• Sonuç bulunamadı

60

50

40

30

20

10

0

ödem 2-1-1-2-1-1-1-1-2-1 1-2-2-1-3-3-2-3-1-2 2-1-1-2-1-1-3-1-2-1

inflamasyon 1-1-2-1-1-1-2-1-1-1 3-2-3-3-3-2-2-3-3-3 2-3-2-2-2-1-2-1-1-2

vaskülarizasyon 2-3-2-2-2-2-1-1-2-2 2-2-3-2-3-2-2-2-3-2 3-3-2-2-2-3-2-2-2-3

Epitel rejenerasyonu 2-3-3-2-2-1-2-2-3-2 0-0-1-1-2-0-1-1-0-0 0-1-1-2-1-2-1-1-1-0

fibrozis 1-1-1-2-2-1-2-1-1-1 3-3-2-3-3-1-2-2-3-3 2-1-2-2-3-1-1-2-1-2

Tablo14: Histopatolojik değerlendirme SKORLAMA:

Ödem: yok(0)----hafif(1)----orta(2)----belirgin(3) İnflamasyon: yok(0)----hafif(1)----orta(2)----belirgin(3) Vasülarizasyon: yok(0)----hafif(1)----orta(2)----belirgin(3) Epitel rejenerasyonu: yok(0)----hafif(1)----orta(2)----belirgin(3)

Fibrozis: yok(0)----hafif(1)----orta(2)----belirgin(3)

Codes X

Codes Y KONTROL PROPOFOL SHAM EPITEL REJENERSYONU 1 2 9 12 (13,2%) FIBROZIS 9 6 3 18 (19,8%) INFLAMASYON 10 7 2 19 (20,9%) VASKÜLARIZASYON 10 10 8 28 (30,8%) ÖDEM 7 4 3 14 (15,4%) 37 (40,7%) (31,9%)29 (27,5%)25 91

Tablo15: Hitopatolojik değerlendirme, Görülme sıklıklıkları

Gruplardaki histopatolijik görüntülerin görülme sıklıkları istatistiksel olarak önemli derecede farklılık göstermektedir. (Chi-square= 18,633, p=0.017)

Grafik11: Patolojik parametrelerin istatistiksel görünümü

1a 1b

1c 1d

Resim 1: SHAM grubu. Dermisde bir miktar fibrozis ve epidermisde epitelizasyon (a,b) ile hafif derecede dermal inflamasyon ve ödem (c,d) izlenmektedir (H&E boyama, sırasıyla x40, x100, x200, x200).

2a 2b

2c 2d

Resim 2: İ/R+izotonik (kontrol) grubu. Dermisde belirgin fibrozis, epidermisde ülserasyonun eşlik ettiği yetersiz rejenerasyon (a,b,c) ve dermisde yaygın inflamasyon ile ödem (d) dikkati çekmektedir (H&E boyama, sırasıyla x40, x100, x100, x200).

3a 3b

3c 3d

Resim 3: İ/R+propofol grubu. Dermisde orta derecede fibrozis ve epidermisde rejenerasyon (a,b,c) ile dermisde hafif-orta derecede inflamasyon ve ödem (d) görülmektedir (H&E boyama, sırasıyla x40, x40, x100, x200).

Mikroskopik incelemede tüm gruplar değerlendirilerek SHAM grubundaki histomorfolojik değişiklikler göz önüne alındığında (resim 1) İ/R+izotonik (kontrol) grubunda dermiste belirgin derecede inflamasyon, vaskülarizasyon, ödem ve fibrozis bulguları yanı sıra epitel rejenerasyonunda yetersizlik izlenirken (resim 2), İ/R+propofol grubunda kontrol grubuna göre inflamasyon, ödem ve fibrozis bulgularının anlamlı derecede azaldığı ve epitel rejenerasyonunun artış gösterdiği dikkati çekti (resim 3).

5. TARTIŞMA

Cilt flepleri rekonstrüktif cerrahide yara kapama için geniş kullanım alanına sahiptir. Bununla birlikte flep uzunluğunun kısıtlı ölçüde olması nedeni ile flep canlılığı en/boy oranı ile yakın ilişkilidir.(101) Flep uygulanması sonrası dokunun tamamen veya kısmi kaybı görülebilmektedir. Flebin tamamen nekroz olması nadir görülmekle birlikte, oluştuğunda ciddi morbiditeye neden olur. Flep nekrozunu takiben yara ayrışması, enfeksiyon, gecikmiş yara iyileşmesi ve fistül oluşumu gibi ikincil komplikasyonlar takip eder. Ameliyat öncesi doğru planlama ve atravmatik cerrahi teknik kullanılması nekroz riskini azaltsa da ideal şartlarda bile beklenmeyen flep nekrozları görülebilir.(101) Flebin yaşaması öncelikle pediküldeki perfüzyon basıncına ve damarlanmaya bağlıdır. Flep nekrozuna, endoteliyal hücrelerin direkt hasar görmesine bağlı olarak perfüzyonun azalması ve iskemik dokuya yol açan intravasküler trombozis neden olmaktadır. Trombositlerin birbirleriyle yapışması ve endotel hasarı da damarların içinde trombosit oluşum riskini artırır. Flep canlılığını arttırmada dikkat edilmesi gereken önemli bir etkende, damarsal yaralanmalardır. Flep pedikülünden uzak distal bölümlerde oluşan damar kesileri yalnızca distal bölümde nekroza neden olabilirler. Flep canlılığının tamamen korunabilmesi için flep pedikülündeki damarsal yapıların korunması gerekmektedir. Vazospazm; kanamaya, mekanik gerilmeye, soğuk, kan basıncının azalması ve kimyasal ajanlara bağlı vazokonstrüksiyon sonucu oluşabilir. İntravasküler tromboz, iskemiyle birlikte uzamış vazospazm flebin nekrozuna neden olacaktır.(37,38,102) Pediküllü cilt fleplerinde, serbest fleplerde, mikrocerrahi gerektiren doku aktarımları ve replantasyon operasyonlarında damar yapısında oluşan iskemi sonrası reperfüzyon hasarıda flep nekroz ve kayıplarında önemli bir sorun teşkil etmektedir.

Arteriyel ya da venöz kan akımının herhangi bir nedenle kesilmesi veya azalmasına bağlı organ ve dokunun yetersiz perfüzyonu sonucu bu doku veya organların oksijenden yoksun kalması şeklinde tanımlanan iskemi, doku ve organlarda hücresel düzeyde enerji depolarının azalması ve toksik metabolitlerin birikmesi sonucunda hücresel ölüme yol açar. İskemik dokuya hem hücrenin kendini yenilemesi (rejenerasyonu), hem de toksik metabolitlerin temizlenmesi

kanlanması yani reperfüzyonu dokuda paradoksal olarak sadece iskemi ile oluşan hasara göre çok daha ciddi bir hasara yol açar.(103)

Özellikle serbest flep cerrahisinde karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi de iskemi-reperfüzyon hasarıdır. Flebin kaldırılmasını takiben, vasküler pedikül kesildigi anda primer iskemi periyodu başlar. Anastomoz bittiğinde ve mikrovasküler klempler kaldırıldığında reperfüzyon evresi başlar. Eğer flebin kaldırılması ve primer iskemi evresinde problem yoksa reperfüzyon ile dokulara ulaşan kan primer iskeminin geçici etkilerini düzelterek dokuyu yeniden besler. Eğer tekrar kan akımında bir durma olursa sekonder iskemi peryodu başlar ve eğer tekrar kan akımı sağlanabilirse tekrar bir reperfüzyon evresi başlar. Eğer bütün bu olaylarda bir problem olursa reperfüzyon flep için öldürücü olabilir. Flep kaybının yüzdesi sekonder iskemi peryodunun süresi ile doğru orantılıdır. Nötrofiller postiskemik organ hasarının patogenezinden sorumlu tutulmuşlardır. Çesitli çalışmalarda kas ve cilt fleplerindeki iskemi-reperfüzyon hasarının nötrofillerin cevabını regüle edilerek azaltılabilecegi gösterilmiştir.

Reperfüzyon döneminde gözlenen hasarda, hücre içine moleküler oksijen girişi ile hızla oluşan serbest oksijen radikalleri ve diğer mekanizmalar ile hücresel düzeyde hasar meydana gelir. Hücresel yapılardan, zar lipitleri, proteinler, nükleik asitler ve deoksiribonükleik asit moleküller reperfüzyon hasarına en fazla duyarlı olan hücresel yapılardır.(104) Bu dönemde hücrede iyon konsantrasyonunun değişimi ile proinflamatuar sitokinlerin lökosit adhezyon moleküllerinin yapımında artış, buna karşılık antioksidan enzimlerin oluşumunda azalma olur. Bu durum hücreyi reperfüzyon dönemindeki hasara karşı dayanıksız kılar. İskemik dokunun reperfüzyonu, arteriyollerde endotel bağımlı dilatasyonun bozulmasına, kapillerlerde lökosit tıkaçlarının oluşmasına ve sıvı filtrasyonunun artmasına, post-kapiller venüllerde plazma proteinlerinin damar dışına sızmasına ve böylece mikrovasküler fonksiyonun bozulmasına neden olur. İskemi-reperfüzyon (İ/R) hasarının fizyopatolojisi ile ilgili çeşitli faktörler ileri sürülmüştür. Bunlar birbiriyle ilişkileri karmaşık, hücresel ve humoral olaylar serisidir. (104,105) Özellikle; Serbest oksijen radikalleri, Polimorf nüveli lökositler (PMNL), Kompleman sistemi, Endotel hücreleri olmak üzere başlıca dört faktör hasarın nedenleri arasında yer almaktadır.(103) İskemi reperfüzyon yaralanmasına yönelik yapılan araştırmalarda çeşitli patofizyolojik mekanizmalar ortaya

konmasına rağmen, patolojinin en önemli noktası ortamdaki oksijen miktarının azalmasıdır. Bu noktadan çıkarak ortaya koyduğumuz hipotezde ortamdaki oksijen azlığına çözüm üretildiğinde iskemi reperfüzyon hasarı oluşmasına engel olunabileceği düşünüldü. İskemik dokuda oksidanlara bağlı olarak iskemi süresince superoksit dismutaz ve katalaz enzimlerinin inaktivasyonunun hızlandığı ve buna bağlı olarak hücrelerin reperfüzyon sırasında hızla oluşan oksijen radikallerinin etkisine daha duyarlı hale geldiği rapor edilmektedir. (105) İskemiye uğramış dokuda özellikle iskemik kısımda birçok değişiklikler oluşmaktadır. iskemik kısımlar hemen hızlı O2, glikoz ve ATP düşüşü ve eş

zamanlı CO2 ve laktik asit artışı ile anaerobik metabolizma dönüşümüne

uğramaktadır. Anaerobik metabolizma dönüşümü ile birlikte toksik süperoksit radikallerinde ciddi bir artış olmaktadır. Bunlar direk toksik etki gösterebilirler. Bu radikaller enflamasyon için bir tetik oluşturur ve lökositlerin adezyonu ve birikimini sağlar. Ayrıca hücrelere verdiği zarar nedeni ile endotel hasarına da yol açar. Bununla birlikte doku koruyucu etkisi bulunan süperoksit dismutaz enzimindeki etki azalması bu toksik etkileri artırmaktadır. Reoksijenasyon esnasında ksantindehidrojenaz enzimi, hipoksantin ve O2’i birleştirerek bir

süperoksit anyon olan ksantinoksidaza dönüştürür. Anaerobik dönüşüm sürecinde ksantinoksidaz üretilirken ATP de AMP ye ve sonunda da hipoksantine dönüşür (106). Metabolitler üretildikleri zaman etkilerini iki yoldan biri ile göstermektedirler. İlk yol süperoksitin direkt olarak endotel zarı ile reaksiyona girmesidir. İkinci yol ise O2 metabolitlerinin kemotaksi özellikleri ile ilgilidir. En başta süperoksit olmak üzere diger radikallerin nötrofil migrasyonunu artırma özellikleri vardır. Sonuç olarak nörofiller de doku hasarına yol açmaktadır. Süperoksit anyonuna maruz kalmış plazma daha da kemoatraktan hale gelmektedir. Bu etki süperoksit dismutaz ile engellenirken katalaz ile engellenememektedir.(105,106) İ/R hasrı sonrası oluşan oksidan maddelere karşı vücudun antioksidan savunma sistemleri devreye girerek oluşabilecek hasarı önlemeye veya minimum düzeyde tutmaya çalışırlar. Organizmada serbest radikallerin oluşum hızı ile bunların ortadan kaldırılma hızı bir denge içerisindedir ve bu durum oksidatif denge olarak adlandırılır. Oksidatif denge sağlandıgı sürece organizma, serbest radikallerden etkilenmemektedir. Bu radikallerin oluşum hızında artma ya da ortadan kaldırılma hızında bir düşme oksidan-antioksidan

dengenin bozulmasına neden olur. ‘Oksidatif stres’ olarak adlandırılan bu durum özetle: serbest radikal olusumu ile antioksidan savunma mekanizması arasındaki ciddi dengesizliği göstermekte olup, sonuçta doku hasarına yol açmaktadır (107). İ/R hasarı, prognozu, cerrahi başarıyı ve hastaların yaşam suresini etkileyen major faktorlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle İ/R hasarının mekanizmasının ve kullanılan ajanların bu sürece etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için birçok klinik ve deneysel çalışma yapılmıştır. Son zamanlarda genel anestezik maddelerin iskemi reperfüzyon hasarına olan etkilerinin araştırılmasına yönelik ilgi artmıştır. Propofol intravenöz olarak kullanılan genel anestezik bir ajandır, antioksidan özelliğinden dolayı son zamanlarda birçok araştırıcının ilgisini çekmektedir.

Propofol, anestezi indüksiyonunda ve idamesinde sürekli sedasyon sağlamak amacıyla yararlanılan kısa etkili, intravenöz kullanılan sedatif ve hipnotik ajandır. Propofol, endojen antioksidan E vitamini ve hidroksitoluenbutilat gibi fenol bazlı oksijen radikal tüketicileri ile kimyasal yapı benzerliği göstermektedir. Bu yüzden antioksidan özelliği olabileceği düşünülmüş ve bu konuda birçok çalışma yapılmıştır. Propofolün, lipit peroksidasyonu ürünü olan malonildialdehid (MDA) oluşumunu etkili biçimde bloke ettiği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak bu etkinliğinin doz bağımlı olduğu antioksidan etkinlik gösterdiği plazma konsantrasyonunun anestezik dozlardan yüksek olduğunu savunan çalışmalar da mevcuttur. Propofolün eritrositleri oksidan strese karşı koruduğu, ayrıca yine karaciğer mikrozomlarında lipit peroksidasyonunu geciktirdiği ve bunu anestezik dozlarda yaptığı gösterilmiştir.(108,109,110) İn vitro ve in vivo deneysel çalışmalarda propofolün antioksidan etkinliğinin gösterilmiş olmasına rağmen klinik kullanımdaki kan konsantrasyonlarında etkinliği hala araştırma konusudur. (109,110)

Propofolun hem in vivo hem de in vitro birçok çalışmaya göre birçok dokuda lipid peroksidasyonuna karşı antioksidan etkisi olduğu düşünülmektedir.(111,112) Bunlardan birinde propofolün, rat karaciğer mitokondrisinde, mikrozomlarında ve beyin sinaptozomlarında oksidatif stresin neden olduğu lipid peroksidasyonunu inhibe ettiği gösterilmiştir. Fare beyin homojenatlarında kainik asit, hidrojen peroksit ve ferröz amonyum sülfat kullanılarak oluşturulan lipid

peroksidasyonunu propofolün her uc grupta da mükemmel derecede inhibe ettiği gösterilmiş ve nöroprotektif bir ajan olduğu düşünülmüştür.(112)

Propofolün antioksidan etkinliğini gösteren birçok çalışmada oksijen radikallerinin neden olduğu lipid peroksidasyonunun bir ara ürünü olarak ortaya çıkan MDA seviyesi, tiyobarbütirik asit reaksiyonları üzerinden değerlendirilmiş ve MDA seviyesindeki azalma, serbest oksijen radikallerinin azalmasının indirekt göstergesi olarak yorumlanmıştır.(113) MDA seviyelerinin azalması oksidatif hasarın azaldığının bir göstergesidir. Diğer yandan antioksidan enzimlerden olan serum GSH-Px aktivitesinin arttığı, katalaz seviyelerinin ise azaldığı tespit edildi. GSH-Px düzeylerindeki yükselmenin, artan ihtiyacı karşılamak üzere enzim sentezinin daha fazla gerçekleşmesine bağlı olduğu söylenebilir. Ancak antioksidan bir enzim olan katalaz seviyelerini propofolün artırması beklenirken bunun olmadığı, aksine düşürdüğü tespit edilmiştir. Bunun da propofol tarafından katalaz aktivitesi üzerine mekanizmasını bilemediğimiz bir inhibisyon ile gerçekleşmiş olabileceği kanaatine varıldı. Huyut (2007) tarafından yapılan depo kanlarında eritrositlerin oksidasyona duyarlılığı ile ilgili invitro çalışmada da katalaz aktivitesinde bir düşüş tespit edilmiştir. Ancak bu etkileşimin veya inhibisyonun mekanizmasını ortaya çıkaracak daha detaylı çalışmalar gerekmektedir.(114)

Gülçin ve ark invitro koşullarda propofolun farklı konsantrasyonlarda (25, 50, 75 μg/mL) antioksidan etkisini ve oluşan radikalleri temizleyici aktivitesini altı farklı antioksidan test kullanarak araştırmışlar ve etki potensini butullenmiş hidroksiyanizol (BHA), BHT ve α- tokoferol ile kıyaslamışlardır. Propofolun tüm konsantrasyonlarda güçlü ve efektif antioksidan aktivitesi olduğunu göstermişler, artan konsantrasyonlarla ilişkili olarak antioksidan etkisinde de artış olduğunu ve BHA, BHT ve α- tokoferole göre daha yüksek antioksidan aktivite gösterdiğini, lipid peroksidasyonunu daha yüksek oranda inhibe ettiğini bildirmişlerdir. Buna göre propofolün güçlü bir lipid peroksidasyon inhibitorü, metal şelatorü, hidrojen peroksit, süperoksit ve serbest radikalleri temizleyicisi olduğu düşünülmektedir. Benzer şekilde Murphy ve ark, rat karaciğer mikrozomlarında propofol anestezisinin E vitaminindeki radikal temizleyici etkiye benzer bir aktivitesinin olup olmadığını araştırmışlardır. Daha önce in vitro koşullarda antioksidan etkinliği gösterilmiş olan propofolün anestezik dozlarının, Fe++ aracılı lipid

peroksidasyonuna karşı karaciğer mikrozomlarının direncini artırdığı gösterilmiştir. Bolus dozda en yüksek olan bu etkinin, 60 dakikalık sürekli infüzyonla daha az belirğin olduğu belirtilmiştir.(115)

De La Cruz ve ark8 ratlardan elde ettikleri beyin, karaciğer, akciğer, böbrek, kalp ve aorta dokularında propofolün lipid peroksit formasyonu ve glutatyon antioksidan sistemi uzerindeki etkilerini araştırmışlardır. Propofolün 10-6 – 10-5 M

konsantrasyonlarında tüm dokularda lipid peroksidasyonunu inhibe ettiği belirtilmiştir. Bu durumda genel anestezi sırasındaki plazma propofol konsantrasyonları lipid peroksidasyonu açısından koruyucu etki göstermeye yetmektedir. Ayrıca propofolün hücre içi GSH miktarını arttırdığı, böylece oksidatif strese karşı dokuları koruyucu etkiye sahip olduğu ve rat karaciğer dokusunda lipid peroksidasyonunun inhibisyonununda GSH ile sinerjistik aktivite gösterdikleri belirtilmiştir.(116,117)

Propofolün; uyarılmış insan nötrofillerinde kemotokside azalma ve lökosit migrasyonunda depresyon oluşturduğunu ifade etmektedirler. Propofolün insan nötrofillerinde kemotaksis, fagositoz ve reaktif oksijen metabolitlerinin oluşumunu konsantrasyona bağımlı şekilde inhibe ettiği ve propofolün nötrofil fonksiyonlarını baskılama mekanizmasının, muhtemelen hücre içi kalsiyum konsantrasyonundaki azalmaya bağlı olabileceği bildirilmiştir.(118) Bunun yanında Davidson ve ark. tarafından propofolün nötrofillerin fagositoz fonksiyonunu ve H2O2 oluşumunu anlamlı şekilde inhibe etmediği bildirilmiştir. Propofolün lipid peroksidasyonuna karşı antioksidan aktivitesi insan plazmasında, sıçan karaciğer mitokondrilerinde, mikrozomlarda, beyin sinaptozomlarında gösterilmiştir.(119)

De La Cruz ve ark. trombosit membranında lipit peroksidaz üretiminin inhibisyonu ve glutatyon antioksidan sistemindeki değişikliklerle propofolün antioksidan etkilere sahip olduğunu göstermişlerdir. Propofolün antioksidan etkisini üç önemli özelliğine; etkisinin hızlı olmasına, lipid çözücüsüne (solvent) bağımlı olmamasına ve intravenöz infüzyondan sonra devam etmesine bağlamışlardır. Tek bir bolus dozdan beş dakika sonra propofolün neredeyse tüm etkisi tespit edilebilir. Sürekli iv. infüzyonundan sonra propofolün antioksidan etkisi tek dozdan hemen sonra gözlenen etkiyle neredeyse aynıdır. Propofol biyolojik membranlardan kolaylıkla geçebilmektedir. Bu nedenlerden ötürü,

organlarda plateletlerde tespit edilene benzer bir etkinin bulunması muhtemel olabilir. Propofolün antioksidan etkileri bütilhidroksitolüen ve alfa-tokoferol benzeri diğer bilinen antioksidanlarla gösterdiği kimyasal benzerliğe atfedilebilir. (120)

Hemodinamik açıdan bakıldığında propofolün en çarpıcı özelliği taşikardi olmaksızın belirgin hipotansiyon yapmasıdır. Altmış yaş üzerindeki olgularda, gençlere nazaran aynı dozlarında, kan basıncındaki düşme çok daha belirgindir. Kan basıncındaki azalma ile beraber sistemik vasküler direnç, kardiyak kontraktilite, atım volümü ve ön yükte azalma söz konusudur. Propofol ve deksmedetomidin gruplarına dâhil edilen hastalar, kan basıncı ve nabız sayıları açısından kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı bir fark gözlenmedi. Bunun nedeni ise, Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilen hastalara uygulanan medikal tedavi ile hipertansiyona ve hipotansiyona müsaade edilmemesidir. Propofol anestezik konsantrasyonlarda nötrofil polarizasyonunu % 50 inhibe ederken daha yüksek konsantrasyonlarda ise tam inhibisyona neden olur.(121)

Propofol, genel anestezi induksiyonu, total intravenoz anestezi uygulaması, lokal girişimlerde sedasyon ve entube hastalarda yoğun bakım sedasyonu için kullanılan bir ilaçtır. Hızlı etki başlangıcı, hızlı uyanma sağlaması ve vucutta birikici ozelliği olmaması, propofolu sedasyon icin ideal bir ilaç haline getirir. İntravenoz enjeksiyondan 30 saniye sonra etki başlar ve infuzyon devam ettirilmezse 4-8 dakika sonra hasta uyanır. Propofol istenen etki oluşuncaya kadar aralıklı bolus uygulamaları veya sıklıkla devamlı infuzyon şeklinde kullanılır. Sedasyon amacı ile kullanımını solunum depresyonu yapıcı etkisi sınırlamaktadır. Propofol ile induksiyondan sonra, 30 saniyeden uzun suren apne meydana gelebilir.

Çalışmamızda, intravenöz genel anestezik bir ajan olan propofolün, antioksidan özelliğinden yararlanılarak iskemi, reperfüzyon hasarı oluşturulmuş aksiyel paternli cilt flepleri üzerindeki etkisini araştırmayı amaçladık. Bunun için deneklerde oluşturulan inferior epigestrik arter tabanlı ada flebine iskemi reperfüzyon hasarı oluşturulduktan sonra daha önce yapılan birçok çalışmada antioksidan özelliği tespit edilmiş olan propofol uygulandı ve bu ilacın etkisinin biyokimyasal, histopatolojik ve hemodinamik parametreler üzerine etkileri araştırıldı. Biyokimyasal olarak MDA, SOD, TAK, TOS, KAT ve PON değerleri

araştırılıp karşılaştırıldı. Histopatolojik olarak ödem, inflamasyon, vaskülarizasyon, epitel rejenerasyonu fibrozis ve nekroz oranları araştırılıp karşılaştırıldı. Hemodinamik olarak iskemi reperfüzyon öncesi ve ilaç uygulaması sonrasında kalp atım sayısı, sistolik arter basıncı ve parsyel oksijen basıncı değerleri araştırılıp karşılaştırıldı.

İ/R yapılmayan sham grubu kontrol grubu ile kaşılaştırıldığında, kontrol grubunda İ/R hasarına uyumlu değişiklikler görüldü. Kontrol grubunda hemodinamik parametrelerden kalp atım sayısı, sistolik arter basıncı, parsiyel oksijen basıncı karşılaştırmaları sonucunda sham grubu ile aralarında istatiksel yönünden anlamlı bir fark görülmedi. İ/R uygulanan kontrol grubunda, İ/R öncesi ve sonrası ölçülen kalp atım sayısı anlamlı şekilde değişmesine rağmen sham grubuyla arasında herhangi bir fark görülmedi. Kontrol grubunda biyokimyasal parametrelerden MDA, TOS değerleri İ/R hasarına uygun şekilde anlamlı derecede yüksek. SOD, TAK, KAT değerleri İ/R hasrına uygun şekilde anlamlı derecede düşük tespit edildi. PON değeri açısında anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. Sham grubu ile kontrol grubu arasında PON değeri dışında tüm biyokimyasal parametrelerde negatif bir korelasyon görüldü. Histopatolojik parametrelerden inflamasyon, fibrozis ve nekroz İ/R uygulanan kontrol grubunda daha belirgin görülürken sham grubunda daha hafif görüldü. Epitel rejenerasyonu, vaskülarizasyon İ/R uygulanan grupta daha hafif görülürken sham grubunda daha belirgin olarak görüldü. Kontrol grubu ile sham grubu arasında histopatolojik bulgular açısından anlamlı bir farklılık görüldü. İ/R uygulanan kontrol grubu tüm değerlere tek tek bakıldığında literatür araştırmalarında elde edilen iskemi sonrası meydana gelen reperfüzyon hasarında oluşan histopatolojik ve biyokimyasal değerlerle paralellik göstermektedir. İ/R uygulanmayan sadece cerrahi prosedüre maruz kalan sham grubundaki sonuçlarda literatüre paralel sonuçlar içermektedir. İ/R+ propofol uygulanan grup ile sadece cerrahi işlem uygulanan sham grubu karşılaştırıldığında, propofol uygulanan grupta iskemi reperfüzyon hasarının gerçekleşriğini doğrulayacak sonuçlar görüldü. Propofol grubu ile sham grubu arasında hemodinamik parametrelerden kalp atım sayısı, sistolik arter basıncı ve parsiyel oksijen basıncı ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı. Gruplardaki cerrahi işlem öncesi ve sonrası ölçülen sistolik arter basıncı ve parsiyel oksijen basınçları arsındaki fark anlamlı olup, propofol

grubunda bu fark sham grubuna göre sayısal olarak daha belirgindir. propofol grubundaki biyokimyasal sonuçlardan MDA ve TOS değerinin sham grubuna göre daha yüksek, TAK, SOD, KAT değerlerinin daha düşük olduğu görüldü. PON değerleri arasında bir fark tespit edilmedi. Histopatolojik parametrelerden inflamasyon, fibrozis ve nekroz İ/R uygulanan propofol grubunda sham grubuna göre daha anlamlı görülürken, epitel rejenerasyonu, vaskülarizasyon İ/R+propofol uygulanan grupta sham grubuna göre daha anlamlı görüldü.

Karşılaştırmanın yapılacağı ve asıl anlam ifade edecek iki grup, İ/R’nun uygulandığı kontrol ve propofol gruplarıdır. İki grupta da cerrahi işem öncesi kalp atım sayısı, sistolik arter basıncı, parsiyel oksijen basınç ölçümleri sonrası inferior epigastrik arter tabanlı flepler eleve edildi, inferior epigastrik artere klemp yardımı ile 2 (iki) saatlik iskemi uygulandı. 2 saatlik reperfüzyon sonrası kontrol grubundaki ratlara kuyruk veni kanülizasyonu ile intravenöz izotonik, propofol grubundaki ratlara kuyruk veni kanülizasyonu ile ön çalışmalarda dozu tespit edilen 5mg/kg propofol lipro verildi. İlaç uygulanımı sonrası tekrar deneklerin hemodinamik parametreleri kaydedildi.

İ/R ve propofol uygulana grup ile İ/R ve izotonik uygulanan grup arasındaki hemodinamik parametrelerin karşılaştırılmasında gruplar arasında anlamlı bir fark görülmedi, cerrahi sonrası her iki gruptada kalp atım hızının arttığı görüldü. Sistolik arter basıncı ölçümlerinde İ/R+propofol uygulanan grup ile diğer iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görüldü. propofol uygulana grupta sitolik arter basıncında anlamlı bir azalma görüldü. Tespit edilen değişiklik literatür ile uyumlu olup, propofol lipronun arter basıncını azalttığı yapılan çalışmalardada görüldü. Parsiyel oksijen basınç ölçümleri karşılştırıldığında İ/R

Benzer Belgeler