından kullanılmıştır. Wiiliamson Washington’da merkez bürosu bulunan IMF, DB ve Maliye Bakanlığı’ndan oluşan 3 kurumdaki ekonomistler arasında oluşan uzlaşma sonucunda bu kavramı kullanmış ve diğer sayfada sıralanan prensiplere ulaşılmıştır. DB ve IMF’nin rehberliğinde oluşturulan bu ekonomik doktrinlerde yapısal uyum politikalarının altı çizilmiştir. Latin Amerika’da gerçekleşen borç krizinde yapısal uyum politikalarının erken gelen başarısı yeni

paradigmayı yükseltmiş ancak Asya finansal krizi ve Arjantin’de tekrarlanan krizde IMF tarafından uygulanan yapısal uyum politikaları bu ülkelerin kredibilitesini azaltmıştır (Hayami,2005;295).

Washington Uzlaşmasının on madde halinde sıralanabilecek reçeteleri aşağıda gösterilmiştir (Hayami,2005;296):

• Bütçe açıklarının azaltılması

• Kamu harcamalarının ekonomik getirisi daha az olan ve kaynak aktarımı fazla olan alanlardan ( sübvansiyon, askeri harcamalar vb.), ekonomik getirisi daha fazla olan ve gelir dağılımını iyileştirici etkisi bulunan alanlara (eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri vb.) kaydırılması

• Marjinal vergi oranlarının düşürülmesiyle eşanlı olarak vergi tabanının genişletilmesine dayalı vergi reformu

• Faiz oranlarının piyasa tarafından belirlenmesi, finansal liberalizasyon • Döviz kurlarının geleneksel olmayan ihracatın hızla büyümesine neden

olacak şekilde rekabetçi bir seviyede belirlenmesi

• Ticarette miktar kısıtlamalarının yerine, gittikçe düşen oranlarda tarifelere geçilmesi

• Doğrudan yabancı yatırımların önündeki sınırlamaların kaldırılması • Kamu yatırımlarının özelleştirilmesi

• Piyasaya yeni firmaların girişini ve rekabeti engelleyen düzenlemelerin kaldırılması

• Mülkiyet haklarının korunması

1990’lı yıllarda Washington uzlaşması ile birlikte bazı ülkelerde uygulanan mali ve parasal muhafazakarlık fiyat istikrarını sağlamada başarılı olmasına karşın büyüme konusunda hayal kırıklıkları yaşanmasına neden olmuştur. Özellikle enformasyon ve işlem maliyetleri teorik analizlerinin iktisat teorisinde ön plana çıkmasıyla bu uzlaşmanın başarısızlığı birbiri ile örtüşmüştür. Washington uzlaşmasında piyasa başarısızlıkları ve kurumlar önemli bir rol oynamamaktadır. Bu

nedenle son yıllarda yükselen Post–Washington uzlaşması bu olguları temel almaktadır (Parasız,2005;286).