• Sonuç bulunamadı

Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 104-138)

Nâzım Hikmet'in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

У 4 Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

diyerek K u r'an ’ın yerine D aş K a p ita li koyan şair, "m ateryalist-lirik rubailer" (Nâzım Hikmet 1996a: 257) yazmak istey e ce k ve işe M ev lâ n â ’yla, on u n hayat anlayışı ve kâinatı yorumlayış tarzıyla h e sa p la şm a k , o n a reddiye yazmakla başlayacaktır.

B u g ü n e kadar araştırm acılar tarafından Nâzım H ikm et’in söz konusu ru­ baiyi M e v lân â’nın hangi ru b aisin d e n hare ke tle yazdığı so ru su n a cevap b u ­ lunduğu söy len em e z. Bazı araştırm acılar M ev lân â’nın m e tn in e d a y a n m a ­ dan, Abdullah C evdet’in M e v lâ n â ’dan yaptığı çevirilere (Abdullah Cevdet

1921: 1-49) g ö n d e r m e yaparak Nâzım H ikm et’in k a le m e aldığı rubaiyi uzun uzun çö z ü m le m e yoluna gitmiş, Nâzım H ikm et’in M e v lâ n â ’nın ru baisin d e n kendi ru b a isin e m o n ta j tekniği ile aktardığı kelim e le r üzerinden ve on u n şiir d ünyasınd an h a re k e tle M e v lân â’nın dayandığı felsefeyi ve Nâzım H ikm et’in yaptığı işi a n lam lan d ırm ay a çalışm ışlardır. Bu da m o d e l m e tn in eksikliğinin yarattığı birtakım g e n e llem e le rin ortaya çık m asın a yol a ç m ış g ö r ü n m e k te ­ dir.

Nâzım H ikm et’in rubaileri hakkında 1973’te bir yazı yayımlayan M u s ta ­ fa Ö n e ş, konu üzerinde hiç durm az (Ö n e ş 1973:70-71; 2006: 55-58). Asım Bezirci ise "Nâzım Hikmet şiirlerini k a le m e alırken Abdullah C e v d et’in M evlânâ ile Ö m e r Hayyam’dan yaptığı çevirilerinden kaynaklanmıştır" ( B e ­ zirci 1993: 180) dedikten so n ra d ip n o t olarak Abdullah C evdet’in çevirdi­ ği kitabın künyesini verir ve m o d e l m e tn i t e s p it e t m e ihtiyacı duym adan Nâzım H ikm et’in rubailerini çö z ü m lem e uğraşına girişir. Daha son ra Nâzım H ikm et’in M e v lân â’ya cevap olarak yazdığı şiirin s o n u n a düştüğü dipn otta "Nâzım H ikm et’in burada sözünü ettiği M e v lâ n â ’nın şu ru baisi o lsa gerektir" diyerek Abdülbaki G ölpınarlı’nın 1964’te yayım lanan M evlân a, R u b ailer adlı kitabından bir rubaiyi aktarır o rubainin günüm üz Tü rkçesine çevirisi,

"H er feyiz, İllet-i U lâ’n ın b ir b e lirtisid ir: g ö rü len şek ille rin h e p sin i d e ka­ bul e d e n H eyu lâ’d ır ... Her p a rça bu çuk, tü m d en d ir; fakat b ü tü n tü m ü n bu lu n d u ğ u y erd e p arça b u çu k ların m ey d an a g e lm e s i d e gerekm ez." (Bezirci 1993: 181).

şeklindedir. Her ne kadar Nâzım H ikm et’in şiirinde g e ç en kelim elerin bir kısmı Gölpınarlı çevirisinde yer a lsa da bu rubainin Nâzım H ikm et’e kay­ naklık ettiğin i s ö y le m e k güçtür. Ayrıca Nâzım H ikm et’in şiirini 1945 so n u ile

1946 b a şın d a k a le m e aldığı d ü şü n ü lü rse 1964’t e yayım lanan G ölpınarlı’nın M evlânâ çevirisinin o n a kaynaklık e d e n m e tn i açıklam aktan n e kadar uzak d ü şe ceğ i de ortadadır.

Nâzım Hikmet üzerine dikkate d eğer bir ç a lışm a yapan Nedim Gürsel de, M u stafa Ö n e ş gibi, M ev lâ n â ’nın m e tn in i ortaya koyma ihtiyacı duym adan Nâzım H ikm et’in şiiri üzerinden g e n iş bir çö z ü m le m e y e gider (Gürsel 1992:

Erdem

95

50 2008

50

2008 3 0 9 -3 4 1 ; 2001: 3 2 6-360). Nâzım H ikm et’in şiirinden hareke tle zihnî planda

g ö lg e m etin, o n d an da çok varsayım a dayanan m etin olu ştu ran Gürsel, bu çö z ü m lem e d e , diyalektik m ateryalizm e bağlılığını açığa vuran id e o lo jik bir yaklaşım tarzıyla Nâzım H ikm et’le birlikte M e v lân â’nın ru baisinin ve ta s a v ­ vuf d ü şü n c e sin in sıkı bir e le ş tir is in e yönelir.

Nâzım H ikm et’in söz konusu şiirini d ah a sonraları a ra ş tırm a - in c e le m e konusu yapan bazı araştırm acılar, Asım Bezirci’yle aynı kanaati paylaşarak şairin bu şiiri Abdullah C evdet’in 1921’d e yayım lanan D ilm estî-i M evlân â adlı M evlânâ çevirisinden hareke tle k a le m e aldığı fikri üzerinde dururlar. Şiiri Ye­ niden O ku m ak (Bir Yapıçözümleme Girişimi) adlı ç a lış m a s ın d a H asan Akay, M e m e t F u a t’ın N âzım H ikm et adlı kitabına dayandırarak "|ş]u bir gerçektir ve ö n e m l i ­ dir: Nâzım Hikmet, bir m ektu bu n da, e şin d e n , D ilm estî-i M evlânâ'yı ve Mevlânâ R u b aile ri’nin te rcü m ele rin i istem iş, bunların üzerinde ça lış m a la r yap m ış ve kendi m etinlerini belli bir niyet ve y ö n t e m e bağlı olarak üretmiştir" (Akay 2003: 102) dem ektedir.

"Mevlevi G e çm iş, M addeci Dünya Görüşü ve Nâzım H ikm et’in Şiirinde Tasavvuf" başlığıyla bir yazı yayımlayan Yusuf Turan Günaydın da Nâzım H ikm et’in M e v lân â’ya karşılık olarak yazdığı rubainin "esin kaynağının yine adı g e ç e n eserdeki te r c ü m e rubailer olduğu düşü nülebilir" diyerek Abdullah C evdet’in D ilm estî-i M evlân â çevirisinin Nâzım H ikm et’in yazdığı rubaiye kay­ naklık e tm iş o la b ile c e ğ i üzerinde ısrarla durur (Günaydın 2007: 330). Yazar, Abdullah C evdet’in çeviri m e tod u yla Nâzım H ikm et’in rubaileri yazış tarzı a rasın da benzerlikler kurarak bu g örüşünü delillen d irm e gayreti içind e g ö ­ rünür.

Araştırm acıları böyle bir k a n a a te götü ren s e b e b in , Nâzım H ikm et’in Bursa H a p is h a n e si’nd e n gönderdiği 1945 yılı so n u n d a yazıldığı ta h m in edilen t a ­ rihsiz bir m e k tu b u n d a Piraye’den Çankırı Cezaevi’nd e okudukları Abdullah C evdet’in 1921’de y ayım lanan M evlânâ çevirilerini, yani D ilm estî-i M evlânâ'yı

g ö n d e rm e s in i ist e m e s i olduğu an laşılm ak tad ır (Nâzım Hikmet 1996a: 256). Ancak, Abdullah C evdet’in hazırladığı D ilm estî-i M ev lân â'd a Nâzım H ikm et’in m o d e l olarak aldığı rubaiye rastlanm am aktadır. Şair, M e v lâ n â ’nın "Su ret h em i zıllest" diye aktarm ada bulunduğu ru baisini de hangi kaynaktan aldı­ ğını belirtm em ektedir.

Yaptığımız a raştırm ad a söz konusu rubaiye Asaf H âlet Ç e le b i’nin 1939’da yayım lanan M ev lâ n â ’nın R u bâîleri adlı kitabında rastladık (Ç elebi 1939).5 Ki­

5 Nâzım Hikmet’in Mevlânâ’nın rubaini Asaf Hâlet Çelebi’nin kitabından alarak ona reddiye yazarken Asaf Hâlet Çelebi’nin adını anmaması kuvvetli bir ihtimal olm asa da Asaf Hâlet Çelebi’nin metafizik-mistik kişiliğe sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir.

У4

Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Erdem

ta b ın sol tarafta kalan sayfasın da M e v lâ n â ’nın ru baisinin Farsça aslı b u lu n ­ makta, sağ tarafta kalan sayfada ise Türkçe çevirisi yer almaktadır. Nâzım Hikmet, kuvvetli bir ih tim a lle Asaf H âlet Ç e le b i’nin hazırladığı bu k itap ta­ ki rubai m e tn in d e n hareket e tm iş olmalıdır. Abdullah C evdet’in hazırladığı

D ilm estî-i M evlân â'yı istediği m e k tu b u n d a Piraye’ye "Şim di Pirayeye R ub aile r adıyla yeni bir kitaba b aşlad ım . (...) M e v lan a’nın Tanrı aşkına g ü v enerek ve o n d a n kuvvet alarak yaptığı şeyi b en s e n in aşkına güv enerek ve on u n y ap tı­ ğının t a m a m e n tersini yani gerçeğini yapacağım " (Nâzım Hikmet 1996a: 256) d e m e s i de, kaynakların hafızasının zayıf olduğunu kaydettiği şairin (Nured­ din 1988: 21-22), elin d e M e v lâ n â ’nın ru baisinin b ulunduğunu gösterir. Eğer e lin d e m o d e l m e tin olarak M e v lâ n â ’nın rubaisi olm asayd ı "b aşlad ım " d e ­ m e k yerin e "b aşlay acağ ım " şeklinde bir ifadeye yer verm esi gerekirdi. Ayrıca Nâzım H ikm et’in yazdığı ru b aid e M ev lân â’nın ru b aisin d e n bir üslûp özelliği olarak aktardığı “S u r e t h e m i zıllest...” , "heyûlâ", "illet-i ûlâ" gibi kelim e ve kelim e gruplarının Asaf H âlet Ç e le b i’nin M ev lâ n â ’nın R u bâîleri adlı kitabında yaptığı çevirilerden birinde yer alm ası da bu kanaatimizi güçlendirm ektedir. A saf H âlet Ç e le b i’nin M evlânâ'nın R u bâîleri k itabından resim yoluyla ak ta ra ca ­ ğımız m o d e l m e tin şöyledir (Ç elebi 1939: 98):

Farsça bu m etn i yeni yazıya şu şekilde aktarabiliriz:

S û ret h e m e z ılle st ü heyû lâ m î-d ân T asv îrg ereş ille t-i ûlâ m î-d ân L âh û t b e -n â s û t fürû [b ]e-ây ed lîk N âsû t zi-lâh û t hüveydâ m î-d ân

Bu rubainin bir benzeri birkaç kelim e değişikliğiyle M e v lân â’nın e s e r l e ­ rinin güvenilir yayınlarından olan B e d î ’uzzamân-i Furûzânfer’in hazırladığı

K u lliyât-i Ş em s y â D îvân-i K e b îr d e ise şöyle kaydedilm ektedir (Furûzânfer 1336­ 1346: 235):

97

50 2008

50

2008 S û re t h e m e m akb û l-i heyû lâ

T asv îrg ereş ille t-i ûlâ L âh û t b e -n â s û t fürû N âsû t z i-lâh û t hüveydâ

Yeni yazıya yukarıdaki şekliyle aktardığımız bu rubai Türkçeye,

S u re t tü m ü y le h eyu laya layıktır O nu tasv ir e d e n "ilk ned en "d ir. İlahlık in san lık (düzeyine) iner.

İn sanlık, ilah lık tan (u lu h iy y etten ) görünü r(dü r).

şeklinde çevrilebilir.

Kaynaklarda Farsça bildiği konu su nd a herhangi bir bilgiye rastlan m ayan Nâzım H ikm et’in B e d î ’uzzamân-i Furûzânfer’in T ah ran ’da 1 3 3 6 -1 3 4 6 ( 1 9 2 0 ­ 1930) yılları arasın da çıkan M evlânâ yayınından fay d alan m ası güç g ö rü n ­ m ektedir. Ayrıca şairin kendi şiirine M ev lân â’dan “S u r e t h em i zıllest...” ş eklinde aktardığı birinci m ısranın ilk kelimeleri B e d î ’uzzamân-i Furûzânfer yayınında "Su ret h e m e m a k b û l ..." şeklinde yer almaktadır. Bu da Nâzım H ikm et’in B e d î ’uzzamân-i Furûzânfer’in söz konusu yayınını kendi m etni için m o d e l m e tin olarak kullanm adığının bir delili kabul edilmelidir.

Nâzım H ikm et’in a r a ş tır m a - in c e le m e konum uz olan şiirine kaynaklık e t ­ tiğini d ü şü ndü ğüm üz M e v lân â’nın ru baisinin m e tn i üzerinde bu b elirlem e ve d e ğ e rlen d irm e le rd en son ra şairin h a p i s h a n e d e rubailer yazış s e b e b i n e , m e tin le rarası ilişkiler ağına, getirdiği fe ls e fî açılım a ve sa n a tın a geçebiliriz.

Nâzım Hikmet, m ektu plarında bir dizi "diyalektik m ate ry alist rubailer" yaz­ m aya başladığını ifade ettikten son ra rubaileri yazış tarzı, m u hteva özellik­ leri ve üslûp arayışları konularında bilgiler verir. Piraye’ye yazdığı bir m e k ­ tu p ta bu rubailer hakkında, "Pirayem e R u b a ile r dört b ö lü m olacak, birincisi fe ls e fî rubailer, ikinci b ö lü m sosyal rubailer, üçüncü b ö lü m sırf sevda ru b a ­ ileri, dördüncü b ö lü m satirik rubailer. Her b ö lü m d e 25 ru baid en yüz rubai olacak." (Nâzım Hikmet 1996a: 257) der.

Aynı tarihlerd e Kem al Tahir’e, 1945 so n u yahu t 1946 b aşınd a, gönderdiği tarih kaydı bu lu nm ayan bir m e k tu b u n d a ise, "Şim di ruabi [rubai] yazıyo­ rum. Yüz kadar yazacağım, henüz on t a n e yazdım. Dörde b öldüm , her b ölü m yirmi b e ş rubai olacak, ilk b ö lü m felsefi, ikinci sosyal, üçüncü lirik, dördüncü satirik" (Nâzım Hikmet 1996b: 275) dem ektedir. "Pirayeye R u b a i l e f i n yeri­ ni "Pirayem e Rubailer", on u n da yerini " r u b a i l e f i n aldığı bu m ektu p ta şair, yazmakta olduğu ru bailer hakkında yararlan ab ileceğ im iz bilgiler v e rm e k te ­ dir. A ncak Piraye’ye yazdığı m ektupta, kitapta "40 t a n e kadar rubai olacak" d em işken, aynı gü n le rd e yazdığını d ü şü ndü ğüm üz Piraye’ye ikinci m e k tu ­

У4

Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

b und a ve Kemal Tahir’e gönderdiği m ektu p ta "yüz kadar" rubai yazacağını ifade etm ektedir.

Daha ö n c e de işaret ettiğim iz gibi "m ateryalist-lirik rubailer" (Nâzım Hik­ m e t 1996a: 257) yazmak istediğini ifade ed e n Nâzım Hikmet, M e v lân â’nın ru baisi üzerinde nasıl bir e d e b î d ö n ü ş tü rm e yap acağın ın da anahtarını verir. B u n a göre şair, M ev lâ n â ’nın Tanrı merkezli kâinat algısını, içine ironik dilin de karıştığı, id e o lo jik d ü zlem de m atery alist kâinat algısına çevirm ek ister. Muhtevadaki bu d eğ iştir m e -d ö n ü ştü rm e y e paralel şekilde rubai fo rm u nda da değişikliğe gider. Bir yandan da g e le n e k dü zlem ind e rubainin o kendine h a s üslûp inceliğini, eda ve zarafetini, d ü şü n cey le lirizmin k a y n aşm asın dan doğan e ste tik tavrını kurma ç a b a sı içind e görünür. Y ine Piraye’ye yazdığı bir b aşka m ektu bu nda,

"R u b a ilerin le ço k u ğraşıyoru m . İlk h a m le d e k lasik ed ayı m üm kün m e r­ te b e , b ir ü slu p m e s e le s i olarak, m u h afazaya çalışıy o ru m . B u birin ci m erh a le b ir ç e ş it te m rin o lacak , so n ra ru baiye şekil b ak ım ın d an da yeni u n su rlar koyacağım . S a n a a şa ğ ıd a gö n d erd iğ im ilk ö rn ek lerd en bu n u a n lay acak sın . B u n la r m atery a list-lirik ru bailerd ir" (N âzım H ikm et

1996a: 257).

ifad elerine yer verir.

Asaf H âlet Çelebi, Nâzım H ikm et’e m o d e llik ettiğini düşü ndü ğüm üz M e v lâ n â ’nın ru baisinin Farsça m e tn in i kaydettikten son ra söz konusu ru­ baiyi Türkçeye,

Bil ki g örünen sû ret bir gölge, bir heyûladır. Bil ki o n u re s m e d e n 'illet-i û lâ’6dır.

"Lâhut âlem i n â s û t e alçalm az, fakat bil ki n â s û t lâhutla m e y d an a çıkar" (Ç elebi 1939: 99).

ş eklinde aktarır. Görüldüğü gibi M e v lâ n â ’nın ru b a isin d e İslâm te o l o j i s i ­ n e ve tasavvuf fe ls e fe s in e bağlı bir anlayışla karşılaşırız. Tasavvuf anlayışı, P la t o n ’un idealar te o r is in e yaklaşan şekilde, a şk ın varlığı asıl, içind e dünya­ nın ve kâinatın yer aldığı bütün m a d d e le r âlem ini d e suret, yani asıl varlığın bir y a n sım a sı olarak değerlendirir. M e v lâ n â ’nın da içind e yer aldığı vahdet-i vücût anlayışına göre bütün yaratılm ış varlıklar Tanrı’nın birliğinde b ü tü n le ­ ş e n birer y a n sım a d a n ibarettir. Mevlânâ, burada m ad d e, bütün cisim lerin ilk m a d d e si olarak varsayılan m adde, zihinde ta sa rla n a n şey, ruh-i azam, e şyan ın g erçek olan kısmı, e h em m iyetsiz, küçük şey (Devellioğlu 1982: 430) a n lam ların a ge le n heyûla kelim esin in fe ls e fî m anadaki "b ütün cisim lerin ilk m a d d esi olarak varsayılan m ad d e" ve "zihinde ta sa rla n a n şey" anlam larını

Erdem

99

50 2008

50

2008 k a ste tm iş olmalıdır. Lâhut âlem i, uluhiyyet âlem i (Devellioğlu 1982: 645),

n â s u t da "insanlık, mahlukiyet, in sanlık câ m ia sı, insanlığa ait şeyler" (D evel­ lioğlu 1982: 968) a n la m ın a gelir. B u n a göre o n t o lo jik olarak Tanrı’nın varlık âlem i bu gördüğümüz, içind e in san ın da bulunduğu, dünyaya alçalm az, g ö ­ rünürlük kazanmaz. Ancak, içind e bulunduğu m u z â lem Tanrı’nın varlığıyla mümkündür.

Nâzım H ikm et’in tasarladığı üzere her biri yirmi b e ş ru baid en o lu ş a c a k dört bölü m lü k P irayeye R u b ailer kitabının ilk ru baisi durumundaki M e v lâ n â ’ya ce v a b e n yazdığı rubai, bu kitabın ilk b ö lü m ü olarak d ü şü n ü len felsefî ru bailer

kısm ının ve aynı z am an d a kitabın ilk ru baisidir.7 Şair, M e v lâ n â ’nın rubaisini "değil"leyen bir söyleyiş geliştirerek,

"B ir g erçek âlem d i görd ü ğü n ey C elâled d in , h eyû lâ filân değil, U çsuz bu cak sız ve y aratılm ad ı, re s sa m ı ille tî-û lâ filân değil. Ve se n in kızgın e tin d e n kalan ru b ailerin e n m u h te şe m i: ‘ S u re t h em i z ılle s t...’ filân diye b a ş la y a n d eğil... "

(N âzım H ikm et 1997b : 209).

d em ek te d ir.8 Bu, M e v lâ n â ’nın kâinâtı ve bütün varlık âlem ini algılayış ve yo- rumlayış tarzına yaklaşık yedi yüz yıllık zam an aralığından so n ra getirilen e le ştirel bir cevaptır. Nitekim kendisi de Vâlâ N ureddin’e yazdığı bir m e k ­ tupta,

"Görüyorsunuz ya, polem iği ve kavgayı Hazreti M ev lân â’ya kadar g ö tü r­ düm. Hazretin 'S u ret h em i z ı l l e s t . ’ diye başlayan ve dünyanın bir h ayal­ den, g ö lg e d e n ib are t olduğu nu söyleyen bir rubaisi var, benim kisi yüzlerce yıl so n ra hazrete cevap." (Nâzım Hikmet 1970: 24).

ifad elerin e yer verir. A slın da bilinç p a rça la n m a sı içindeki şairin kavgası M e v lâ n â ’yla olduğu kadar, kişilik b ö lü n m e s in e bağlı olarak ilk d ö n e m şiir­ lerini yazdığı kendisinin M e h m e t Nâzım kimliğiyledir. D eğişen dünya a n l a ­ yışına bağlı olarak "şairin kimliği, artık önceki M e h m e d Nâzım değil, Nâzım H ikm et’tir. R u b aile rin d e M ev lân â’yı artık, bir m ü m in ve bir mürit kimliğiyle değil, fakat bir marksçı kimliğiyle karşılayan Nâzım Hikmet, b aşka bir dil ve b aşka bir im an ile konu şm akta, onu bu yeni kimliğiyle m u h a ta p sa y m a k ta ­ dır. A slın da bu bir tür h e sap laşm ak tır; h e m kendi önceki kimliğiyle, h e m de önceki d üşü nceleriyle" (Akay 2003: 105). B ilin ç p a rça la n m a sı içindeki şair, kendisin de kök s alan M ev lân â’yla, M evlânâ d ü şü n cesiy le ve İslâm m e d e n i ­

7 Şair, her ne kadar her biri yirmi beşer rubaiden oluşan dört bölümlük ve yüz rubailik bir kitap yazacağını söylüyorsa da kaleme aldığı rubailerin sayısı yirmi üçte kalır.

8 Nâzım Hikmet’in “Suret hemi zıllest...” şeklinde Farsça aslından yeni yazıya aktardığı anlaşı­ lan kelimelerden "hemi" hatalı aktarılmıştır. Kelimenin doğru şekli cümle, hep, bütün anlamına gelen "heme" olacaktır.

У4

Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

yeti d airesin d e şekillenen dünya algısıyla h e sa p laşm ak tadır. Bu psikolojik durum, p e şin d e n karm aşayı sürükler.

Nâzım Hikmet, M e v lân â’nın ru baisini m e tin le rarasılık d üzlem inde parodi (yan sılam a)ye başvurarak id e o lo jik dö n ü ştü rm e y e gider. E d e b iy atta parodi, yani "yansılam a (parodi) bir m e tn i b aşka bir a m a ç la kullanmak, o n a yeni bir a n la m yüklemektir" (Aktulum: 1997: 117). Parod id e sanatkâr, bir m e t ­ nin ü slûb unu alır, "onu yeni bir m e tin d e, çoğunlukla karşı bir savla yeni bir konuya uygular" (Aktulum: 1997: 118). P arodiye başvuran sanatkâr, konu­ yu d eğiştirerek a n la m c a bir d ö n ü şü m yaratır (Aktulum: 1997: 119). Nâzım H ikm et’in e le alm aya çalıştığım ız ru b aisin d e yaptığı iş de bu n d an b aşka bir şey değildir. Şair, M e v lâ n â ’nın rubaisini alarak onu bir y and an üslûp ça ve e d a c a devam e ttirm e k ister, diğer yandan da a n la m c a parodisini yaparak id e o lo jik d ö n ü ştü rm e y e tâb i tu tm ay a çalışır. B ö y le c e şair, "M ev lân â’nın öz­ gürlükçü ve in s a n a saygılı d ü şü n c e dünyası ile arasın da yakınlık kurduğu için değil; kendi d ü şü n cele rin i on u n üzerinden en iyi b içim d e dile g e tir e b i­ leceği, duyarlılığına evrensel bir to n kazandıracağı için o n d an söz e tm iş ve aktardıklarını yeni şekli ile, d ü şü n se l açıdan kendi kimliğini görünür kılmak üzere aktarmıştır" (Akay 2003: 103-104).

Nâzım Hikmet, yukarıya bazı satırlarını aktardığımız Piraye’ye yazmış o l ­ duğu m ektupta, d ah a ö n c e de belirttiğimiz gibi, "rubailerle diyalektik m a ­ teryalizmi v erm eye ç a l ı ş a c a ğ ı n ı ifade eder. Bu söz, M e v lân â’nın da içinde yer aldığı Tanrı merkezli İslâm t e o l o jis in e ve tasavvuf anlayışına bağlı olarak

hiçbir şey yok iken Tanrı vardı, insanı ve bü tün varlıkları, kâin atı son rad an yarattı,

anlayışının p aro disin in yapılacağı, id e o lo jik d ü zlem de e d e b î d ö n ü ş tü r m e ­ ye tâb i tu tulacağı a n la m ın a gelir. İd ealist felse fe n in karşısında yer alan di­ yalektik materyalizm, "her şeyd en ö n c e bir varlık görüşü olarak, m ad d en in bilinç karşısında m u tlak ya da o n t o lo jik bir ö nceliği olduğunu savunur" (Ce- vizci 2005: 513). Aynı z am an d a "diyalektik materyalizm m a d d e n in ezelîliğini veya yaratılm am ışlığını" (Cevizci 2005: 513) ileri sü rm esiyle Tanrı fikrini d ah a b a şta n reddeder. "M addenin ezelî ve gerçek, bilinç ya da zihnin ise m a d d e n in türevi olduğu nu ö n e süren diyalektik materyalizm, d ü şü ncenin, y a n sım a ya da im ge işlevi g ö r m e k a n la m ın d a m ad d ey le belirli bir ilişki iç in ­ d e bulunduğunu, bilinç dünyasının gerçek te d ü şü n c e form larına çevrilm iş m a d d î dünya olduğunu iddia eder" (Cevizci 2005: 513). Bu da bilincin var­ lığın y a n sım a sın d a n ib aret olduğu a n la m ın a gelir. Varlık asıldır. B ilin ç ise o n u n türevidir (Politzer 1997: 153-162). "M ateryalizm e göre, m a d d e so n s u z ­ dur. O lu ş-D ağ ılm a-Y e n id en Olu ş diyalektik süreci içind e biçim değiştirir. E vrende sürekli değ işim vardır" (Ö n e ş 2006: 57). Nâzım Hikmet, "M ev lâna’ya

Erdem

101

50 2008

50

2008 'evren y a ra tılm a d ı!’ derken" g örüşünü m ate ry alist fe ls e fe çe rçe v e sin d e dile

ge tirm iş olur (Gürsel 1992: 333).

Bağlandığı m arksist d ü şü n c e d oğru ltusund a d oğu nu n h ik m e tin e batı felse fesiy le reddiye g e tir m e ç a b a sı için e giren Nâzım Hikmet, M e v lâ n â ’nın id e a list fe ls e fe ve tasavvufî anlayış ç e rç e v e sin d e g e lişe n "g ö rü şü n e karşı çıkarken eleştirisini evrenin niteliğin e ve yaradılışına değin iki ayrı nok­ tada" yoğunlaştırır. "G erçekte birbirin e bağlı, biri ötekiyle a çık la n a b ilecek noktalar[dır] bunlar. Evreninin niteliğiyle ilgili olanı heyu lâ sözcüğünün, ya­ radılış soru nuysa illet-i û lâ'n ın kavramsal alan ın a gir[er]" (Gürsel 1992: 333). Şair, M e v lâ n â ’nın ru b aisin d en ödü nçlediği k e lim elerle iki m e tin arasında ortak bir alan o lu ştu rm a yoluna giderek on u n getirm iş olduğu bu iki anlayışı da reddeder. "K u r'an’dan kaynaklanan bir dünya g örüşünü kendi özgül kav­ ramlarıyla sın ırlamak, eleştirirsini bu sınırlar i ç e r i s i n d e gerçekleştirm ek" ister (Gürsel 1992: 333). B ö y lec e tasavvuf d ü ş ü n c e s in d e özel anlam ları olan kelim eleri kullanarak h e m tasavvuf fe ls e fe s in d e n h e m de m o d e l m e tin d e n k o p m a m ış olur. Şair, kendini tasavvuf f e ls e fe s in e yakın bir yerde k o n u m ­ landırarak "m ateryalist dünya g ö r ü şü n e uygun şekilde tasavvufî yaklaşımın gereksizliğini, anlam sızlığını ve gerçek dışılığını isp atlam ay a çalışır" (Çetin 2004: 106).

Nâzım H ikm et’in diyalektik m ate ry alist anlayışa bağlı m e tinleri M e v lâ n â ’ya getirdiği reddiye ile sınırlı kalmaz. O nun diğer şiirlerinde ve rubaileri içinde bu dünya g örüşünü y a n sıtan lar da bulunm aktadır. Nitekim, ölü m te m i e t ­ rafında kurulan,

Ayrılık y aklaşıyor h e r gün biraz d aha, güzelim dünya elved â,

ve m erh a b a k â i n â t . . .

(N âzım H ikm et 1997b : 213).

ile kediyle in san ın aynı m a d d e le rd e n olu ştu ğu nu ifade eden,

N e nu rd an n e çam u rd an

sev gilim , k ed isi ve ked in in bo yn u n d aki b o n cu k yuğru m ların daki farkla h e p si aynı h a m u r d a n .

(N âzım H ikm et 1997b : 215).

yeni form daki rubaileri d e ilahî kaynaklı in a n ç siste m le r in in getirdiği a n ­ layışlar ve id e a list fe ls e fe karşısında h ep bu m ate ry alist dünya görüşünü yansıtır. Nitekim, şairi yakından tanıyan M e m e t Fuat da bu konuda "Nâzım Hikmet bir dine bağlı değildi" b e lirle m esin i yaptıktan so n ra " [ b i l d i ğ i m ka­ darıyla Nâzım Hikmet ö lü n cey e kadar 'm a d d e d e n ayrı ru h a’ inan m am ıştır" (M e m e t Fuat 2001: 217-2 1 8 ) dem ektedir. Bu görüşü doğru layacak şekilde

У4

Nâzım Hikm et’in Sanat Evreninde Bilinç Parçalanması ve Mevlânâ Karmaşası

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 104-138)