• Sonuç bulunamadı

Atatürk Kültür Merkezi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk Kültür Merkezi"

Copied!
254
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Erdemi

A t a t ü r k K ü l t ü r M e r k e z i De r g i s i

Sayı

50

2 0 0 8

J o u r n a l o f A t a t ü r k C u l t u r e C e n t e r I s s u e

50

2 0 0 8

D o ğ u m u n u n

8 0 0 . Y ı l ı n d a

Mevlâna

Özel Sayısı

Nisan, Ağustos ve Aralık Aylarında Yayımlanan Uluslararası Hakemli Dergi International Peer Reviewed (ournal Published in April, August and December

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH ATATÜRK SUPREME COUNCIL

YÜKSEK KURUMU FOR CULTURE, LANGUAGE AND HISTORY

(3)
(4)

Yıl / Year: 2008 Sayı / Issue: 50 Atatürk Kültür M erkezi Dergisi

■Erdem

Kurucusu / Founder Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993) Sahibi / Owner on behalf of Atatürk Atatürk Kültür Merkezi

Culture Center adına Başkan

Prof. Dr. Osman Horata

Editörler / Editors Doç. Dr. Recep Boztemur (ODTÜ) Dr. Alev Kâhya-Birgül (AKM Uzmanı) Uzm. Alim Yanık (AKM Uzmanı) Yazı İşleri Müdürü / Journal İmran Baba

Administrator

Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Hakkı Acun (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ) Prof. Dr. Nihat Boydaş (Gazi Ü) Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Ü)

Prof. Dr. Melek Dosay-Gökdoğan (Ankara Ü) Prof. Dr. Önder Göçgün (Pamukkale Ü) Yrd. Doç. Dr. Nevin Ünal-Özkorkut (Ankara Ü) Hakem Kurulu / Referees Board Prof. Dr. Namık Açıkgöz (Muğla Ü)

Prof. Dr. İsmail Hakkı Aksoyak (Gazi Ü) Prof. Dr. Şerif Aktaş (Gazi Ü)

Doç. Dr. Yaşar Aydemir (Gazi Ü) Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ) Dr. Müjgan Cunbur

Doç. Dr. M enderes Coşkun (S. Demirel Ü) Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Ü) Prof. Dr. Beylü Dikeçligil (Erciyes Ü) Prof. Dr. Cem Dilçin (Ankara Ü) Prof. Dr. Kenan Gürsoy (Galatasaray Ü) Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (Başkent Ü) Prof. Dr. Osman H orata (Hacettepe Ü) Prof. Dr. Esin Kâhya (Ankara Ü)

Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu (Kırıkkale Ü) Doç. Dr. Ahmet Kartal (Kırıkkale Ü)

(5)

Yönetim Yeri / Managing Office

Telefonlar / Telephones

elmek web / web Abone İşleri / Subscription

Posta Çek Numarası ISSN Kapak Tasarımı / Cover Design

Sayfa Tasarımı / Page Design

Baskı Yeri ve Tarihi / Press House and Date

Dr. Jeannette S. Okur (TOBB ETÜ)

Doç. Dr. Fatma Sabiha Kutlar Oğuz (Hacettepe Ü) Prof. Dr. Cihan Okuyucu (Fatih Ü)

Prof. Dr. Naci Okcu (Atatürk Ü) Yrd. Doç. Dr. Kayahan Özgül (Gazi Ü) Doç. Dr. Derya Örs (Ankara Ü) Prof. Dr. Mürsel Öztürk (Ankara Ü) Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tatçı (Gazi Ü) Prof. Dr. Emine Yeniterzi (Selçuk Ü) Prof. Dr. Berin D. Yurdadoğ (Ankara Ü)

Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, 133 06570 Maltepe - Ankara, TURKEY Santral: +90 312. 232 22 57 - 231 23 48 Yazı İşleri / Editorial: +90 312. 232 43 21 erdemdergisi@gmail.com www.akmb.gov.tr Vedat Demirbaş +90 312. 232 39 13 Belgegeçer (Faks): +90 312. 232 43 21 212938 1010-867-X Grafiker Ltd. Şti. Grafiker Ltd. Şti. +90 312. 284 16 39 Pbx Grafiker Ofset

Kazım Karabekir Caddesi Ali Kapakçı İşhanı 85/3

İskitler-ANKARA / +90 312. 384 00 18 Ankara, Nisan 2008 / Ankara, April 2008

Not: M ak e le le rd e k i g ö rü şle rin so ru m lu lu ğ u y azarın a a ittir. Y azıların yayın hakkı m erk ezim ize d e v re d ilm iş sayılır. B u d evir s a n a l o rta m d a y ay ım lan m ay ı da kapsar.

(6)

İÇİNDEKİLER / CONTENTS

Osman H orata M ehm et N ecm ettin

B ard akçı S elm a B aş Beyza Bilgin Bilal Çakıcı M ustafa Erdoğan C afer G arip er / Yasem in Küçükcoşkun Z eh ra Göre Hüseyin Güllüce Osman H orata Sunuş ix-x

Mevlana’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve

Kâmil İnsan Olma 1-14

The Substance and Maturity of Human Beings according to Mevlana Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı:

Can Ateşinde Kanatlar (Mevlâna) 15-26

Time to be lost in the Sea of Unity: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlana)

Mevlana ve Dünya Kültürüne Etkisi 27-50 The Effects of Turkish on the

World Culture Mevlana

Mehmed Şakir’in Manzum Mesnevi Tercümesi 51-58 Mehmed Şakir’s Verse Translation of

Mesnevi and Mevlana

Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlana

Adlı Eserine Göre Mevlana’nın Özellikleri 59-82 Lütfî Mehmed Dede and the Characteristics of

Mevlana according to his Hilye-i Mevlana Nâzım Hikmet’in Sanat Evreninde

Bilinç Parçalanması ve Mevlana Karmaşası 83-110 The Disintegration of Mind and Complexities

of Mevlana in Nâzım Hikmet’s Art Universe Lutfî Muhammed Efendi'nin

"Hilye-i Hazret-i Mevlana’’sı 111-128 Lutfi Muhammed Efendi’s “Hilye-i Hazret-i Mevlana" Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve

Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması 129-160 The Method of Symbolic Expression in Masnevi, and

Explaination of the Verses of the Quran with Stories and Symbolic Expressions

Mevlanâ Celaleddin Rumi and

(7)

Neslihan Koç-Keskin

Ali Yıldırım

Tâhirü'l-Mevlevî'nin Hilye'sine Göre Mevlana 197-222 Mevlana according to Tâhirul-Mevlevi’s Hilye

Mevlana'nın Vahdet Anlayışı ve

Paradoksal Söylemi 223-232

Mevlana’s interpretation of Unicity and his Paradoxical Discourse

Atatürk Kültür Merkezi'nden Haberler 233-241

Düzeltme ve Özür 242

(8)

Sunuş

07 yılının U N E S C O tarafından M evlana Y ılı olarak ilan edilmesi sebebiyle, gerek ülkemizde gerekse yurt dışında bu büyük Tü rk düşünürünü anlam aya ve anlatm aya dönük çok sayıda etkinlik gerçekleştirildi. K urum olarak bizler de, T O B B Ekonom i ve Teknoloji Üniversitesi nde, değerli bilim adam ları ve sanatçılarım ızın katılım ıyla bir anma toplantısı gerçekleştirdik. A y rıc a yılın başında Erdem in bir sayısını da M evlana ya ayırm ayı kararlaştırdık. Bilim adamlarımız, değerli katkılarını esirgemediler ve bizler de Doğumunun 800. Yılında M evlana adlı bu özel sayıyla sizleri buluşturduk.

K ü ltü r, bir toplumun hayat tarzı olarak tanım lanm akla birlikte; daha çok bir topluluğun tarihî geçmişi yani tarihî tekâmülü konusunda sahip olduğu bilinç olarak ifade edilir. K işin in ve toplulukların kimliğini, onların geçmişi hakkında sahip olduğu bilinç oluşturur. M evlana da, Tü rk tarihinde silinmeyen izler bırakan, Türk kültürünün evrensel sim alarından biridir.

M evlana ve onun düşünceleri üzerine bina edilen M evleviliğin tarihi, O rta A s y a dan A nadolu ya gelerek, üç kıtaya yayılan bir imparatorluk kuran Türklerin tarihiyle bir paralellik arz eder. Bugün A fganistan sınırları içinde kalan, devrin önemli kültür merkezlerinden Belh te 30 E y lü l 1207 de doğan M evlana da, küçük yaşlarda A nadolu ya gelerek K o n y a ya yerleşmiş ve ileride Osm anlı coğrafyasını bütünüyle kuşatacak M evleviliğin temellerini atm ıştır. Osm anlının kuruluş döneminde fazla dikkati çekmeyen M evlevilik, X V . asırdan itibaren devlet adam larından gördüğü yakın ilgi ve himaye ile önemli bir güç hâline gelmiş ve imparatorluğun genişlediği her yere ulaşarak ismi âdeta O sm anlılarla özdeşleşmiştir. M evlevilik, siyasi ve sosyal yapıdaki değişime paralel olarak, O sm anlılarla birlikte güç kaybetmeye başlamış ve imparatorluğun yıkılışından bir süre sonra da tarih sahnesinden çekilmiştir. F a k a t onun öğretisi, zaman ve zeminle sınırlı değil, her devir için geçerli, evrensel, insani mesajları içermektedir. Bu sebeple, onun okyanusa benzettiği engin deryasından saçılan dam lalar susayan gönülleri kandırm aya devam etmektedir.

(9)

tamamlamış bir insandır.

Tasavvufî düşünce sistemlerinin hepsinde ortak olan kâm il insan kavramı, modern psikoloji literatürüne 1950 lerde bireyin kendini gerçekleştirmesi / kendi gelişimine katkıda bulunması (self actualization) ; aşkın tecrübe yaşam ak şeklinde girebilmiştir. F a k a t bu psikologlar, bunun nasıl gerçekleştirileceği sorusunun cevabını boşlukta bırakırken, M evlana vb. düşünürler bu konuları asırlarca eserlerinde işlemişlerdir.

Birçok kurum gibi, çağının oldukça ilerisinde bir anlayışı temsil eden M evlevilik de, değişen koşullar karşısında misyonunu kaybetmiş mistik bir kuruluş hâline gelmiştir. F a k a t bu, M evlana ve M evleviliğin sadece folklorik bir öğe olarak görülmesi, her devirde geçerliliğini koruyacak çağdaş ve evrensel boyutları olmadığı anlam ına da gelmemektedir. B u sebeple günümüz insanlığının muhakkak ki M evlana dan alacağı çok dersler vardır. M evlana toplantılarının tüm dünyada yoğun ilgi görmesinin de bunun bir göstergesi olduğuna inanıyor; bu özel sayının da, M evlana nın her devirde geçerliliğini koruyan, evrensel, eskimeyen yönleriyle yeni köprüler kurulmasına vesile olması dileğiyle, dergimize makaleleriyle katkıda bulunan değerli bilim adam larına teşekkür ederim.

Prof. D r . Osm an H O R A T A A tatü rk K ü ltü r Merkezi Başkanı

(10)

Mevlâna'ya Göre İnsanın Mahiyeti ve

Kâmil İnsan Olma

M ehm et N ecm ettin BARDAKÇI*

ÖZ

M e v lâ n a , e n m ü k e m m e l v a rlık o la r a k y a r a tıla n in s a n a b ü y ü k d e ğ e r v e r m iş tir . K e n d i ö z ü n ü n fa r k ın a v a r ıp a s lın ı id râ k e d e n in s a n , y ü c e A lla h 'ın h u z u r u n d a sa y g ıy la e ğ ilir v e b a ş k a la r ın ın e k s ik le r in i g ö r ü p k u s u r la r ıy la u ğ ra ş m a z . M e v lâ n a , b ilg e lik , s e v g i v e h o ş g ö r ü g ib i a h lâ k î iy ilik leri ş a h s ı n d a to p la y a n in s a n - ı k â m ili n e y ile s e m b o liz e e d e r .

A n a h ta r K elim eler: M e v lâ n a , in s a n , se v g i, h o ş g ö r ü , in s a n - ı k â m il. ABSTRACT

The Substance and Maturity of Human Beings according to Mevlana M e v la n a a p p r e c ia t e s t h e e x i s t e n c e o f h u m a n b e in g a s t h e m o s t p e r fe c t c r e a t u r e . B y r e a liz in g h is o w n s e lf a n d u n d e r s t a n d in g its g e n e s is , t h e h u m a n b e in g s r e s p e c t t o G o d , a n d d o n o t d e a l w ith t h e e r r o r s a n d w r o n g d o in g s o f t h e o t h e r s . M e v la n a s y m b o liz e s in san -ı k âm il ( t h e m a tu r e h u m a n ) c h a r a c t e r iz e d b y w is d o m , lo v e a n d t o le r a n c e w ith r e e d flu te . K ey W ords: M e v la n a , h u m a n b e in g , lo v e , t o le r a n c e , in s a n - ı k a m il Giriş

V

arlık âleminin yaratılış sebebi olan insan1, ilahi bir cevhere sahip olması yönüyle gaye varlıktır. Bir taraftan fizik diğer taraftan metafizik âlemin unsurlarını kendisinde barındırdığı için eşref-i mahlûkât olarak isimlendirilmiştir. Onun bu ikili yönü kendisini diğer varlıkların üzerine çıkardığından Allah’ın halifesi olarak görevlendirilmiştir.

* Doç Dr., SDÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, ISPARTA, e-p osta: bard akci@ ilah iyat.sdu .ed u.tr

1 Sözlükte "e-n -s" kök fiilinden tü retilen "ins" ve "insan" kelim esi, insanlık nevine ait bir ş a ­

hıs, kabile, grup, insan topluluğu, bir şeyin ortaya çıkm ası, vahşiliğin zıddı olan m edenîlik, yakınlık, sevim li olm ak, alışm ak, göz beb eğ i, siyah nokta, parm ak ucu, düşünm ek ve işitm ek an lam ların a gelir. Bu m analardan çıkan so n u ca göre insan, vahşiliği terk ed en , m ed e n î olan, yakınlık duyduğu şey lere alışab ile n bir varlıktır. el-C evherî, es-Sıhah, (I-VI), Kahire 1982, III, 904-906; Rağıb el-Isfahân î, Müfredâtü Elfâzı'l-Kur'an, tahkik: Safvân Adnân Dâvûdî, Beyrut- Dım aşk 1997,94; İbn Fâris, Mucemu M akâyısı'l-Luğa, I, 145; İbn Manzûr, L is a n u lA r a b , I, 147-150; M uham m ed Ali et-T ehânevî, Keşşâfu Istılahâtı'l-Fünûn, (I-II), Editör: Refik el-A cem , Beyrut 1996, I, 277-280.

(11)

2о50 İslâm düşüncesinde insanla ilgili ilk bilgiler Kur'an'da görülür. İnsanın daha çok ruh yönüne dikkat çeken Kur’an onu, bir taraftan "zayıf olarak yaratılmış"2, "nankör"3, "aceleci"4, "çok cimri"5, "tartışmaya çok düşkün"6, "çok zalim, çok cahil"7 ve "hırslı"8; diğer taraftan "Rabbine doğru çabalayıp duran"9, "üstün ve onurlu"10, "ilim ve hikmet verilen"11 ve "en güzel biçimde yaratılan"12 olarak nitelendirmektedir.

Bu ve benzeri ayetlerin ışığında bir insan anlayışı geliştiren Mevlâna, tasavvufî düşüncesinde "Kendini bilen Rabbini bilir" sözünden hareketle, insana ve insanlığa büyük önem vermiştir. Yaratılış bakımından kendini bilen erdemli insanların, ilim-amel bütünlüğü içinde olgunlaşıp kâmil insan olmalarının yollarını göstermiştir.

1. Kendini Bilen İnsan

Tasavvufî düşüncede insanı tanıyıp sırlarını keşfetmek Hakk’a vuslatın ön şartı kabul edilir.13 Bu düşünce, Mesnevî ikliminden beslenen Şeyh Gâlib (ö.1214/1799)’in bir beytinde şöyle dile getirilir:

H o ş c a b a k z â tın a k im z ü b d e -i â le m s in s e n M e r d ü m -i d îd e -i ek v â n o la n  d e m s in s e n 14

Ulaştığı bilgiyle kendini tanıyan ve ötekilerin de kendinin aynası olduğunu fark eden insan, yaratılış gayesine uygun davranış sergiler. Kendisiyle birlikte ötekinin de hak, hukuk ve nimet paylaşımı konularındaki eşitliğini kabul eder. Âlemdeki her şeyin Allah’ın irâdesi, kudreti ve bilgisi çerçevesinde cereyan ettiği şuuruyla Allah katında en üstün ve değerli insanın kendisi için istediğini başkası için de isteyen kimse olduğu bilinciyle hareket eder.

2 N isa su resi, 4/28.

3 İbrahim Su resi, 14/34; İsrâ su resi, 17/67; Hac su resi, 22/16; Şû râ suresi, 42/48; Zuhruf suresi, 43/15; Âdiyat suresi, 100/6. 4 İsrâ suresi, 17/11. 5 İsrâ suresi, 17/100. 6 Kehf su resi, 18/54. 7 Ahzâb suresi, 33/72. 8 M eâric suresi, 70/19. 9 İnşikâk suresi, 84/6. 10 İsrâ su resi 17/70. 11 N isa su resi 4/113. 12 Tîn suresi, 95/4.

13 O sm an Türer, "Tasavvufî D üşünced e İnsan", Tasavvuf, Yıl: 2, Sayı:5, Ocak 2001 Ankara, 9-15. 14 Naci Okçu, Şeyh Gâlib (Hayatı, Edebî Kişilği, Eserleri, Şiirlerinin Umumi Tahlili ve Divanının Tenkitli

(12)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma f i

V

Hz. Âdem (as)’den beri dünyamıza milyarlarca insan, binlerce kabile ve millet gelmiştir. Bunlardan bir kısmı ilim ve irfan sahibi olmuş, çoğunluğu ise cehaletin karanlıklarında kaybolmuştur. Çalışıp gayret ederek bilgi ve hikmeti elde eden insan, yeni medeniyetler kurmuştur. Bunu gerçekleştirirken gönlünü ve idrâkini ihmal etmemiştir. Çünkü insanın iç dünyasını besleyen ve ilimden daha özel bir anlam içeren mârifet, düşünüp tefekkür etmek, bir şeyi olduğu gibi, eşyayı hakikati üzere idrâk etmektir.15 Bu bakımdan insanın kendi hakikatini bilip idrâk etmesi, Allah’ın melekûtunu ve güzel muâmelesini bilmesi olan irfân ve mârifetullah sahibi olmak, tarih boyunca insan için önemli bir gaye olmuştur.16

İnsanın kendini bilmesinden daha güzel bir erdem olmadığı bilincinde olan Mevlâna, dış görünüşe göre hüküm veren filozofların insanı küçük âlem ve hakîm-i ilâhi şeklinde isimlendirdiğini, sûfîlerin ise insanı büyük âlem olarak gördüklerini belirtir. Bu bakımdan onun görünüşünden çok içyüzüne bakmanın gerekliliğini vurgular:

E y in s a n , s e n g ö r ü n ü ş t e m a d d î v a r lığ ın la "k ü ç ü k b ir â le m " s in . F a k a t m â n e n , g e r ç e k v a r lığ ın la , "b ü y ü k b ir â le m " s in . G ö r ü n ü ş te b ir a ğ a c ın d a lı, m e y v e n in a s lı, te m e lid ir . Ç ü n k ü y e m iş d a ld a b u lu n u r . F a k a t h a k ik a tte , o d a l, o m e y v e iç in v a r o lm u ş tu r . M e y v e e l d e e t m e ğ e b ir m e y li v e ü m id i o lm a s a y d ı, b a h ç ıv a n h iç a ğ a ç d ik e r m iy d i? Ö y le is e g ö r ü n ü ş t e m e y v e , a ğ a ç t a n m e y d a n a g e liy o r d a , h a k ik a tte o a ğ a ç m e y v e ç e k ir d e ğ in d e n d o ğ m u ş tu r .17

İnsanın kendi değerinin farkına varmasına büyük önem veren Mevlâna, Bağdatlı bir mirasyedinin rüyasında Mısır’da büyük bir hazine görüp onun peşine düşmesini ve Mısır’da yaşadığı olayların ardından asıl hazinenin kendi içinde gizli olduğunu öğrenişini anlattığı bir hikâyede, insanın kendinin farkına varması üzerinde durur. Allah’ın insana verdiği nimetlerin değişik şekillerde tecellî ettiğini vurgulayarak, zehiri panzehirle, nûru ateşle gizlediğini ifade eder. Bu sebeple Allah’ın lutfunu da kahrını da hoş görüp gönülden kabul ederek insanlara tevâzû ile yaklaşmak gerekir.18

Kendi aslî cevherinin farkına varan insan, Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğilip onu sevecektir. Bu, bazen bir öğütle, bazen bir şiirle, bazen de bir resimle gerçekleşebilir. Nitekim bu anlayış, Konya’da yaşayan Aynüddevle

Erdem

50 2008 3

15 Râğıb el-Isfah ân î, 561; Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbu't-Ta'rîfât, Kahire 1991, 249. 16 Râğıb el-Isfah ân î, 561.

17 M evlâna, Mesnevî, çeviren: Şefik Can, İstan bu l 1995, c. IV, 521-524. 18 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 4206-4 3 6 0 .

(13)

200850 isimli gayr-i Müslim bir ressamın Mevlâna vasıtasıyla insanlığının farkına

varmasını sağlamıştır. İstanbul’da sergilenen Hz. İsa ve Meryem’e ait muhteşem iki resme hayran olan Aynüddevle, bu resimleri gizlice yerinden alıp Konya’ya getirir. Mevlâna ile dostluğu olan Aynüddevle, bir gün çarşıda onunla karşılaştığında, Mevlâna onun hal ve hatırını sorar. Aynüddevle başından geçenleri anlatınca Mevlâna resimleri görmek istediğini söyler ve o da hemen onları getirir. Bir süre resimlere bakan Mevlâna şöyle der:

-B u iki re s im ; A y n ü d d e v le ’n in b iz e o la n s e v g is i s a m im i d e ğ ild ir, o y a la n c ı b ir â ş ık tır , d iy o rla r.

Aynüddevle, bu nasıl olur? Diye sorunca Mevlâna:

- S e n y e r d e v e g ö k te s e r g ile n m e k te o la n b u k a d a r c a n lı r e s m in r e s s a m ın ı n b ir e s e r is in . S e n in y a r a tıc ın ı b ıra k ıp c a n s ız v e m a n a s ız b ir r e s m e â ş ık o lm a n d o ğ ru m u d u r?

Diyerek onun resimle ressam arasındaki farkı görmesini sağlamış, Aynüddevle de tevbe edip İslâmiyet’le şereflenmiştir.19

İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve davranışlarına olumlu etki edeceğini belirten Mevlâna, kendini tanımayanların başkalarının kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgular. Ona göre eğer halk kendi kusur ve ayıplarını görseydi, diğer insanlarla ilgilenecek vakit bulamazdı.20

Tasavvufî makâm ve hâlleri aşıp kesrette vahdeti müşâhede eden Mevlâna, kin, nefret, kibir, gurur, benlik ve şöhret gibi kötü huy ve kaygılardan uzak bir insan-ı kâmil olarak faklı mezhep ve dinleri vahdet denizinin dalgaları olarak değerlendirip Sünnî-Alevî, Müslim-gayri Müslim herkese tevâzû ve hoşgörüyle yaklaşmıştır. İnsanların yaptığı aşırılıkları müsamaha ile karşılamış, onları incitmeden mütevâzı davranarak gönüllerini kazanmıştır.21 O bu tarz hareket etmeyi insanların atasının bir olduğunu ve hiç kimsenin ötekine takvâ dışında bir üstünlüğünün olmadığını vurgulayan şu Kur'an mesajından almıştır:

E y in s a n la r! B iz sizi b ir erk e k le b ir k a d ın d a n y arattık . Sizi b irb irin izi ta n ıy a s ın ız d iy e k a v im le r v e k a b ile le r h a lin e g etird ik . K u şk u su z A llah k a tın d a e n ü s tü n o la n ın ız , d e rin b ir so ru m lu lu k b ilin c iy le O ’n a k arşı say g ı d u y an ın ızd ır. A llah h e r şey i b ilir v e h e r ş e y d e n h a b e rd a rd ır .22

19 A hm ed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri (Menâkıbu'l-ârifin), çeviren: T ahsin Yazıcı 3. baskı İstanbul 1995, II, 124-125.

20 M evlâna, Mesnevî, II, 8 81-882.

21 Şefik Can, Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti ve Fikirleri, İstanbul 1995, 100. 22 H ucurât su resi 49/13.

(14)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

f i

V

Allah’ın âlemdeki aynası olan insanı manevî emanetin taşıyıcısı olarak gören Mevlâna, din ayrımı yapmaksızın herkese saygı göstermiştir. Öteki dinlerin mensuplarına saygı göstermesi, bütün dinleri İslâmiyet ile aynı ve bir gördüğü anlamına gelmemektedir. Öteki dinlerin varlığını kabul etmekle birlikte, onlara inananların da insan oldukları düşüncesinden hareketle farklı din mensuplarını da sevip saymaktadır. Dinlerin hakikati bir olsa da ibadet şekillerinde ve geleneklerinde farklılıklar vardır. Önemli olan bu farklılıkları idrâk ederek onlarla tanışıp İslâmiyet’in güzelliklerini tevâzû ve nezâketini sunabilmektir. Bunu da vuslata erip Allah’ı görüyormuş gibi davranış sergileyen insan-ı kâmil yapabilir.

2. Kâmil İnsan

İslâm tasavvufunda "insan-ı kâmil" olarak idealleştirilen insana büyük değer verilmiştir. Sûfîlere göre insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının son sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk örneğidir. Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve Allah’ın yer yüzündeki halifesidir. Âlemin özü ve aynasıdır. Hem Allah’ın hem de âlemin, hem rububiyetin hem de ubudiyetin özelliklerini taşıdığı için Allah ile âlem arasında bir berzahtır.

İnsan-ı kâmil anlayışının bir tezahürü olan Hakikat-i Muhammediyye veya Nûr-ı Muhammedî terimi, III/IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Vahdet-i vücûd düşüncesiyle yakından alâkalı olan bu terim, bir nur, bir hakikat veya bir öz olup Hz. Muhammed (sav)’in mânevî şahsiyetinde sembolleşmektedir.23 Bu anlayışa göre insan-ı kâmilin en güzel örneği aynı zamanda bir beşer olan Hz. Muhammed (sav)’dir.

Sûfîler, âlemin yapısı bütün girift ayrıntılarıyla bir minyatür şeklinde insanda yansıdığı için insanı küçük âlem, kâinatı büyük âlem olarak isimlendirmişlerdirr. Onlara göre küçük âlem olan insan büyük âlem olan kâinatın ruhu ve sebebidir. Büyük âlemde olan her şeyin benzeri küçük âlemde de olduğu için insan kâinatın bir hülâsasıdır.24 Bu bakımdan Hakk en mükemmel biçimde insanda tecellî eder. Bu da ancak Hakk’ın en mükemmel tecellîsinin mazharı olan insan-ı kâmilde vuku bulur. Âlemin zübdesi olan insan-ı kâmilde âlemde var olan şeylerin somut ferdî suretleri değil hakikatleri mevcuttur. Bu açıdan insan-ı kâmil Hakk’ın varlık âlemindeki halifesidir.25

Erdem

50 2008 5

23 M eh m et Dem irci, "Nûr-ı M uham m edî", DEÜlFDergisi I, İzmir 1983, 239-245. 24 M uhyiddin İbnü’I-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Kahire 1293 h., I, 153-155.

(15)

50 İnsan-ı Kâmil adlı bir eser yazan Abdülkerim el-Cîlî (ö.832/1428) "insan-ı

2008

kâmili, evvelinden âhirine kadar eflâk-ı vücûdun ve merâtib-i vücûdiyyenin kendi üstünde döndüğü "kutub" olarak görür. Bu anlamda insan-ı kâmil, vücûdun evveli olmayan zamanından ebedü’l-âbâda kadar mümted olmak üzere şey-i vâhiddir." 26

İslâm tasavvufunda yaratıkların en şereflisi olan ve kemâli isteyen bir kimse için bütün mertebeleri aşarak Hakikat-i Muhammediyye’ye ulaşmak bir idealdir. Bu sebeple sûfîler ferdî manada insan-ı kâmil olabilme idealini sürekli canlı tutmuşlardır. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, ahde vefâ, sevgi ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolü olan insan-ı kâmil, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanıp insanlığın ortak değerleriyle hareket eder. Kevnî manada âlemdeki en mükemmel varlık olan insanı, ferdî manada da kemâle erdirebilmek için bilgiyi hayata geçirerek, ilim-amel bütünlüğü içinde olgun bir davranış sergiler.

Mevlâna Kur'an’ın bir yorumu olarak nitelendirdiği Mesnevî nin ilk beyitlerinde, içi temizlenmiş olan ney ile mâsivâdan arınan insan-ı kâmili anlatır. Ruhlar âleminden alınıp dünyaya en güzel biçimde halife olarak gönderilen insan, tıpkı kamışlıktan kesilerek asıl yurdundan ayrılan ve ney yapılan kamış misali hep geldiği vatanın özlemini dile getirmektedir:27

D in le n e y d e n d u y n e le r s ö y le r s a n a D erd i v a rd ır a y r ılık la r d a n y a n a , K e s tile r sa z lık iç in d e n d e r b e n i; D in le r, a ğ la r: H e m k a d ın h e m e r b e n i.

Fusûs'undaki Anahtar Kavramlar, çeviren: Ahm ed Yüksel Ö zem re, İstan bu l 1998, 317, 313, 332.

İbnü’I-Arabî insan-ı kâmili açıklarken zikrettiği "Allah  dem ’i kendi sû reti üzere yarattı." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 379, 1215 nolu hadis; Süyûtî, el-C âm iu’s-Sağir, I, 532, 3928 nolu ha­ dis) hadisindeki zam irin A llah’a râci olduğunu ifade ed er ve bu görüşü "rahm an suretinde" h adisinin d esteklediğin i belirtir. O na göre bu durum fark m akâm ı olarak düşünüldüğünde m an a "Allah’ın suretin de", cem m akâm ı olarak düşünülürse "Hak m akâm ında kulun varlığı, yani kulun sureti" şeklinde olur.  dem ’den kasted ilen , eşyanın zuhuruna se b e p olan, bütün m evcudatın kend isinde top landığı, âlem in ruhu ve zübd esi kılınan insan-ı kâm ildir. İsim ve sıfatlar âlem i, n isp et ve izafet kabilind en olup âlem lerin R abbi m erteb esin e d elâlet eder. Bu m erteb en in tafsil ed ilm iş şekli âlem ; özü ise  dem ’dir. Âlem isim lerin aynası; Âdem ise mü- sem m an ın aynasıdır. İşte bu m an a seb e b iy le "Allah T eâlâ  dem ’i kendi sureti üzere yarattı" buyrulm uştur. Allah  dem ’i hakikat su retin d e yaratm ıştır. Cem âlem in d e O ’nun için bir suret tasavvur ed ilem ez. Su ret ancak fark âlem in d e olur. İbnü’1-Arabî, el-Fütûhâtül-M ekkiyye, I, 136­ 137; A. Avni Konuk, Füsûsul-H ikem Tercüme ve Şerhi, (I-IV), Hazırlayanlar: M. T ahralı-S. Eraydın, İstan bu l 1987-1990, IV, 137; İsm ail Fen n î Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabi, Hazırlayan: M us­ tafa Kara, İstanbul 1991, 33-39.

26 Abdülkerim el-C îlî, İnsan-ı Kâmil, Çeviren: Abdülaziz M ecdi Tolun, (Hazırlayanlar: Selçuk Eray­ dın, Ekrem Dem irli, A bdullah Kartal), İstanbul 1998, 345-346.

(16)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma E r d e m 7 G ö ğ s ü g ö z g ö z a y rılık d e l s in d e b ir, 50 2008 S e n o g ü n b e n d e n iş it ö z le m n e d ir . H er k im a s lın d a n u zak d ü ş s ü n : A rar "A sl"a d ö n m e k ç in b ir u y g u n g ü n a r a r .28

Kamışın ney olması ile insanın kemâle ermesi arasındaki benzerlik, Mevlâna’nın insan-ı kâmili neyle sembolleştirmesine zemin hazırlamıştır. Kızgın demirle dağlanan ney gibi insan da maddî unsurunu teşkil eden toprağı ve suyu terk etmek suretiyle ilahi ruhu görüp nûra gark olarak aşk ateşiyle yanıp olgunlaşır. Kamışlıktan kesilen bir kamışın ney haline gelmesi için üzerinde uzun süre emek harcamak gerekir. Her kamıştan ney yapılmadığı gibi, herkesin yaptığı ney de mükemmel değildir. Kamış ney yapımına uygun, usta mâhir olmalıdır. Ney olacak kamışın ilahi nefesi kabul edecek hale gelmesi için içini boşaltıp temizlemelidir. Neyle benzer bir yol takip eden insan-ı kâmil, doğuştan kabiliyetli ve bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde çetin bir tasavvufî eğitim sürecinden geçerek olgunlaşır. Kamış iyi bir usta elinde mükemmel bir ney haline gelirken, insanın kendi iradesiyle azimle ve sabırla seyr-ü sülûku tatbik etmeden sadece bir mürşide bağlanması yeterli değildir.29 Benlik bağlarından sıyrılıp gönlü Hakk sevgisiyle dolan insan kemâle erince, çevresindekilere ilim irfan ışıkları saçan bir insan-ı kâmil olur.

Mevlâna, ney ile sembolize ettiği insan-ı kâmilin kendinden, benliğinden sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın hakikatini bildiğini şöyle vurgular:

E y n e y ! N e d e h o ş b ü t ü n s ırla rı b iliy o r s u n E y n e y ! B ü lb ü l g ib i s e n d e ç o k fe ry â d e d iy o r s u n K e n d in d e n b ile h a b e r in y o k a m a g ö z o lm u ş s u n K e n d in d e n s ıy r ılıp ç ık ın c a s ır la r la d o l m u ş s u n .30

Mevlâna, damlada gizlenmiş bir deniz, zerreye sığınmış bir güneşe benzettiği insan-ı kâmili 31 büyük âlemin yansıması olarak görür. Ona kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın odak noktası yapar. Mahiyet itibariyle böyle yüce bir değere sahip olan insan, şayet kendi varlığının ve cevherinin farkında değilse, yazık olmuş gitmiştir.32 Mevlâna bu düşüncesini şu beyitlerde dile getirir:

28 M evlâna, Mesnevî, c.I, 1-4.

29 M eh m et Dem irci, Mevlâna'dan Düşünceler, Konya 2006, ss. 106-109.

30 M evlâna, Divân-ı Kebîr, Hazırlayan: Abdülbâki G ölpınarlı, Ankara 1992, c. II, 3929-3937. 31 M evlâna, Mesnevî, c. II, 1395.

(17)

50 2008 S e n b a ş t a n b a ş a d e n iz s in , ıs la k lığ ı n e is t e r s i n ki? S e n ta m a m ıy la v a r lık s ın , y o k lu ğ u n e a r a r s ın ki? E y p a r la k ay, to z u n e y a p a c a k s ın ? A y b ile , s e n i n y ü z ü n e b a k a r d a sa ra r ır. S e n h o ş s u n , g ü z e ls in , h e r tü rlü h o ş lu ğ u n m a d e n is in . N e d e n ş a r a b a m in n e t e d e r s in ki? B a ş ın d a "B iz in s a n o ğ u lla r ın ı u lu la d ık " ta c ı, B o y n u n d a "B iz s a n a K e v s e r ır m a ğ ın ı v e rd ik g e r d a n lığ ı" var. İn s a n c e v h e r d ir , g ö k o n a a ra z d ır. H e r ş e y fe r ’id ir, h e r ş e y d e n m a k s a t o d u r. E y a k ılla r, te d b ir le r , fik ir le r k u lu k ö le s i o la n b e y , M a d e m k i b ö y le s in , k e n d in i n e d e n b ö y le u c u z a s a t ıy o r s u n ? 33

İnsan-ı kâmili insanların kalplerindeki hastalıkları tedavi eden bir hekim olarak gören Mevlâna, onların devâ bulmaz hastalıklara kapılanları ücretsiz iyileştirdiklerini ve bu tedâvî usûlünü Allah’ın kendilerine ilhâm ettiğini vurgular. Mânevî hastalıkların hekimi olan bu ârifler, en büyük kalp hastalığı olan insanların gönüllerindeki mâsivâyı terk etmelerini sağlayarak Allah’a eriştirirler. Bu bakımdan onların sözlerine kulak verip Allah’ın lütuf ve feyzine kavuşmak gerekir.34

Mevlâna, böyle bir görev üstlenen bir mürşidin insanlarla özellikle de dostlarla ilişkilerinde sözlerine dikkat etmesine büyük önem vermiştir. Çünkü söz insanın ağzından çıkıncaya kadar insanın esiri iken, ağızdan çıktıktan sonra insan sözün esiri olmaktadır. Bu bakımdan sözlerin kırıcı olmaması ve gönülleri imar edici olmasına özen göstermelidir:

D o s tla r la k o n u ş u r k e n ç o k d ik k a tli v e ih tiy a tlı o lm a lıd ır . Ç ü n k ü s ö z v a rd ır k e s k in k ılıç g ib id ir; d o s t lu ğ u k e s e r , ö ld ü rü r . K a lp te te d â v is i im k â n s ız y a r a la r a ç a r .

B ir s ö z d e v a rd ır ki ilk b a h a r m e v s im i g ib id ir . H e r ta r a fı s ü s le r , g ü z e lle ş tir ir , s a y ıs ız y a r a r la r s a ğ la r .35

Mevlâna insanları din ve inançlarından ötürü küçümsememeyi, Yahudi, Hristiyan ve Allah’ı inkâr eden kâfirlere bile hakaret etmemeyi öğütler. Çünkü şu anda kâfir olan bir kişinin yarın ne olacağı bilinemez. Belki de bir süre sonra Müslüman olabilir. İnsanın ömrünün ne zaman ve nasıl biteceğini Allah’tan başkası bilemeyeceğine göre, herkese karşı insanlık gereği alçakgönüllü davranmalıdır.36

33 M evlâna, Mesnevî, c. V, 3571-3576. 34 M evlâna, Mesnevî, c. III, 2701-2730. 35 M evlâna, Mesnevî, c. III, 265-266. 36 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2450-2452.

(18)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

f i

V

Mevlâna kemâl noktasına ulaşan bir insanın her şeyiyle Hakka teslim olup beşeriyet sıfatlarından sıyrılması gerektiğini şöyle ifade eder:

E y g e n ç ; g ü n a h yü kü o lm a y a n k işi ş e y h tir . Y a y g ib i, H ak k o n u e l in e a lm ış tır ! O n d a n g e le n h e r şe y i k a b u l e t m iş t ir .

B ir k im s e d e b e ş e r iy e t s ıfa t la r ın d a n b ir te k kıl b i le k a ls a , o k işi a r ş a g ö k le r e m e n s u p d e ğ ild ir. Y a n i A lla h ’ın h a s k u lla r ın d a n d e ğ ild ir .37

Mevlâna samimi bir sûfînin, gönlünü bulanıklıktan kurtarıp saf olmayı isteyen kişi olduğunu vurgulayarak, kaba bir yün elbise, yamalı bir cübbe giyip ağır ağır yürümekle sûfî olunamayacağını belirtir.38 Gerçek mürşidin Hakk yolundan haber vereceğini, sözünün de yüzünün de nûr olacağını, onun dudaklarından dökülen hakikat şarabını tatmayanların sahte şeyhlerin peşine takılacaklarını ifade eder.39 Sahte şeyhlerin de kendilerini en üst makâmda gördüklerini şöyle vurgular:

S a h t e ş e y h le r , ş u d a v u llu , b a y r a k lı h a m k iş ile r g ib i; "B iz im ö t e le r d e n , y o k lu k y u rd u n d a n h a b e r im iz v a rd ır. B iz y o k lu k y o lu n u n u la k la rıy ız ." D iy e b a ğ ır ıp ç a ğ ırırla r . O n la r d ü n y a y a ş e y h lik la fın ı y a y m ış la r , k e n d ile r in i B â y e z id -i B is t â m î s a n m ış la r d ır . K e n d i k e n d ile r in i H ak k y o lu n d a y ü rü y o r s a n m ış la r , H ak k ’a u la ş tık la r ın ı id d ia e t m iş le r , H ak k y u rd u n d a m e c l is k u rm u ş la rd ır.

O n la r ın b u s a ç m a s ö z le r in e k u la k a s m a , o n la r ın tit r e y iş in e v e y ü z le rin in r e n g in e b a k ! C e n â b -ı H akk; "N iy e tle r i y ü z le r in d e g ö r ü n ü r d u ru r." D iy e b u y u rd u . B u g ö r ü n e n ş e y le r, v e rd iğ i h a b e r e zıt d ü ş ü y o r. Ç ü n k ü in s a n ş e r le y o ğ r u lm u ş tu r .40 Ş u n u b il ki h ü n e r, a t e ş i a p a ç ık g ö r m e k tir . Y o k s a d u m a n ın tü tt ü ğ ü y e rd e a t e ş var, d e m e k d e ğ ild ir .41

İnsanlar iman bakımından olduğu gibi, tasavvufî derinlik açısından da derece derecedir. Tasavvufî makâmların en üstünde bulunan Allah dostlarına kutup ve gavs denir. Mevlâna insanı-ı kâmili bazen kutup olarak isimlendirip onu akla ve aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını, onların kutba olan saygı ve sevgisine bağlar:

K u tu p a s l a n g ib id ir; işi a v la n m a k tır . G e ri k a la n h a lk is e , o n u n a rtığ ıd ır. G ü c ü n y e t t iğ in c e k u tb u razı e t m e y e ç a lış ; o n u n is te k le r in i y e r in e g e tir

Erdem

50 2008 9

37 M evlâna, Mesnevî, c. III, 1789, 1798. 38 M evlâna, Mesnevî, c. V, 363-364. 39 M evlâna, Mesnevî, c. IV, 2484, 2519-2522. 40 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2547-2 5 4 9 , 2564-2566. 41 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2505.

(19)

50 2008 ki, o k u v v e tle n s in d e v a h ş i h a y v a n la rı a v la s ın O z a h m e te d ü ş ü p in c in ir s e h a lk g ıd a s ız k a lır. Ç ü n k ü h a lk ın rız ık la n m a s ı, a k lın e li v e y a r d ım ı ile d ir. H a lk ın v e c d i, m a n e v î h e y e c a n ı, g ö n ü l g ıd a s ı a n c a k o n u n a rtığ ıd ır. G ö n lü n e ğ e r av is tiy o r s a , b u n u iyi d ü ş ü n . K u tu p , a k la b e n z e r ; h a lk i s e te n d e k i u z u v la r g ib id ir . B e d e n in te r b iy e s i, id â r e s i a k la b a ğ lıd ır , a k lın e lin d e d ir . K u tb u n z a y ıflığ ı te n z a y ıflığ ın d a n o lu r , rû h z a y ıflığ ın d a n o lm a z ! D a y a n ık sız lık , ç ü rü k lü k g e m id e o lu r , N û h ’t a o lm a z ! K u tu p o k im s e y e d e r le r ki, k e n d i e t r a fın d a d ö n e r d o la ş ır ; g ö k le r d e o n u n e t r a fın d a d ö n e r .42

Mevlâna gönül gözü kapalı insanları yarasalara benzeterek, onların kâmil insanlardaki, Allah dostu velîlerdeki Hakkın nûrunu göremeyeceklerini belirtir. Ona göre şeriatın da, takvânın da canı olan insan-ı kâmile Allah mârifeti bağışlamıştır. Sırları açan da odur, açılan sırlar da. Dünyanın yetim kaldığını söyleyen basiretsizlerin bilgisizce söyledikleri sözlere rağmen Allah’ın yüceltip üstün kıldığı insan-ı kâmil bugünümüzün de yarınımızın da padişahıdır:43 İ s te r iyi o ls u n , is t e r k ö tü o ls u n , is t e r y e r in d e , is t e r y e rs iz o ls u n , k u tb a k a r şı in a t e d e n in H ak k ’a g e t i r e c e k b ir b e lg e s i y o k tu r. İn a tç ı b u h u s u s ta h iç b ir z a m a n h a k lı ç ık m a y a c a k tır. Ç ü n k ü b iz o n u y ü c e lttik , ü s t ü n k ıld ık , ö z rü d e , b e lg e y i d e a r a d a n k a ld ır d ık .44

Her devirde Allah dostu velîler bulunur. Gerçek velîler gönül gözü açık olanlar tarafından bilinebilir. Ancak, körün malını çalan hırsızı bilemeyişi gibi, kendilerine delilik süsü vererek gizleyenleri tanımak mümkün değildir.45 Gerçek velîleri tanımayanların yanı sıra, kemâle ulaşmada bir yol olan aşk hakkında ileri geri söz eden ve âşıkları kınayanlara aldırış etmeyen Mevlâna, onların aşkı bilmedikleri için sözlerine güvenilemeyeceğini belirterek yalanlarını yüzlerine vurur. Bu tür insanların aşk yoluyla vuslata eren bu aşk padişahı kâmil insanlar hakkındaki sözlerinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu şöyle dile getirir:

A şk p a d iş a h ın ın v e fâ s ı y o k tu r d iy o rla r; y a la n .

S e n i n g e c e n in s a b a h ı y o k tu r, g ü n d ü z ü g ö r e m e z s in d iy o rla r; y a la n .

42 M evlâna, Mesnevî, c. IV, 2339-2345. 43 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2 080-2094 44 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2624-2625. 45 M evlâna, Mesnevî, c. II, 2344-2352.

(20)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma

E r d e m

11

D iy o rla r ki: A şk iç in n e d iy e ö ld ü r ü y o r s u n k e n d in i, b e d e n y o k o ld u k ta n 50

2008 s o n r a h a y a t yok ; y a la n .

A şk y ü z ü n d e n g ö z y a ş ı d ö k m e n a b e s , g ö z ü n ü y u m d u n m u g ö r m e k , b u lu ş m a k y o k d iy o rla r; y a la n .

D iy o rla r ki: Ş u z a m a n g e ç ip g itti, b iz d e z a m a n ım ız ı d o ld u rd u k m u c a n , o y a n a g itm e z , b u n a im k â n yok; y a la n . H a y â le k a p ıla n la r , h a y â ld e n g e ç e m e y e n le r , p e y g a m b e r le r in b ü tü n h ik â y e le r i d ü z m e , h a y â ld e n i b a r e t d iy o rla r; y a la n . D o ğ ru y o lu tu tm a y a n la r d iy o rla r ki: K u lu n , T a n rı k a p ıs ın a v a r m a s ı m ü m k ü n d e ğ il; y a la n . G ö n ü l s ırr ın ı b i lm e y e n le r d iy o rla r ki: G a y b s ırr ın ı T a n r ı, k u lu n a v a s ıt a s ız s ö y le m e z ; y a la n . D iy o rla r ki: K u la g ö n ü l s ırr ın ı a ç m a z la r , lü t fe d ip k u lu g ö ğ e a lm a z la r ; y a la n . B a lç ık ta n m e y d a n a g e le n in s a n , g ö k e h liy le â ş in â o la m a z d iy o rla r; y a la n .

D iy o rla r ki: T e r te m iz c a n , ş u y u v a d a n a ş k k a n a d ıy la u ç u p h a v a la n a m a z ; y a la n .

H a lk ın z e r re z e rre iy iliğ in e , k ö t ü lü ğ ü n e o g e r ç e k g ü n e ş , m ü k â fa t v e c e z â v e rm e z d iy o rla r; y a la n .

S u s ; e ğ e r b ir is i s a n a h a rfsiz , s e s s iz s ö z o la m a z d e r s e , d e ki; y a la n .46

Mevlâna’ya göre yoksulluğa bürünen bir kâmil velî, Allah’ın kendisine açtığı sırlara vâkıftır.47 Kemâl mertebesine erişip irşad makamına yükselen bir mürşid, kendi çocukları hükmünde olan halka öğüt verirken onların seviyelerine göre hitap edip anlayacağı dilden konuşarak gönüllerini imar eder.48 Gönüllerinde aşk ve samimiyet olmayan nice irfansız bilginler sahip oldukları bilgiden kendileri faydalanamazken, bu güzel vasıfları kendinde toplayan bir ârif-i billah olan Mevlâna, ilâhî aşkın bir göstergesi olan insan sevgisini ve hoşgörüyü hayat tarzı yapmıştır. Bir insan-ı kâmil olan Mevlânâ’nın hayat felsefesini onun şu sözü özetlemektedir:

Ö m rü m ü n m a h s u lü ü ç s ö z d ü r h e m a n H a m id im , p iş d im v e y a n d ım e l - a m a n 49

4 6 M evlâna, Divân-ı Kebîr, c. II, 3116-3124, 880-883. 47 M evlâna, Mesnevî, c. II, 3215-3218.

48 M evlâna, Mesnevî, c. II, 3317-3319.

49 Bediuzzam an Firuzanfer, Mevlâna Celâleddin Rûmî, çeviren: Feridun Nâfiz Uzluk, İstan bu l 1997, s.37.

(21)

50

2008 Sonuç

Mevlâna, birçok kültür ve medeniyete beşiklik yapan Anadolu’da sevgi pınarı ile susayana Kevser, yolunu kaybedene ışık olmuştur. Tevhid esasına dayalı İslâmiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin yanı sıra Türk, Arap ve İran ile Yunan ve Bizans kültürlerine olan vukûfiyeti ona Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir köprü olma görevi yüklemiştir.

"Kendini bilen Rabbini bilir" sözünü özümseyen Mevlâna, insanın kendi değerinin farkına varmasına büyük önem vermiştir. Kendi aslî cevherinin farkına varan insanın, Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğilip O ’nu seveceğini belirtmiştir. İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve davranışlarına olumlu etki edeceğini, kendini tanımayanların başkalarının kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgulamıştır. Allah’ın âlemdeki aynası olan insanı manevî emânetin taşıyıcısı olarak görüp din ayrımı yapmaksızın herkese saygı göstermiştir.

Âlemin özü ve aynası olan insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının son sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk örneğidir. Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve Allah’ın yer yüzündeki halifesidir. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, sevgi ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolüdür.

Mevlâna, ney sembolüyle anlattığı insanı kâmili damlada gizlenmiş bir denize, zerreye sığınmış bir güneşe benzetir ve büyük âlemin bir yansıması olarak görür. Ona kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın odak noktası yapar. Kutup olarak isimlendirdiği insanı-ı kâmili akla ve aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını onların kutba olan saygı ve sevgisine bağlar. İnsan-ı kâmilin kendinden, benliğinden sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın hakikatini bildiğini vurgular.

Mevlâna’nın düşünceleri, insanı bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de âleme bağlamaktadır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan, hem Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmekte, hem de toplumda örnek insan olmaktadır. Bu yüzden insanı tam merkeze alan Mevlâna, insan hürriyetine büyük önem vermiş, insanın benliğini geliştirip insanî "ene"yi en yüksek noktaya çıkarmıştır.

Kaynaklar

A b d ü lk e r im e l-C îlî, İn sa n -ı K âm il, Ç e v ire n : A b d ü la z iz M e c d i T o lu n , (H a z ır la y a n la r : S e lç u k E r a y d ın , E k re m D e m ir li, A b d u lla h K a r ta l), İ s ta n b u l 1 9 9 8 , 3 4 5 - 3 4 6 . A h m e d E flâ k î, A riflerin M en kıb eleri (M e n â k ıb u l-â r ifîn ), ç e v ir e n : T a h s in Y a z ıcı 3. b a s k ı

İs ta n b u l 1 9 9 5 , II, 1 2 4 -1 2 5 .

(22)

Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma E r d e m 13 D e m ir c i, M e h m e t," N û r -ı M u h a m m e d î" , D E Ü İF D e rg isi I, İzm ir 1 9 8 3 , 2 3 9 - 2 4 5 50 2008 D e m ir c i, M e h m e t, M ev lân a'd an D üşün celer, K o n y a 2 0 0 6 , s s . 1 0 6 -1 0 9 .

F iru z a n fe r, B e d iu z z a m a n , M ev lâ n a C elâleddin R û m î, ç e v ir e n : F e rid u n N âfiz U zluk, İ s t a n ­ b u l 1 9 9 7 , s .3 7 .

K a ra , M u s ta fa , "M e v lâ n a , M e s n e v î v e N ey ", N ey'e D âir, K o n y a 2 0 0 6 , s. 15. M e v lâ n a , M esnevî, ç e v ir e n : Ş e fik C a n , İ s ta n b u l 1 9 9 5 , c . IV, 5 2 1 - 5 2 4 . M e v lâ n a , M esnevî, II, 8 8 1 - 8 8 2 .

M e v lâ n a , M esnevî, c.I, 1-4.

M e v lâ n a , D ivân-ı K ebîr, H a z ırla y a n : A b d ü lb â k i G ö lp ın a r lı, A n k a ra 1 9 9 2 , c. II, 3 9 2 9 - 3 9 3 7 . M e v lâ n a , M esnevî, c. V, 3 5 7 1 - 3 5 7 6 .

M u h y id d in İ b n ü ’I-A ra b î, e l-F ü tû h â tü 'l-M ek k iy y e, K a h ir e 1 2 9 3 h ., I, 1 5 3 -1 5 5 .

O k ç u , N a c i, Ş eyh G âlib (H a y a tı, E d e b î K işilği, E serleri, Şiirlerinin U m u m i Tahlili ve D îvanının

Tenkitli M etn i), A n k a ra 1 9 9 3 , c. I, s. 3 1 8 - 3 2 0 . T e r c î-i b e n d .

R â ğ ıb e l- I s f a h â n î, 5 6 1 ; S e y y id Ş e r if C ü rc â n î, K itâbu 't-T a'rîfât, K a h ir e 1 9 9 1 , 2 4 9 .

T ü re r, O s m a n , "T a sa v v u fî D ü ş ü n c e d e İn s a n ", Tasavvuf, Y ıl: 2, S a y ı:5 , O c a k 2 0 0 1 A n k ara, 9 - 1 5 .

(23)
(24)

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı:

Can A teşin d e Kanatlar (M evlânâ)

Selm a BAŞ*

ÖZ

T u rg a y N ar, 1 9 9 0 s o n r a s ı y a z d ığ ı o y u n la r ıy la T ü rk tiy a tr o s u n d a d ik k a t ç e k e n y a z a r la r ın b a ş ın d a g e lm e k te d ir . T iy a tr o la r ın d a d a h a ç o k t o p lu m s a l s o r u n la r ı e l e a la n y a z a r, T ü rk k ü ltü r ü n ü n z e n g in k a y n a k la r ın d a n d a b e s l e n e r e k f e ls e fi-t a s a v v u fi-m is tik b ir b ir ik im d e n d e y a r a rla n ır . T u rg a y N a r’ın M e v lâ n â ’n ın ç ık tığ ı iç s e l y o lc u lu ğ u a n la t t ığ ı C an A teşin de K a n a tla r

(M ev lân â) (2 0 0 0 ) a d lı o y u n u d a b u n la r d a n b irid ir . B u e s e r d e y azar,

M e v lâ n â ’yı m e rk e z e a la r a k H a llâ c -M a n s û r , Ö m e r H a y y a m , F e rid ü d d in A tta r, Y u n u s E m r e , Ş ira z lı H afız, S e y y id N e s îm î g ib i ta s a v v u f e h li k im s e le r i v e Z e rd ü ş t, H ititli Y o n t u c u , M e n o c c h io g ib i farklı d in e m e n s u p o lm a k la b ir lik te a y n ı ö z ü t a ş ıy a n k iş ile r i, h ü m a n is t b ir f e ls e f e e t r a fın d a b ir a r a y a g e tirir. T a s a v v u fta k i "tay y -ı z a m a n " v e "ta y y -ı m e k â n " a n la y ış ın d a n d a y a r a r la n a n y azar, M e v lâ n â ’n ın z a m a n ın d a n g e ç m iş e v e g e le c e ğ e u z a n ırk e n ; fark lı m e k â n la r ı d a m e k â n s ız lık la b ir le ş t ir ir . B ö y le c e M e v lâ n â ö ğ r e tis in d e k i e v r e n s e lliğ in , k işi, z a m a n v e u z a m b o y u tu n d a d a y a k a la n d ığ ı b ir e s e r o r t a y a k oy ar.

A n a h ta r K elim eler: T ü rk tiy a tr o s u , T u rg a y N ar, C an A teşin de K an atla r,

M e v lâ n â , ta s a v v u f, h ü m a n iz m .

ABSTRACT

Time to Get Lost in the Sea of Unity:

Can Ateşinde Kanatlar (Mevlâna)

W ith t h e w o rk s h e p r o d u c e d a f t e r 1 9 9 0 , T u rg a y N a r p la y s t h e le a d in g r o le a m o n g t h e r e m a r k a b le a u t h o r s in t h e w o rld o f t h e a t e r in T u rk ey. T h e a u th o r , w h o d i s c u s s e s m a in ly s o c i a l p r o b le m s in h is p la y s , u s e s a p h ilo s o p h i c - s u f is t - m y s tic e x p e r ie n c e a n d k n o w le d g e , a n d t h e ric h s o u r c e s o f T u rk ish c u ltu r e . C an A teşin de K a n a tla r ( 2 0 0 0 ) , a p la y b y T u rg a y N ar a b o u t t h e in n e r s p ir itu a l jo u r n e y o f M e v lâ n â is a n e x a m p le in t h is

* Yard.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Böl.,/VAN e-p o sta: selm ab as@ y y u .ed u .tr

(25)

s c o p e . In t h is w ork, t h e a u t h o r g a t h e r s a r o u n d M e v lâ n â , t h e im p o r ta n t S u fis o f d if fe r e n t t i m e s s u c h a s H a llâ c -M a n s û r , Ö m e r H ay y am , F e rid ü d d in A tta r, Y u n u s E m r e , Ş ira z lı H afız, S e y y id N e s îm î a n d th e p e o p le w ith d if fe r e n t b e lie v e s b u t h a v in g t h e s a m e e s s e n c e s u c h a s Z e rd ü ş t, H ititli Y o n t u c u a n d M e n o c c h io . In lin e w ith t h e "tay y -ı z a m a n " (g o in g b e y o n d t h e c o n c e p t o f " tim e " ) a n d "tay y -ı m e k â n " (g o in g b e y o n d t h e c o n c e p t o f " s p a c e " ) in S u fis m , t h e a u t h o r c o m b i n e s t h e p a s t a n d fu tu r e w ith t h e t im e o f M e v lâ n â a n d d if fe r e n t p l a c e s w ith p l a c e l e s s n e s s . In t h i s w ay, t h e a u t h o r c r e a t e s a w o rk w h ic h c a p t u r e s t h e p e r s o n , tim e a n d s p a c e d im e n s i o n s o f t h e u n iv e r s a lity o f M e v lâ n â t e a c h in g a s w e ll.

K ey W ords: T u rk ish t h e a t r e , T u rg a y N ar, M e v lâ n â , C an A teşin de K an a tla r,

s u f is m , h u m a n is m .

Giriş

E

debiyat dünyasına şiirle adımını atan Turgay Nar, son zamanlarda, yazdığı tiyatro oyunlarıyla adından söz ettirmektedir. Yazar, hem oyunlarının birçoğunun sahnelenmesi hem de aldığı ödüller yönüyle başarısını gözler önüne serer. Turgay Nar’ın kaleme aldığı tiyatro eserlerinde üç eğilim dikkati çekmektedir:

Bunlardan birincisi, yazarın Türk-doğu kültürünün kaynaklarından yararlanarak eserler yazmasıdır: Tepegöz (1992)1, Ölümsüzlük Ardında Anadolu (1995)2, Hitit Güneşi (1995), Şehrazat'ın Oyunu (1996), Can Ateşinde Kanatlar/Mevlânâ/ (2000), Divane Ağaç [Yunus Emre/(2004).

İkinci eğilim, günümüz insanının yaşadığı evrensel nitelikteki toplumsal sorunları kapsar: Terzi Makası (1993)3, Sabrın Denize İndirildiği Gün (1993)4, Çöplük (1993)5, Kuyu (1994).

Üçüncü eğilim ise Türk ya da batılı yazarların eserlerinden hareketle

1 Tepegöz 1992-Salih li Beled iyesi Oyun Yazma Y arışm ası İkincilik Ö dülü’nü alır ve 1994’te Al-

m ancaya çevrilir.

2 Bu oyun, 1995- TBMM Tiyatro Oyunu Y arışm ası M ansiyon Ö dülü’ne lâyık görülür.

3 Oyun, Diyarbakır D evlet Tiyatrosu 1. K ısa Oyun Yazım Y arışm ası Birincilik Ö dülü’nü kazanır.

4 Bu oyun, Tariş 80. Yıl Kültür S an at Ö dülleri Kısa Oyun Birincilik Ödülü’nü alır.

5 "Yılın tiy atro -san at olayı" olarak değerlend irilen bu oyun, 7. İstanbul U luslararası Tiyatro

Festivali’nde gösterilir. 1993-94 İsm et Küntay Tiyatro Ö dülleri En İyi Oyun Yazarı Ö dülü’nü ve L ebon Sin em a Kulübü Asaf Çiyiltepe Yılın En İyi Yazarı Ö dülü’nü alır. Ayrıca Negatif der­ gisi okurlarınca Yılın En Başarılı Oyunu se ç ilir.1 9 9 7 ’de 118-Y Lions Y önetim i Çevre Korum a­ sın a S an at Katkısı Ö dülü’ne lâyık görülür. 2 0 0 0 ’de 12. Kahire U luslararası D en eysel Tiyatro Festivali’ne katılır. 2 0 0 1 ’de Berlin Birikim Halk S a h n e si’nde sah n e len ir ve Diyalog T heater Fest 2 0 0 1 ’e alınır.

50 2008

(26)

V

У4

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ)

f i

kaleme aldığı oyunlardır: Kurt Kanunu (1995)6, Ceza Sömürgesi (1995)7, Yaban (1996)8, Güz Bitiminde Moliere ya da Kibarlık Budalası (1998)9.

1992 yılından beri kuramsal yazılar da yazan Turgay Nar, tiyatro alanında yoğunlaşan yazarlık serüvenini belgesel senaryo yazarlığı, çeviriler ve radyo oyunlarıyla da çeşitlendirir. 1992’de Karacaoğlan adlı 6 bölümlük TV- belgeselinin senaryosunu yazar. İspanyol Fernando Arrabal’ın İki Cellat adlı oyununu İngilizceden çevirir. 2002’de radyo oyunu olarak yazdığı Sabrın Denize İndirildiği Gün ve Ceza Sömürgesi (Ceza Makinesi adıyla) oyunları, İstanbul Radyosu’nda yayınlanır. 2003’te ise Fer'iye Sarayında Son Günler adlı 12 bölümlük radyo oyununu kaleme alır (Nar 2004: 5-7).

Turgay Nar, "mistik ve sembolik öğelerle örülmüş özgün" oyunlarıyla, ritüeli ve "mistik sembolik dili farklı bir söyleyişle" işlemesi yönüyle Türk tiyatro yazarlığına katkıda bulunmayı amaçlar. Bu doğrultuda, yazması "çok güç ve dikkat isteyen ve sahnelenmesi yönüyle risklere açık" oyunlarıyla ilgi görür. Zaten yazar, seyircinin belli bir seviyede olduğunu düşünür ve bu nedenle onlar tarafından anlaşılmama kaygısını taşımaz (Saruhan 2007).

Oyunlarında dile çok önem veren yazar, şiirselliği hiç yitirmeden, işlenen konuya uygun olarak dili "bütün boyutlarıyla" kullanmaya çalışır (Saruhan 2007). Yazarın tiyatrolarında şiirselliği öne çıkarmasında, şair kimliğinin önemli bir etkisi vardır. Kendisi bu konuya dair düşüncelerini şöyle ifade etmektedir: " B e n k e n d im i h iç b ir z a m a n o y u n y a z a rı o la r a k g ö r m e d im , b ir ş a ir o la r a k g ö r d ü m . T iy a tr o n u n iç in d e b ir ş a ir o la r a k d u rd u m , r o m a n d a y a z s a m d u ru ş u m d e ğ iş m e z . A k lım ın u c u n d a n g e ç m e y e n b ir a la n d ı o y u n y a z m a k . V e t a m a m e n s e z g ile r im le y a z d ım . H e r h a n g i b ir tiy a tr o k u ra m ı y a d a k u rg u su ü z e rin e o tu r tm u y o r u m y a z d ık la rım ı." (S o r g u n 2 0 0 5 ).

Oyunlarında genellikle mistik bir yön olan yazar, kendi kültürümüzün kaynaklarına döndüğünü ve bunlara ihanet etmediğini belirtir. Batı edebiyatını da iyi okuyan Turgay Nar, ayağını bastığı yerin doğu olduğunu vurgular. Bunda yazarın, hikâyelerin otantik şekilleriyle anlatıldığı bir ortamda, Van’da doğup büyümesinin de etkisi vardır (Sorgun 2005).

Nil Ünlü Aycıl’ın ifadesiyle Turgay Nar, eserlerinde "grotesk" anlatımı ustaca kullanan yazarların başında gelmektedir. Yazar,

6 Kem al Tahir’in aynı adlı rom anından kalem e alınm ıştır.

7 Franz Kafka’nın aynı adla dilim ize çevrilen eserin d en h areketle yazılm ıştır.

8 Yakup Kadri K araosm anoğ lu ’nun aynı adlı rom anı tiyatrolaştırılm ıştır.

9 M o liere’in eserin d en h areketle yazılan oyun, 10. U luslararası Tiyatro Festivali’ne alınır ve

Fransa’da M arsilya Akdeniz Festivali’ne katılır.

E r d e m

17 50 2008

(27)

50

2008 " g ü n ü m ü z d e y a ş a n a n in s a n lığ ın tr a jik d u r u m u n u e v r e n s e l b ir

ş e k ild e a k ta rırk e n m a s a lla r d a n , m it o lo jid e n , e f s a n e le r d e n , t a r ih s e l g e r ç e k le r d e n y a r a r la n m ış tır . T a sa v v u f d ü ş ü n c e s i y a z a r iç in v a z g e ç ilm e z b ir a r t a la n o lu ş tu r u r k e n , y a z a r g ü n ü m ü z d e d a h a ç o k ç o c u k la r d a ve b a t ıl in a n ç la r d a r a s t la n a n m e to n im ik d ü ş ü n c e y i k u lla n m a y ı d a ih m a l e tm e z . T a sa v v u f d ü ş ü n c e s i ile g r o te s k k u rg u n u n v e b u k u rg u d a y e r a la n k a r n a v a ls ı n it e lik le r in b ile ş im i y a ln ız c a A n a d o lu ’y a u y g u n g e le n e k s e l b ir p o lit ik le ş m e ile s o n u ç la n ır ." (Ü n lü A y cıl 2 0 0 4 : 8, 10).

Yazar, "oyunlarında yakaladığı dehşeti resmetmek, gerçeği imgelerle kanatlandırmak gibi estetik tavrı ile özgün bir noktada durmaktadır.(...) Bu nedenle Turgay Nar, gerçek anlamda Anadolu tiyatrosu ateşinin yükselen harıdır." (Topcu 2004: 20).

Turgay Nar’ın yoğun ilgi gören eserlerinden biri de Mevlânâ’nın Şems-i Tebrizî’yi aramak üzere çıktığı, gerçekte ise kendini bulmaya yönelik iç yolculuğunun dile getirildiği Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ) adlı oyundur. 2000 yılında yazılan oyun, Konya Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenir. 2004’te kitap olarak yayımlanan eser, aynı yıl Turgay Nar’a Türkiye Yazarlar Birliği’nin tiyatro dalında "Yılın Yazarı" ödülünü getirir. 2004’te İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen oyun, "2007 Mevlânâ Yılı" etkinlikleri çerçevesinde yeniden seyirciyle buluşur ve görülmeye değer etkinlikler arasındaki yerini alır. 14. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne de katılan oyun, Suriye, Kırım, Makedonya, Hollanda gibi ülkelerde de sahnelenir.

Can Ateşinde Kanatlar, "Birinci Bölüm (5 sahne)", "İkinci Bölüm (7 sahne)" ve "Son Sahne"den oluşur. 1.Sahne, Şems-i Tebrizî’nin bir kuyu başında öldürülmesi esnasında bundan habersiz olan Mevlânâ’nın uyku ile ölüm arasındaki sessizlikte mırıldandığı şiirle başlar. Bu, Mesnevi'nin başında yer alan ilk 18 beyitte söylenilenlerin yeni bir anlatımla dillendirildiği serbest şiir tarzında yazılan mısralardır.

Oyunun dramatik kurgusunun merkezinde Muhammed Celâleddin (Mevlânâ) yer alır. Şems-i Tebrizî, Hallâc-ı Mansûr, Divâne Derviş, İki Cankıyıcı, Ömer Hayyam, Zümrüdüanka, Feridüddin Attar, Zerdüşt, Hititli Yontucu, Değirmenci Menocchio, Yunus Emre, Nakkaş, Meryem, Şirazlı Hafız, Seyyid Nesîmî, Ayetü’l-Sema Kuşları ise oyunun diğer kişileri olarak yer alır.

Mekân olarak oyun bir gül bahçesinde başlar. Daha sonra kuyu, dünyanın çekirdeği magma, yanardağın eteği, Hitit ülkesi, değirmen, mezarlık gibi yerlerde ve bilinmezlik mekânında dolaşılır. Nihayetinde oyun yine başladığı yerde, bir gül bahçesinde biter.

(28)

V

У4

Birlik Denizinde Kaybolmanın Zamanı: Can Ateşinde Kanatlar (Mevlânâ)

f i

ile başlayan oyun, farklı kişilerin katılımıyla geçmişi ve geleceği kendinde birleştiren bir belirsizliği taşır. Aslında oyun, başladığı ân’a bağlanarak hemen sonrasında Mevlânâ’nın Şems’le konuşmasıyla son bulur.

Can Ateşinde Kanatlar, yazarın Mevlânâ’ya bakışının belirlediği konulara göre şu başlıklar altında değerlendirilebilir:

1. M ev lân â ’ya Bakış/Bir Entelektüelin Dram ı

Can Ateşinde Kanatlar oyununda yazarın tek gayesi, Mevlânâ’yı konu alan bir eser yazmak değildir. Kendi ifadesiyle Mevlânâ oyunu, yaklaşık bir yıllık yoğun bir okuma döneminin sonucunda ortaya çıkar. Yazar, bu oyuna yüklediği anlamı şöyle belirtir: "Mevlânâ oyunu, bugünkü kaotik yapıyı anlatmamda yardımcı oldu. Yaşadığı dönemin entelektüeli olarak Mevlânâ’nın dramını gördüm." Mevlânâ’ya sadece dinsel bir kimlik ya da sadece hümanist bir kimlik yüklemenin doğru olmadığını söyleyen Turgay Nar, "Mevlânâ’ya ne dinsel konulardan soyutlayarak ne de bu konularla birlikte bakmak mümkün. Dengeli, yazınsal bir bakış gerekiyor." demektedir. Ona göre doğru dürüst okunmayan ya da yanlış okunan Mevlânâ’yı büyük kılan özellik, "büyük insanlık birikimini özümseyip bir potada sunmasıdır" (Sorgun 2005). Bu düşünceler doğrultusunda yazar, oyununda Mevlânâ’yı ne kendi gerçeğinin dışına iter ne de bilindik, sığ bir çerçeve içinde ele alır. Onun bu dengeyi koruyan ve yazınsallığın beraberinde getireceği farklılıkları göz ardı etmeyen tutumu, eserde de kendini hissettirir.

Mevlânâ’nın dramının kaynağını, onu anlayacak insanların olmayışı belirler. Evreni ve kendi varlığını sorgulayan, sonsuzluğun sırrına ulaşmak isteyen Mevlânâ, yoldaşı Şems-i Tebrizî’nin yok oluşu-öldürülüşü ile birlikte yalnızlığa gömülür. Ona duyduğu sevginin büyüklüğünün ve sonrasında çektiği acının temelinde de bu vardır. Ömer Hayyam’a göre sonsuzlukta yalnız başına bir nokta olan Mevlânâ, diğer bir nokta Şems ile birleşince sonsuzluğa akan bir doğru oluşturmuştur. Oysa "bir nokta bile olamayan insanlar, bunu nasıl anla" yacaklardır (Nar 2004: 41). Çünkü onlar gibilerin halkla geçinmesi kolay değildir. Bütün olumsuzluklarına rağmen yine de insandan Tanrı sevgisine ulaşmışlardır.

Mevlânâ da yaşamakta olduğu acının kaynağını cahil halka dayandırır: "Şu Moğol’un talanı, Moğol’un zulmü bile ders olmadı. Ben bunu söyledim de adımı işbirlikçiye çıkardı bu sürüngen sürüsü. Çok acılar çekiyorum ey Hayyam. Cahil, köpeğini saldı üzerime. Köpek parçaladı kalem tutan parmaklarımı. Köpek değilim ki ben de onu ısırayım. Çok acılar çekiyorum, çok acılar." der (Nar 2004: 42).

E r d e m

19 50 2008

(29)

50 Mevlânâ’nın karşısına çıkan Feridüddin Attar, ona babasını anımsatır. 2008

"Bilginler sultanı" olarak anılan babası Bahaeddin Veled ise anlaşamadığı ulema takımının şerrinden kaçmıştır.

Mevlânâ’nın sadece yaşadığı dönemde değil, günümüzde de doğru anlaşılmadığına inanan yazar, bu nedenle kendisiyle yapılan söyleşide "Can Ateşinde Kanatlar’da Mevlânâ’nın yalnızlığını a n la ttım ." demektedir (Sorgun 2005). Dolayısıyla bu vurgu, geçmişin olduğu kadar bugünün algılayışını da kapsamaktadır.

2. K işi-Z am an -M ekân Akışkanlığında Yakalanan Evrensellik

Turgay Nar, Can Ateşinde Kanatlar oyununda kişi-zaman-uzam akışkanlığından yararlanır. Bunu yaparken farklı zaman ve mekânda yaşamış kişileri, Mevlânâ’nın etrafında bir araya getirir. Yazar bunu yaparken Mevlânâ’nın kişileri, zaman ve coğrafyaları aşan evrensel kimliğini de öne çıkarmış olur. Oyunda başvurulan bu kullanımlar, tasavvuftaki "tayy-ı mekân, "tayy-ı zaman" anlayışına dayalı olarak açıklanırken bir yandan da oyunun yaslandığı grotesk yapı ortaya konulur.

Geçmiş zamanlarda "Ene’l-Hak" dediği için asılan, yakılan ve külleri denizde "Ene’l-Hak" yazdıran ve bu yönüyle çarmıha gerilen İsa’yla aynı meşrebe giren Hallâc-ı Mansûr, gelecekte aynı gerekçeyle derisi yüzülecek olan Seyyid Nesimî’nin derisini hırka olarak Mevlânâ’ya getirir. Divane Derviş’ten sonra evreni, varlığı ve kendi kimliğini felsefi manada sorguladığı bir anda Mevlânâ’nın karşısına bu sorgulayışa uygun olarak Ömer Hayyam çıkar ve onunla birlikte sorulara bir cevap bulmaya, bu arayışa bir anlam vermeye çalışır. Daha sonra Feridüddin Attar, Yunus Emre, Şirazlı Hafız, Seyyid Nesîmî ile aynı anlayışa sahip tasavvuf silsilesi farklı zaman ve farklı coğrafyaları birleştirir. Zümrüdüanka, Ayetü’l Sema Kuşlar ile gelenek içinde var olan sembolik anlam çerçevesi tamamlanır.

Ahura Mazda adlı Tanrı’ya inanan Zerdüşt ise insanlığa doğruyu, iyiyi, güzeli öğretme ve inandığı değerler noktasında Mevlânâ ile aynı meşrepte birleşir. Buna yaptığı güneş yontularıyla insanlığa güzel değerler aşılamaya çalışan Hititli Yontucu ve 16. yüzyıl sonlarında okuma yazmayı kendi öğrenen, İncil, Kur'an gibi kutsal kitaplar dâhil olmak üzere pek çok eser okuyan ve bir değirmenci olan İtalyan köylüsü Menocchio da katılır.

3. Bir A rayış-B uluş S e rü ve n i/M is tik Bir Yolculuk

Can Ateşinde Kanatlar, görünürde Mevlânâ’nın Şem s’i arayıp bulma adına çıktığı, gerçekte ise kendi benliğini bulduğu mistik bir iç yolculuğu konu alır. Bu yolculuk, tasavvuf geleneğine uygun aşamalara göre şekillenir ve bu gelenekte yer alan simgeler ve benzetmelerle anlatımını bulur.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çizelge 4’e bakıldı- ğında bin tohum ağırlığı lokasyonlar, genotipler ve genotip x lokasyon interaksiyonuna göre p < 0.01 düzeyinde önemli olmuştur..

Araştırmada üzerinde durulan özelliklerden bitki boyu, bakla sayısı ve bin tohum ağırlığı bakımından genotipler arasındaki farklılıklar istatistiki bakımdan

En uygun parsel boy/en oranının belirlenebilmesi için, yukarıda belirtilen iki temel kayıp faktörü nede- niyle oluşan kayıplar, belirli büyüklükte ve farklı boy/en

Buna bağlı olarak fotovoltaik (PV) güneş enerjisi panel tasarımı planlanan bir yerin bulunduğu koordinatların yıllık güneşlenme değerleri, PV’den elde

Denemede havuç ağırlığı (g), havuç uzunluğu (cm), havuç verimi (kg/da), ekstra havuç verimi (kg/da), I.sınıf havuç verimi (kg/da), II.sınıf havuç verimi (kg/da),

2015-2040 dönemi için model verileri ile hesaplanan yıllık toplam evapotranspirasyon değerlerinin ortalaması incelendiğinde; Edirne ve Kırklareli için sırasıyla

Deneme sonuçlarına göre, 37.2 0 C’ de inkübe edi- len 3 numaralı yumurtalar, 1 numara ile gösterilen gruba göre toplam geç dönem ölümler ve prenatal ölümler bakımın-

Bu özellik bakımın- dan incelenen 15 kombinasyonda anaçların ortalama- sına göre altı pozitif, dokuz negatif, üstün anaca göre ise dört pozitif, 11 negatif melez gücü