• Sonuç bulunamadı

II. Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından Avrupa’da hissedilen Sovyet askeri tehdidine karşı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada ve Batı Avrupa ülkelerinin bir kısmı tarafından savunma amaçlı bir örgüt olarak kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), böyle bir tehdidin ortadan kalkmasının ardından yeni bir kimlik ve meşruiyet arayışı içerisine girmiştir. NATO’nun bu arayışı fazla uzun sürmemiş, Doğu Bloku’ nun çözülmesinin ardından bu coğrafyada baş gösteren siyasi bunalım ve çatışma ortamları, Avrupa’da istikrarın yeniden sağlanması konusunda NATO’ya olan ihtiyacı tekrar gündeme getirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası değişen uluslararası ortamın yeni şartlarına göre Avrupa- Atlantik bölgesinde istikrar ve güvenliği bozucu tehditler ve riskler yeniden tanımlanırken, yeni dönemde bunlarla mücadele edilmesi NATO’nun görevleri arasında kabul edilmiştir. Bu şekilde görev alanını yeniden tanımlayan NATO, Avrupa’da bir yandan eski Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile işbirliği olanakları yaratmaya çalışırken diğer yandan bu bölgede Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan etnik çatışmalar ve siyasi bunalımlara barışçı çözüm yolları aramıştır. NATO’nun Avrupa’da siyasi ve askeri istikrarın yeniden oluşumunu sağlayarak, II. Dünya Savaşı’nın bitiminden beri süre gelen Avrupa’nın bölünmüşlüğün ortadan kaldırılması için başlattığı girişimler hemen hemen tüm Doğu Avrupa ülkelerini kendi bünyesine alarak doğuya doğru genişlemesi ve Rusya ile ikili ilişkilerini düzenleyen özel anlaşmalar imzalamasıyla sonuçlanmıştır.

Bu süre içerisinde Avrupa’da yaşanan sıcak çatışmalarda askeri ve siyasi anlamda ortaya koyduğu lider rolüyle, NATO Avrupa savunması ve güvenliğindeki merkezi konumunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bosna ve Kosova krizleri NATO için Soğuk Savaş sonrası benimsediği yeni görevler konusunda bir uygulama alanı olmuştur. İçinde olduğu örgütsel dönüşüm sürecinde, gerek ittifak içi tartışmalar gerekse Rusya faktöründen dolayı Bosna-Hersek sorununa yeterince dahil olamayan ve fazla bir varlık gösteremeyen NATO, bu durumu Kosova krizinde telafi etmiştir. İttifak içerisinde bazı

ülkelerin muhalefeti ve Rusya’nın itirazlarına rağmen, NATO tarafından Sırplara karşı gerçekleştirilen hava operasyonu başarı ile sonuçlanırken, Kosova’da kazanılan deneyim ve özgüven NATO’nun daha sonra hem Avrupa hem de Avrupa dışındaki coğrafyalarda gerçekleştireceği operasyonlar için örnek oluşturmuştur.

NATO’nun 5–6 Temmuz 1990 tarihinde Londra’da yaptığı devlet ve hükümet başkanları zirvesi Avrupa’da yaşanan gelişmelere paralel olarak örgütün geleceğine yönelik önemli kararların alındığı bir toplantı olmuştur. Londra zirvesinin en önemli sonucu ise Avrupa’da değişen siyasi ve askeri durum karşısında NATO’nun gerek kuvvet yapılanmasında gerekse strateji kavramlarında değişmeye gidilecek olmasıydı. Özellikle Sovyet askeri birliklerinin Doğu Avrupa’dan çekilmesi ve silahsızlanma ve silahların kontrolü görüşmelerinin yakında bitecek olması oluşacak yeni ortama NATO’nun uyum göstermesini kaçınılmaz kılmıştır. Bu çerçevede NATO stratejilerinde yapılması düşünülen değişiklikler NATO’nun içine girmeye başladığı değişim sürecinin de başlangıcını oluşturmuştur. Bu zirve sırasında NATO’nun ileri savunma “forward

defense” askeri stratejisinden uzaklaşarak azaltılmış ileri güçlerle ile yeniden

yapılandırılmış daha az nükleer güce dayalı esnek mukabele “flexible response” stratejisine yöneleceğinin işareti verilmiştir.63

Soğuk Savaşın sonuna kadar NATO ittifakının temel stratejisi caydırılıcılık prensibine dayandırılmıştı. 1949 ile 1950 yılları arasında Kuzey Atlantik Bölgesinin Savunması İçin Stratejik Kavram olarak ortaya konulan uygulama toprak savunmasına yönelik geniş çaplı operasyonları öngörmüştür. Daha sonra 1950’li yılların ortalarına doğru Kitlesel Karşılık Verme stratejisi geliştirilmiş, bu yıllarda Avrupa’daki kuvvet dengesinde konvansiyonel silahlar açısından Varşova Paktı’nın oldukça gerisinde kalan NATO kuvvetleri, caydırma stratejisini nükleer silahlara dayandırmıştır. Söz konusu dönemde Varşova Paktı’ndan gelebilecek saldırı ne şeklinde olursa olsun buna nükleer silahlarla karşılık verilmesi öngörülürken bu strateji 1960’larda Esnek Karşılık Verme şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Bundan böyle Doğu Bloku’ndan gelebilecek saldırılara

63 “London Declaration on a Transformed North Atlantic Alliance”, http//www.nato.int/docu/comm/49-

stratejisi olarak adlandırılabilecek bu strateji ile birlikte kabul edilen Hermel Raporu sonucunda NATO’nun stratejisi üç unsuru içermiştir, yumuşama “detant”, savunma “defense” ve caydırma “deterrence”.65

Soğuk Savaş sonrası NATO’nun yeni strateji kavramı Avrupa’da meydana gelen önemli değişimler göz önünde bulundurularak oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu yeni ortamda Sovyet egemenliği altında bulunan eski Doğu Bloku ülkelerinin hepsi tam özgürlüklerine kavuşurken, Sovyetler Birliği’ni oluşturan üç Baltık Cumhuriyeti kendi bağımsızlıklarını ilan etmişti. Sovyet askeri birlikleri Macaristan ve Çekoslovakya’dan çekilmiş, Polonya ve Doğu Almanya’dan da 1994 kadar çekilmeleri planlanmıştı. NATO’nun rakibi konumundaki Varşova Paktı da kendisini feshederek Batı ile yaşanan ideolojik düşmanlığı sona erdirmiştir.

Söz konusu dönemde Doğu Avrupa’da olduğu gibi Batı’da da önemli gelişmeler yaşanmış, Batı Almanya Doğu Almanya ile birleşerek hem NATO’nun hem de Avrupa kurumlarının tam üyesi olmuştur. Avrupa Birliği de kurumsal yapılanmasını yeniden şekillendirerek Avrupa güveliğinde artan rolü ile birlikte siyasi bir birliğe doğru ilerlemeye başlamıştır. Avrupa’da silahsızlanma konusunda 1980’lerin ortasından itibaren önemli adımlar atılmış, bunların sonuncunda da 1990 yılında Paris’te Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması imzalanmıştır. Bütün bu gelişmeler Avrupa’daki askeri şeffaflığı ortaya çıkarırken karşılıklı güvenin kurulmasında önemli rol oynamıştır. Avrupa’da ortaya çıkan bu gelişmeleri dikkate alan NATO devlet ve hükümet başkanları, örgütün 8 Kasım 1991 Roma zirvesinde NATO’nun karşı karşıya bulunduğu güvenlik tehditleri ve riskleri yeniden tanımlayarak NATO dönüşüm sürecini başlatmış ve örgütün Soğuk Savaş sonrası yeni stratejik kavramını açıklamışlardır. 1991 Roma Zirvesi’nde kabul edilen NATO’nun yeni stratejik kavramı Avrupa’nın karşı karşıya bulunduğu yeni tehditleri ortaya koyarken Orta ve Doğu Avrupa’daki gelişmeleri NATO çıkarlarını doğrudan tehdit eden unsurlar olarak belirlemiştir. Avrupa’da ortaya çıkan

64 “NATO Handbook”, http//www.nato.int, 30 Mart 2007.

65Kamran İnan, “NATO’nun Dünü, Bugünü ve Yarını”, 35. Yılında Türk Parlamentosunda NATO,

yeni duruma göre uyarlandırılan NATO’nun yeni stratejik kavramı, ittifakın yeni dönemde de Avrupa’da sorumluluk alma isteğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Zirve sonuç bildirisine göre yeni dönemde örgütün güvenliğine yönelik tehlike önceden hesaplanmış ve örgütün toprak bütünlüğüne doğrudan bir saldırı olmaktan çıkmış, bunun yerine Orta ve Doğu Avrupa’da bir çok ülkenin yüz yüze bulunduğu etnik çatışma ve toprak anlaşmazlıklarının da içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi zorlukların sebep olduğu istikrarsızlıklar NATO üyesi ülkelerce Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden unsurlar olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Avrupa’nın güneyinde ve Akdeniz kuşağı içerisinde bulunan ülkelerdeki barış ve istikrarın Avrupa güvenliği için önemli olduğu vurgulanmış, 1991 yılındaki körfez savaşının bunu kanıtladığı belirtilmiştir. Bütün bunlara ek olarak ittifakın güvenliğinin küresel düzeyde değerlendirildiği belirtilerek kitle imha silahlarının yaygınlaşması, hayati doğal kaynaklarının dünya üzerinde akışında meydana gelebilecek aksaklıklar ve terörist faaliyetler NATO’nun yeni güvenlik çıkarları arasında sayılmıştır. Güvenlik algılamasını daha geniş bir çerçevede yorumlayan NATO üyeleri Avrupa’da barışı koruma ve savaşları önleme konusunda ittifak politikalarının başarısında yeni dönemde önleyici diplomasinin etkin uygulanması ve krizlerin başarılı yönetimlerinin büyük katkısının olacağı yönünde görüş birliğine varmışlardır.66

Soğuk Savaş sonrası NATO içinde sorulan soru Soğuk Savaş sonrası nasıl bir askeri doktrin ya da kuvvet yapılanması değil Doğu Avrupa ülkeleri ile ne tür bir ilişkinin geliştirilebilirliği olmuştur.67 Bu görüş doğrultusunda Doğu Avrupa ülkelerinin örgüte katılımı NATO’nun üzerinde durduğu en önemli konuların başında gelmiştir. Nitekim Ocak 1994 Brüksel zirvesinden sonra, NATO gelecekte ittifaka yapılacak katılma başvurularının neden ve nasıl değerlendirilmesi konusunda çalışma yapılmasına karar vermiş ve NATO Genişlemesi Üzerine Çalışma başlığındaki rapor Eylül 1995 yılında açıklanmıştır. Raporda, NATO genişlemesinin Avrupa’da istikrar ve güvenliğin artmasına pek çok yönden katkıda bulunacağı görüşüne yer verilirken, genişlemenin,

66 “The Alliance’s New Strategic Concept”, http//www.nato.int/docu/comm/49–95/ c911107a.htm, 29

güçlerin demokratik ve sivil kontrolünün sağlanmasına da yardımcı olacağı görülmektedir.

NATO’nun 50. Kuruluş yıldönümünün kutlandığı 1999 Washington Zirvesi ittifakı yeni yüzyıla hazırlayan önemli kararların alındığı bir toplantı olmuştur. Washington Zirvesi’nin en dikkat çekici yönü ise daha önce bahsedilen NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemesinin ilk adımının atılmış olmasıydı. On yıl öncesine kadar Varşova Paktı’nın üyeleri konumunda olan Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya bu zirveyle birlikte NATO üyesi olmuşlardır. Bu katılım NATO için büyük bir anlam taşımış, NATO’nun kuruluşunun temelinde yer alan Avrupa’daki bölünmüşlüğe son verme görevini başarıyla yerine getirdiği şeklinde değerlendirilmiştir.

NATO’nun yeni stratejik kavramında Avrupa - Atlantik bölgesinin içerisinde ve çevresindeki belirsiz ve istikrarsız ortamın bölgesel krizlerin çok çabuk büyüyerek daha geniş ölçekli olarak tüm bölgeyi etkileyebileceği bir zemin oluşturduğuna dikkat çekilmiş, etnik ve dinsel çatışmalar, sınır anlaşmazlıkları, uygulanan reformların başarısızlığı ya da uygunsuzluğu, insan hakları ihlalleri, devlet otoritesinin ortadan kalması ve devletlerin çöküşlerinin yerel ve bölgesel düzeyde istikrarsızlığa neden olduğu vurgulanmıştır. Bütün bu belirtilenlerin yanında kimyasal nitelikli silahların yayılması ve bunları taşıyan araçların geliştirilmesi uluslararası terörizm, sabotaj, örgütlü suçlar ve hayati değeri olan doğal kaynakların dağıtımı NATO’nun güvenlik çıkarları arasında sayılmıştır.

NATO yeni stratejik kavramında, Avrupa – Atlantik bölgesinde barışı korumak, istikrar ve güvenliği sağlamak için uygulanacak politikaların başında Atlantik ötesi ilişkilerin daha da ilerletilmesi yer almıştır. Bunun yanı sıra Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin (AGSK) NATO içerisinde geliştirilmesi ve bu çerçevede Batı Avrupa Birliği ile yakın işbirliğinin yapılması öngörülmüştür. Ayrıca BM ya da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nce yürütülecek barışı koruma ve diğer operasyonlara destek verilmesi NATO’nun yeni stratejik kavramı içerisinde yer alan unsurlar olmuştur. 67 “NATO: Use only in Moderation”, Bulletin of the Atomic Scientists, Vol.50, No.6, November 1994, s.

Washington zirvesinde açıklanan NATO’nun yeni stratejik kavramında askeri alanda ittifaka yönelik her türlü tehdit ve saldırıya karşı konvansiyonel ve nükleer güçlerle karşılık verileceği belirtilmiştir. Ayrıca ABD’nin sağladığı nükleer gücün Avrupa’nın güvenliği için hayati önem taşımaya devam ettiği belirtilerek, AGSK’ nın geliştirilmesiyle Avrupalı müttefiklerin örgütün savunma çabalarına daha büyük katkı yapmasının beklendiği ifade edilmiştir.68

NATO’nun Washington zirvesinde alınan kararlar çerçevesinde, 2002 yılında Prag’da toplanan NATO devlet ve hükümet başkanları Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı üyelik müzakerelerine başlamaya davet etmişlerdir. NATO tarihindeki bu en büyük genişleme davetinin ardından yapılan açıklamada NATO’nun kapılarının Avrupa’nın diğer demokratik ülkelerine de açık olduğu belirtilmiştir.

NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında aldığı bu ikinci genişleme kararının ardından Prag Zirvesi’nde görüşülen diğer önemli bir konu da terörizm olmuştur. 11 Eylül saldırılarının ardından gerçekleşen bu zirve toplantısında NATO’nun stratejik kavramı temel alınarak terörizm ve kitle imha silahlarının yayılmasıyla mücadele için hazırlanan bir önlemler paketi kabul edilmiştir. Bu paket özellikle üyeler arasında bilgi paylaşımı güçlendirirken krizlere anında yanıt verme konularında düzenlemeler içermiştir. Prag Zirvesi’ nde ayrıca NATO’nun uluslararası örgütlerle işbirliği içerisinde üstleneceği misyonları daha verimli bir şekilde yerine getirmesi için askeri alanda NATO Müdahale Gücü oluşturulmasına karar verilmiştir. İleri teknoloji ile donatılmış esnek, genişletilebilir ve çok taraflı operasyonlara uygun olan bu gücün kara, deniz ve hava unsurlarından oluşturulması planlanmıştır.69

Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun Avrupa güvenliğinde ortaya koymak istediği sorumluluk hem siyasi hem de askeri alanda olmuştur. Örgüt siyasi alanda Doğu Avrupa ülkeleriyle daha yakın bir işbirliği içerisine girmiş, bu çerçevede Aralık 1991’de oluşturulan Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) 16 NATO üyesi ülke ile Doğu

68 “The Alliance’s Strategic Concept 1999”, http//www.nato.int/docu/pr/1999/p99-065e.htm,

29.03.2008.

oluşturulmuştur. 1994 yılında başlatılan Barış İçin Ortaklık (BİO) girişimi bu işbirliğini bir adım daha öteye götürerek NATO ile Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki siyasi ilişkiyi daha da derinleştirmiştir. 1997 yılında oluşturulan Avrupa – Atlantik İşbirliği Konseyi (AAİK), BİO girişiminin yerini alırken daha önce gündeme alınan NATO’nun doğuya genişlemesinde hazırlayıcı bir forum oluşturmuştur. NATO’nun genişlemesinin Rusya üzerinde yarattığı tedirginlik yine aynı yıl NATO ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan NATO – Rusya Kurucu Anlaşması ile giderilmeye çalışılmıştır.

Yeni dönemde NATO Avrupa güvenliği için ilk askeri sorumluluğunu Balkanlarda ortaya çıkan istikrarsızlıkta almıştır. 1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasıyla başlayan Balkanlardaki etnik çatışma sürecinde NATO istikrarı ve güvenliği sağlama konusunda daha etkin olabilmek için bir takım eylemlerde bulunmuştur. 1992 Oslo zirvesinde barışı koruma ve kriz yönetiminin NATO’nun yeni stratejisinin bir parçası olması konusunda düşünce birliğine varılmış, 1994 yılındaki Brüksel zirvesinde Doğu Avrupa’da görülecek bu tür çatışmalara müdahale edebilecek bir askeri güç oluşturulmuştur. Birleştirilmiş Müşterek Görev Gücü olarak adlandırılan kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan bu askeri birlik NATO’nun üstlenmiş olduğu yeni görevlerde kullanılması planlanmıştır. Bir yıl sonra Dayton Barış Anlaşması hükümlerine göre NATO’nun barışı koruma birlikleri Uygulama Gücü olarak (Implementation Force / IFOR) Bosna-Hersek’e gönderilirken bundan dört yıl sonrada Kosova’da Kosova Barışı Koruma Gücü (Kosovo Force / KFOR) adı altında görev yapmıştır.

NATO’nun 1990’ların ortalarına kadar Avrupa güvenliği konusunda başlatmış olduğu siyasi ve askeri girişimler Soğuk Savaş sonrasında kendisine artık ihtiyaç duyulmayacağı yönündeki görüşlerin aksini kanıtlamıştır. Bunun nedenleri konusunda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bazıları Soğuk Savaş sonrasında yapılan ilk analizlerde NATO ittifakının çok önemli özelliklerinin ihmal edilmesinin böyle bir kanıya varılmasına neden olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre yeni dönemde NATO’nun işlevinin sürdürmesinin başlıca üç nedeni vardı. Birincisi NATO üyelerine yönelik dış tehdidin hala devam etmesiydi. Bu tehdit yeni dönemde Sovyet askeri gücü değil fakat komşu bölgelerdeki karışıklıklardı. İkinci olarak NATO’nun sahip olduğu

uyum yeteneğiydi. Bu dönemde NATO iki yeni görev üstlenmiştir; Orta ve Doğu Avrupa’da ki silahlı askeri çatışmaların kontrol edilmesi ve bu kontrolle birlikte bölgede istikrarı teşvik edici eylemlerde bulunması. Üçüncü olarak NATO’nun kendi üyeleri arasındaki ilişkileri yumuşatan özelliği ile Batı Avrupa’da istikrar unsuru olmasıydı.70 Bu sırada gündemde olup tartışılan bir diğer konu da Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun kabul etmiş olduğu yeni strateji ve üstlendiği görevlerin, kendisini askeri örgüt kimliğinden uzaklaştırıp siyasi örgüt kimliğine doğru yakınlaştırmış olmasıydı. Bu görüşte olanlar bu dönüşümü NATO’nun bir savunma örgütünden güvenlik örgütüne doğru bir değişimi olarak tanımlamışlardır. Buna göre NATO kurucuları I. ve II. Dünya Savaşlarını yaşamış ve ortak güvenlik düşüncesine karşı kimseler olmalarına rağmen Soğuk Savaş sonrası gelişmeler NATO’yu ortak güvenlik örgütü haline dönüştürmeye başlamıştır.71 NATO’nun asıl görevinin ortak savunma olduğunu söyleyen bu yöndeki görüşler NATO’nun bunun yanında ortak güvenlik gibi yeni görevler geliştirdiğini ileri sürmüşlerdir. NATO’nun BİO projesi, Doğuya doğru genişlemesi, NATO – Rusya Kurucu Anlaşmasının imzalanması, savaş sonrası Bosna’da oluşturulan istikrar ve diğer gelişmeler, NATO’nun bir ortak savunma aracı olarak kalmasının yanında giderek Avrupa – Atlantik sahasında ortak güvenlik faaliyetleri içerisine girdiğini göstermekteydi. Bu görüşte olanlar NATO’nun hiç bir zaman Kantçı ya da Wilsoncu bir ortak güvenlik sistemi kurmaya kalkmadığını fakat bu gelenekten gelen düşünceler olarak tanımlanan askeri yetenek ve planlarda açıklık, demokratikleşme ve güvenliğin bölünemezliği gibi kavramları savunan bir tutum sergilediğine işaret etmişlerdir.72

Aynı yöndeki görüşlere göre ittifakın 1999 yılında kabul ettiği yeni stratejik kavram, NATO’nun toprak savunmasından Avrupa güvenliğinin tümüyle sağlanmasına doğru olan görev değişiminin bir sonucuydu. Buna göre Soğuk Savaş sonrası NATO bir sona gelmemiş, fakat Soğuk Savaş dönemi görevlerinin sonuna gelmiştir. Bazı üyelerce ortak savunma NATO’nun amacı olmaya devam etse de, yeni dönemde Avrupa

70John S. Duffield, “NATO’s Functions after the Cold War”, Political Science Quarterly, Vol.109,

No.5, Winter 1994, s.763–788.

71 Richard E. Rupp, “NATO Enlargement: All Aboard? Destination Unknown”, East European

Quarterly, Vol.36, No.3, Autumn 2002, s.341–364.

genişlemesinin Avrupa’daki istikrar ve güvenliği daha da Doğuya götüreceğini ve buradaki ülkeleri serbest pazar demokrasilerine hazırlamak için gerekli ekonomik, siyasi ve askeri dönüşümü sağlayacağını belirtmişlerdir.73

Yeni dönemde NATO’nun üstlendiği yeni görevler ve eylem alanları beraberinde NATO’nun bu yeni sorumlulukları taşıyıp taşıyamayacağını gündeme getirmiştir. Burada da NATO’nun Avrupa güvenliğinde daha etkin ve verimli olabilmesi için sınırlı görevler ve eylemde bulunulacak coğrafyalar düşüncesini savunan minimalist görüşler ile bunların tam aksini savunan maksimalist görüşler ortaya atılmıştır.

Minimalist görüşü savunanlar NATO’nun üstlenmiş olduğu yeni görevleri yerine getirirken oldukça zorlandığını belirterek, karşılaşılan sorunlar için örgüt içerisinde oluşturulacak ‘gönüllü koalisyonların’ rahatlıkla kurulamadığını, kurulsa bile görüş farklılıkları yüzünden tam bir uyum içerisinde çalışamadığını belirtmişlerdir. Bunun nedeni olarak da her ülkenin kendi iç politikasının ve çıkarının farklı olması gösterilirken, bu tür davranışa örnek olarak da Bosna ve Kosova müdahaleleri örnek verilmiştir.

Minimalist görüş NATO’nun bu tür bir değişim içinde olmasının ittifak için gerçek hayati çıkarların belirlenmesinde güçlük yaşamasına neden olduğunu belirtirken, gerçekleştirilen operasyonların ekonomik ve siyasi maliyetinin oldukça yüksek olduğuna, operasyonların başarısızlığının da örgütün güvenirliğini sarstığına dikkat çekmiştir. Ayrıca NATO genişlemesinin gerçekçi bir düşünce olmadığı savunularak üyelikleri düşünülen Doğu Avrupa ülkelerinin zaten oldukça istikrarlı oldukları belirtilmiştir. Ayrıca bu genişlemenin Rusya’yı NATO’ya karşı kışkırtabileceği ifade

Benzer Belgeler