• Sonuç bulunamadı

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkis

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 36-60)

Beyza BİLGİN*

ÖZ

A n a d o lu c o ğ r a fy a s ı 11. y ü zy ılın s o n la r ın d a n it ib a r e n y e n i b ir k ü ltü r v e in a n c ın ev s a h ip liğ in i y a p m a y a b a ş la m ış t ır : T ü rk k ü ltü rü v e İs la m iy e t. T ü rk le rin İ s la m ın b ir ç o k u n s u r la r ın ı k a b u lle n iş le r in d e A ra p la r d a n ö n c e A c e m le r e tk in o lm u ş la r d ır . T ü rk le r A n a d o lu ’y a y e r le ş t ik te n s o n r a b u c o ğ r a fy a n ın e g e m e n d e v le ti, iç in d e b a r ın d ır d ığ ı d iğ e r u n s u r la r ın k o ­ ru y u c u s u v e k o lla y ıc ıs ı, A n a d o lu i s e b ir b a r ı ş v e k a r d e ş lik c o ğ r a fy a s ı o lm u ş tu r .

Ç a lış m a m ız d a , M e v la n a ’n ın a n a d o lu d a k i b u b a r ış v e k a r d e ş lik o r t a m ı­ n ın o lu ş m a s ın d a ü s t le n d iğ i m is y o n u a y r ıc a g ü n ü m ü z d e d e b ir d e ğ e r o la r a k k a b u l e d ile n v e tü m u n s u r la r ı e t k ile y e n h o ş g ö r ü s ü n ü , fik irle rin i v e d ü n y a g ö r ü ş ü n ü ir d e le y e c e ğ iz .

A n a h ta r K elim eler: T ü rk E d e b iy a t ı, M e v le v ilik v e d ü n y a k ü ltü rü , M e v la -

n a , T ü rk k ü ltü rü , h o ş g ö r ü

ABSTRACT

The Effects of Turkish Culture on the World Culture: Mevlana

A s ia M in o r s s t a r t e d to h o s t to a n e w c u ltu r e a n d a n ew fa ith fr o m th e e n d o f t h e e le v e n t c e n tu r y : T u rk ish c u ltu r e a n d Is la m . It w a s t h e P e r ­ s ia n s a n d t h e Ir a n ia n c u ltu r e t h a t a f f e c te d t h e a d o p t io n o f v a r io u s a s ­ p e c t s o f Is la m b y t h e T u rk s m o r e th a n t h e A r a b s th e m s e l v e s . F o llo w in g th e s e t t l e m e n t s o f t h e T u rk s in A n a to lia , t h e T u rk s, a s t h e h e g e m o n ic p o w e r o f t h is g e o g r a p h y , b e c a m e t h e p r o t e c t o r o f t h e o t h e r c o m m u ­ n it ie s , a n d A n a to lia tu r n e d o u t to b e a g e o g r a p h y o f p e a c e a n d c o - h a b it a n c e . I w ill e x a m in e , in t h is p a p e r, t h e m is s io n t h a t M e v la n a u n d e r to o k in th e f o r m a t io n o f p e a c e a n d c o - h a b it a n c e , a n d h is id e a s , w o rld v ie w a n d t o le r a n c e , w h ic h a r e a c c e p t e d a l s o to d a y a s t h e p r in c ip le s o f m o d e r n v a lu e s e f f e c t in g o t h e r th o u g h t s .

K ey W ords: T u rk ish lite r a tu r e ; M e v la n a , h is t e a c h in g s a n d t h e w o rld

c u ltu r e ; M e v la n a a n d T u rk ish c u ltu r e ; to l e r a n c e .

* Prof. Dr.; Ankara Ü niversitesi İlahiyat Fakültesi (Em ekli) / ANKARA, e-p o sta: bilgin.beyza@ gm ail.com

50

2008 Giriş

İ

lahiyat fakültesinde öğrenci olduğum yıllarda dinler tarihi kürsüsünde bir Alman Profesör Hanım bulunuyordu. Annemaria Schimmel... O, derslerine başlarken bize, dinlerin tarihini araştırmak için Türkiye’nin nasıl fevkalade müsait bir ülke olduğunu anlatmıştı. Dünyada pek az ülkede en eski zamanlardan beri muhtelif milletler, ırklar, dolayısıyla dinlerin mümessilleri yaşamıştı. Burada ilk dinlerin izleri mevcuttu. Hititlerin milli dinlerinin karmaşık merasimlerinin izleri burada sürülebilir, bu izler eski Doğunun büyük din kâhinlerini anlamaya hizmet edebilirdi, o yoldan muhtelif dua ve niyaz formülleri, kurban çeşitleri öğrenilebilirdi. Yunan din felsefesinin inkişafı burada izlenebilir, Roma dininin mabet ve heykelleri görülebilirdi. Burada büyük Ana-ilahelerin, mitolojik destanların, Hristiyanlığın gelişmesinde etkili olan mister (sır, gizem) ayinlerinin izleri de mevcuttu. Hristiyanlık inanç esasları olan İsa’nın, Meryem Ana’nın, teslisin mahiyetini beyan etmeye çalışan büyük konsüller ilk asırlarda burada Efes, İznik ve İstanbul’da vuku bulmuştu. En derin mistik cereyanlar IV. yüzyılda Kayseri civarında yaşayan rahiplerin hayat ve eserlerinde parlamıştı. Bizans Kilisesi ve en eski Hristiyan mezheplerinin kalıntıları hala daha Doğu Anadolu’da mevcuttu. İslam dininin hem Sünni hem Şii tezahürlerini, muhtelif tarikatlarını, büyük ilahiyatçı ve mutasavvıfların eserlerini burada yakından incelemek mümkündü. Yine bu memlekette birbirini takip eden veya yan yana yaşayan dinleri yakından araştıracak olursak, en eski adetlerin izlerinin devam etmekte olduğuna da şahit olabilirdik. Mesela bazı tarikatlarda Hristiyan ve Müslüman zamanlarından önce mevcut olan tasavvurlara rastlayabilirdik. Çok zengin Türkçe ve Farsça edebiyatta, insanlığın en eski dini tasavvurlarının sembol halinde muhafaza edilmekte olduğuna şaşırabilir, bu şiirlerin ihtiva ettikleri derin manalara hayran olabilirdik. Kısacası dini gelişmenin hemen her safhasını kendi memleketimizde görebilir, buradan başlayarak din tarihinin geniş ufuklarına açılabilirdik.1

Türk kültürünün Mevlana’nın şahsında dünya kültürüne etkisini incelerken, Anadolu’daki bu kültür katmanlarını hiç gözden uzak tutmayacağım. Bunun içindir ki, önce Mevlana’nın şiirini, musikisini, semasını ve bütün eserlerini oluşturduğu Anadolu’da yeni bir Türk kültürünün temellerinin atılışını inceleyeceğim. Daha sonra onun Müslüman ülkelere etkisinden başlayarak

V

У4

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

f i

Gayrimüslim ülkelerdeki etkisine geçeceğim, sevgiye dayanan bu etkinin giderek artmasındaki sebeplerin açıklanmasına örnekler verdikten sonra, etkilenmede rolü olan şeylere örnekler vereceğim. Tebliğimi böylece oluşacak dört bölümden sonra bir sonuç ile bitireceğim.

M evlana ve T ü rk Kültürü

Kültürün genel olarak iki tanımı var, evrensel ve toplumsal tanımı. Evrensel olarak kültür, insan türünün yaşamını diğer bütün yaşama biçimlerinden ayıran şeydir. İnsan olarak yaşamaktan kaynaklanan bu evrensel kültürün bir toplumdan diğerine çeşitlenen sayısız biçimleri var şüphesiz. Antropoloji ve etnoloji çalışmaları göstermiştir ki, her topluluğun sahip olduğu temel var oluş biçimine bağlı bir yaşama biçimi vardır. Kültür bu yaşama biçimi çevresinde oluşur ve insanlar bu kültürün içselleştirilmesi ile aynı ruhsal yapıyı taşır, o toplumun kişisi olurlar. Evrensel kültür insan yaşamını diğer bütün yaşama biçimlerinden ayırt ettiği gibi, toplumsal kültür de bir ulusu, bir halkı ya da bir topluluğu diğerlerinden ayırt eder.

Kültürün ansiklopedik bir tanımı daha vardır ki, buna göre kültür, düşünceyi zenginleştiren, zevki incelten, anlayışı geliştiren bilgilerin bütünüdür, kültürlü insan deyince kastettiğimiz budur. Bu da tek tek insanları diğer insanlardan ayırt eder. Çünkü kişilik, topluluk değerlerinin özümsenmesi kadar, topluluk değerlerine direnç göstermekten, onu değiştirmek iste­ mekten de kaynaklanır, değişmeyi ve gelişmeyi sağlayan büyük ölçüde budur. Farklı toplumsal kültürlerin ve farklı kişisel kültürlerin birbirinden etkilenmesi, kültürler-arası etkileşim bir vakıadır.

Edebiyat, özellikle şiir kültürün çok önemli bir taşıyıcısıdır ve kültürler arası etkileşimde çok önemli rol oynamıştır. Yazı henüz yokken insanların kültürleri sözlü idi, kayıtlar beyinlerde tutuluyordu, şiir kayıtların beyinlere yerleşmesinde kolaylık sağlıyordu. Türklerin çok zengin beyin kayıtları, sözlü edebiyatı vardı, bu edebiyat daha sonra destanlar ve hikâyeler olarak yazıya geçirilmiş, yazıtlarda yer almıştı. İslam öncesinde bu edebiyat, komşu kültürlerden etkilenmiş olduğu gibi, İslam dininin etkisindeki Türk edebiyatı da Türklerden daha önce Müslüman olmuş halkların kültüründen etkilendi. İslam medeniyeti Türklere İran kültürünün merkezi olan Horasan yolu ile Maveraünnehir’den geçerek gelmişti. Horasan tarihte ulusların karıştığı kavşak noktası olarak geçer. Fuat Köprülü Türklerin İslamiyet’in birçok unsurlarını doğrudan doğruya Araplardan değil, Acemler vasıtasıyla aldıklarını tespit etmiştir. Köprülü’ye göre Maveraünnehir’in birçok büyük merkezleri bile o zamanlar manen Türk olmaktan çok İranlı idi ve bu durum İslami-Türk edebiyatının gelişme sürecinde yüzyıllarca etkili olmuştur. İran

E r d e m

2 9 50 2008

2050 medeniyeti Arap İslam’ı üzerine de tesir etmişti. Abbasiler, saltanat anlayışı ve devlet teşkilatı bakımından İlk dört halifenin eserine değil, Sasani hükümdarlarının zihniyetlerine bağlı idiler.2 İslamiyet daha VIII. yüzyıldan itibaren, İran’dan başka medeniyetler ve dinlerle de karşı karşıya geldi. Hint medeniyeti, Musevilik, Hristiyanlık, eski Yunan filozoflarından çevrilen eserlerle gelen fikir cereyanları İslami gelişmeler üzerinde etkili oluyor, her tarafta birçok mezhep ve meslekler çarpışıyordu.

Horasan ve Maveraünnehir X. yüzyıldan başlayarak hilafet merkezine ismen bağlı, yerli ve çok Acemleşmiş Türk sülaleler eline geçtikten sonra İran dili ve edebiyatında yeni bir gelişme ve yükselme başlamış. Türkler bu yüzyıldan itibaren ücretli askerler olarak Abbasilere yardım için akın akın Batıya göç ederken sınır savaşlarını İslam adına kazandıkça "Gazi" olmuşlar, Gazilikle övünen Türkler Anadolu’da Müslüman Türk devletinin otoritesini kurmuş, bütün sınırlarda güvenliğin sağlandığı dirlikli bir devir oluşturmuş. Anadolu’ya gelen Türkler burada eski ve İslam olmayan medeniyetlerin kalıntıları olan halklarla yan yana yaşamaları sonucu aralarında adet ve ananelerde etkileşim meydana gelmiş. Hindistan’a kadar bütün İslam kavimleri ile temasta bulunan Selçuklu hükümdarları, Bizans sarayları ile de temasta bulunmuşlar. Bizans prensesleri ile evlenenler, mesela Alâeddin Keykubat uzun süre Bizans’ta yaşamakla onların adetlerini yakından tanımış. Ancak özellikle yerleşik halk, görülen uzun medrese tahsili sonucu, Arap ve Acem etkisindeki İslam kültürüne bağlanmış olduğu için Hristiyan medeniyetine karşı bir üstünlük hissederek kayıtsızlık göstermiş, böyle bir barış ortamı onların sadece hoşgörüsünü arttırmış.

İslam’ın etkisindeki barış ve hoşgörü ortamı, milletler ve kıtalar arası bir ilim ve sanat hayatı yaratmış ki, Buhara ve Semerkand’da yazılan bir eser, bir yıl sonra İşbiliye’de okunmuş, Gırnata’da ve Kayrevan’da yazılan bir eser, az sonra İran ve Hint medreselerinde tartışılmış. Ancak bu yükselişin ardında bir çöküşün tehlikesi saklıdır, kısa süre içinde medeniyeti iki yandan sarsan akınlar başlayacaktır. Endülüs’te karışıklıklar çıkar, Doğuda Moğol akınları Asya’ya ve bütün İslam dünyasına korku salar, yeni göçler olur, birçok âlim ve sanatkâr tek güvenli yer olarak Anadolu Selçuklu Türkiyesini bulur. Mesela İspanya’dan İslam tasavvuf tarihinin bütün devirlerinin en meşhur ve etkili şahsiyeti olan Muhyiddin İbni Arabî (1165-1240) gelmiş. İbni Arabî Endülüs-Müreysiye’de doğmuş, 38 yaşına kadar orada yaşamış, daha sonra pek çok İslam kültür merkezini dolaşıp Anadolu’ya gelmiş,

V

У4

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

f i

1223’e kadar Anadolu Selçuklu Devletinin merkez Konya’da kaldıktan sonra Eyyubi Şehzadesi Melik Eşrefin daveti üzerine Şam ’a yerleşmiş, ölünceye kadar orada yaşamış. A. Yaşar Ocak’a göre onun bu tercihinde muhtemelen Türkiye’de gayrimüslimlerin sahip olduğu statüye gösterdiği tepki vardır. O, İspanya’da Katolik zulmünü ve dehşetini yaşamış biri olarak, Selçuklu Anadolu’sunda gayrimüslimlere gösterilen rahatlığı kabullenememiştir.3

Bağdat’tan gelen Mecdettin İshak’ın Konya’da doğan oğlu Sadrettin Konevi Muhyiddin Arabî’nin Vahdeti Vücut doktrininin yayıcısı olmuş. Mevlana Celaleddin (1207-1273) ise Belh’ten gelmiş. Belh’de M. VII. yüzyıldan itibaren İslam-Sofi mektepleri gelişmiş, burada bir araya gelen Türk, İran, Arap kültürlerinden İslam vahyinin etkisinde yeni ve bereketli bir medeniyet doğmuştur. Belh’ten Anadolu’ya gelen ilk sofi İbrahim Bin Ethem ’dir (öl. M. 763). O, meliklerden birinin oğlu ve Mevlana Celaleddin’in dedelerinden biridir. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in (öl. Konya 1230) şöhreti Belh sınırlarını aşmıştır. O, ailesi ve bir kısım müritleri ile birlikte hac ibadeti niyetiyle ülkesinden çıktığında Mevlana henüz beş yaşındadır, bir daha geri dönmezler. Mevlana ailesi uzun yolculukta birçok büyük merkeze uğrar, birçok büyük sofi ile tanışırlar. Nişapur’da Ferideddin Attar çocuk Mevlan’da cevher görmüş, ona İlahiname’sini hediye etmiştir. Bağdat’ta Sühreverdiye tarikatının piri Şeyh Sühreverdi ile görüşürler. hac dönüşünde Şam ’a uğrarlar, Mevlana tahsilini Şam ’da tamamlayacak, orada Hint-İran felsefesini, Antik Çağ düşüncesini, Yunan-Roma mitolojisini öğrenecektir. Mevlana Kuran, hadis ve ilahiyat bilimleri tahsil etmesinin yanı sıra zamanının bütün bilgilerini kavramış bir bilgin olarak yetişir. Şam ’dan sonra Malatya, Erzincan ve Kayseri’ye geçer, Larende’ye yerleşirler. Mevlana orada evlenir. Daha sonra Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya geçerler, seyahatleri Konya’da sona erer.4 Bütün bu çevrelerde camiler, kiliseler ve manastırlar günümüzde de olduğu gibi yan yana, iç-içedir. Rivayetlere göre başkent Konya 45-60 bin arasında değişen bir nüfusa sahiptir. Toplam nüfusun onda bir kadarı gayrimüslimdir, Frenkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler. Bunlar Bizans döneminden kalan yerli halk ile muhtemelen Konya’nın başkent olması dolayısıyla büyükşehir

E r d e m

3 1

____

50 2008

3 A. Y aşar Ocak, II. Uluslar Arası Mevlana Kongresi, 5 -6 M ayıs 2003, s.25, Konya 2004.

4 M evlan a’nın hayatı hakkında kaynakların karşılaştırm alı tetkiki son ucu o lu şm u ş en geçerli

kaynak için bak. B. Fürüzanfer, Mevlana Celaleddin, çev. Feridun Nafiz Uzluk, M .E. B. İstanbul 1963

2^50 işgücünün çektiği göçmenlerdir.5 Mevlanaların öğrencileri ve takipçileri arasında sadece orta ve yüksek tabaka Müslüman Türkler değil, Konya civarının Rum halkı da vardır. Hilmi Ziya Ülken’e göre Müslüman ve Hristiyan hekimlerin, kilise, cami ve havraların yan yana çalışmaları, hemen herkesin, özellikle münevverlerin Farsça, Arapça, Yunanca bilmeleri, Bizans ile yakın temaslar, sultan ve vezirlerin bu cereyanı desteklemekte olmaları, Türk devletinin medeniyet alanındaki zaferidir. Bu dönemde Anadolu’da yeni bir Türk kültürünün temelleri atılmıştır.6 Selçuklu sultanları İranlı kâtipler kullandıkları için resmi yazışmalarda Farsça kullanılmış, medreselerde dersler Farsça yapılmış, Mevlanalar derslerini Farsça vermiş, Farsça vaaz etmişlerdir. Mevlana Farsça yanında az da olsa Türkçe, Rumca ve Arapça da yazmış, yani Mevlana’nın Farsça ders vermesi onun Türkçe bilmemesinin veya Türkçeyi tercih etmemesinin sonucu değil, o zamanki eğitim politikasının gereğidir. Karamanlılar ve Eşrefoğulları gibi boy beyleri medrese tahsili görmemiş oldukları ve Farsça bilmedikleri için Türkistan’dan gelen kâtipleri kullanmış, resmi yazışmaları Türkçe yapmış, Selçuklunun Farsça uygulamasına karşı çıkmışlar, ancak bu zaman almıştır. Mevlana’nın ardından gelen Yunus Emre en güzel Türkçe şiirleri söyleyebilmiş, böylece Anadolu bu defa Türkçede bir deha daha yetiştirmiştir. Mevlana, işte böyle bir ortamın imkânları ve imkânsızlıkları ile yetişip olgunlaşmış, şiiri de, musikisi de, seması da burada oluşmuş. Nezihe Araz diyor ki, XIII. yüzyıl Anadolu’sunda yaşanan olumlu ve olumsuz şartların Mevlana gibi bir dâhinin kişiliğinde bir manevi patlama meydana getirmesi doğaldı. Acılarla dolu bir çaresizlik noktasına, bir hayat-memat anına gelinmişti. Yeni bir atılım, yeni sloganlar gerekiyordu. Anadolu’ya akıp gelen insanların beraberlerinde getirdikleri uygarlıkların özleri ve akıp gelirken geçtikleri her ülkeden, yaşadıkları her olaydan kazanımları ile zenginleştirdikleri birikimleri yeni vatan Anadolu’ya yeni tohumlar, yeni mayalar, yeni besinler gibi gelmiştir.7

Mevlana’nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled onun çalışmalarını devam ettirmiş, adının ebediyen yaşatılacağı Mevlevilik teşkilatını kurmuş. Mevlevihaneler, medreselerin yanı sıra her yanda kurulup yaygınlaşmış, Mevlevilik bir devlet müessesesi gibi muamele görmüş. Osmanlı

5 E m in e Y eniterzi, "M evlana’nın G ayrim üslim lerle Diyalogu", III. Uluslar Arası Mevlana Kongresi

içinde, s. 161-167, Konya 2004.

6 H. Ziya Ülken, Mevlana ve Yetiştiği Ortam, Mevlana'nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası

Mevlana Semineri, s. 2 6 6 -2 5 8 , 1973 Ankara

7 Nezihe Araz, "M evlana’da Her Şey İnsan İçin", 5. Milli Mevlana Kongresi, s. 41, 3 - 4 Mayıs 1991

V

У4

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

f i

döneminde de Mevlana, bu cihan devletinin yayıldığı her alanda Mevlevi dergâhları yolu ile tanınmaya devam etmiş, bir dünya mürşidi olmuş. Böylece geniş İmparatorluk toprakları üzerinde, farklı dil, ırk, kültür, din ve düşünce çevrelerinde Türk-İslam kültür ve düşüncesinin etkili olmasını sağlamış. XIX. yüzyılda, kendisi de bir Mevlevi olan Sultan 3. Selim ’den itibaren Mevlevilere ve Mevlevihanelere yardım artmış, 1826’da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra Bektaşilikten boşalan ortamı da Mevlevilik doldurmuş, etki katlanmıştır.

M ev lan a ’nın M ü slü m an H alklar Üzerindeki Etkisi

Mevlana’nın şahsındaki bu kültür patlaması şüphesiz öncelikle Müslüman, özellikle de Farsça konuşan ülkeleri etkilemiştir. İran edebiyatının en büyük şairlerinden olarak kabul edilen sofi ve dil bilgini Molla Cami (1414-1492) Mevlana’nın yolundan yürümüş, eserlerinde din, tasavvuf ve sevgi konularını işlemiş. Cami Mevlana’nın Mesnevi’sinden ilk iki beyti 433 sayfalık bir metin içinde şerh etmiş (Bu metin 1934’de Tahran’da basılmış). Cami Mevlana tesirinde yazdığı "Yedi Mesnevi"sinin kapağına şu beyitleri yazmış:

"K im ki s a b a h a k ş a m M e s n e v i o k u rs a , C e h e n n e m a t e ş i o n d a n uzak, o n a h a ra m o lu r . M e v la n a ’n ın M e s n e v is i P e h le v i d ilin d e y a z ılm ış K u ram d ır. M a n e v i c ih a n ın s u lt a n ı o la n M e v la n a ’n ın b ü y ü k lü ğ ü n e M e s n e v i d e lild ir . B e n o z a tın v a s fı iç in n e s ö y le y e b ilir im , O p e y g a m b e r d e ğ ild ir a m a k ita b ı v a r d ır."8

Mevlana’nın Mesnevi 'sinin ilk kopyaları ölümünden sonraki üç dört yıl içinde ilk olarak Hindistan ve Pakistan’da yapılmış, Mevlana ve Mesnevi kısa sürede tüm Hint Yarımadasındaki bilgin kişilerce tanınmış.9 Böylece onlar asırlar boyunca Mesnevi’yi mütalaa etmiş, çok sayıda şerhler, mensur ve manzum tercümeler yapmış, ondan ilham alarak yeni eserler meydana getirmişler. Mevlana’nın dinamizmini en orijinal şekilde Pakistan’ın milli şairi ve düşünürü çağın Mevlana’sı (Rumi-i Asır) sayılan İkbal (1876-1938) ortaya çıkarmış. İkbal de Mevlana gibi İslam âleminin buhranlı dönemini yaşamış. Pakistan Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı yapmış olan Yakub Mughu şöyle yazıyor:

"M e v la n a z a m a n ın d a b ü t ü n B a t ı A sy a M o ğ o lla r ın id a r e s i a ltın d a y d ı, b ö y le b ir o r t a m d a s o r u n la r a ç ö z ü m b u l a b ile c e k ü s t ü n y e te n e k li b ir r e fo r m c u y a ş i d d e t l e ih tiy a ç v a rd ı, R u m i b u g ö r e v i b a ş a r ı ile y e r in e E r d e m 3 3 50 2008

8 M eh m et Önder, "M olla C am i’de M evlana Hayranlığı", 6. Milli Mevlana Kongresi içinde s. 75, 2 4 -2 5 M ayıs 1992 Konya.

9 N. A. B aloch , "M esnevi’nin Hint Y arım adasın da Kaydettiği G elişm eler- M evlana ve Y aşam a Sevinci-" Uluslar Arası Üçüncü Mevlana Semineri- içinde, s. 2 7 9 -2 9 9 , haz. Fevzi Halıcı, 1978 Konya

50

2008 g e tir d i. M e v la n a ’n ın h a y a tın d a k i d ö n ü m n o k ta s ı m is tis iz m in ü s ta d ı

Ş e m s - i T e b riz i ile k a r ş ıla ş m a s ıd ır , T e b r iz i’n in R u m i ü z e rin d e k i e t k is i ç o k k u v v e tlid ir. İk b a l’in d u ru m u d a a y n ıd ır, o d a A lt K ıta M ü s lü m a n la r ın ın İn g iliz h ü k ü m d a rlığ ı a lt ın d a b u lu n d u ğ u s ır a d a y a ş a m ış tır . O s ır a d a M ü s lü m a n la r s o s y a l a ç ıd a n ifla s e t m i ş d u ru m d a d ır, g ö r ü ş ü k u v v etli, İ s la m iy e t’in r u h s a l ö g e le r in i k a v ra y a b ile n , B a t ı k ü ltü r ü n e v a k ıf b ir d e h a y a ih tiy a ç v a rd ı, İk b al b ü t ü n b u v a s ıf la r a s a h ip tir v e b u g ö re v i b a ş a r ı ile y e r in e g e tir d i. İk b al v e R u m i h e r ik isi d e İ s la m iy e t’e z a ra r v e r m e d e n d ü ş m a n g ü ç le r in in a t e ş in d e n g e ç m e s in i b ilm iş le r d ir . B u g ü ç lü k le r d e n k u rtu lm a k iç in ik is in in d e ö n e r d iğ i ç a r e , K u r a n 'a d ö n ü ş , m is tis iz m v e s e z g i y o lu ile b u y e n i g ü ç le r d e k i d e ğ e r le r in İ s la m iy e t’in ru h s a l g ü c ü ile u y u m s a ğ la m a s ın ı t e m in e d e b il m e k t i." 10

Yüksek tahsilini İngiltere’de doktorasını "Metafiziğin İran’da Gelişmesi" adlı tezi ile Almanya’da yapan İkbal, Mevlana’nın Mesnevideki "Eğer eşsiz bir başarı husule getirirsen, bu günah bile olsa sevap olur, boşuna gayret hiç gayret etmemekten evladır" beytinde kendisine hitap etmiş olduğuna inanmış. İkbal’e göre Mevlana dinamik aşkın önderidir, ona göre ilim insanı faaliyete götürmelidir. O, Dante’nin İlahi Komedi adlı eserine benzer şekilde yazdığı Cavidname adlı eserinde Mevlana’nın rehberliğinde çıktığı semavi bir yolculuğu anlatmış, mazinin büyük simalarına felsefi konuşmalar yaptırmış. Rum i’ye insanlık için kurtuluş yolunun Doğu ve Batı kültürünün sentezinden geçtiğini söyletmiş. Çünkü ona göre Doğu ruhsal olanı ön plana alıp maddeciliği ihmal etmiş, Batı ise maddecilikle fazla haşır neşir olduğundan ruhsal olanı arka plana atmıştır. İkbal daha sonra Cemaleddin Afgani ve Sait Halim Paşayı konuşturup onlara dayanarak şu mesajı vermiş: Batıda akıl yaşamın kaynağıdır, Doğu'da yaşamın temeli sevgidir; sevgi ile birleşen akıl gerçekle tanışır, aklı sevgi ile birleştirerek uyan ve yeni bir evrenin temelini kur! Yirminci yüzyılın şarkiyatçılarından Arberry de Rumi ve İkbal’e hayranlığını dile getirir ve İkbal’in fikrine katılarak der ki, "Rumi 700 yıl önce dünyayı büyük bir kargaşadan kurtarmıştı, bugün Avrupa’yı kurtaracak tek şey onun eserleridir. İkbal Rum i’nin hakiki bir mürididir, Avrupalılar onun çalışmalarından yarar görebilirler".11 İkbal Rum i’yi Hint-Pakistan Müslümanlarına tanıtıp sevdirmekte en büyük rolü oynamış, bütün eserlerinde Mevlana’ya bağlılığını ve hayranlığını görmek mümkün. İlk büyük manzum kitabı "Esrar-ı Hodi"yi (Egonun Sırları) Mevlana’nın manada kendisine tavsiyesi üzerine yazdığını

10 Yakub Mughu, "M evlana ve İkbal, M evlana ve Y aşam a Sevinci", Uluslar Arası Üçüncü Mevlana

Semineri içinde, s. 2 3 7 -2 4 3 , haz. Fevzi H alıcı, 1978 Konya.

V

У4

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi

f i

söyler. İkbal, Goethe’nin(1749-1832) "Doğu-Batı Divanı"na cevap verdiği "Peyam-ı Maşrık"ta da Goethe ile Mevlana’yı birbirine çok yakın gördüğünü yazmış, bu yakınlığı işleyerek İslam’ın evrensel geçerliğini savunmuş. İkbal şiirlerinde, bedenin ölümü ile insanın ferdi gelişmesinin sona ermeyeceğini telkin etmiş, ona göre insan faal olmalı, faaliyetini sürdürmeli, kişiliğini geliştirmelidir.

Hasan Özönder, Mevleviliğin Türk kültür tarihinde büyük görevler yaptığını, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin başta gelen tasavvuf müesseselerinden olmuş, İslam dünyasının her yerinde kitleleri sikkesi altında toplamıştır, diye yazmıştır, Kahire’de ve Kıbrıs’taki mevlevihaneler tebliğinde.12 Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş toprakları üzerinde açılan yüze yakın temsilcilik, bütün coğrafya ve kültür farklılıklarına rağmen büyük bir toleransla insanları toplamış, Türk kültürünün etkili olmasını sağlamıştır. Mevlevilik, bağlılarına sağladığı ruh terbiyesi ve arınmanın yanı sıra onlara çeşitli sanat dallarında yetişme imkânı da sağlamıştır. Birçok edip, şair,

Belgede Atatürk Kültür Merkezi (sayfa 36-60)