• Sonuç bulunamadı

1.1. TAHAYYÜLİ/TASAVVURİ TİPLER (HİKAYE-DESTAN-MASAL

1.2.17. Mutrib

Itrab eden, çalgı çalan, çalgıcı anlamının yanında şarkı söyleyen içinde kullanılmıştır. Zühre’nin mesleği gibi şiirde işlenmiştir. Mecliste Zühre, mutriblik yapar.

Göñül ezelde ki bir bezme hemdem olmış-idi O bezme mutrib idi zühre çarh idi rakkâs (G 144/2)

Yüzüñ def kâmetüñ çeng itmeyince bezm-i fürkatde Sen iy mutrib yüri kanûn-ı ‘ışkı çalabilmezsin (G 275/2)

Bezm-i gamda iy Süheylî nâle mutrıb sîne def

Dâg-ı pür-hûnum anuñ üstinde altun pül gibi (G 352/5)

(Zühre, Rakkas, Mutrib) 1.2.18. Müneccim

Eski ismiyle “ilm-i nücûm”, yani yıldız ilmiyle ilgilenerek, yıldızların hareketlerinden anlamlar çıkaran ve bu şekilde gelecekle, insanların kaderleriyle ilgili yorumlar yapan kişilere verilen addır.

Eski dönemlerde önemleri gayet fazla olan müneccimler, o kadar çok dikkat çekmişlerdir ki hükümdarların yanlarından ayırmadığı kişilerden olmuşlardır. Savaş ilanı dahi müneccimlerin sözlerine göre verilir olmuştur. Günümüzde müneccimlik adı altında olmasa da izlerini falcılarda, büyücü hocalarda görülmektedir. Aynı iş yapılmasa da günümüzde de kaybolan eşyaların bulunmasında, çeşitli hastalıkların tedavi edilmesinde başvurulan kişilerdir.

Klasik şiirde de müellifler konuları işlerken kullandıkları malzemeler arasına müneccimliği de koymuşlardır.

Kandadur ol mâh-ı burc-ı evc-i hüsnüñ menzili

Kevkeb-i bahtum görüp cânâ müneccimler didi Yok beşâret tâli‘üñde fâl bir yüzden dahı (G 350/4)

Müneccimler vukûfından bu necmüñ kaldılar ‘âciz

Nazar olınsa usturlâbe virmez bir haber tâli‘ (G 154/4)

1.2.19. Pasban (Bkz. Ases)

1.2.20. Rakkas (Bkz. Köçek)

1.2.21. Rakszen (Bkz. Köçek)

1.2.22. Ressam

Resim yapan, resim çizen müellif. Beyitte kaderin ressamı şeklinde yer almıştır.

Böyle bir âsûdelik resmin dahı tarh itmedi

Var idelden safha-i tekvîni ressâm-ı kader (K 26/12)

1.2.23. Saki / Sakka

Su veren, su dağıtan. İçki sunan. Su ve içki sunan güzel, sevgili; tasavvufî divan şiiri ve nesrinde ilahi şarap sunucusu, Feyyâz-ı Mutlâk (c.c.) olarak algılanır.68

Klasik şiirimizde saki eğlence meclisinin olmazsa olmazlarındandır. Meclise gelenleri eğlendiren, herkese neşe dağıtmasının yanında içki dağıtarak onları mest eden bir tiptir. Meclis erbabına içki vererek onu sarhoş etmesi, sevgilinin aşk ile aşığı sarhoş etmesine benzetilmiştir. Nasıl ki sarhoş içkiden sarhoş olmuşsa, aşık da sevgilinin güzelliğinden sarhoş olmuştur.

Sâki-i hüsnüñ müdâm ayagına küb düşmede

Var mı bir rind-i kadeh-peymâ mey-i rûşen gibi (K 13/19)

Senüñçün ‘ayş u nûş ü zeyn ü zîb içün müheyyâdur

Felek meclis savâbit nukl ü meh sâkî vü hûr sâgar (K 49/19)

Tolular çekdi bezm-i ‘âlem içre ‘ışkına Hakk’uñ Ecel câmın sunup sâkî-i devrân aña virdi keyf (Kt 11/2)

Yarın ne zuhûr eyler ise görevüz anı

Sun sâkî bugün sen bize câm-ı ferah-efzâ (G 2/5)

Yâr ile meclis-i müheyyâdur hemîn Eyyühe’s-sâkî edir ke’sen sâlimâ (G 5/2)

Safâ bezminde câm-ı mey gibi olmaga leb-ber-leb Piyâle gibi iy sâkî bulınmaz bir güzel-meşreb (G 20/1)

Arapça’da sakka da su taşıyan demektir. Dilimizde saka deriz. Eskiden İstanbul’da kırbalarla evlere Kırk Çeşme Suyu taşıyan suculara derlerdi.

Dini günlerde, bilhassa Muharremde halka su dağıtarak para toplayan cerrarları bu sakalardan tefrik için saki denirdi. Anadolu’da halk sebilci derlerdi.

Sakiler siyah sahtiyandan ceket ve potur, başlarına keçe külah giyerler, üzerine abani sararlardı. Bellerine yirmi santim genişliğinde sahtiyan kemer bağlarlar ve bu kemere bağlı halkalara da sarı renkli, içi yazılı taslar takarlardı. Sol omuzlarına ucu musluklu kırba denilen teneke su alan meşin bir depo asarlardı. Bunlardan biri çarşının bir başını, diğeri de öbür başını tutar ve karşılıklı mersiye okurlardı. Her fasılada taslara birer, ikişer yudum su korlar, halka “Kerbela şehidi İmam Hüseyin aşkına” sunarlardı. Bu suyu oturduğu yerde, ayakta ise çömelerek besmele çekip içen herkes küçük bir parayı sakinin sağ tarafında, kemere asık duran meşin torbaya atarlardı. Bu su Hristiyanlara da verilirdi. Bunlardan Bektaşi olanların hemyan içinde içtikleri görülürdü.69

Çemen reşk-i behişt olmış zemâne zîb ü fer bulmış

Sabâ ferrâş olup gülzâra gelmiş ebr-i ter sakkâ (K. 2/38)

Sulayup gülşeni sakkâ gibi göz yaşı-y-ile

Eyledi şeh-i gülüñ hükmini icrâ bülbül (G. 206/2)

(Rint, Ferraş) 1.2.24. Sarraf

Sarf kökünden türeyen Sarraf, altını gümüş karşılığında satan kişiler için kullanılırdı. Sarraf kelimesinin yanında sayraf, sayrafi, nakkad kelimeleri de kullanılmıştır. Eski dönemlerde insanlar altın ve gümüş ile alışveriş yapar ve mallarının fiyatını bunların ağırlığına göre belirlerlerdi. Sarraflar, altın ve gümüşün saflık derecesini iyi bilen ve bunları hassas terazilerle tartarak hangi karşılığa denk geldiğinin iyi bilen kişilerdi. Her çarşıda bulunur, insanların işlerini hallederek para kazanırlardı.70

Dür-i ma‘ârife sarrâf sırf olam dir iseñ Cevâhir-i sühene kalb-i pâküñi kân it (G 27/5)

1.2.25. Sipehsalar

Farsça ordu anlamındaki “sipeh” ve komutan anlamındaki “salar” kelimelerinden oluşur. Orta çağ İslam devletlerinde kullanılmıştır. Başkomutan anlamındaki bu kelime yayılarak İran toplumlarında yayılmış, daha sonra Gazneliler tarafından da kullanılmıştır.71 Süheyli ümmetin başkomutanı şeklinde şiirinde

kullanılmıştır.

Vücûd-ı kâ’inâtı var iden sun‘-ı Hudâ hakkı

Sipehsâlâr-ı ümmet pîşvâ-yı enbiyâ hakkı

Rasûlüñ çâr-yârı ol gürûh-ı bâ-safâ hakkı ‘Alîm-i ‘alleme’l-esmâ Aliyyü’l-Murtezâ hakkı

70 Nebi Bozkurt. “Sarraflık”, DİA.

‘Umûm-ı âl ü ashâb-ı rasûl-i müctebâ hakkı Güzîn-i hânedân ü zümre-i âl-i ‘abâ hakkı Müfîz-ı cümle-i eşyâ kemâl-i kibriyâ hakkı

Elin al ben za‘îfüñ nûr-ı pâk-i Mustafâ hakkı (Ts 1/1)

(Enbiya, Resul)

Benzer Belgeler