• Sonuç bulunamadı

Kosova nın bağımsızlık sürecinde Kfor un önemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kosova nın bağımsızlık sürecinde Kfor un önemi"

Copied!
73
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Özlem Görücü tarafından hazırlanan “Kosova’nın Bağımsızlık Sürecinde Kfor’un Etkisi” başlıklı bu çalışma 02/ 12/ 2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan İmza

Üye İmza

(3)

Sayfa No

Bilimsel Etik Sayfası...i

Yüksek Lisans Tez Kabul Formu...ii

İçindekiler...iii

Önsöz / Teşekkür ... iv

Özet ... v

Summary ... vi

Kısaltmalar ve Simgeler Sayfası ... vii

Giriş ... 1

Birinci Bölüm ... … 5

1 Soğuk Savaştan Küreselleşen Dünyaya ... … 5

1.1 Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Düzen ... … 8

1.1.1. Uluslararası Düzenin Unsurları ... … 8

1.1.2. Karşılıklı Bağımlılığın Etkileri ... … 9

İkinci Bölüm ... … 12

2 Yugoslavya’nın Dağılma Süreci ... … 12

2.1 Dağılmanın Ardında Yatan Etkenler ... … 12

2.1.1. Cumhuriyetler Arasında İktisadi Gelişme Farklılığı... … 12

2.1.2. Ulusalcılığın Yükselmesi ... … 14

2.1.2.1. Yugoslavya da Ulusalcılığın Tarihsel Kökenleri ... … 14

2.1.2.2. Hegemonyacı Milliyetçilik-Ayrılıkçı Milliyetçilik... … 16

2.2. Komünist Parti'nin Tasfiyesi ve Çok Partili Politik Hayata Geçiş... … 17

2.3. Yugoslavya Bunalımı’na Doğru ... … 19

2.3.1. Yugoslavya: Mozaikten Dağılmaya... … 22

2.3.2. 1990 Genel Seçimler ve Federasyonun Çöküşü... … 24

Üçüncü Bölüm ... … 27

3.1Kosova Sorunu... … 27

3.1.1 Arnavutların Cumhuriyet Statüsü İsteği ... … 27

3.1.2. Voyvodina'nın ve Kosova'nın Özerkliklerinin Ortadan Kaldırılması ... … 29

3.2. Kosovanın Stratejik Yapısı ... … 31

3.2.1 Genel Bilgiler... … 31

3.2.2. Kosova’nın Önemi ... … 32

3.2.3. Kosova'nın Bağımsızlık Mücadelesi... … 34

3.2.4. Kosova’yı Bağımsızlık İlanına Götüren Süreç... … 38

Dördüncü Bölüm ... … 42

4. NATO’ nun Dönüşümü... … 42

4.1. KFOR’a Giden Süreç ... … 53

4.2. KFOR’un Kosova’nın Bağımsızlığındaki Etkisi... … 56

Sonuç ... … 59

Kaynakça ... 61

İnternet Kaynakları ... 63

(4)

ÖNSÖZ

Öğrencilik yaşamımda ve meslek hayatımda daima ilgi duyduğum Uluslararası İlişkiler alanındaki bu çalışmayı gerçekleştirmek bana büyük bir mutluluk vermiştir.

Tez çalışmam; temelde bir ülkenin bağımsızlığını kazanması savaşlarda uluslararası örgütlerin etkisi, etnik kökenli çatışma, federasyon yönetimi ve medeniyetin beşiği olan Avrupa’nın göbeğinde 20 yüzyılda bir savaşın yaşanması gibi birçok konuyu içinde barındırması, çok fazla kaynak taramasını gerektirmiş özellikle “Kosova’nın bağımsızlık sürecini kazanmasında”, güncel gelişmelerin takip edilmesini gerekli kılmıştır.

Çalışmam süresince, öncelikle çalışmalarımı sabırla yönlendiren değerli hocam ve danışmanım Doç. Dr. Murat ÇEMREK’e, tezimin hazırlık aşamasında destek veren Mehmet YILMAZ’a, benden maddi ve manevi desteğini hiçbir şekilde esirgemeyen aileme sonsuz teşekkür ederim.

(5)

ÖZET

Dünya tarihinde en ilgi çekici dönemlerden birisi Soğuk Savaş yıllarıdır. II. Dünya Savaşı’nın son bulmasıyla başlayan ve SSCB’nin dağılması ile sona eren dönem dünyayı küresel ve yerel sorunlara gebe bırakmıştır. Yaşanan yerel doğum sancılarının en acı şekilde hissedildiği bölgelerden birisi de Balkanlar olmuştur. Bu bölge sahip olduğu kaotik yapısı ve konumu itibariyle bilhassa Soğuk Savaş sonrası yıllarda uluslararası güçlerin hesaplaşma alanı olmuştur.

Soğuk Savaş sonrası Balkanlar üzerinde yaşanan karmaşık gelişmeler sonucunda, Sırpların Kosava’ya saldırması kaçınılmaz olarak Kosava’nın bağımsızlığına giden süreci başlatmıştır.

Bu çalışmada ise Soğuk Savaş sonrasında Kosava’nın bağımsızlığına giden süreç ve Kosava’nın bağımsızlığını kazanmasında NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönüşümü ve KFOR’un bu sürece etkisi kronolojik olarak anlatılmıştır.

(6)

Summary

The period of The Cold War is one of the most interesting periods in the world history. The period, wich starting with the end of World War II finished with disintegration of the USSR caused global and local problems. From this point of view, the Balkans is one of The regions strongly effected by these problems . International actors, especially after the Cold war used this zone as a competition area because of its importance.

In this study (after the Cold War) complicated developments, chronological cries in this region are clarified. Moreover, the process going towards the independence of Kosovo after the Cold War, NATO’s transformation on the path of gaining Kosovo’s independence, and KFOR’s effects on the process are explored.

Regarding the developments encountered the independence of Kosova, KFOR and these effects on the period are denoted.

(7)

KISALTMALAR LİSTESİ a.g.e. : adı geçen eser

a.g.m. : adı geçen makale AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri BDT: Bağımsız Devletler Topluluğu BİO: Barış İçin Ortaklık

BM: Birleşmiş Miletler s.: sayfa

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği STK: Sivil Toplum Kuruluşu

YKP: Yugoslavya Komünist Partisi KSF: Kosova Güvenlik Kuvveti bkz: bakınız

No.: numara

EULEX: Avrupa Birliği Hukukun Üstünlüğü Misyonu Kosova [European Union Rule of Law Mission in Kosovo]

KFOR: Kosova Barış Gücü [Kosovo Force]

NATO: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü [North Atlantic Treaty Organization] KDTP: Kosova Demokratik Türk Partisi

EUFOR: AB Gücü [European Union Force]

LDK: Kosova Demokratik Birliği [Lidhja Demokratike e Kosovẽs] UÇK: Kosova Kurtuluş Ordusu [Ushtria Çlirimtare e Kosovës]

(8)

GİRİŞ

Günümüzde Yugoslavya’ da yaşananların anlaşılabilmesi için Balkanları, Soğuk Savaşın getirdiklerini bilmek gerekmektedir. Çünkü bugün yaşananlar geçmişte yaşanan olayların sonucudur. Soğuk Savaş, Yugoslavyanın parçalanması, Kosovanın Bağımsızlığı ve NATO’nun dönüşümü belli bir tarihsel süreç içersinde gerçekleşmiş ve hala bu süreç devam etmektedir.

Balkanlar; çok yakın bir tarihe kadar Avrupa’nın barut fıçısı, günümüzde ise yapboz oyuncak olan küçük devletlerden kurulu bir coğrafyadır. Bu özgün kültürü anlamak için tarihi incelemek gerekir.

M.Ö ikinci bin yılın sonlarında Balkanların güneyinden gelen Hint-Avrupa sınıfına dahil “Achenler” Miken uygarlığını oluşturdular. Trakya’da ise Yunanlı mı Doryen mi olduğu anlaşılmayan Makedonya Krallığı M.Ö VII yüzyılda kurulmuştur.Bugünkü Arnavutluk halkı olan İliryalılar ve Tuna’nın kuzeyinde bulunan Daçyalılar (Romenler) bölgeye daha sonra yerleşmiştir. VI.yüzyılın sonlarına doğru Slavlar kuzeyden gelerek Bizans topraklarına yerleşmeye başladığında Bulgarlar Hazarlardan kaçarak Bulgar-Slav bir devlet kurarlar. Bizans İmparatorluğu ise bu devletlere bulundukları yerlerde yerleşmeleri için izin vermiştir.

Osmanlı Balkanları fethedince burada Osmanlılaştırma politikasını uygulayarak Balkan şehirlerinin çoğu bu çeşit halk yenilemesi sürecinden geçmişti. Osmanlı topraklarında yaşayan Zimniler, gayrimüslimler, dini önderlerinin sorumluluğunda Osmanlı yasalarına ters düşmeyecek bir topluluk oluşturmaktaydılar. Millet Sistemi daima kuvvetlinin Osmanlı’nın lehine gerçekleşmesi Balkanlarda müslümanlaşmaya avantaj sağlamıştır. Cizyenin olmaması, esir ise azat olunma ve loncalara üye olma, yanlızca Müslümanlara verilen haklardı.

XVIII.yüzyılın sonunda Balkanlardaki gelişmeler büyük bir fırtınayı haber vermektedir. Gerçekten Sırp ve Yunan ayaklanmaları Osmanlı İmparatorluğundan, bir

(9)

etmiştir. Yugoslavya’da Sırp ve Hırvatlar arasındaki uçurum gittikçe açılırken Romanya, Yunanistan, Arnavutluk ve Bulgaristan da krallar, iktidarı ele geçirmşlerdir. Bu karışıklık, II. Dünya savaşına kadar sürmüştür. Yarımadanın haritasını çizen devletler arasındaki (İngiltere, Fransa ve İtalya) düşmanlık onlara değişik kartlar oynatır. Fransa, Yugoslavya ve Latin Romanya’nın koruyucusu olma arzusundadır. İngiltere öncelikle Yunanistan’la ilgilenir. İtalya ise Yugoslavya ve Yunanistan’ın Adriyatik Denizinde egemen olmalarını istemez. Balkanlar yeni bir dünya savaşı arefesinde hiç olmadığı kadar hassas bir konumdadır.

II. Dünya Savaşıyla İtalya ve Almanya hareket planlarını yürürlüğe koyar ve tüm Balkanları ele geçirir. Fakat Kızıl Ordunun Balkanlara inişi ile hakimiyet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) geçer. İngiltere’nin etkisi ile sadece Yunanistan komünizmin yörüngesine girmezken diğer Balkan ülkelerinde ise iktidara hep komünist partiler gelmiştir.

Balkanların Sovyet yörüngesinde olmasına rağmen Slovenler hala kendilerini Sırp sömürgesi gibi hissetmekteydiler. Kültür rekabetinin, dil çatışmalarının ve din kavgaları sürerken 1989’da Balkanlarda dönüşüm başlamıştır. Batıdaki kapitalist düzenin bölgeyle irtibatı ve Balkanlardaki komünizmi, Sovyet ekonomisinin çöküşü, Balkanlardaki komünizmi hükümsüz kılar. Orta Avrupa’da komünizmin çöküşü Yugoslavya’da, Hırvat, Makedon, Boşnak ve Sırp devrimlerine yol açar. 1989-91 yılları, Balkan toplumlarına seçme özgürlüğü getirir.1 Ancak Balkan devletlerini bekleyen yeni bir tehlike olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve ekonomik gerilik ortaya çıkmaktadır.2

Balkan devletlerinin durumu karışmıştır. Önemli bir bölgede, etnik nüfusun farklılığı, büyük devletlerin güvenlikleri için bölge üzerinde etki sahibi olmak istemeleri gerginliklerin devam etmesine sebep olmaktadır. Yugoslavya tüm bu olumsuz koşullara

1 Georges CASTELLAN, Balkanların Tarihi, İstanbul, Doğan Yayınları, Şubat 1995, s.33 2 M.Rauf Ateş, Capital Aylık İş ve Ekonomi Dergisi, 1 Ağustos 2002, s.10

(10)

rağmen kendi içerisinde yaşanan olayları kontrol edememiş ve sorunu uluslararası bir boyuta taşımıştır.

Sırbistan toprakları uzun savaşlardan sonra Osmanlı İmparatorluğu'na geçmişti. Bu iktidar 1815 yılına kadar sürmüş, bu tarihten sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanmıştır. 1912-13’te, Balkan Savaşlarına aktif olarak katılan Sırbistan bu savaştan sonra topraklarını Makedonya, Sancak ve Kosova dahil olmak üzere genişletmiştir. Ancak bu genişleme Avusurya-Macaristan’ı tedirgin etmiş, Avusturya-Macaristan’ın müdahalesi ile Sırp ilerlemesi durdurulmuştur. I. Dünya Savaşı'nın ardından Sırp, Hırvat ve Karadağ liderleri, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığını ilan etmiş ve adını Yugoslavya Krallığı koymuşlardır. II. Dünya Savaşında ülkeyi işgal eden Almanların yenilgiye uğramasının ardından Yugoslav Cumhuriyeti ilan edilmiş, Kosova ve Voyvodina 1946’da otonom bölge ilan edilmişlerdir.

II.Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, Tito’nun3 önderliğindeki yeni Yugoslavya’da etnik gerilim geçici de olsa bastırılmış, ancak Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte eski ön yargılar, özellikle de fanatik Sırp milliyetçilerinin baskıcı zihniyeti yeniden su yüzüne çıkmıştır. Sırpların 1989’dan itibaren diğer Yugoslav Cumhuriyetlerini kontrol etmek için girişimlere başlaması gerilimi artırmıştır.

3 1892 yılında Hırvatistan’ın Kumrovec bölgesinde Sloven bir anne ve Hırvat bir köylü babanın oğlu

olarak doğan Tito ya da gerçek adıyla Josip Broz, I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordusunda görev yaptığı sırada yaralanarak Rusların eline esir düştü. 1917 Rus Devrimine Bolşeviklerin tarafında destek veren Josip Broz, 1918 yılında savaşın bitmesiyle, daha sonra Yugoslavya adını alacak olan, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na döndü. Doğduğu ülke olan Hırvatistan’a dönüş sebebi, yasadışı Komünist Parti’nin örgütlenmesini sağlamaktı. Yakalanarak hapse atıldı ve 1928’den 1934 yılına kadar hapiste kaldı. Hapishane günleri sırasında Tito takma adını aldı. Hapisten çıktıktan sonra (önce Komintern ve ardından Komünform adını alan) Komünist Enternasyonal’de görev yapmak için Moskova’ya gitti. 1936 yılında Komünist Parti’yi resmen kurmak için Yugoslavya’ya geri döndü ve 1937’de Yugoslav Komünist Partisi’nin (YKP) Genel Sekreterliği görevini üstlendi.

Nazi Almanyası 1941’de hem Yugoslavya’yı hem de SSCB’yi işgal edince Tito tüm Yugoslavları Nazilere ve onları destekleyen Faşist Hırvatlara (Ustaşalar) karşı direnmeye çağırdı. 1942’de Komünist politikaları güden bir hükümet kuran Tito, bu hareketiyle Çetniklerle (Monarşi isteyen aşırı milliyetçi Sırplar) karşı karşıya geldi. 1944’de Almanya’nın karşısında yer alan müttefiklerin de desteğini alan Tito, Mart 1945’te Başbakan seçildi. Yılsonunda Almanları ülkeden kovmayı başaran Yugoslavlar birleşti ve tüm kontrolü Tito hükümetine devretti. Monarşi’den tek partiye geçişle ilgili herhangi bir referandum yapılmadı. Tito, 1945 yılından itibaren 35 yıl boyunca Sosyalist Yugoslavya Federasyonu Başkanlığını yaptı. Bu süre zarfında, Soğuk Savaş’ın gerilimli ortamında “Bağlantısızlar Hareketi”ne de öncülük eden Josip Broz Tito, 4 Mayıs 1980’de Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da hayatını kaybetti.

(11)

Yugoslavya azınlıkların yoğun olarak yaşadığı bu bölgeler, Sırpların baskı ve şiddet uyguladıkları yerler olmuştur. Savaşın ardından imzalanan Dayton Anlaşması, bölgeye göreceli bir barış getirmiş, Sırplar azınlıklara karşı daha insaflı bir politikaya yönelmişlerdir. 1998 Mayısında Miloseviç'in bazı politik oyunları Karadağ tarafından tepkiyle karşılanmış, bölgede büyük bir gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur.

Kosova da ise, bölgenin otonomisini kaybetmesinin ardından Arnavut çoğunluk Sırp hükümetine karşı gelmiştir. Sırp yönetimi Arnavutlara karşı büyük baskılar uygulamış, Arnavutlar ise haklarını ve hatta yaşamlarını korumak için kendi içlerinde organize olmaya çalışmışlardır. 1990’da kurulan UÇK ile Sırp güvenlik güçleri arasında çatışmalar başlamış ve bu 1997-98 yıllarında yoğunlaşmıştır. Ardından, Sırp ordusu ve polisinin başlattığı büyük harekat ile, çatışmalarda yüzlerce insan ölmüş, Arnavutlar, evini terk etmek zorunda kalmıştır. NATO’nun hava saldırısı tehdidi, Miloseviç’in Kosovadan çekilmesini sağlamıştır. Ancak Miloseviç’in uzlaşmaz tavırları nedeniyle Kasım ayından itibaren çatışmalar yeniden başlamıştır. Yine NATO'nun tehditleriyle başlayan bir seri barış görüşmesi ise bir sonuç alınamadan 1999 yılında sona ermiştir.

Sırplar, Kosova’ya NATO güvenlik güçlerinin yerleştirilmesini reddetmiştir. Bu durum uluslararası toplumun bir müddet sonra ABD öncülüğünde Sırplara müdahale etmesine neden olmuştur. Bu dönem zarfında birçok kişi Kosova’yı terk etmek zorunda kalmıştır. En sonunda 10 Haziran tarihinde alınan BM kararıyla bölgeye 50 bin kişilik KFOR gönderilmiştir. 1991’de başlayan cumhuriyetler arasındaki iç savaşın neticesinde aynı senenin sonlarında Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Karadağ ve Sırbistan birleşerek Yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyetini kurdular. Ancak bu birliktelik Karadağ’ın bağımsızlık ilanı ile son bulmuştur.

Yugoslavya’nın yönetim anlayışı, içerisindeki toplulukları birlikte tutmaya yetmemiş, hepsinin birer birer bağımsızlıklarını kazanmalarına yol açmıştır.

Birinci bölümde Soğuk Savaş Sonrası düzen anlatılmış olup, İkinci Bölüm de Yugoslavya’nın Dağılma Süreci, Dağılmanın ardındaki etkenler, Üçüncü Bölümde

(12)

Kosova Sorunu ve bunu takiben NATO’nun Dönüşümü ve KFOR’a giden süreç anlatılmıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

1 SOĞUK SAVAŞTAN KÜRESELLEŞEN DÜNYAYA

Aldatmaca ile başlamış ve sonuna kadar aynı biçimde sürüp gitmiş bir dönem olarak adlandırılan4 Soğuk Savaş, Sander’ e göre galip çıkmış iki büyük devlet ve bu devletlerin çevresinde kümelenmiş küçük devletler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmanın, doğrudan silah kullanmadan sürdürüldüğü tarihsel döneme verilen addır. İki blok arasındaki ilişkiler, bloklar ve üyelerce bu dönemdeki benimsenmiş kurallar yerine tamamıyla güce dayanmaktadır.5

Başlangıçta, Avrupa sınırlarının yeniden çizilmesi üzerinde odaklanan Soğuk Savaş, hızlı bir şekilde Sovyet-Amerikan rekabetine dönüşmüştür.6 Özellikle,1946-1955 arası dönemde dünya iki kutuplu gergin bir sisteme şahit olmuştur.7

Soğuk Savaş, terim olarak ilk defa XIV. yüzyılda dönemin İspanya Prensi Juan Manuel tarafından kullanılırken, 1947’de Amerikalı Bernard Baruch bu terimi yeniden kullanım alanına sokmuş, gazeteci Water Lippman da bu kavrama popülarite kazandırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistem en temelde iki soğuk savaş dönemine şahit olmuştur. Birincisi 1946-1979 tarihleri, ikincisi ise 1979 dan sonraki döneme tekabül etmektedir.

II Dünya Savaşından önce büyük devletler, “Müttefiklerimizi nasıl yanımızda tutabiliriz”? sorusu ile ilgilenirken, diğer Soğuk Savaş döneminde ise esnek olmayan bir güç dengesi içinde, “Müttefiklerimizin politikalarımıza etkin ve istekli bir şekilde katılmalarını nasıl sağlayabiliriz?”8 sorusu ön plana gelmiştir. Soğuk Savaş boyunca,

4 Haydar Çakmak, Uluslararası İlişkiler “Giriş Kavram ve Teoriler”, Platin Yayınları, Ankara, 2007,

s.285

5 Haydar Çakmak, A.g.e, s.285 6 Haydar Çakmak, A.g.e, s.286 7 Haydar Çakmak, A.g.e, s.286-287 8 Haydar Çakmak, A.g.e, s.286-287

(13)

kılan bir sistem var olmuştur.9 Özellikle askeri alanda çok daha belirgin bir niteliğe sahip olan “iki kutuplu dünya düzeni”, dönemin ABD Dışişleri Bakanı John F Dulles gibi bazı siyasetçiler bu ikili durumunu “global” bir yapı olarak görmekte ve hatta Batı ile ilişki kurmayan devletlerin ikili kutuplaşmanın doğurduğu Soğuk Savaş’ta SSCB’ye yardım etmiş sayılacağını iddia etmişlerdi.

Soğuk Savaşın en şiddetli yılları 1950’de yaşansa da 1980’lerin sonların da bile hala iki blok arasındaki rekabet devam etmişti.1980’lerden itibaren ise silahsızlanmayla ilgili antlaşmalar sonrası Soğuk Savaş’ın yerini temkinli işbirliği almıştı. Doğu’da Gorbaçov reformlarının başlamasıyla da, Soğuk Savaş aniden sona ermiş, nitekim 1989 Berlin Duvarının yıkılışı ve 1991’de SSCB’nin dağılması, Soğuk Savaşın bitmesini hızlandırmıştı.

Sovyet tarzı komünizmin yıkılması ve Soğuk Savaşın sona ermesine yol açan bu etkenler,10 diğer taraftan uluslararası alana “küreselleşme” tartışmalarını da taşıyacaktır.11

Soğuk Savaş, 1945-1991 tarihleri arasında dünyayı yöneten bir dengeler bütünü yaratarak, iki süper güç ve bunların müttefikleri arasındaki ilişkilerin yarattığı düzene dayanan bir yaşam tarzını benimsetmiştir. Bu çerçevede, Soğuk Savaş uluslararası sahneyi şu yönlerden dönüştürmüştür: 1) II Dünya Savaşından önce dünya siyasetini biçimlendiren rekabet ve çatışmaları biri dışında tamamen gölgelemiştir. 2) Uluslararası kararsız durumları istikrarlı hale getirirken dünyayı sarsacak ölçüde silahlandırmıştır. Chomsky’e göre, bugün Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney kutuplaşmasının temelinde Soğuk Savaş’ın sonuçları yatmaktadır.12 Vogler ise, Amerikan üstünlüğü ile sona eren iki kutuplu uluslararası sistemin yerini çatışmaya meyilli bir dünyaya bıraktığını ortaya koymaktadır.13

Hobsbawm’a göre, Soğuk Savaşın en önemli etkisi askerî karşılaşma ve nükleer

9 Haydar Çakmak, A.g.e, s.286-287 10 Haydar Çakmak, A.g.e, s.288. 11 Haydar Çakmak, A.g.e, s.289 12 Haydar Çakmak, A.g.e, s.289 13 Haydar Çakmak, A.g.e, s.289

(14)

silahlanma yarışıymış gibi gözükse de, asıl belirgin etkisi siyasal sonuçlar olmuştur. Soğuk Savaş uzadıkça, Washington’un Avrupa ile ittifakı daha çok askeri olmasıyla ABD’nin göreceli olarak zayıflayan ekonomik üstünlüğü arasında genişleyen bir uçurum olmuştur. Dünya ekonomisinin ağırlığı artık ABD ekonomisinden, ABD’nin bizzat kurtardığı ve yeniden inşa ettiğini düşündüğü Avrupa, Japonya ve başta diğer Asya- Pasifik Ülkerlerine kaymaya başlamıştır.14 Soğuk Savaş sona erdiğinde ABD karşımıza dünyanın en borçlu ülkesi olarak çıkmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesi ile meşruluk kavramının uluslararası boyutta ele alınma biçimi değişmiştir.

Sonuç olarak Soğuk Savaş’ın sona ermesi, uluslararası yapıyı ve iç siyasal sistem yapılarını ayakta tutan payandaları ansızın çekivermiş ve uluslararası sistemde kısmi bir çöküntü ve güç boşluğuna neden olmuştur. Bu güç boşluğunu doldurma yönünde de yeni bir küresel güç mücadelesi ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede ABD Yeni Dünya Düzeninde kendini haklı çıkaracak yeni aygıtlar üretme sürecini de başlatmıştı, yani Soğuk Savaş sonrası dönem uluslararası ilişkilerin daha karmaşıklaştığı yeni bir döneme geçildiğinin göstergesi olmuştur. XX. yüzyılın sonlarına doğru Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasına müteakip ABD, dünya politikasına hâkim yegâne küresel güç olarak kalmış ve dünya hızla ABD’nin hegemonyasında tek kutuplu bir durum olmaya başlamıştır. Yeni dönemde tehdit algılamaları da değişmiştir.

14

(15)

2.1. Uluslararası Düzenin Unsurları

Devletin ekonomideki rolü yoğun bir tartışma konusu olsa da, Soğuk Savaş sonrasında devletin özel anlamda bir şey kaybetmediği ortadadır. Bunu devlet olmak isteyen grupların ihtiraslı hatta şiddete başvuran taleplerinden ve onlara karşılık oluşan dirençten anlıyoruz.

İnsanlık varolalı beri düzen ihtiyacı, özellikle Soğuk Savaş sonrasında kendini daha fazla hissettirmektedir. Uluslararası güvenlik sorunlarına yönelik endişeler de bu sorunun varlığına işaret ediyor. Dünyamız Soğuk Savaş dönemine kıyasla daha zor tanımlanabilen özellikler gösterirken diğer taraftan da siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkilerin daha sık dile getiriliyor olması, insan haklarının işlevi ve çevrecilik endişelerin yanında iyimser beklentileri de beraberinde getiren olgular olarak karşımıza çıkmaktadır.

Soğuk Savaş, Sovyet askeri gücünün Avrupa’da hissedildiği ve iki kutuplu rekabetin ideolojik düzlemde keskinleştiği, en önemlisi güvenlik sorununun “yüksek

siyaset” (high politics) şeklinde değerlendirildiği bir dönemi ifade ediyordu. Doğu ve

Batı Almanya’nın birleşmesi, Yugoslavya’nın dağılması, Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan I. Körfez Savaşı “ara dönem” olarak da değerlendirilebilir. ABD’nin dünyaya dayattığı kapitalizm kendisine pazar bulmakta güçlük çekmemekteydi. Ancak işsizlik, sanayi öncesi toplum refleksleriyle karşılaştırıldığında daha fazla bölgesel otonomi kazanma arayışlarını doğururken ekonomik milliyetçiliğin kaynağını bu doğal tepkide bulmaktaydı. Bu etkinin yarattığı sıcak çatışmalar kimlik sorunlarıyla birleşince istikrarsızlık küreye yayılmaktaydı. Bir dünya düzeninden sıklıkla söz edilir olması, arada devlet olsun veya olmasın bireyin küresel sistemle sıklıkla karşı karşıya gelmesinin sonucu olarak ortaya çıkmaktaydı. Artık “güvenlik” kavramı devletin yanına ona destek olacak başka aktörlerinde gerekliliğine işaret etmekteydi. Zaten devletlerin de iç politikalarında karşılaştıkları egemenlik sorunlarını uluslararası işbirlikleriyle aşmaya çalıştıkları gözlemlenmekteydi.

(16)

Uluslararası düzene sadece Batı perspektifinden bakmanın getirdiği kültürel açmazlar, inşa edilmekte olan XXI. yüzyıl düzeninin yine devletler tarafından inşa edileceği gerçeğini gözardı etmekteydi Batı bu nedenle, uluslararası sistemin merkezi olma özelliğini yitirmekteydi. Bu eğilimin artarak sürmesi, Batı’yı halen cazibe merkezi olarak korusa da karşılıklı bağımlılığın arttığı ve tüm dünyada ilişkilerin daha öncesinde olmadığı kadar yoğunlaştığı görülmektedir. Bu yoğunlaşmayla beraber adına

küreselleşme dediğimiz süreci yaşamaktayız. Küreselleşmeyle birlikte mal, para ve

bilginin hızlı bir biçimde yer değiştirmesi, bu akışkanlığı kullanan ülkeler arasındaki ilişkileri geliştirmiş ve karşılıklı bağımlılık uluslararası ilişkilerde her zamankinden daha fazla hissedilmiştir.

2.2 Karşılıklı Bağımlılığın Etkileri

Faruk Sönmezoğlu’nun belirttiği gibi karşılıklı bağımlılığa topyekûn bir anlam yüklemek mümkün değildir.15 Devlet merkezli görüşe karşı oldukları bilinen çoğulcu yaklaşım sahiplerinin temel özelliği, uluslararası ilişkileri ekonomik alana odaklanarak analiz etmeleridir. Bu yaklaşımın sahipleri uluslararası ilişkilerin etki ve kontrol açısından gücün bileşenlerine bölünmesi halinde etki ve kapasite analizlerine, tarafların kendilerinin dışındaki bazı gelişmelere duyarlılıkları ve bunun kendilerine yükleyeceği maliyetin de hesaba katılarak analiz yapılmasının gerekliliğini vurgularlar. Böylece ülkeler hem birbirlerine karşı hem de uluslararası sisteme karşı bağımlı olmaktadır.

Karşılıklı bağımlılığın doğurduğu diğer iki alt teori “Bağıntı” ve “Uyum” teorileridir. Bağıntı Teorisi iç ve dış politikalar arasındaki etkileşimi öne çıkarırken, Uyum Teorisi hükümetlerin çevrelerine uyum sağlayan karar alma süreçleri içinde politika oluşturdukları temelinde analizlere ağırlık verir.16 Karşılıklı bağımlılık, hem neorealist hem liberal yaklaşım sahipleri tarafından kabul edilirken Neorealistler karşılıklı bağımlılığı stratejik düzeyde,17 liberaller ise ekonomik düzeyde ele

15 Sönmezoğlu, Faruk, “Uluslararası Politika Alanında Farklı Ekoller”, Toplum ve Ekonomi, Sayı:3,

Nisan, 1992, s. 152 – 154.

16 Haydar Çakmak, A.g.e, s.296 17 Haydar Çakmak, A.g.e, s.297

(17)

Faruk Yalvaç’a göre güç dengesi, insan doğası ve birimlerin etkileşiminden değil, uluslararası sistemin anarşik yapısı devletleri sınırlamasıyla herkesin stratejisi diğerlerine bağlı olmasından doğar.19 Bir bakıma güvenlik de karşılıklı bağımlılığın bağımlı ve neredeyse yapısal bir değişkeni haline gelir. Bu açıdan Waltz için, devletler fonksiyonel olarak birbirlerinden farklı olmadıkları için uluslararası yapıların tanımlanıp karşılaştırılması anarşi ve güç dağılımının düzeyine bağlı kalır.

Ulusal güvenlik kültürü Soğuk Savaş sonrası oluşumunda, salt materyalist unsurlarla analiz edilemeyeceği gibi güvenlik kurumlarının günlük mesailerden doğan kümülatif bir anlam dünyası söz konusudur. İkinci olarak, kültürel çevrenin devletin sadece eylemlerini değil, aynı zamanda kimliğini de etkilediği gözlemlenmektedir.20 Menkul kıymetler borsalarının bile en dikkat kesildiği konular güvenlik konuları olurken güvenlik konularında işbirliği toplantılarının ardı arkası kesilememektedir. Sosyal devlet güvenlik devletine dönüşme eğilimleri gösterirken hükümetlerin en çok üzerinde durduğu konulardan birisi, toplumsal olaylara müdahale edecek güvenlik güçlerinin insan hakları eğitimlerinin yükseltilmesi olmaktadır. Bu sorunlar sadece bir devletin sorunu olmadığı için, devlet ile toplum arasındaki ilişkiler uluslararası aktörlerin insiyatif almalarına imkân sağlamaktır ve sadece devletten devlete değil, uluslararası alanda güç dengesi simetrik olmaktan çıkıp, asimetrik bir halde konumunu sürdürmektedir. Cazibe merkezi olmaktan çıkmış olmasına rağmen göç ve terörün hedefi olan Batı, yayıldıkça dünyanın geri kalanını uluslararası sistemin odak noktası haline getirmektedir.

Küreselleşme bir yandan devletler arasındaki ilişkileri arttırırken diğer yandan bireyin etnik kimliği ile var olma isteğini pekiştirmiştir. Bu bağlamda self- determinasyon bazı devletler için Yugoslavya örneğinde olduğu gibi ciddi sorunlar meydana getirmiştir. İspanya Başbakanı Gonzalez’e 1992 kışında sorulan bir soru

18 Dunne, Tim, “Liberalism”. The Globalization Of World Politics, Second Edition, Eds: John Baylis

ve Steve Smith, Oxford: Oxford University Press, 2001, s.178

19 Yalvaç, Faruk, “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar” Devlet, Sistem ve

Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, Derleyen: Atilla Eralp, İstanbul: İletişim

(18)

üzerine şu cevabı vermiştir. “Self- determinasyon ne kadar ileri gidecektir? Yugoslavya’da “self” sözü Hırvatlar tarafından mı tanımlanacaktır, yoksa Hırvatistan içinde yaşayan Sırp azınlık tarafından mı? Kosova’ da yaşayan Arnavutlar böyle bir şeye karar verebilirler mi?” Bu cevap Yugoslavya’daki sorunların karşılıklı bağımlılığın ve küreselleşmenin etkisi ile Kosova’nın bağımsızlığına giden yolda karşılıklı bağımlılığın etkisi ve küreselleşmenin getirdiği milliyetçi akımlar ile dünyayı etkilemektedir. Kosava örneği gösteriyor ki; neoliberaller, teorilerinin haklılığını bireylerin özgürlüğü ve devletlerin daha az baskıcı olmaları gerektiği yönünde gösteriyorlardı. Oysa self-determination Yugoslavyanın dağılma sürecini hızlandırmış ekonomik etkenlerle birlikte temel nedenlerden biri olmuştur.

20 Haydar Çakmak, A.g.e, s.301

(19)

İKİNCİ BÖLÜM

2 YUGOSLAVYA'NIN DAĞILMA SURECİ

1980’de Başkan Tito’nun ölümüyle belirginleşen iktisadi ve siyasi bunalım, federasyonun dağılmasıyla sonuçlanmıştır.1991’de Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlık ilanlarının ardından uluslararası toplumun da konuya müdahalesiyle Yugoslavya Sorununa dönüşen bunalım, 1992’de Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasıyla Bosna Hersek ve Kosova sorununa dönüşmüştür.

2.1 Dağılmanın Ardında Yatan Etkenler

2.1.1. Cumhuriyetler Arasında İktisadi Gelişme Farklılığı

Yugoslavya, 1945’de Stalinist bir ekonomi politikası benimserken211950’de Özyönetim’e ve 1965’de Pazar Sosyalizmi'ne geçmiştir.22 Sosyalist modelde piyasa ekonomisini işlemekten kaynaklanan enflasyon ve dış borçlar gibi kronik problemler, 1970’lerden itibaren Yugoslavya ekonomisini etkilemeye başlamıştır. Ancak istikrarı tehdit eden temel etken, ülkenin değişik bölgeleri arasındaki iktisadî gelişmişlik farklılığıydı.

Cumhuriyetler arasındaki kaynak dağılımının hangi kıstas esas alınarak gerçekleştirileceği, Yugoslavyanın kuruluşundan itibaren en önemli iktisadî ve siyasi sorundu. Cumhuriyetler arasında eşit kaynak dağılımı geri kalmış olanların daha da fakirleşmelerine yol açmıştı. Nüfus esas alındığında yatırımların verimliliğin düşük olduğu yerlerde kümelenmesi gerekirken bütçenin önemli bir bölümü Hırvatistan ve Slovenya gibi gelişmiş Cumhuriyetlerin katkıları ile finanse edilmekteydi. Kaynakların geri kalmış Cumhuriyetlere harcanması sadece kalkınma sürecini verimsizleştirmekle

21 F. Singleton, Yugoslav Survey, Belgrad, Mayıs, 1978, s.99 22 F. Singleton, A.g.e, s.100.

(20)

kalmayıp bazı etnik-siyasal sorunlara da sebep olmaktaydı.23 Merkezi planlamaya rağmen ekonominin işleyişinden kaynaklanan faktörler, ülkedeki fakir güney bölgeleri ile zengin kuzey ayrımını Tito'nun işbaşında bulunduğu dönemde bir türlü ortadan kaldıramamıştı. Güneyin kalkındırılması bir politik tercih olarak gündeme gelmesine rağmen 1970’ler ve 1980’lerde bile bu mümkün olmadı. İktisadî yapılanma konusunda 1966’ya kadar yaşanan ikilemde Tito ve yakın çevresinden Sloven kökenli Edward Kardelj, ekonomide âdem-i merkeziyetçiliği; Sırp Alexander Rankoviç ise merkeziyetçiliği savunmuştur.24 1966’da Rankoviç'in görevden alınmasından sonra Cumhuriyetlere yeni yetkiler tanınmış ve var olanlar genişletilmiştir. Yeni dönemde Cumhuriyetler Federal yönetimin izni olmadan kendi bölgelerine yatırım yapabilirken elde edilen zenginliği artan oranda kendi sınırları içinde tutmaya başlamışlardı. Bu durum Hırvatistan ve Slovenya’yı daha da güçlendirirken bir anlamda ileride karşımıza çıkacak ayrımcılığın da tohumlarını attı.

Dönemin Yugoslavyasının en gelişmiş bölgesi olan Slovenya’nın federal bütçeye katkısı, daha 1958’de % 37,2 olarak gerçekleşmişti.Geri kalmış bölgelerin kalkındırılmaları için 1965’de Bölgesel Kalkınma Fonu kurulmuştur. Buna rağmen Hırvatistan ve Slovenya ile diğerleri arasındaki gelişmişlik farkı giderilememiş, tam aksine daha da açılmıştır. Yugoslavya genelinde 1980’lerde hız kazanan milliyetçilik akımının ekonomik boyutları ve geri kalmış Cumhuriyetlerde birbirinden farklıydı.25 Kosova ve Makedonyada ekonomik sıkıntılar ve işsizlik, milliyetçiliği besleyen temel unsurlardı.26 Hırvatistan ve Slovenya, geri kalmış bölgelerin yükünü çekmemek için ayrılıkçı milliyetçiliği öne çıkarırken Sırbistan Yugoslavya’yı bir arada tutmak için hegemonyacı Sırp milliyetçiliğine sarılmıştı.

23 Josep Bomballes, Economic Development of Communist Yugoslavia, Hoover İnstitution

Publications, California, 1968, s.32-33.

24 Bomballes, a.g.e. s.l 17.

25 Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul, Beyan Yayınları, 1995, s.30-31 26 Necmettin Alkan, A.g.e, s.26-27.

(21)

2.1.2. Ulusalcılığın Yükselmesi

2.1.2.1. Yugoslavya’da Ulusalcılığın Tarihsel Kökenleri

Yugoslavya Federasyonu'nun çözülmesinde rol oynayan etkenlerin başında milliyetçilik gelmektedir. Yugoslavya’da milliyetçiliği tek tip olarak düşünmek yanlıştır. Ülkede etnik gruplar bakımından milliyetçiliğin işlevi farklı olmuştur. Yüzyıllardan beri genelde Balkanlar özelde Yugoslavya, değişik dil, din ve etnik kökenden gelenlerin yurdu olmuştur.

İmparatorluklar döneminde halklar, yan yana ama varlıklarını korumuşlardı. Bununla birlikte, Fransız Devriminin yarattığı milliyetçilik dalgasının bölgeyi etkilediği de bir gerçektir. Özellikle XIX. Yüzyıl da bu durum belirgin bir hal almıştı. Balkanlar’da yaşayan Slavlar Osmanlı İmparatorluğu’na ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna karşı ayaklanmışlar ve bağımsızlık taleplerini ortaya koymuşlardı.

Yugoslavya politik yaşamının ilk döneminde (1918-1941) ulusların eşitliği ilkesine riayet edilmemesi sebebiyle, Hırvatlar ve Slovenler, devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra ayrılıkçı arayışlar içerisine girmişlerdi. Çünkü Sırplar, diğerleri üzerinde tahakküm kurmuşlardı. 1929’dan sonra “Sırplaştırma” devletin resmî politikası olurken Hırvat ve Slovenlerin dışında kalan halkların varlıkları bile kabul edilmemişti. Sırpların tahakkümü karşısında 1920’lerden itibaren eşitlik ve hak arama mücadelesi başlatan Hırvatlar, ülke içinde ve dışında örgütlenmişlerdi.Uzun bir mücadelenin ardından 1939’da Hırvatistan’a özerklik verilmesi Hırvat milliyetçiliğinin başarısı olarak kabul edilmiştir. Milliyetçiliği canlı tutan bir başka faktör de, Yugoslavya’nın II. Dünya Savaşı tecrübesi olmuştur. Alman işgalinin sürdüğü 1941-45 içerisinde Yugoslavya halkları, birbirleriyle kıyasıya mücadele etmişlerdir. Bosna-Hersek ve Hırvatistan topraklarını içine alan bölgede Alman koruması altında kurulan Ustaşa Devleti, Romanlar ve Yahudiler de dâhil olmak üzere yüz binlerce Sırp ve Boşnakı ortadan kaldırmıştır. Aynı şekilde sürgündeki Krallık adına hareket ettiğini vurgulayarak Alman işgaline karşı direnişi örgütleyen General Draza Mihayloviç komutasındaki Çetnikler, Sırp harici etnisitelere saldırı başlatmışlardır. Savaş sonrasında Partizan saflarına katılan Hırvatların

(22)

yüz binlercesi ise “Almanlarla işbirliği yapma” suçlaması ile kurşuna dizilmiştir.27 Savaş yıllarındaki bu katliamların hayaleti Yugoslavya üzerinde kara bulutlar gibi dolaşmıştır.

II. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Kayıpların önemli bir bölümü, Yugoslav uluslarının birbirlerine karşı yürüttükleri mücadelede meydana gelmiştir. Böylece II. Dünya Savaşı yıllarında Yugoslavya, savaş öncesi nüfusunun büyük bir bölümünü kaybetmiştir. Yugoslavya'da milliyetçiliği canlı tutan bir diğer faktör de Yugoslav Komünist Partisi’nin (YKP) ulus sorununa yaklaşımındaki çelişkiden kaynaklanmıştır. Partinin kuruluş yıllarında, sağ kanat Sırpları, Hırvatları ve Slovenleri tek bir ulusun kabileleri olarak kabul ederken sol kanat ise Komintern28 direktiflerini dikkate alarak, ulusal sorunun ancak ulusların ayrı kimliği ve kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde çözüme kavuşacağı görüşünü savunmuştu. YKP’de sonraki senelerde sol kanadın görüşü benimsense de değişik kongrelerde en çok tartışılan konuların başında ulus sorunu gelmiştir. 1922’de Belgrad Kongresi’nde federal bir yapı oluşturulması görüşü benimsenmiş, 1928 Dresden Kongresi’nde ise Partinin görüşü daha net bir duruma gelmiş, Ulus sorunu ancak, self-determinasyon ve ayrılma hakkını içeren Balkan çiftçi-köylü federasyonu modelinde çözümlenebilecek görüşü benimsenmiştir.

YKP’nin, ulus sorununa ilişkin bu görüşleri 1945’ten sonra uygulamaya aktarılmıştır. 1946 Anayasası’nın ilk maddesi, Yugoslavya’yı ayrılma hakkı da dâhil olmak üzere, self-determinasyon hakkına sahip uluslar topluluğu olarak tanımlamıştır. Anayasanın 13. maddesinde ise, her Yugoslavya’yı oluşturan ulusa kültürel gelişimini sağlama ve kendi dilini kullanma hakkı verilmiştir.

27Wayne Wucinich, Communism and Nationalism, Contemporary Yugoslavia, University of California

Press, Berkeley, 1969, s.237.

28

Komünist Enternasyonal ya da Üçüncü Enternasyonal olarak da bilinen Komitern, 1919 Martında, savaş komünizmi döneminin (1918-1921) ortasında Vladimir Lenin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından kurulan, “silahlı kuvvetler de dahil tüm mümkün araçlarla uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve devletin tamamen yok oluşu için bir geçiş aşaması demek olan Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için” mücadele etme amacı güden uluslararası bir komünist örgüttü.

(23)

İkinci Dünya Savaş sonrası Yugoslavya’da bir ulusun, diğerleri üzerinde tahakküm kurmasını önlemek ve egemen ulus anlayışının önünü tıkamak için devlet örgütlenmesinin çatısı federalizm olarak belirlenmiştir. Merkeziyetçilikten uzaklaşmayı getiren bu duruma nüfus bakımından göreli çoğunluğu oluşturan Sırplar tepki göstermişlerdir. Federal yapı Sırp güçlerin altında temsil edilmesine neden olurken Sırp milliyetçiliği mevcut durum karşıtlığını esas alıp fiili durumun getirdiği memnuniyetsizlikten beslenmekteydi. Diğer yandan, Sırplar ve Hırvatlar bakımından âdem-i merkeziyetçi yapı ayrılıkçı milliyetçiliğin filizlenmesi için uygun bir ortam yaratıyordu. Yugoslavya’da Tito’nun kurduğu devlet yapısı aynı anda farklı milliyetçi eğilimlere olanak vermekteydi. Sırp milliyetçiliği ülke genelinde egemenlik kurmayı, Sloven ve Hırvat milliyetçilikleri ise federasyondan ayrılmayı planlıyorlardı. Makedon milliyetçiliği içeride Sırplara ve Arnavutlara, dışarıda Yunanistan’a karşı varlığını kanıtlama çabasındaydı. Kosova Arnavutları Arnavutlukla birleşmeyi amaçlarlarken, Boşnaklar ise ayrı bir ulus kimliği mücadelesi veriyorlardı. Karadağlılar ise ayrı bir ulus kimliği oluşturmak yerine Sırplarla birlikte hareket etmeyi tercih ediyorlardı.

Cumhuriyetlere tanınan yetkilerin zamanla artması, hem hegemonyacı hem ayrılıkçı milliyetçiliğe hız kazandırıyordu. 1965’te pazar sosyalizmine geçiş milliyetçiliğin ekonomik bir zemine oturmasını sağlamıştı. Yeni şartlarda federe cumhuriyetler refahı öncelikle kendi sınırları içerisinde gerçekleştirmeyi amaçlıyorlardı. 1966’da Sırp kökenli İstihbarat Şefi Alexander Rankoviç'in görevden alınmasıyla liberalizmin eksik olan boyutu tamamlanmıştır. Uluslara ve etnik gruplara yönelik baskılar, bu tarihten sonra büyük oranda ortadan kalkarken milliyetçi kümelenmeler Cumhuriyetlerdeki bürokrasiyi ele geçirecek boyutlara ulaşmıştı. Federal yönetimde belli aralıklarla yerel bürokrasi "temizlik" yapmaktaydı.29 Ancak kısa bir süre sonra ulusalcı güçler yeniden parti içinde belirmeye başlamışlardı.30 Yugoslavya Anayasasında 1967 ve 1971’de yapılan değişiklikler, Cumhuriyetlerin merkezle

29 A.g.e, s.247 30 A.g.e, s.248

(24)

bağlantılarını daha da zayıflatmıştı. Yönetim, artık gevşek bir federasyona dönüşürken 1974’de kabul edilen yeni Anayasa ise bu alanda önemli bir aşamayı simgelemektedir. Yeni Anayasa, Cumhuriyetlerin haklarını, yetkilerini ve kendi geleceklerini tayin etme hakkı da dâhil olmak üzere öylesine detaylı ve kapsamlı olarak belirtmişti ki; federasyonun arada bağlantı sağlayan bir organ olmanın ötesinde bir fonksiyonu kalmamıştı. Federasyon bağının zayıflamasıyla beraber Cumhuriyetlerde iktisadi açıdan Yugoslavya genelinden ayrı bir pazar oluşmaya başlamıştı. Refah, ülke geneline dağılmak yerine büyük oranda Cumhuriyet sınırları içerisinde kalmaktaydı. 1974 Anayasası’nın, Sırbistan’a bağlı Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerine, Cumhuriyetlerle eşit haklar tanıması hem bu bölgelerde ayrılıkçı milliyetçiliği, hem de tepki olarak Sırp milliyetçiliğini tırmandırmıştır.

Sırp liderliği, özellikle Tito’nun ölümünden sonra milliyetçi eğilimlerin yükselmesinden Yugoslavya’nın toprak bütünlüğü adına kaygı duymaya başlamıştır. Çünkü milliyetçilik, Yugoslavya halkları arasında cepheleşmeye yol açmıştı.31 1981’de Arnavutların Kosova’da Cumhuriyet statüsü elde etmek için başlattıkları ayaklanma Hırvatistan ve Slovenya tarafından sempati ile karşılanmıştır. Bu olayda Karadağ her zaman olduğu gibi Sırbistan’ın yanında yer almıştı.

Tito, en kalabalık ulus olan Sırpların Yugoslavya geneline egemen olmalarını önlemek için diğer uluslara geniş yetkiler tanımış, adem-i-merkeziyetçi bir sistem oluşturmuştur. Bu durum paradoksal olarak Yugoslavya’da tarihsel bakımdan güçlü temelleri bulunan milliyetçiliği daha da popüler bir hale getirmiştir. 1990’da YKP’nin iktidar tekeline ve öncü rolüne son verilmesi ile etnik temelde onlarca siyasi parti kurulmuş ve böylece parçalanmaya giden süreç son aşamaya ulaşmıştır.

2.2. Komünist Parti'nin Tasfiyesi ve Çok Partili Politik Hayata Geçiş

Yugoslav politik hayatının önemli bir dönüm noktası, 1990 Ocak ve Şubat aylarında yapılan YKB’nin 14. Olağanüstü Kongresinde YKP’nin öncü rolüne ve iktidar

31

Vasil Tuporkovsky, The Dissolution of Yugoslavia-An Insider View, Mediterraniaıı Quarteriy,

(25)

çok sayıda siyasal parti kurulmuştu. YKB’nin Cumhuriyetlerdeki yerel teşkilatları ise milliyetçi grupların eline geçmişti.

Cumhuriyetler arasında gizliden gizliye devam eden çekişme, Kongrede açık bir biçimde ortaya çıktığında YKP için sonun başlangıcı olmuştu. Partideki 1980’lerin ortalarından beri süren çekişmede Federal Ordu tarafından da desteklenen partinin tutucu kanadı ve Sırbistan liderliği, 1974 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmak ve sistemi yeniden merkezileştirmek taraftarıydı. Sloven ve Hırvat liderlerinin temsil ettikleri reformcu kanat ise sadece merkezileşmeye karşı çıkmakla kalmayıp ülkede politik çoğulculuğa geçilmesini ve hürriyetlerin yaygınlaştırılmasını istemişti. Cumhuriyetleri birbirlerinden uzaklaştıran görüş ayrılıklarını Kongrede ortadan kaldırmak mümkün olmazken tam tersine Kongre uzlaşmanın mümkün olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştu. Kongrede Cumhuriyetlerin egemenlik sınırları tartışmaya açıldığında Cumhuriyetler arasında derin görüş ayrılıkları olduğu ortaya çıkmıştı. Slovenya, liberal demokrasi, piyasa ekonomisi ve gevşek bir federasyon önerisini ortaya atarken Sırbistan, çok partili sisteme geçmeyi kabul etse de ön şart olarak ekonominin merkezinin kontrol altına alınmasını istemişti. İki farklı görüş arasında uzlaşma sağlanamayınca Slovenya Komünist Partisi delegeleri, kongre salonunu terk etmişlerdi. Problemin temelinde 1974 Anayasası yer almaktaydı. Anayasa ile kurulan hassas dengeyi bozan ilk Cumhuriyet, Sırbistan olmuştu.

1989’da Sırbistan Ulusal Meclisi, kendi Anayasasında değişiklik yaparak Voyvodina ve Kosovanın özerklik statülerine son vermişti. Böylece bu bölgeler, iktisadî alanda karar verme, kendi güvenlik birimlerini oluşturma ve Federasyon içinde Sırbistan’dan bağımsız hareket etme yetkileri son bulmuştu. Hırvatistan ve Slovenya ise bu gelişmeyi Sırbistan’ın genişlemesi, güç kazanması ve Federal dengenin bozulması olarak değerlendirmişlerdi. Sırbistan liderliği ise, yapılanların Sırbistan’ın iç meselesi olduğunu öne sürmüştü. Voyvodina ve Kosovanın da Federal kurumlarda temsilleri devam etse de temsilcileri, Sırbistan’dan ayrı hareket etme haklarını yitirmişlerdi.

(26)

yükselmişti. Zaten Karadağ Cumhuriyeti, başlangıçtan beri Sırbistan’a paralel bir tutum içerisinde olup hiçbir konuda Sırbistan’dan farklı hareket etmemekteydi. 1989 yılındaki değişikliğiyle fiili durum Sırbistan lehine bozulduğunda Federal Başkanlık Konseyi’nden Sırbistan’ın istemediği bir kararın geçmesi mümkün değildi.32 Sırbistan’ın ardından 1974 Anayasası’nın kurduğu sisteme yönelik ikinci ihlal, Slovenya’dan gelmiştir. 1989 Eylülünde Sloven Meclisi, Anayasasında değişiklik yaparak bir sene sonra çok partili seçim kararı almıştır. Meclis kararında çok partili seçim yapmanın egemenliğin doğal bir sonucu olduğu görüşü savunulurken egemenliğin de federasyondan ayrılma hakkını içerdiği belirtmektedir. Slovenya’yı Hırvatistan takip ederken HKP liderliği de, Slovenya örneğinden esinlenerek Federal yönetimden izin almadan Anayasasını değiştirmişti. Ortaya çıkan tabloyu dönemin Federasyon Başbakanı Ante Markoviç, iyimser bir tahminle, “Komünist Parti’den başka partilerin de kurulabileceği, ancak Federasyonun süreceği” biçiminde yorumlamıştır.

2.3. Yugoslavya Bunalımı'na Doğru

YSFC de tarihinin en bunalımlı dönemine girmiştir.33 1980’ler çok etnikli ve özgün sosyalist Yugoslavya için bir yandan ağır iktisadî problemlerin yaşandığı diğer yandan da milliyetçi eğilimlerin güçlendiği bir dönem olmuştur. Özellikle, Tito döneminde Yugoslav kimliği altında büyük ölçüde kontrol altında tutulan Sırp milliyetçiliği, Sırbistan içinde giderek baskıcı bir şovenizme dönüşüp Sırbistan’ın diğer federe cumhuriyetlerle ilişkilerini de belirleyen baskın bir nitelik kazanmıştır. 1989’da Doğu Bloğu ülkelerinde sosyalist rejimler birbiri ardına çökerken Yugoslavya’da da rejim bunalımı derinleşmiştir. Yugoslav Komünistleri Birliği’nin, 1990 Ocak ayındaki kongresinin ardından, piyasa ekonomisine ve çok partili siyasal yaşama geçilmesine karar verilmiştir. Federasyonun varlığını koruması umulan iktisadî ve politik reformlar ise ancak dağılış sürecini hızlandırmıştır.34

32 Vasil Tuporkovsky, The Dissolution of Yugoslavia-An İnseder View, Spring, 1993,s.21.

33 Tanıl Bora, Yugoslavya: Milliyetçiliğin Provokasyonu, Birikim Yayınları, İstanbul, 1991, s.91;

Sabrina Petra Ramet, War in the Balkans, Foreign Affairs, v.71, no.4, 1992, s.82

34Necmettin Alkan, Yugoslavya’nın Dağılması, Balkanlar El Kitabı:Çağdaş Balkanlar,

(27)

dışındaki tüm cumhuriyetlerde milliyetçi partiler kazanmıştır. Sırbistan ve Karadağ’da ise artık “Sosyalist” adını alan eski komünistler iktidarlarını korumuşlardır. 1990 Eylülünde Sırbistan’ın Kosova ve Voyvodina’nın özerkliklerini kaldırması, Kosova Arnavutları üzerindeki baskıları arttırması ve özellikle Hırvatistan ve Slovenya yönetimleriyle çelişkilerinin derinleşmesi Yugoslavya’nın hızla bir dağılma süreci içine girdiğinin işaretiydi.

Yugoslavya Bunalımı, ülkenin dağılma sürecine girmesiyle yaklaşık iki sene sürmüştür.35 Sırbistanda Sırp milliyetçisi Slobodan Miloseviç’in ilk serbest seçimlerden sonra da iktidarını muhafaza etmesi, diğer federe cumhuriyetlerin kaygılarını arttırmıştır.36 Federasyonun en büyük cumhuriyeti Sırbistan ve onunla beraber hareket eden Karadağ, sadece federasyonun toprak bütünlüğünün korunmasında değil, federal merkezin Sırbistan’ın güdümünde güçlendirilmesinde de ısrarlıydılar. Sırbistan’ın başkenti Belgrad, Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’a egemen olmak istiyordu.

Yugoslavya’nın en zengin ve neredeyse homojen bir nüfusa sahip cumhuriyeti Slovenya ile Franyo Tudjmanın liderliğinde milliyetçiliğin yeniden doruğa ulaştığı Hırvatistan ise, Sırbistanın federasyon görüntüsünü koruyan ama Sırp kontrolü altında fiilen üniter bir devlete dönüştürmeye çalıştığı Yugoslavya Federasyonu içinde yer almamakta kararlıydılar. Federasyonun en yoksul cumhuriyeti Makedonya ile etnik olarak en karışık cumhuriyeti Bosna Hersek ise, uzun süre federasyonun gevşek bir konfederasyon şeklinde varlığını sürdürmesinden yana olmuş olmakla beraber, içinde Hırvatistan’ın ve Slovenya’nın yer almadığı bir federasyondan ürkmekteydiler.

1990’da Soğuk Savaş döneminin saygın bağlantısız ülkesi Yugoslavya’da politik, etnik, iktisadî ve anayasal problemler doruk noktasındaydı. 1980 boyunca yükselen baskıcı Sırp milliyetçiliği ve giderek ayrılıkçı bir nitelik kazanan Sloven ve Hırvat milliyetçilikleri, çok uluslu Yugoslavya’yı, dünyadaki bu yeni dönemin eşiğinde geri

35 Berhan Ekinci, Yugoslavya'nın Dağılması ve Türkiye, Balkanlar, Eren Yayınlan, İstanbul, 1993,

s.255.

(28)

dönülmez bir şekilde dağılmanın eşiğine getirmişti.37 1990’daki ilk serbest seçimler dağılma sürecinin başlangıcını tescillenmiştir. Böyle bir sürecin zeminini hazırlayan da, daha 1981’de Kosovadaki Arnavut öğrencilerin rejim aleyhtarı gösterilerini kanlı bir şekilde bastıran Sırp liderliğinin çok uluslu federasyon mantığını hiçe saymasıydı.38 Bu nedenle, Yugoslavya’nın dağılmasının asıl sorumlusunun Hırvatistan ve Slovenya da dâhil olmak üzere bağımsızlık ilan eden cumhuriyetlerden çok bu dağılmaya şiddetle karşı çıkan Sırbistan olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Sırp milliyetçiliği sadece Sırbistan’ın federasyon içindeki konumunu yükseltmeyi amaçlayarak, özellikle Kosova Özerk Bölgesinde ve Slovenya ile Hırvatistan’da ayrılıkçı milliyetçiliklerin güçlenmesine yol açmıştı. Bu gelişmeler önce Hırvatistan’ın, sonra da Bosna Hersek’in toprak bütünlüklerini tehdit eden Sırp ayrılıkçılıklarını beslemiştir.39

Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarını ilan ettikleri 25 Haziran 1991, Yugoslavya Bunalımının da “uluslararasılaştığı” tarihtir.40 Çünkü o ana kadar Yugoslavyadaki sorun, bir iç mesele olarak değerlendirilirken, Sırbistan 27 Haziran 1991’de kontrolündeki Yugoslav Federal Ordusu ile Slovenya’ya ve ardından Hırvatistan’a saldırarak uluslararası kuruluşlarında müdahalesine yol açmıştır.41 Yugoslavya topraklarının önemli bir bölümünde bağımsızlık ilanı öncesinde iki senedir süren çatışmalar yine bu iki cumhuriyetin bağımsızlık ilanlarının hemen ardından başlamıştır.

1991 Sırbistan’a göre varlığını devam ettiren Yugoslavya Federasyonunda bir iç savaşa, Hırvatistan ve Slovenya’ya göre de bağımsız iki ayrı devletin topraklarında sürdürülen savaşlara dönüştüğü yıl olmuştur.42 Sırbistan kontrolündeki Yugoslav Federal Ordu Slovenya’yı bir hafta içerisinde terk etmek zorunda kalmıştır. 27 Nisan 1992’de Sırbistan ve Karadağ birlikte yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyetini ilan etmeleriyle ise eski Yugoslavya Federasyonu resmen son bulmuştur. Bu kez de artık bağımsız iki

37 Ekinci, A.g.e, s.256.

38İskender Rizaj, Kosova and Albanians: Yesterday, Today and Tomorrow, Pristine, 1992, s. 156. 39 Bora, a.g.e. s. 126.

40 Bora, a.g.e. s. 129 41 Bora, a.g.e. s.196.

(29)

yaşanmaktaydı.

Hırvatistan’da Hırvat ulusal ordusu ile Sırp milisler arasındaki savaş, Avrupa Topluluğu’nun (AT) ve BM’in girişimleriyle bir sene sonra da olsa durmuştur. Ancak, Bosna Hersek’te, Sırp milislerin sivil hedeflere saldırıları katliama, Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar arasındaki çatışmalar ise bitmeyen bir iç savaşa dönüşmüştür.Topraklarında tek bir çatışma olmadan federasyondan ayrılabilmiş federe cumhuriyet ise Makedonya olmuştur.43 1992’de Yugoslavya’nın resmen ortadan kalkmasıyla, 1990 senesinden beri süren Yugoslavya Bunalımı da sona ermiş oluyordu. Artık Yugoslavya Bunalımı, Bosna Hersekte ve Hırvatistanda barışın nasıl sağlanacağı sorununa dönüşmüştür. Bu arada, AT’nin 15 Ocak 1992’de Hırvatistan ile birlikte tanıdığı Slovenya, Sırp tehdidini başarıyla savuşturmuştur. Makedonya da artık Yugoslavya Sorununun bir parçası olmaktan çıkıp, farklı bir uluslararası sorunun, Makedonya Sorunu öznesi olmuştur.

Yugoslavya Sorunu, artık Hırvatistan’da ve Bosna Hersek’te yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyetinin desteğiyle süren iç savaşların nasıl durdurulacağı konusunda düğümlenmekteydi.

2.3.1. Yugoslavya: Mozaikten Dağılmaya

Yugoslavya sınırları içerisinde yaşayan etnik, dinsel ve dilsel zenginlik bakımından tam bir mozaik görünümü taşımaktaydı. En kalabalık grup Sırpların bile ülke genelinde toplam nüfusa oranı % 35 düzeyindeydi. Ancak bu rakam, Sırbistan ve Karadağ ile Voyvodina ve Kosova Özerk Bölgeleri toplamında % 63'e kadar yükselmekteydi. Voyvodina’da çoğunluğu oluşturan Sırplar, Kosovada azınlıkta idi. 1991 verilerine göre, Sırbistan dışında kalan cumhuriyetlerdeki Sırp nüfus oranı ise Bosna Hersekte % 31, Makedonyada % 2 , Hırvatistanda yüzde 12, Slovenyada % 3, Kosovada ise %3’tür.

42 M.Robert Hayden, The Partition of Bosnia and Hercegovina: 1990-1993, Conflict in Former

(30)

İkinci büyük grubu oluşturan Hırvatlar ise, Yugoslavya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturmaktaydı. Hırvatların en yoğun olarak bulundukları Hırvatistan'da oranları %78di. Cumhuriyetlerin etnik bakımdan en homojeni ise Slovenya idi. Yugoslavya’nın toplam nüfusunun %7,4’ünü oluşturan Slovenler, kendi Cumhuriyetlerinde %91 oran ile ezici çoğunluğa sahiplerdi. 1971’den itibaren Yugoslav yönetimi tarafından tanınan Bosnalı Müslümanlar, Bosna-Hersekte %44 oranı ile azınlıktaydı. Boşnakların, Hırvatistandaki oranları %0,9du. Bosna-Hersekte din esas alınarak yapılan ayrımda ise küçük farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Dinsel ayrıma göre Müslümanların genel nüfusa oranları % 40, Ortodoksların % 31, Katoliklerin % 15 ve Protestanların % 4'tü.

1991’de Makedonlar, kendi cumhuriyetlerinde %67 oranı ile çoğunluğu oluşturmaktaydılar. Makedonya sınırları içerisinde yaşayan Arnavutların, oranı ise %20 düzeyinde idi. Diğer etnik gruplardan Türklerin oranı %5, Sırplarınki ise %2dir. Yugoslavyada yönetim tarafından ulus olarak varlığı tanınanların dışında kalanlar ise ülke nüfusunun %10'unu oluşturmaktadır. Bunların %70'i Sırbistanda ve özerk bölgelerde yaşamaktaydı. Geriye kalanların %20'si Makedonyada, %10’u ise diğer cumhuriyetlerde dağınık durumda bulunmaktadırlar.

Bir genel eğilim olarak etnik gruplar, “ana ülke” sınırlarına mücavir bölgelerde yoğunlaşmış durumdadır.44 Yugoslavyada Arnavutlar, genelde Kosova ve Makedonyada yaşamaktaydı. Kosovada Arnavut nüfusu 750 bin civarında iken bölgede nüfusun % 85'ini oluşturmaktaydı. Makedonyada 425 bin, Karadağ da ise nüfusun %6,5ini oluşturan 40 bin Arnavut yaşamaktaydı. Yugoslavya'da 500 bin Macar yaşamaktaydı ve bunların çoğunluğu Sırbistan’a bağlı özerk bölge Voyvodinadaydı. Macarlar, Voyvodina nüfusunun %19unu oluşturmaktaydı. Romenlerin ve Slovakların da önemli bir bölümü Voyvodinada yaşamaktaydı. Yugoslavya genelinde Slovak ve Romen nüfus da bulunmaktaydı. Bu karmaşık yapı nedeniyle Voyvodinada beş resmi dil konuşulmaktaydı: Sırpça-Hırvatça, Macarca, Slovakça, Rutence ve Romence.

Romanların, Yugoslavya’nın çeşitli bölgelerindeki sayıları, 1991 sayımına göre 30 43 Şule Kut, Makedonya ve Sorunları, TÜSES Vakfı Araştırma Raporu, No.64, İstanbul, Aralık 1993,

s.7.

(31)

iyi örneği kabul edilen ve bu nedenle dikkatleri üzerinde toplayan Makedonya sınırları içerisinde bulunan Suto Orizarede yaşayanların tamamı Romandı. 35 bin nüfuslu kentin bir parlamentosu bulunmaktadır. Tito döneminde Yugoslavya, Romanlara en iyi davranan ülke olarak tanınırken politik yaşama da etkin bir şekilde katılmaktaydı. 1991’de Hırvatistanda Roman haklarının tanınmasını sağlamak amacıyla hareket edenler tarafından HRP kurulmuştur. Makedonyada yaşayan Türklerin, 1953’de 259 bin olarak tespit edilen nüfusu, 1961’de 182 bine düşmüştür.46 Türkiye’ye yoğun göç nedeniyle sonraki senelerde daha da azalan Türk nüfusu, 1991 senesinde 100 bine gerilemiştir.

2.3.2. 1990 Genel Seçimlerİ ve Federasyonun Çöküşü

1990’daki YKB’nin 14. Olağanüstü Kongresi’nin ardından cumhuriyetlerde çoğunluğu milliyetçi olmak üzere çok sayıda siyasi parti kurulmuştur. Bazı Cumhuriyetlerde Komünist Parti’nin ismi bile değiştirilmişti. Yugoslavya devlet sisteminde çok kısa bir sürede meydana gelen değişimden en negatif etkilenen kurum, Federal Ordu olmuştur. Daha önceden YKP yönetiminde Cumhuriyet ve Özerk Bölge Temsilcileri ile eşit statüde temsil edilen Federal Ordu, YKP’nin, fonksiyonunu kaybetmesiyle beraber devlet hiyerarşisindeki ayrıcalıklı konumunu yitirmişti. Ancak Yugoslavya’da ayrışmayı hızlandıran en önemli gelişme, 1990’da yapılan genel seçimler olmuştur.

1990 Nisan ve Mayısında Slovenya’da ve Hırvatistan’da, Kasımda Bosna Hersek ve Makedonya’da, Aralıkta ise Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyetlerinde seçimler yapılmıştı. Seçimlerde, Karadağ ve Sırbistan Cumhuriyetlerinde Komünistler, Hırvatistan, Makedonya ve Slovenya’da ise yeni kurulan milliyetçi partiler başarı kazanmışlardır. Özerklik statülerine tek taraflı bir kararla son verilen Kosova Arnavutları seçimleri boykot etmişlerdi. Bosna-Hersek’te ise Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar yeni kurulan milliyetçi partilere oy vererek seçimlerin ardından da koalisyon

45 Yugoslav Survey, a.g.e, s.98.

46 Paul Shoup, Communism and Yugoslav National Question, Colombia University Press, New York,

(32)

kurulmuştu.

1990 sonlarında Yugoslavya’da gündem, ülkenin yeniden yapılanmasına kilitlenmişti. Makedonya ve Hırvatistan yeni gelişmelere paralel olarak devletin yapısında reform önerisini ortaya attıklarında Sırbistan tam tersini düşünüyordu. Sırbistan’a göre, Yugoslavya'nın varlığını sürdürebilmesi için 1974 Anayasasını ortadan kaldırarak merkeziyetçi bir yapı kurarak ne pahasına olursa olsun Cumhuriyetler bir arada tutulmalı ve bunun için bir formül bulunmalıydı.

1990 genel seçimlerinde Sırbistan ve Karadağ dışında kalan Cumhuriyetlerde milliyetçi partilerin başarı kazanmaları, Sırp liderliğini tedirgin etmişti. Sırp milliyetçiliğinin bayrağını muhaliflere kaptırmayan SKP, adını Sosyalist Parti olarak değiştirmişti. Sırbistan'da eski komünistlere tepki olarak aşırı milliyetçi partiler de kurulmuştu. Ancak milliyetçi akımın bayrağını Sosyalist Parti ele geçirip yeni şartlarda Yugoslavya genelinde Sırp tahakkümünü tesis etmenin hesabını yapmaya başlamıştı. Sırbistan’ın hegemonyacı tavrı, özellikle Hırvatistanda ve Slovenyada büyük endişe yaratmıştı.

Bu dönemde, Ljubljana ve Zagreb, Federasyondan ayrılmayı açıkça telaffuz etmeye başlamışlardı. Yugoslavya’nın toprak bütünlüğü adına kaygı duyan Belgrad yönetimi ise, Federal Orduyu harekete geçirmenin planlarını yapmaktaydı. Federal Ordu da yaptığı bir açıklamada, Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarına sessiz kalınamayacağı vurgulanmış ve bunun, Anayasal bir görev olduğu belirtilmiştir. Açıklamada, 1974 Anayasasının 240. maddesinde Federal Orduya, “Anayasa ile kurulmuş sosyal düzeni” koruma görevi veriliyordu. YKB’nin dağılmasından sonra politik hayatta temsil edilmeyen Federal Ordu ile Slovenya ve Hırvatistan arasındaki gerilim, seçim döneminde belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştı. Federal Ordu, Slovenya ve Hırvatistan seçimlerine müdahale etme niyetindeydi.Dönemin Savunma Bakanı Admiral Mamula’nın ordunun uluslarüstü kalması ve Cumhuriyetlerin iç problemleri ile ilgilenmemesi için yaptığı çağrı etkili olmuştu. Ancak subay kadrosunun büyük çoğunluğunu, Sırp ve Karadağlıların oluşturdukları Federal Ordunun depolarından Cumhuriyetlerdeki polis gücüne silah ve cephane sevkiyatı durdurulmuştu. Bu gelişmeyi endişe ile takip eden Slovenya ve Hırvatistan, dışarıdan silah tedarik ederek kendi

(33)

YKHB adı altında yeni bir siyasal parti kurmak için harekete geçmişti. Kurucuları arasında eski İçişleri, Dışişleri Bakanları ve Genelkurmay Başkanı'nın bulunduğu bu girişim, başarısızlıkla sonuçlanınca Federal Ordu, kendi gücünü kullanarak federasyonun dağılmasını önleme teşebbüsü, Sırbistan liderliği tarafından da desteklenmişti. 1991 Mart ve Nisanında Hırvatistan ve Slovenya, Yugoslavya’nın “Egemen Devletler Birliği” adı altında yeniden örgütlenmesini önermişlerdi. Makedonya ve Bosna Hersek yönetimleri de yeni bir model ortaya atarak egemenlik haklarına saygı gösterilmek kaydıyla Cumhuriyetler arasında yeni bir birlik kurulmasını istemişlerdi. Ancak Sırp yönetimi, tahakkümcü tavrını Yugoslavya genelinde tüm Sırpların bir devlet altında yaşamaları gerektiği, diğer Cumhuriyetlerde Sırpları azınlık konumuna düşürecek bütün modellere Sırbistan’ın karşı çıkacağı şeklinde duyurmuştur. Sırbistan’ın kışkırtmasıyla Hırvatistan ve Bosna Hersekteki Sırplar, çoğunlukta bulundukları yerlerde “özerk bölgeler” ilan etmeye başlamışlardır.

1991 Temmuzunda Sırbistan, Federal Devlet Başkanlığına Hırvat Stipe Mesiç’in atanmasını veto etmiştir. Bu olay, Federal Başkanlığın dağılmasına neden olmuştur. YKP’nin ardından Federal Başkanlık Konseyi de böylece fiilen ortadan kalkmıştır.

Etnik gruplar arasında yerel çatışmaların henüz yeni başladığı 1991 Temmuzunda patlak veren politik bunalım, Tito’nun kurduğu Yugoslavyayı temelinden sarsmıştır. Sırpları, Slovenleri, Hırvatları ve diğerlerini bir arada tutan sistem, miadını doldurmuştu. 1980 Mayısında Tito’nun ölümü ile başlayan dağılma süreci, YKB’nin tekeline ve öncü rolüne son verilmesi ile son dönemece girerken 1990 genel seçimleri, gelişmeleri olağanüstü ölçüde hızlandırmıştı. Cumhuriyetlerde işbaşına gelen yönetimlerin Federasyonla bağlarının ortadan kalkması, Balkan coğrafyasında bir dönemin perdesinin kapandığını simgelemekteydi.

(34)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.1 KOSOVA SORUNU

3.1.1 Arnavutların Cumhuriyet Talebi

İktisadi bakımdan Yugoslavya’nın en geri kalmış bölgesi olan Kosovada nüfusun ezici çoğunluğu Arnavutlardan oluşmaktaydı. 1938’de Arnavutların, Kosova nüfusu içerisindeki oranı, %68 iken 1981’de %77'ye ve 1991’de ise %85'e ulaşmıştır.47 Arnavutların doğurganlık oranı Sırplarınkinden yüksekti ve Sırplar Kosovayı zaten iktisadi sebeplerle terk ediyorlardı.

1946 Anayasası’na göre Sırbistan’a bağlı özerk bölge statüsünde olan Kosova’nın yetkileri, 1963’de daha da genişletilmiştir. Ancak, bu değişiklik, Arnavutları tatmin etmeyi Karadağlılara ve Slovenlere tanınan Cumhuriyet statüsünün kendilerine de verilmesini istemişlerdir. 1968’de Avrupa genelinde yaygınlık kazanan öğrenci gösterileri Kosova’ya da ulaşmıştır. Çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu Priştinedeki gösteriler Cumhuriyet statüsü isteğini bir kez daha gündeme getirmiştir. Tito’nun henüz işbaşında olduğu bu dönemde Arnavutların isteği dikkate alınarak reformlar yapılmıştır. 1971’de yapılan Anayasa değişikliği ile Kosova’nın federal sistem içerisinde yetkileri genişletilmiştir. Yeni düzenlemeye göre, Sırbistandaki özerk bölgeler, Voyvodina ve Kosova, Cumhuriyetlerle aynı statüde Federal Başkanlık Konseyinde temsil yetkisi kazanmışlardı.

Yinede bu değişiklik, Cumhuriyet statüsü isteyen Arnavut milliyetçilerini tatmin etmemiştir. 1980’de Tito’nun ölümünün hemen ardından Kosova Arnavutları Cumhuriyet statüsünü kazanmak için yeniden gösterilere başlamışlardır. Yugoslavyanın temellerini sarsan ilk olay, 1981 Mart ve Nisan ayında halk ayaklanması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu eylem, Federal Başkanlık Konseyi

Referanslar

Benzer Belgeler

萬芳關懷醫療安全,特舉舉辦病人安全週活動 萬芳醫院將 10 月 28 日至 11 月 2 日訂為 2013

M ÜDAFAAİ HU KUK VE PARTİ GRUPU — 7 Eylül 1919 tarihinde Sıvasta kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, nasıl Cumhuriyet Halk Partisinin ilk

Ulkemizde radyo ve televizyon yaynlan ilk Tiirkge gazete olan Tak- vim-i vekayi'de oldulu gibi devlet tarafindan baglaulmrgtrr, Bu konudaki devlet tekeli daha sonra

A\m galeride ürünlerini seı gıloyen Asbed Ermer İlse öğ roniminden sonra Denet Güzel Sar.atıaı Akademisi nde konuk öğ 'erci olarar Bedri Rahmi E- yüpcğiu

Ateist politikaların bir başka etkisi de, insanların dinden ve dini kitaplardan uzaklaştırılmasıydı.Görüşülen kişilerin çoğu, dini kitap okuma kültürüne

Gerçekten de iktidar yanlısı ve muhalif basın şeklinde bir görünüm sergileyen basın organları, DP iktidarının sonlarına doğru Türk basın tarihi açısından

Göç, yoksulluk ve kentleşmenin sonuçlarından biri olan sokakta çalış(tırıl)an çocuklar olgusu, Türkiye’de başta büyükşehirler olmak üzere birçok kentin

anlaması kesin bir zorunluluktur” Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra komünist oluşumlara karşı alınan sert tepkiler Moskova’yı daha da