• Sonuç bulunamadı

Yüksek olmak ve haber vermek anlamındaki, “n-b-e” kökünden türeyen nebî kelimesi, sözlükte haber veren, düz olmayan yer, çok ve geniş yol demektir. Terim olarak da; Allah’ın dini kurallarını, emir ve yasaklarını, öğüt ve tavsiyelerini insanlara bildirmesi için görevlendirdiği insanlara denir.160 Cenab-ı Hak nebîler aracılığıyla insanlara doğru yolu gösterir. Nebîlerin, başka bir ifadeyle elçilerin icra ettikleri görevleri ifade eden terimsel kavram ise Nübüvvet (peygamberlik müessesesi)’dir.

Nübüvvet dinin esasından olup,161 İslam dininin bütün önem ve değeri, nübüvvet müessesesinden kaynaklanmaktadır. Kelam ilmine ait ilk kitaplarda nübüvvete dair fazla bir şey görülmez iken, daha sonraki dönemlerde, iç ve dış sebeplerin tesiriyle bu konuya değinildiği ve nübüvvet meselesine geniş yer ayrıldığı müşahede edilir. Kelam kitaplarında, nübüvvetle ilgili işlenen ilk mevzu ise peygamberlerin günahsız oluşu ve ismet sıfatının derecesidir.162

160

Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, DİB.yay., Ankara, 2007, 519-520.

161

Komisyon, İslam’a Giriş Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar, DİB.yay., İstanbul, 2007, 159.

162

Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, Kelam Tarih Ekoller Problemler, 5.bs., Tekin Kitabevi, Konya, 2005, 305.

28

İlk akaid risalelerine bakılınca da nübüvvet ile ilgili fazla ma’lumat görülmez. Bu durum hicrî dördüncü asrın başlarına kadar böyle devam etmiştir denilebilir. Ebu Hanife’den Tahâvî’ye varıncaya dek, selefî imamlar arasında nübüvvet bahsine en çok yer veren ve konuyu tasnif etmeye gayret eden kimse de Tahâvî’dir diyebiliriz.163

Nübüvvet bahsi sonraki dönemlerde İmam Maturîdî ve Maturîdî ekolüne mensup kelamcılar tarafından geliştirilerek yorumlanmıştır. Pezdevî akaidinde konuya naklî ve aklî cihetten yaklaşırken, İmam Eş’arî El-İbane’sin’de Hz. Peygambere iman ve O’nun şefaatı hususuna değinmiştir. Fahreddin Razi Mufassal’ında, Cürcanî Şerhu’l- Mevâkıf’ında ve Saadettin Taftazânî ise Şerhu’l-Makâsıd’ında nübüvvet bahsiyle ilgili akılcı yorumlarda bulunmuşlardır. Zikredilen son üç eserde, felsefe ile yapılan mücadelenin etkilerini görmek mümkündür.164

Konu ile ilgili kısaca bu bilgileri verdikten sonra, şimdi de nübüvvet konusunda öne çıkan görüşleri değerlendirmeye çalışalım.

a) Nübüvvetin İspatı:

Semavî dinlere bağlı olan kimseler, insanların peygamberlere muhtaç olduğunu, beşeriyetin hem bu dünya hem de ahiret hayatının mutluluğunu sağlayacak kaideleri akıl yoluyla bilemeyeceklerini genellikle kabul ederler. 165

Ehl-i Sünnet kelamcıları nübüvvetin ispatı hususunda umumiyetle aynı paralelde görüş bildirmişlerdir. Maturîdîlere göre dini tebliğ olmasa da insan, Allah’ı bilmekle mükelleftir. Bunun yanısıra İmam Maturîdî Kitabu’t-Tevhid’inde, nübüvvet müessesesinin varlığına aklî bir zorunluluk olduğuna hükmetmenin önemine işaret eder. Ona göre yeryüzünde var olan bütün nesnelerin mahiyetini bilmek, Allah’ın kendisine bildireceği bir zatın varlığı ile mümkün olacaktır.166 Bununla birlikte insanların hayatlarının devamı için gerekli besinlerin içeriğini bilip, bu kapsamda faydalı olanı zararlı olandan ayırt etmede, hatta meslekî alanlarda ve sanatta, peygamberlere olan ihtiyaç açıkça görülmektedir.167 İmam Maturîdî’nin insanî ihtiyaçlar üzerinden beyan ettiği düşünceler, her ne kadar yaşadığı çağa nazaran mutlak bir bilgi olarak düşünülse de, günümüz biliminin seviyesi dikkate alındığında aynı değerini korumaktan uzaktır.

163

Aytekin, Arif, Ebû Cafer Tahâvî’nin Akîdesi ve Selef Akîdesindeki Yeri, Fatih Ofset, İstanbul, 1996.

164

Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, a.g.e., 306.

165

Yeprem, M. Saim, Maturîdî’nin Akaid Risalesi ve Şerhi, MÜİFV. yay., İstanbul, 2000, 31.

166

El-Maturîdî, Ebû Mansur, Kitabu’t-Tevhid, trc. Bekir Topaloğlu, TDV. yay., Ankara, 2005, 225.

167

29

Eş’arî ekolünün peygamberlik ile ilgili konudaki fikirlerinde birlik görülür. Fakat ayrıntılarda bazı görüş farklılıkları vardır. Eşarî’ler nübüvvete Allah’ın bilinmesi ciheti ile yaklaşırlar. Onlara göre Allah’ın varlığını bilmeye, Allah’ı tanımaya aklî değil, şer’î usülle ulaşılabilir. İnsan vahiy olmaksızın hikmet sahibi Allah’ı bilemez, O’nu tanımaya da güç yetiremez.168 Eş’arî’ler bu hususta bazı ayet-i kerimeleri delil olarak sunmuşlardır.169

Mu’tezile ekolü peygamberliğin insanlığa olan faydasını zikreder ancak konuya Maturîdî, Eş’arî ve diğer selef âlimlerden çok farklı bir noktadan bakar. Mutezile'ye göre aklî olgunluğa erişmiş kimse, herhangi bir şeyin bizatihi iyi veya kötü olduğunu şeriattan önce bilmeye gücü yeter.170 Bu görüşü zikreden Mu’tezile’ye göre Peygamber’in geliş gayesi, akılla tespit edilen hususu açıklamak veyahut tasdik etmekten ibarettir. Genel düşüncenin aksine onlar, aklı ön plana alarak daha marjinal bir tavır takınmayı tercih etmişlerdir.

Ehl-i Sünnetten Pezdevî eserinde, konuya evvela peygamberliğin mümkün ve caizliği yönünden yaklaşır. Ve tevhid ehli’nin şu sözlerini zikreder: “Peygamber gönderme aklen caizdir, Allah Teâlâ nebîler ve rasüller göndermiştir. Peygamberleri kabul etmek şer’an vaciptir” demektedir.171 Pezdevî, Allah’ın bütün kullarıyla konuşmadığını, bununla beraber kulların yaratıcısını bilmeye muhtaç olduğunu ancak herkesin marifet yoluyla bunu bilmeye muktedir olamayacağını beyan eder ve peygamberliğin gerekliliğine vurgu yapar.172

Es-Sabûnî ise kitabında, Allah’ın insanlara peygamber göndermesini, aklın kabul edeceğini zikreder. Hak ehline göre, Yüce Allah’ın kullarına ait emir ve yasakları, dünya ve ahiret saadetine dair hususları onlara bildirmesi muhal değil, hikmettir ve uygun bir haldir. Bu nedenle Allah’ın kullarından bir kısmını, apaçık bir vahiy vasıtasıyla söz konusu ilimle donatması, akla aykırı bir durum değildir.173

168

Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, a.g.e., 318-320.

169

Eğer onları ondan önce bir azaba uğratarak yok etseydik: "Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmazdan önce ayetlerine uysaydık, olmaz mıydı?" diyeceklerdi.(Taha, 20/134), Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.(İsra 17/15). Nerede ise öfkesinden paralanacak! İçine her bir topluluğun atılmasında, bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" derler. Onlar: "Evet; doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik" derler. (Mülk, 67/8-9)

170

Işık, Kemal, Mu’tezile’nin Doğuşu ve Kelamî Görüşleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1967, 77.

171

Pezdevî, İmam Ebû Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akadi, trc. Şerafettin Gölcük, Kayıhan yay., İstanbul, 1988, 129.

172

Pezdevî, a.g.e., 131.

173

30

İmam A’zam Ebu Hanife, Fıkhu’l Ekber’inde, nübüvvet konusunda yalnızca Peygamberlere has bir özellikle konuya temas eder. Risalesinde “Peygamberlerin hepsi küçük-büyük günahlardan korunmuştur. Küfür ve kabih şeylerden beridirler. Ama onlardan zelle hatalar sadır olabilir”174 diyerek Peygamberlerin ismet sıfatına işaret etmiştir.

İmam Tahâvî, risalesi El-Akîdetü’t-Tahâvîyye’de, peygamberlik müessesesinin genel bir ispatına yönelik görüşünden daha ziyade, imanî esasları kabul etmenin gerekliliği üzerine bir yaklaşım sergilemiştir. Bu hususta O, “Meleklere, Peygamberlere ve Peygamberlere indirilen kitaplara iman ederiz. Şahitlik ederiz ki; o peygamberler, aşikâre hak üzeredirler”175 demektedir. Anlaşıldığı üzere Tahâvî, iman esaslarını nasslardan yola çıkarak zikretmiştir. Bu hususa delalet eden ayetlerden bazıları şunlardır: “Peygamber ve inananlar, ona Rabb'inden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı…”176 başka bir ayette ise; “Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin…”177 buyrulmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.v) de hadislerinde konuyu aynı ifadelerle zikretmiştir.. Cibril hadisi olarak meşhur olan hadis-i şerifte, Cebrail (a.s.)’ın Efendimize sorduğu soru üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, rasüllerine ve ahiret gününe iman etmendir”178 buyurmuştur.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir hüccetleri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık…”179, “De ki: "Allah'a itaat edin; Peygambere itaat edin."180, “Allah'a itaat edin; eğer bundan yüz çevirirseniz bilin ki Peygamberimize düşen apaçık tebliğdir.”181 Tahâvî nasslardan çıkardığı sonuçla, Cenab-ı Hakkın “hak” üzere gönderdiği her elçiye inanmanın zorunlu olduğuna işaret etmiş ve buna şahitliğini beyan etmiştir.

174

Nar, Ali, Akaid Risaleleri, Beyan yay., İstanbul, 1998, 69.

175

Tahâvî, Ebu Cafer, İslam Akaid Metinleri (Akaid Risalesi), çev: Ali Pekcan, Rağbet yay., İstanbul, 2009, md:46, 111. 176 Bakara, 2/285. 177 Nisâ, 4/136. 178

Müslim, İman, 1; Nesâî, İman, 6; Ebu Dâvud, Sünnet, 17; Tirmizî, İman, 4.

179 Nisâ, 4/164. 180 Nur, 24/54. 181 Tegabun, 64/12.

31

Tahâvî’nin nübüvvetin varlığına ve nübüvvete iman etmeye ilişkin sözleri bununla sınırlıdır. Ancak O’nun peygamberlik müessesesine ilişkin delilleri ve tasnifi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in sıfatlarını ve özelliklerini zikretmesiyle gerçekleşir.

b) Hz. Muhammed (s.a.v)’in Peygamberliği ve Delilleri:

Selef âlimleri içinde Hz. Peygamber’in beşerî yönüne ve elçilik görevine dair en vecîz ifadelere ilk olarak Fıkhu’l Ekber’de rastlamaktayız. İmam A’zam Ebu Hanife bu konuda “Hz. Muhammed (s.a.v) O’nun resülü, kulu ve sevgilisidir”182 diyerek kısa bir tanım yapar. Daha sonra da O’nun ismet sıfatına vurgu yaparak şu ifadeleri kullanır: “O seçilmiş, en temiz kuldur. O asla putlara tapmadı. Göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman bile olsun Allah’a şirk koşmadı. Küçük- büyük hiçbir günah işlemedi.”183

Ehl-i Sünnet âlimleri ise, Hz. Peygamberin risaletini özetle şu şekilde zikrederler: “Muhammed (s.a.v) nebilerin ve rasûllerin sonuncusudur. Allah’ın bütün insanlar için gönderdiği peygamberdir. O, Allah’ın kuludur, ona ibadet edilmez; peygamberdir, yalanlanamaz. Yaratılmışların en hayırlısı, onların en faziletlisi ve efendisidir. Allah katında olanların en değerlisidir, derecesi en yüksek olandır. Vesile olarak Allah’a en yakın olanıdır. O’nun şeriatı bütün şeriatların hükmünü ortadan kaldırıcıdır. Her zaman ve her mekân için elverişli ve düzelticidir. Kıyamet gününe dek kalıcıdır.”184 Hz. Peygamber’in elçilik görevine ilişkin selefi âlimler veya kelam ilmiyle uğraşan kimselerin ekseriyetinin birbirine yakın, aynı paralelde ifadeler kullandıkları açıkça görülmektedir.

İmam Maturîdî, nübüvvetin gerekliliğinin isbatını hem Hz. Muhammed’in hissi ve aklî mucizelerini, hem ahlakî özelliklerini, hem de getirdiği doktrini bir arada mütaala etmenin elzem olduğunu vurgulamaktadır.185 Bununla beraber konuya en geniş yer ayıran âlimlerden birisi İmam Maturîdî olmuştur.

Şüphesiz ki Maturîdî’ye göre Hz. Peygamberin risaletini tasdik eden en mühim aklî delil, bir benzerinin yapılamayacağıyla186 ilgili olarak Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerîm’dir. Allah’ın kelamı ile birlikte, Hz. Peygamber’in ümmî oluşu, gösterdiği hissî

182

Nar, Ali, a.g.e., 69.

183

Nar, Ali, a.g.e., 69.

184

El-Eserî, Abdullah b. Abdilhamid, el-Vecîz fî Akîdeti's-Selefi's-Sâlih, çev. Ahmet İyibildiren, Guraba yay., İstanbul, 2008, 96.

185

Yeprem, Saim, a.g.e., 33.

186

De ki: "İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kuran'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar." (İsra,17/88)

32

mucizeler, Cenab-ı Hakk’ın O’nu destekleyeceğine dair vaatlerinin gerçekleşmesi gibi hususlar da O’nun nübüvveti için zikredilebilecek en sağlam delillerdir.187

İmam Eş’arî, Makâlât’ında ve el-Lüma’ında nübüvvetten bahsetmemektedir. Fakat el-İbâne’sinde, Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman ve O’nun şefaatına dair konulara yer verir.188 El-İbâne’de nübüvvetle ilgili meselelere değinmiş olması, O’nun Mu’tezile’den ayrıldıktan sonra, ilmî hayatındaki ikinci devre diyebileceğimiz dönemde, ehl-i sünnet akîdesini ihtiva eden yazıları kaleme almasından kaynaklandığı düşünülebilir.

Ömer en-Nesefî akîdesinde, Hz. Muhammed’in son peygamber oluşunu vurgular. O’nun bütün peygamberlerden sonra gelip, nübüvvet kapısını kapadığını, kendisinden sonra kıyamete dek peygamber gelmeyeceğini ve bu sebepten mütevellit kendisine “hâtimü’l-enbiya ve’l-mürselîn” denildiğini söylemektedir.189

İmam Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye’de Hz. Peygamber’in nübüvvetine dair zikrettiği ilk cümle şöyledir: “Şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.v.), O’nun seçilmiş kulu, seçkin nebisi, kendisinden razı olmuş Rasülü’dür.”190 Tahâvî’nin bu beyanı, Ebû Hanife’nin risalesindeki ifadelerle hemen hemen aynıdır. Ancak İmam A’zam’ın sonraki cümlelerinde, Hz. Peygamber’in günahlardan berî olduğunu vurgularken daha keskin ve reddiyeci bir üslup kullandığı görülmektedir.

Tahâvî, Hz. Peygamber’in nübüvvetine ilişkin seçtiği sıfatlar dikkat çekicidir. Kul anlamına gelen “abd”, seçilmiş anlamına gelen “mustafa”, seçkin anlamında “müctebâ”, razı olunmuş manasında ise “murtaza” kelimelerini kullanmıştır.

İmam Tahâvî, Hz. Muhammed’in (s.a.v) öncelikle Allah’ın “kul”u olduğuna işaret eder. Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde de Yüce Allah Hz. Peygamber’den “kul” diye söz etmektedir.191 Bu ayetlerden bazıları şunlardır: “Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan şüphe ediyorsanız…”192 “Eğer Allah'a ve hakkı batıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız…”193 “…kuluna hakkı batıldan ayırt eden Kuran'ı indiren Allah yücelerin yücesidir.”194 “Sizi karanlıklardan aydınlığa

187

Yeprem, Saim, a.g.e., 34, daha geniş bilgi için bkz. El-Maturîdî, a.g.e., 257-262.

188

Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, a.g.e., 306.

189

Nesefî, Ömer, Nesefî Akaidi Tercümesi, Anadolu matbaa, çev. Arap-zâde, Abdülvehhap, İzmir, 1999, 44.

190

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.24, 102.

191

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 110.

192 Bakara, 2/23. 193 Enfal, 8/41. 194 Furkan, 25/1.

33

çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur…”195 “Allah'ın kulu Muhammed, O'na yalvarmak, namaz kılmak için kalkınca…”196 görüldüğü üzere Allah, elçisini övdüğü birçok ayetinde kendisine “abd-kul” olarak hitap etmektedir.

Kul ile birlikte, “mustafa” yani seçilmiş anlamına gelen sıfatın kullanılmasına gelince, Hz. Peygamber’in bir kul olarak seçilmesi, Peygamberliğinden öncedir. İnsanlardan, peygamberlerin sülbünden gelerek seçildiğinden dolayı kendisine “Mustafa” denilmiştir. O’nun bir kul olarak, insanların içerisinden seçilmiş ve seçkin bir kimse oluşunu nasslardan anlamamız mümkündür:197 “Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini birbirinin soyundan olarak alemlere tercih etti.”198 Bir başka ayette ise “Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer.”199 denilmektedir. O’nun seçilmiş oluşunu, Hz. Peygamber’in kendi sözlerinden anlamak da mümkündür: "Allah Teala hazretleri, İsmail'in evlatları arasından Kinane'yi seçti, Kinane'den Kureyş'i seçti, Kureyş'ten Benî Haşim'i seçti. Benî Haşim'den de beni seçti."200

Bir şeyi diğerlerinden ayırıp tamamıyla alma, seçme ve seçkinlik201 anlamlarına gelen “ictibâ”, Allah’ın ilahî bir lütüf ile O’nu seçmesi demektir. Yine bunu da ayet-i celîlelerden anlıyoruz. “Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.”202 Hz. Peygamberin dışında, diğer peygamberlerin ilahi bir feyz ile seçkin kılındığına dair de nasslar vardır. Örneğin “"Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek…”203 ayetiyle Hz. Yusuf’un, “Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik”204 ayetiyle de İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin kastedildiğini anlamamız mümkündür.

Tahâvî’nin kullandığı diğer sıfat ise “mürtezâ”dır. Tahâvî, Allah’ın kendisinden razı olduğu205 manasına gelen bu kelime ile Allah’ın hükümlerini, iletilerini insanlara bin bir zorlukla ulaştıran Resülden memnun ve razı olduğunu vurgulamak istemiştir. Dolayısıyla rıza mertebesine erişen Hz. Muhammed (s.a.v.), diğer peygamberler ve

195 Hadîd, 57/9. 196 Cin, 72/19. 197

Aytekin, Arif, a.g.e., 136.

198

Âli İmran, 3/33.

199

Hacc, 22/75.

200

Canan, İbrahim, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ yay., Ankara, 2004, Müslim, Fezail, 1.

201

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 110.

202 Tâhâ, 20/122. 203 Yusuf, 12/6. 204 En’am, 6/87. 205

34

mü’minler de Allah’tan razı olmuşlardır. “Rabbin şüphesiz sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın”206 ayetiyle Cenab-ı Hakk vaadini tasdik etmektedir.

c) Hz. Muhammed’in (s.a.v) Son Peygamber Oluşu

Selefî, Maturîdî, Eş’arî ekolüne müntesip imamlar ve Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamı, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olduğunu kabul ve tasdik etmişleridir. Bu husus nasslarla sabittir ve üzerinde tartışma kabul etmez. Dolayısıyla zikredilen ehl-i sünnet âlimlerinin tamamı bu konu üzerinde ittifakla aynı beyanı söylemektedir.

El-Akîdetü’t-Tahâvîyye’de Hz. Peygamber’in diğer vasıfları ise şu şekilde beyan edilir: “Ve O, (s.a.v) peygamberlerin sonuncusu, takva sahiplerinin imamı, Rasüllerin efendisi, Âlemlerin Rabbinin de sevgilisidir.”207

Daha sonraki bahislerde de ifade edeceğimiz gibi, Hz. Peygamber’den sonra, peygamberlik iddiasında bulunacak kimselerin çıkışlarının anlamsızlığını göstermek için, Tahâvî’nin “son peygamber” vasfını zikretmesi mühimdir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın insanlara gönderdiği Peygamberlerin sonuncusu olduğu nasslarla sabittir: “Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir”208 ayeti yoruma mahal bırakmayacak sarihlikte buna işaret eder. Bir hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.v), "Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misâli, şu adamın misali gibidir: Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): "Bu eksik kerpiç konulmayacak mı?" İşte ben bu kerpiçim ben peygamberlerin sonuncusuyum."209 demiştir. Başka bir hadiste de Allah Rasülü peygamberlerin sonuncusu olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “"Benim beş ismim var: Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın benimle küfrü mahvedeceği Mâhî (mahvedici)’yim. Ben Hâşir (toplayıcı)’im, insanlar benim arkamda haşredilecektir. Ben Âkıb (sondan gelen)’im, benden sonra peygamber gelmeyecektir."210 Şüphesiz ki Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber olması, O’nu diğer elçilerden farklı kılan bir vasıftır. Bundan daha mühimi, O’nun risaletinin kıyamete dek yaşayacak olması, nübüvvetinin de en canlı ispatıdır.

206

Duha, 93/5.

207

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.24, 102-103.

208

Ahzap, 33/40.

209

Buharî, Menâkıb, 18; Müslim, Fedâil, 21. konuyla ilgili hadisler için bkz. Buhari, el-Menakıp, 18, Müslim, el-İmare, 44.

210

35

İmam Risalesi’nde, Hz. Peygamberin muttakilerin önderi, imamı olduğuna işaret eder. “İmam”, kendisine uyulan kimse demektir. Hz. Muhammed (s.a.v) ancak kendisine uyulsun, itaat edilsin diye gönderilmiştir.211 Muttakî olan kimse ise iman edip, azaba sebep olabilecek her türlü söz, fiil ve davranıştan ve her türlü cürümden kendisini soyutlayan insandır.212 Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur: “De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder."213 Şüphe yok ki O’na tam bir teslimiyetle bağlı olan ve O’na uyan kimseler, takva ehlindendir.214

“Rasüllerin efendisidir”215 ibaresi Tahâvî’nin, Hz. Peygamber’in “Kıyamet gününde Âdemoğullarının efendisi benim, kabri üzerinden yarılacak ilk kişi benim, ilk şefaatçi ve şefaatı kabul edilecek kişi de ben olacağım”216 sözlerinden hareketle yazılmış olmalıdır. Hz. Peygamber’in bu üstünlüğü, muhakkak ki nefsânî bir üstünlük değildir. O’nun tevazu sahibi kişiliğinin ve ahlakının kelimelerle anlatamayacağının idrakinde olanlar, bu hususun genel, tartışmasız, şahıslara indirgenmeyen bir yücelik olduğunun da farkına varırlar. Kaldı ki, Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’de bunu açıkça beyan etmiştir: “Göklerde ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki peygamberleri birbirinden üstün kılmışızdır…” 217 Bir başka ayette ise; “İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır.”218 buyrulmuştur.

Efendimiz (s.a.v) için son olarak “Âlemlerin Rabbinin de sevgilisidir.”219 diyen âlim, daha önce zikrettiği murtaza sıfatıyla dolaylı olarak ilişki kuruyor. Allah’ın seçtiği ve kendisinden razı olduğu bir kulun vasfını tamamlayan en yüce mertebe öyle ki, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın sevgilisi olmaktır.

Ebû Cafer et-Tahâvî, Hz. Muhammed’in nübüvvetinin bir başka delili ve hususiyeti ile ilgili olarak şunu söyler: “O hak ve hidayetle, nur ve aydınlıkla bütün cinlere ve insanların tamamına gönderilmiş bir elçidir.”220 İmam bu hususta da ayeti nazarı dikkate alır tertipte de önce cinleri daha sonra da insanları zikreder. Konuyla ilgili

211

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 124.

212

Komisyon, “ittikâ”, Dini Kavramlar Sözlüğü, 347-348.

213

Âli-İmran, 3/31.

214

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 124.

215

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.24, 102.

216 Müslim, İman, 18. 217 İsra, 17/55. 218 Bakara, 2/253. 219

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.24, 103.

220

36

bazı ayetler şunlardır: “"Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?"221 Cin suresinde ise; “De ki: "Cinlerden bir topluluğun Kuran'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;" "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız."222 denilmektedir.

“Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.”223 ve “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu

Benzer Belgeler