• Sonuç bulunamadı

Günah kelimesi bu telaffuz şekliyle Farsça bir kelimedir. Aynı kelimeye Arapçada en yakın kelime ise “cunah” kelimesidir.333 Kelime itibariyle cezayı gerektiren amel, Allah’ın emirlerine aykırı olarak görülen iş ve dini suç manalarına gelen günah, terim olarak ise; insanın, beşeri arzusunun ilahi arzuya uymayı reddetmesi, meşruiyetini Allah’ın varlığından olan şeylere saldırması ve gayr-i meşru olma keyfiyetini yine Allah’tan alan şeyleri işlemesi334demektir.

331

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.50, 112-113.

332

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.48., 112.

333

Tunç, Cihat, “Kelam İlminde Büyük Günah Meselesi” AÜİFD, XXIII, Ankara, 1978, 325.

334

Er-Razi,Fahruddin, Muhammed b. Ömer ,Tefsir-i Kebir, çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç,C.Sadık Doğru, Ankara-1988,1995, IV. ,292; Sami Şemseddin,”Günah”,Kamus-ı Türki, İstanbul- 1989, 1185.

56

Kur’ân’da günah; ism, zenb, isyan, vizr, cünâh ve hûb kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelimelerin her biri insanın yaptığı hataların türünü, onların yapılış mantığını, ya da günahın arkasında yatan niyeti ifade etmektedir. Günahı anlatan her bir kavram, insan davranışının sebebini ve psikolojik yapısını açıklar. Bir başka deyişle günahı ifade eden her bir kelime, yapılan hatanın nasıl bir boyuta sahip olduğunu ortaya koymaktadır.335

Günah’ın büyük veya küçük olarak tasnifi de Kur’an-ı Kerîm’e göredir.336 Nitekim Kur’an’da, “seyyie ve lemem” kelimeleri küçük günahı karşılarken, “kebair, kebaire’l-ism ve zenûb” kelimeleri de büyük günahı karşılamaktadır.337 Öyle ki Gazalî; “küçük günahlarla büyük günahlar arasında fark olduğunu kabul etmemek uygun değildir. Çünkü ‘din’den öğrendiğimize göre, bir günaha bazen büyük denmekte bazen de küçük. Zira günahlar şahıslara ve durumlara göre farklılık arz etmektedir”338 derken böyle bir ayrımın yerinde olduğunu belirtmektedir. Zaten âlimlerin büyük çoğunluğu da böyle bir ayrıma gitmektedirler.

Asıl mevzuumuz olan büyük günah tabirinin karşılığı olan el-kebîre ise; haram olduğu nass ile sabit olup, Allah’ın işleyen kimseyi azapla tehdit ettiği veyahut işleyene had cezasını gerektiren, yükselmeye engel, fıtrata aykırı olan şeylerdir. Hadislerde büyük günah olarak geçen on iki madde şunlardır:339

Allah’a şirk koşmak, haksız yere adam öldürmek, iffetli bir kadına zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, düşmana hücum esnasında savaştan kaçınmak, sihir ve büyü yapmak, yetim malı yemek, müslüman ana-babaya âsî olmak, emirleri yapmamak ve yasakları işlemekle aileye karşı istikameti terk etmek, faiz yemek hırsızlık yapmak ve içki içmektir. Kur’an’da şirkin en büyük günah olduğu ve bağışlanmayacağı hususu açık bir şekilde ifade edilmiştir.340

Büyük günahların sayısına, yukarıda zikredilen on iki maddenin dışında, farklı beyanlarla ihtilaf edenler olmuştur. Öyle ki; bazı âlimler on iki olarak ifade edilen sayıyı, yetmişe, hatta dört yüz yetmiş altıya kadar çıkarmışlardır.341 Büyük günahların neler olup

335

Bebek, Adil, “Günah”, DİA, 1996, XIV., 283.

336

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.(Nisâ, 4/31)

337

Türkgülü, Mustafa, Günah Kavramı ve İman Problem, Haline Getirilen Büyük Günah/Kebîre

Hakkındaki Kelamî Tartışmalar, Diyanet İlmi Dergi, 2000, XXXVI, sy. 4, 65. 338

Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1975, V., 21.

339

Gölcük, Şerafettin; Toprak, Süleyman, a.g.e., 135-136.

340

Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.(Nisa, 3/116).

341

57

olmadığı hususundaki farklı görüşler, kelâm tarihinde, büyük günahı işleyen kimsenin imanî durumu üzerinden tartışmalara sebep olmuştur. Bu tartışmaların doğuşunun diğer amili ise iman-amel arasındaki münasebettir. Amel imandan bir cüz müdür, değil midir, konusu, büyük günahı işleyen kimsenin ahiretteki konumunu tespit açısından, tartışmanın özünü teşkil etmektedir. Bu cihette mezheplerin görüşlerini kısaca aktarmaya çalışalım.

a) Mezheplerin Görüşü:

Ehl-i Sünnetin kebîre konusunda genel görüşü; Büyük günah işleyen kimsenin îmândan çıkmayacağı yönündedir. Buna göre o, dünyada eksik kebîre sahibi bir mümindir. Ayrıca böyle bir kimse imanı sebebiyle mümin, büyük günahı sebebiyle fâsıktır. Âhiretteki durumu ise Allah’ın dilemesine kalmıştır. Cenab-ı Hakk dilerse affeder, dilerse azap eder.342 Ehl-i sünnetin, mürtekibü’l-kebîrenin kâfir olmayacağı yönündeki görüşü, amelin imandan bir cüz kabul etmemelerinin bir sonucudur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bu görüşünü izaha kavuşturanlardan ilki, İmam A’zam’dır.

İmam A’zam konuya; “Mü’mine günahı zarar vermez, o cehenneme girmez demeyiz, dünyadan mü’min ayrıldıktan sonra, fasık bile olsa, cehennemde ebedî kalır demeyiz”343 şeklinde giriş yapar. Akabinde de Mürcie’nin, Salih amellerin kabul olup, bütün günahların bağışlandığına yönelik aşırı iyimser hali eleştirir. Tevbe etmeden ahirete intikal eden kimseyi Allah’a havale eder ve der ki; “Şirk ve küfre düşmeden, işlediği ama tevbe de etmemiş günah sahibini, mümin olarak öldüğü takdirde Allah, dilerse ateşe atar, dilerse bağışlar ve azaba uğratmaz.”344 Ebû Hanife’nin konuya ilişkin görüşleri, ifade edildiği üzere, Ehl-i sünnet âlimlerinin genel görüşlerinin bir açılımı şeklindedir.

Maturîdî, ahiret bahsi içerisinde önemli bulduğu büyük günah meselesini, seksen sayfalık bir bölümde, ayrıntılarıyla işlemiştir. Bu bölümde mürtekibü’l-kebîrenin dünyevî ve uhrevî konumu hakkında değerlendirmelerde bulunur. Büyük günah işleyen kişinin kâfir olduğu veya dinden çıktığı yolunda Mu’tezile ile Haricîler tarafından ileri sürülen katı hükümleri kabul etmez. İnsanın iç âleminde yer alan imanın, işlenen bir günah sebebiyle bir anda silinip yok olmasının hem tevbe müessesesinin anlamını ortadan kaldıracağını, bunun ilahî maksatla ve akılla bağdaşan bir yönünün olmadığını

342

El-Eserî, a.g.e., 134.

343

Nar, Ali, a.g.e., 69-70.

344

58

vurgular.345 Maturîdî’nin kebîrenin durumuna dair, âlimlerin düşüncelerini aktarması ve bunları değerlendirirken verdiği misaller ve deliller346 takdire şayandır. İmam’ın, bid’at ehline karşı, Ehl-i Sünnet akaidini savunma misyonunu, çok yönlü yerine getirdiği aşikârdır.

İmam Eş’arî de, ehl-i sünnetin iman-amel münasebetindeki görüşlerinden hareketle, mümin olma vasfının iman etmekle gerçekleşeceğine, günah işleyen müminin bu vasfını yitirmeyip, fasık ve asi bir mümin olacağına değinir.347 Eş’arî’de de büyük günah işleyen bir kimsenin ahiretteki durumunu, Cenab-ı Hakka bırakma görüşü hâkimdir. Ayrıca O, Ebu Hanife’nin konuya dair cümlelerinin hemen hemen aynısını zikretmektedir. Böylelikle Eş’arî; “Allah’ı birleyen ve doğru yoldan ayrılan günahkâr bir mü’min, Allah’ın iradesine havale edilmiştir. Allah, dilerse onu affedip cennetine koyar, dilerse, yoldan çıkmasından dolayı onu cezalandırır, fakat daha sonra yine cennetine koyar”348 demektedir. İbn Hazm, Eş’arî’nin, müretekibü’l-kebîrenin durumunu Allah’a bıraktığı için, O’nu bu konuda Mürcie’den saymıştır.349

Ehl-i sünnetin, büyük günah işleyen kimseler hakkındaki tutumu yukarıda özetle zikredildiği gibi iken, Mu’tezile, Mürcie, Şia ve Haricîler gibi fırkalar, yine farklı bir açıdan bu meseleyi ele almışlardır.

Kebîre meselesinin, kelamî bir konu olarak tartışılması, Haricilerin etkisiyle başladığı bilinmektedir. Öyle ki bu konu, bir zümre tarafından, bir kişi ya da topluluğu, yaptığı bir davranıştan dolayı büyük günah işlemekle ve bunun sonucu olarak imandan çıktıklarını iddia etmeleriyle zuhur etmiştir. Hz. Osman’ın öldürülmesini takip eden Cemel ve Sıffin savaşlarından sonra, Haricilerin Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi, hakemleri, Muaviye’yi ve taraftarlarını tekfir etmeleri ve zâlim bir yöneticiye karşı ayaklanmayı vacip görmeleri üzerine gündeme gelen bir problemdir. Bu mezhebin önderliğini yapan Nafi b. el-Ezrak ve taraftarları, Haricilerce üzerinde ittifak edilen siyasi boyutlu bu fikri, genelleştirerek şu şekilde formülüze ettiler: “Her büyük günah küfürdür, muhaliflerin yurdu küfür yurdudur ve büyük günah işleyen herkes ebedi cehennemde kalacaktır.”350 Haricilerin bu fikirlerinin siyasî bir amille ortaya çıktığı açıktır. Ayrıca kendisinden sonra

345

Yarımbaş, Emine, Ebû Mansûr el-Maturîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd’i ve Türkçe Tercümesi Üzerine Bir

Değerlendirme, Kelam Araştırmaları Dergisi, 1:2, 2003, 177. 346

El-Maturîdî, a.g.e., 425.

347

Doğan, Lütfi, a.g.e., 47.

348

Ebu Zehra, Muhammed, İbn Hazm, çev. Osman Keskioğlu, Ercan Gündüz, Buruç yay., İstanbul, 1996, 207-208.

349

Ebu Zehra, Muhammed, Mezhepler Tarihi, çev. Hasan Karayaka, Kerim Aytekin, Hisar yay., İstanbul, 1983, 209.

350

59

gelecek zümrelerin ve bu hususta bilhassa Mu’tezile’nin fikir babalığını yaptığını söylememiz mümkündür.

Mu’tezile’de, Vasıl b. Ata’ya göre, büyük günah isleyen kimse (fasık), hayırlı hasletleri kendisinde toplamadığı için bir medih ismi olan mü’min ismini alamaz. Aynı şekilde şehadet ettiği, diğer hayırlı amelleri de işlediği için kâfir diye de isimlendirilemez. İşlediği büyük günahlardan tevbe etmeden ölürse, kâfirlerden daha hafif azap göreceği cehennemde ebedi kalacaktır.351 Ne var ki Vasıl b. Ata, Hz. Osman’ın son altı senesinin kebîrelerle geçtiğini ifade etmiş, O’nun hükmünü Allah’a bırakarak352 inandığı görüşü söylemekten çekinmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki; Vasıl da, kendisinin öne sürdüğü fikrin geçerliliği noktasında, tam olarak mutmain olamamıştır.

Mürtekibü’l-kebîre’ye “mü’min” sıfatının kullanılıp kullanılmaması veya hangi nedenle kullanılmadığı, Mu’tezile’nin içerisindeki en çarpıcı ihtilaftır. Vasıl b. Ata’nın aksine Mu’tezile’nin önderlerinden İbn-i Ebi’l-Hadid ise şu görüştedir: “Her ne kadar biz, ‘büyük günah işleyene mü’min ve müslüman denilemez’ diyorsak da; böyle bir kişiyi Ehl-i kitap olan gayr-i müslimlerden ve putperestlerden ayırmak için buna ‘Müslüman’ denileceğini kabul ederiz”353 demektedir. Büyük günah işleyen bir kimsenin adını açık bir gerekçeyle ortaya koyamazken, ahiretteki durumu hakkında kat’i ifadeler kullanmak da ayrı bir garabet olsa gerektir.

Şia’nın bu mevzudaki genel görüşü, Mu’tezile ve Hariciler gibidir. Onlara göre günah işleyen kimse, tam anlamıyla tevbe etmediği müddetçe, temelli cehennemde kalacaktır.354

Mürcie’nin bir mezhep olarak teşekkülü, müretekibü’l-kebîrenin durumlarının Allah’a bırakılması görüşüyle başlamıştır.355 Onların bu husustaki görüşü; kişinin amelini niyet ve inançtan sonra ikinci derecede ele alarak, kebire sahibinin dünyada iken, cennetlik veya cehennemlik olduğu hakkında hüküm verilemeyeceğini, hükmün kıyamet gününe bırakılması gerektiğini ifade etmesinden ibarettir.356 Onların bu görüşleriyle, ehl-i sünnetle aynı çizgide yer aldıkları görülür.

Mütekibü’l kebîre meselesinde, buraya kadarki görüşleri iki sınıfta mütalaa etmemiz mümkündür. Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşü ve zikredilen diğer mezheplerin

351

Toplaoğlu, Bekir, Kelam İlmi, Damla yay., İstanbul, 1996, 272.

352

Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E. Ruhi Fığlalı, Şato yay., İstanbul, 2001, 174.

353

Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, 160.

354

Fığlalı, Ruhi Ethem, a.g.e., 126.

355

Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, 61.

356

60

görüşleridir. Şimdi de, konuyu selefî tarzda, en vecîz ifadelerle özetleyen İmam Tahâvî’nin fikirlerini değerlendirmeye gayret edelim.

b) İmam Tahâvî’nin Görüşü:

İmam Tahâvî kebîre sahibinin durumu için “Muhammed (s.a.v) ümmetinden büyük günah işleyenler, tevhid ehl-i oldukları sürece, -tevbe etmeseler bile- Allah’a O’nu tanıyıp inanarak kavuşurlarsa cehennemde ebedi kalmazlar”357 demektedir. Tahâvî’nin, Allah’a inanarak O’na kavuşan kimselerin cehennemde ebedî kalmayacağının altını çizmesi, Mutezile ve Haricilere cevap niteliğinde358 algılanabilir ki bu doğrudur. Ancak O’nun ilk gayesinin, diğer görüşlerin reddetmek olmadığına daha evvel değinmiştik. Şüphesiz ki Tahâvî bu ifadeleri, yine nasslardan hareketle, öncelikle konunun en doğru şeklini aktarma amacıyla kaleme almıştır.

Ebedi olarak cehennemde kalmayacak zümreyi, cümlenin başında zikrettiği “Muhammed ümmeti”yle sınırlandırmış gibi görünmesi noktasında, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetinin dışındaki ümmetleri kapsamadığını söylemek, doğru bir değerlendirme olmasa gerektir. Bu ibare, yaşayan ve gelecekte var olacak Ümmet-i Muhammed’e has bir hitap şekli olarak kabul edilmelidir. Çünkü bu hususla alakalı Hz. Peygamber’in sahih hadisleri mevcuddur. Efendimiz (s.a.v) “Kim,‘Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, Resûl olarak Hz. Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)' derse cennet ona vâcib olur"359 buyurmaktadır.

Tahâvî’nin, müretekibü’l-kebîrenin -mümin olma şartıyla- “tevbe etmeden” ölse bile ebedî olarak cehennemde kalmayacağını vurgulaması, tevbe şartını öne süren mezhepler için de ayriyeten bir cevap niteliğindedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in sözlerinden çıkan netice de yine bu istikamettedir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

“Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır."360 Hadisin hükmü, iman üzere kabre girildiği takdirde, büyük günah işlemiş bile olsa, kulun ebedî olarak cehennemde kalmayıp, az da olsa yaptığı

357

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.57, 114.

358

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 395.

359

Ebu Dâvud, Salât, 361.

360

61

hayır sebebiyle cennete gideceği inancıdır. Bu ifadede büyük günah işleyenler hakkında ileri sürülen ifrat ve tefrit tarzındaki düşünceler reddedilmiş olmakla beraber, Ehl-i Sünnet inancına esaslı bir açıklık ve delil getirilmektedir.

Nevevî’nin açıklaması da bu yöndedir. "Her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktır" ifadesini Nevevî "Netice olarak" diye tevil eder. Bu cihetteki sonuç, "yaptığı kötülüklerin cezasını çektikten sonra, neticede cennete girecektir" anlamına gelmektedir.361 Tahâvî’nin sözlerini tam manasıyla destekleyen hadislerden birisi de şu şekildedir:

"Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Sa'îd hadisi rivayet ettikten sonra der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti362 okusun: "Şüphesiz ki Allah, zerre kadar haksızlık yapmaz..."363 İnananlar için çok müjdeli bir haber veren sahabi Ebu Sa’îd, kalbinde şüphe olan kimse için de ayet-i celileyi delil göstermiştir.

İmam Tahâvî kebîre sahiplerinin akıbetleri hususunda şöyle demektedir: “Büyük günah işleyenler, Allah’ın meşîeti ve (haklarında vereceği) hükme tabidirler. Yüce Allah kitabında ‘…Ve bundan başkasını, dilediği kimseleri bağışlar’ sözünde de belirttiği üzere, dilerse onlara mağfiret eder, fazl-ı keremiyle affeder, dilerse onları adaletiyle cezalandırır. Sonra onları (ya) rahmetiyle (veyahut) taat ehlinden şefaatçilerin şefaatiyle cehennemden çıkarır, cennetine gönderir. Çünkü Allah Teala, kendisini bilip tanıyanların mevlâsı olduğu gibi onları, iki cihanda, hidayetinden sapıp hüsrana uğrayan, dostluğuna da kavuşamayan inkarcılar gibi yapmamıştır. Ey İslam’ın ve ehlinin mevlâsı olan Allahım! Sana kavuşana kadar bizi, İslam üzere sabit kıl!”364

İmam Eş’arî’de görüldüğü gibi İmam Tahâvî de, büyük günah işleyen kimsenin ahiretteki durumunu Allah’a havale etmiştir. Risalesinde hem meşîet365 hem de dilemek lafızlarını kullanarak, Allah’ın iradesinin, kudretinin altını çizmiş ve teslimiyetini te’kidlerle beyan etmiştir.

Tahâvî’nin konunun delaletine dair sunduğu ayet ise şöyledir: “Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak

361

Canan, İbrahim, a.g.e, II., 198-199.

362

Nisa, 4/40.

363

Tirmizî, Sıfatu Cehennem,10; Tirmizî hadis için "sahihtir" demiştir.

364

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.57, 114-115.

365

Meşîet; istemek arzu etmek anlamlarına gelir. Meşîet Kur’an-ı Kerîm’de Allah için kullanıyorsa icad, insanlar için kullanılıyorsa isabet anlamlarına gelir. Kimi kelâmcılara göre irade kelimesiyle eş anlamlı, kimilerine göre de bir şeyi icad etmek manasına gelmektedir. (Komisyon, “meşîet”, Dini Kavramlar Sözlüğü, 435.

62

koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”366 Allah’a itikadî anlamda şirk koşan kimsenin cehennemde ebedî olarak kalacağı, âlimlerin de üzerinde ittifak ettiği bir husustur.

Ayette de buyrulduğu gibi, şirk günahların en büyüğüdür. Kur’an’da bu mevzunun çokça zikredilip, insanların uyarılmasında şüphesiz birçok hikmet vardır. Şirk, insanın içinden, dış dünyaya doğru uzanan geniş alanda, Allah’ın varlığına ve tekliğine şahadet eden bütün olguları ve belgeleri görmemezlikten gelerek Hakka karşı duyarsız olmanın, Yaratan ile yaratılanı karıştırmanın ve bu tutumdan gelen davranış bozukluklarının karanlığında gafletle yürümenin en belirgin ismidir. Şirk kavramının, Kuran’da sıkça tekrar edilmesi; Allah’a karşı büyük bir isyan, fert ve toplum hayatını çok ciddi şekilde tahrip etmesinden dolayıdır.367 Kur’an-ı Kerim’de şirkin haricinde birçok günahtan bahsedilir. Ancak hiçbirinin şirk kadar sorumluluğu yoktur. Öyle ki; mümin kimsenin Allah’a ortak koşmanın dışında işlediği kebîrelerin bile, kendisine cennet kapılarını tamamen kapatmadığını, Hz. Peygamber’in sözlerinden anlıyoruz. Bununla ilgili bir hadisi, Ebu Zerr (r.a.), şöyle rivayet etmiştir:

“Hz. Peygamber (s.a.v): "Bana Cebrâil (a.s.) gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!" Hz. Peygamber (s.a.v) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir."368

İmam Tahâvî’nin mevzuyu izah şekli, nassların özüne daha uygun düşmektedir. Nasslardan yola çıkarak, görüşlerini delillendirmesi ve açıklaması, insanları günahtan sakındırma noktasında, psikolojik tavırlarını yönlendirici mahiyettedir. Yani Cenab-ı Hakk, kebîre ile şirki birlikte zikredince, şirk dışındaki kebîreden de son derece kaçınmak gerekmiştir.369

Tahâvî, kebîre sahiplerinin cehennemden kurtulmasının ve cennete girmesinin ilk seçeneğini, Allah’ın bu kimselere fazl-ı keremiyle, merhametiyle muamele etmesi olarak

366

Nisâ, 4/48. Delil olarak yakın mealde, diğer bir ayet ise şöyledir: “Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.” (Nisa, 4/116).

367

Macit, Nadim, Kuran ve Hadise Göre Şirk ve Müşrik Toplum, Damla Matbaacılık, Konya, 1992, 18.

368

Buhârî, Tevhid, 33; Müslim, İman, 153; Tirmizî, İman, 18.

369

63

gerçekleşeceğini ifade etmişti. Yukarıda zikredilen ayet ve hadisler de açıkça bu duruma işaret etmektedir.

İmam, azaptan kurtuluşun ikinci reçetesinin ise şefaat yetkisinde olanların şefaat etmesine bağlı olduğunu söylemektedir. Risalesinde de “Hadislerde de ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmeti için sakladığı şefaatı, haktır/gerçektir370diyerek, cehennemden çıkışın bir başka yolunun şefaatten geçtiğine değinir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v)’in konuyla ilgili sözleri şöyledir: Ebû Hureyre (ra)’dan rivâyet edilmiştir. Resûlullah (sav) buyurmuştur: “Her peygamberin kabulün olunmuş bir duası vardır. Bütün peygamberler dualarında acele ettiler, ancak ben duamı kıyamet günü ümmetim için şefaat olarak (âhirete) bıraktım. İnşallah, ümmetimden “Allah’tan başka ilah yoktur” diyerek ölenlere o şefaatim ulaşacaktır.”371 Şüphe yok ki; şefaatle birlikte, yetkinin, meşîetin ve kudretin tamamı Cenab-ı Hakka aittir.

“Allah’ı bilen tanıyan” kimseler tabirinin tam manasıyla iman edenleri kapsamadığını372 söylemek, Tahâvî için haksızlık olur. O’nun bu ifade ile Allah’a iman eden kimseleri kastettiği aşikârdır. Akabinde gelen cümlelerde yapılan kâfir ve mü’min tasnifi de bunun işaretidir.

Mu’tezile ve o cihette düşünen fırkalar, -nassları farklı değerlendirerek- iman eden ancak işlediği günahtan dolayı mümin vasfını kaybetmiş, ârafta kalmış bir portre çizmişlerdi. Hatta onlara göre mü'min, cehennemin hafif cezalık bir bölümünde ebedî olarak kalacak ve iman etmemiş373 bir kişiyle birlikte değerlendirilecekti. İmam Tahâvî ise bu durumu rahat üslubuyla, bir cümle ile izale etmiştir: Büyük günah işleyen kimseleri kastederek; “kendisini bilip tanıyanların mevlâsı olduğu gibi onları, iki cihanda, hidayetinden sapıp hüsrana uğrayan, dostluğuna da kavuşamayan inkârcılar gibi yapmamıştır.” diyerek inanan ve iman etmeyen kimselerin Allah katındaki değerlerinin farklı olacağını çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. Bu misalle, nassların yanında, aklın da aynı istikameti gösterdiği apaçık ortadadır.

Cenab-ı Hakkın kullarından istediği, karşısına ancak mü’min olarak gelmeleridir.374 Tahâvî de buna değinerek, uhrevî ve ebedî âlemin saadeti için, imanlı bir

370

Tahâvî, Akaid Risalesi, md.38, 107.

371

Buhârî, Deavât, 1; Tirmizî, Deavât, 130; Müslim, İmân, 334-340.

372

İbn Ebi’l-İzz, el-Akîdetü’t-Tahâvîyye ve Şerhi, 398.

Benzer Belgeler