• Sonuç bulunamadı

1.4. Karanlık Kişilik Özellikleri

1.4.1. Narsisizm

Narsisizm kelimesi kendi görüntüsüne aşık olan antik Yunan miti “Narcissus”tan esinlenilerek kullanılmaya başlanmıştır. Narsisizm kavramı ilk olarak Havelock Ellis’in 1898 yılında “Alienist and Neurologist” isimli dergide yayımlanan makalesinde “Narcissus benzeri” ifadesini kullanmasıyla tanıtılmıştır. Ellis bu çalışmasında “Narcissus benzeri” kavramı ile bireyin cinsel duygularının kaybolarak kendine duyduğu hayranlık bünyesinde absorbe olmasını ifade etmiştir (Raskin ve Terry, 1988; Bushman vd., 2003; Rosenthal ve Pittinsky, 2006; Campbell ve Foster, 2007). Ancak narsisizm olgusunun yaygın bir şekilde bilinir hale gelmesinde Freud’un (1950, 1957) çalışmaları etkili olmuştur. Freud’a göre narsisizm; bireyin kendini sevmesi, kendine hayran olması, kendiyle övünmesi, başarısızlıktan ve sevilmemekten korkması, megalomanlık ve idealleştirme tutumlarıyla bütünleşen kendini savunucu bir tavır takınması, diğerleri tarafından sevilmek ve beğenilmek istemesi, mükemmele ulaşmak için çabalaması, kendi kendine yetmek için uğraşması, teşhirci olması, ayrıcalıklı olduğunu düşünmesi, diğerlerini kontrol etmek

istemesi, eleştiriye tahammül edememesi, şüpheci olması ve kıskançlık yapması gibi davranış ve tutumlardan oluşmaktadır (Russel, 1985; Raskin ve Terry, 1988; Rosenthal ve Pittinsky, 2006; Campbell ve Foster, 2007). Horney (1939) bu yaklaşımı ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve böbürlenmek, kendini beğenmek ve diğerleri tarafından beğenilmeyi ummak gibi narsistlerin sahip olduğu kişilik özelliklerinin, aslında narsistlerin sahip olmadıkları niteliklerden, diğer bir ifade ile eksikliklerinden kaynaklandığını iddia etmiştir. Akabinde Kernberg (1967, 1989) diğerleriyle etkileşim kurarken kendine sıkça atıf yapan, böbürlenen, diğerlerinden fazlaca övgü bekleyen, duygusal yaşamı sığ olan, kıskançlık yapan, idealler peşinde koşan, diğerlerine değer vermeyen, başkalarını suiistimal eden, soğuk ve acımasız taraflarını cazibesi ve sempatik tavırlarıyla gizleyen ve empati yapamayan bireyleri incelemiş, narsistlerin kibirli ve gösterişli davranışlarını sözlü saldırılara karşı geliştirilen “savunma yöntemleri” olarak yorumlamış ve narsisizmi bireyin psikoseksüel gelişiminde yaşanan patolojik bir süreç ve soğuk, ilgisiz, reddeden ya da saldırgan ebeveynlere karşı duyulan intikamcı hislerin dışa vurumu olarak açıklamıştır (Rosenthal ve Pittinsky, 2006). Kernberg (1980)’e göre narsisizm ebeveynlerin çocuğu reddetmelerinin ya da terk etmelerinin sonucunda gelişmektedir. Öyle ki çocuk, kendisine soğuk davranan ve kendisini reddeden ebeveynlerinin yüzünden kendini korumak amacıyla içine kapanmakta, yalnızca kendisine güvenebileceğine inanmakta ve bundan dolayı yalnızca kendisini sevebileceğini düşünmektedir (Emmons, 1987; Morf ve Rhodewalt, 2001). Kohut (1966) ise narsisizmin her zaman patolojik olmayabileceğini düşünmüş, narsisizmin bebeklikten yetişkinliğe kadar bağımsız bir süreç içerisinde gelişebileceğini savunmuş, klinik belirtiler vermeyen (subklinik) narsisizme sahip yetişkinler tarafından yaratıcı ve mizahi davranışlar sergilenebileceğini iddia etmiş ve klinik narsisizmin bireyin kendine dair idealleştirdiği inançlarını kendi gerçek yetersizlikleriyle bütünleştiremediğinde oluştuğunu ileri sürmüştür. Klinik narsistler yaşamları boyunca kendi eksikliklerinin karşılığında duygusal bir teselli olarak ebeveynlerinin yerine idealleştirdiği kişiler tarafından kabul görmeyi ummaktadırlar (Rosenthal ve Pittinsky, 2006). Kohut (1976)’a göre klinik narsisizm ebeveynlerin çocuğa karşı ilgisiz olmalarından ve onu reddetmelerinden dolayı çocuğun ebeveynlerini idealleştirememesinden kaynaklanmaktadır (Emmons, 1987; Morf ve Rhodewalt, 2001). Diğer taraftan Milton (1981) tarafından geliştirilen “narsisizmin sosyal öğrenme kuramı”na göre; narsisizm ebeveynlerin çocuğa yönelik ilgisizliğinden değil, aksine aşırı ilgisinden ve değer vermesinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki ebeveynler çocuğa özel bir birey gibi

davranmakta, aşırı ihtimam göstermekte, onun kusursuz bir kişi olduğunu düşünmektedirler. Böylesi gerçekçi olmayan bir değerlendirme çocuğun gerçek dünyada kendisiyle ilgili gerçekleştiremeyeceği sanrılar oluşturmasına yol açmaktadır. Bu tür çocuklar çoğunlukla ilk doğandırlar ya da ailenin tek çocuğudurlar (Emmons, 1987; Morf ve Rhodewalt, 2001). Amerikan Psikiyatri Birliği’ne (2000) göre bir bireye narsistik kişilik bozukluğu teşhisi koyulabilmesi için bireyin yaygın, tekraren, ısrarlı ve sürekli bir şekilde kendini önemli ve muhteşem hissetmek, sürekli başarılı olmak, güç sahibi olmak ve idealler peşinde koşmak gibi fantezilere kapılmak, özel ya da eşsiz olduğuna inanmak, beğenilmeyi ummak ve dikkatlerin üzerinde olmasını istemek, eleştiriler karşısında öfkelenmek, öç almayı istemek ve utanmak, ayrıcalıklı olduğunu hissetmek, diğerlerini suiistimal etmek, empati yapamamak, başkalarını kıskanmak ve küstah ve kibirli olmak gibi hislere kapılması, düşünceler üretmesi ve davranış ve tutumlar sergilemesi gerekmektedir (Russel, 1985; Raskin ve Terry, 1988; Morf ve Rhodewalt, 2001; Bushman vd., 2003; Rosenthal ve Pittinsky, 2006; Campbell ve Foster, 2007; Miller ve Campbell, 2008).

Her bireyin belirli ölçüde narsistik ihtiyaçları bulunmaktadır. Ancak klinik narsistler benlikleri tehdit edildiğinde sorun yaşamaktadırlar. Yaşam zorluklarla ve engellerle dolu olduğundan pek çok şey bireylerin arzu ettiği şekilde gerçekleşmeyebilir. Kaldı ki kimse mükemmel değildir. Klinik narsisizm bireyin benliğine tehdit oluşturan olaylarla, engellerle ve zorluklarla baş etmek için doğru ve etkili stratejiler geliştirememesi halinde zuhur etmektedir. Bunun dışında kalan ve aşırıya kaçmayan, bireyin benliğini besleyen beklentiler normal kabul edilmektedir (Pincus vd., 2009). Narsisizm, klinik belirtiler vermeyen, diğer bir ifade ile, “normal” kabul edilen bir kişilik özelliği olarak ilk defa Freud (1931, 1950) tarafından açıklanmıştır. Freud’a göre narsistik kişilik özelliği; öz güvenin yüksek olması, bağımsız hareket etmek, enerji dolu, atılgan ve girişken olmak ile nitelenmektedir. Wilhelm Reich (1949) de narsistik kişilik özelliği için Freud’a benzer bir tanımlama yapmıştır. Bilinen ilk narsistik kişilik özelliği ölçeğini ise Murray (1938) geliştirmiştir. Murray’dan sonra farklı ölçekler tasarlanmış olsa da en çok bilinen ve kullanılan ölçek Raskin ve Hall (1979) tarafından geliştirilmiştir (Campbell ve Foster, 2007). Raskin ve Hall (1979), Amerikan Psikiyatri Birliği (2000) tarafından narsistik kişilik bozukluğu olarak tanımlanan yapının klinik belirtiler vermeyen versiyonunu oluşturarak narsistik kişilik envanterini (NPI – Narcissistic Personality Inventory)

geliştirmiştir. Klinik belirtiler vermeyen narsisizm, klinik narsisizmin “muhteşemlik (grandiosity)”, “eşsizlik (uniqueness)”, “salahiyet, ayrıcalıklı hissetme (entitlement)”, “baskınlık (dominance)”, “üstünlük (superiority)” ve “suiistimal (exploitiveness)” gibi özelliklerini muhafaza etmektedir. Bu tür tutum ve davranışlar kronik bir şekilde ve aşırılıkla sergilendiğinde klinik narsisizm olarak değerlendirilirken, makul düzeylerde sergilendiğinde normal bir kişilik özelliği olarak görülmektedir (Emmons, 1987; Morf ve Rhodewalt, 2001; Pincus vd., 2009). Narsistler kendi başarılarını abartırlar, kendilerini çok değerli ve muhteşem hissederler, bencildirler, eleştirilmeye tahammül edemezler ve eleştirileri engellerler, taviz vermek ve uzlaşmak istemezler, kendilerini takdir eden kişilerle ilişki kurmak isterler, ikili ilişkilerde karşı tarafı suiistimal etmek isterler, diğer bireyleri takdir edilme ihtiyaçlarının karşılanmasında birer araç olarak görürler, empati yapmakta zorlanırlar, diğerleri tarafından genellikle kibirli, kendini öne çıkaran, saldırgan ve sempatik olmayan bireyler olarak algılanırlar (Morf ve Rhodewalt, 2001; Penney ve Spector, 2002; Bushman vd., 2003; Rosenthal ve Pittinsky, 2006; Campbell ve Foster, 2007; Pincus vd., 2009; O’Boyle vd., 2012; Wai ve Tiliopoulos, 2012).