• Sonuç bulunamadı

B. VARLIK TÜRLERĠ

1. MUTLAK/VÂCĠB VARLIK

Varlık, çeĢitli kategorilere ve türlere ayırılmakta ve bu Ģekilde incelenmektedir. Buna göre varlık genellikle, mutlak-mukayyed ve vâcip-mümkin Ģeklinde bir tasnife tabi tutulmaktadır. Ancak, burada çok önemli bir hususa dikkat edilmesi gerekmektedir: Bu iki varlık tanımlamasından, Ekberiye ekolüne göre, iki ayrı varlık olduğu anlaĢılmamalıdır. Çünkü çalıĢmamızda Fenârî'de de görüleceği üzere, bütün vahdet-i vücûd ehlinin nazarında varlık tektir. Tanımlamalar ve

373

Konevî, Miftâhu'l-gayb, s. 21, (Tasavvuf Metafiziği, s. 22); Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 181.

374 Fenârî'nin varlığın bölünemezliği hakkında Mantık ve Felsefe ilkeleri çerçevesinde yaptığı izahları

için bkz.: Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 209.

tasnifler, sadece bu tek varlığın farklı isimlendirilmelerinden ve tasniflendirilmelerinden ibarettir. Dolayısıyla bizim burada yaptığımız tasnifler de aslında varlığın zihinde kolay anlaĢılması için ortaya konmuĢ "isimlendirme"den baĢka bir Ģey değildir. Fenârî'nin varlığa iliĢkin açıklama ve tanımlamaları, büyük ölçüde mutlak ve vâcip olan varlığı izaha dönük olduğu için burada öncelikle bu iki varlık kategorisi hakkında bilgi vermeyi uygun görmekteyiz.

Fenârî'nin mutlaklık lafzına yüklediği anlama baktığımızda, onun belki de tanımlanması neredeyse imkânsız olan bir özellik olduğunu görürüz. Zira müellif söz konusu kavramla ilgili olarak tam mutlaklığın her türlü nitelemeden hatta mutlaklık kaydından dahi uzak olduğunu ifade etmektedir. Ona göre mutlak olan Ģeyin künhü, ne yakınlık-uzaklık gibi bir cihetle, ne de hissî, vehmî veya aklî bir iĢaretle tahsis edilemeyeceği gibi bunlardan soyutlanamaz da. Çünkü bu özelliklerden mücerred olduğunu söylemek de bu Ģey için bir kayıt mesabesindedir.376

Mutlak vücûd tanımlarıyla gerek Konevî ve gerekse Fenârî, Hakk'ın varlığını tanımlamayı amaçlamaktadır. Bu itibarla Konevî, Miftâhu'l-gayb‟da "Hak kendisinde hiçbir ihtilâf bulunmayan 'vücûd-ı baht'tır" der.377

Konevî, salt vücûd anlamındaki "vücûd-ı baht" tabiriyle "vücûd-ı mutlak"ı kastetmektedir. O halde bir ve bölünmez hakîkat olan mutlak vücûd, Hakk'ın varlığıdır. Fenârî bu minval üzere mutlak vücûdu, "mahzâ vücûd olması sebebiyle hakkında hiçbir kesret, terkib, sıfat, isim, Ģekil, nispet ve hükmün düĢünülemeyeceği, her türlü itibar ve kayıttan hâlis olan vücûd-ı baht" Ģeklinde tanımlamaktadır. Fenârî, Konevî'nin vücûd-ı baht tanımında zikrettiği "içinde hiçbir ihtilaf olmayan" ibaresi üzerinde durarak, bunun iki hususa iĢaret ettiğini belirtmektedir:

Bu iki husustan ilkine göre, kendisinde hiçbir ihtilaf bulunmayan demek, içerisinde asla kayıt bulunmayan demektir. Çünkü kayıtlar, ihtilafın menbaıdır. Ġhtilafın olmadığı yerde herhangi bir kayıt da bulunmaz. Ġkincisine göre ise, hiçbir

376

Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 170; 208. Fenârî, Hakk'ın zâtı için "mutlak" tabirinin kullanılmasının, onun yalnızca taayyünü açısından mümkün olduğuna dikkat çekmektedir. Zira zâtta taayyün söz konusu olmadığı için mutlaklık, onun zâtî mertebesi kastedilerek kullanılamaz. [Bkz.: Fenârî,

Misbâhu'l-üns, s. 166. Konevî, Sadreddîn Muhammed b. Ġshak, Meşrau'l-husûs ilâ maâniyi'n-Nusûs,

neĢr.: Ali b. Ahmed, Merkezü ĠntiĢârât, Ġran 1379, s. 55, (kitabın adı bundan sonra sadece en-Nusûs olarak verilecektir), (Konevî, Sadreddîn Muhammed b. Ġshak, Vahdet-i Vücûd ve Esasları, trc.: Ekrem Demirli, Ġz Yay., Ġstanbul 2002, s. 14)'ten naklen.]

ihtilaf bulunmayan demek, sübûtunda hiçbir ihtilaf söz konusu olmayan demektir. Bu durumda Vücûd-ı Mutlak'ın mevcûdiyetinde hiçbir tereddüt yoktur.378 Fenârî, Hakk'a izafe edilen her türlü teveccühün ve iltifat hükümlerinin de bir çeĢit kayıt olduğunu, ancak bunların Hakk'ın zâtî istiğnâ mertebesinden tenezzül etmesinden sonra devreye girdiğini belirtmektedir. Bunlar, onun nisbî sıfatları ve esmâî nispetleri olarak değerlendirilir. Hak, müteallıkları vasıtasıyla nisbî olarak temeyyüz eder. Bu noktada Hak, kendi zâtının aynıdır ve onunla birlikte hiçbir Ģey yoktur. Eğer olsaydı o zaman bu Ģey ile kayıtlanırdı ki, bu onun hakkında imkânsızdır.379

Fenârî, mutlak varlığa izafe edilen nispet, isim ve sıfat gibi, onu kayıtladığı düĢünülen husûsiyetlerin hangi cihetle ona tahsis edildiği üzerinde durmaktadır. Ona göre, mutlağın özelliği tüm mukayyedâtı ile beraber olmasıdır. Ancak bu beraberlik, zarfiyet, hulûl, mücâveret/komĢuluk ve mümâsât/bitiĢiklik anlamında değildir. Zira bunların hepsinde, onun bu sıfatları ve özellikleri kendisinden ayrı birer unsurken, daha sonra ona katılmıĢ olması intibâı bulunmaktadır. Halbuki mutlak varlık, kendi özellikleriyle bir bütündür ve bu özellikler onun aynıdır. Dolayısıyla mutlak varlığın yapısında, onun kendiliğinden ayrı bir husûsiyet, kayıt, sıfat ve nispet söz konusu değildir.380

Abdurrahman Rahmi Bursevî, mutlak varlığın bütünlük arzeden yönünü, Hakk'ın tüm mevcûdat ile zâtî beraberliğe sahip olması üzerinden izah etmektedir. Zira bu beraberlik de yine mutlak varlığın bir baĢka yönüdür. Mutlak varlık olan Hak, eĢyâ ile, onları bilmesiyle birlikte bulunur (huzûr). Çünkü eĢyâ onun taakkullerinin taayyünlerinden ibarettir. Dolayısıyla zerre miktarı bir Ģey bile onun ilminin dıĢına çıkmamaktadır. Söz konusu ilim ve taakkul, Hakk'ın vücûdunun aynı olan ehadî zâtında gerçekleĢmektedir. Buradaki ilmî bütünlük, yani ilim ile ma'lûmun ittihat halinde olması, Hakk'ın bölünmez tek hakîkat olan mutlak vücûdunun özelliğidir.381

Bu noktada Bursevî, vücûd-ı bahtın ehadiyetine dikkat çekerek onu tarif eder ki, buna göre içinde hiçbir tegayyür ve taaddüdün bulunmadığı ve kendisini

378 Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 150. 379

Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 170.

380 Fenârî'nin mutlak varlığın husûsiyetlerini ve mahmullerini ihâtasını değerlendirdiği asıllar için

bkz.: Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 209-210.

tahsis eden her türlü kayıttan ve vasıftan uzak olan varlık, vücûd-ı bahttır. Bu özellik onun ehadiyet yönüdür.382

Molla Fenârî, mutlak varlığın özelliklerinden bahsettikten sonra onun mevcûdiyetine de temas etmektedir. Buna göre mutlak varlık, mutlaklığı, umûmîliği ve her Ģeyi ihâta edici özelliğiyle bizâtihî mevcûd, varlığı zorunlu yokluğu ise imkânsızdır. Mutlak varlığın vücûd olmaması nasıl imkânsız ise mevcûd olmaması da o ölçüde imkânsızdır. Nitekim bahsi geçen bizâtihî mevcûd olma ve zorunluluk husûsiyetlerinin ondan çıkarılması söz konusu olamaz. Mamafih her çeĢit kemâlât onun için sâbittir ve onun mutlaklık mertebesinin lâzımıdır.383

"Vâcib" diye adlandırılan varlık ise, "vücûdu kendi zâtı veya kendinin aynı olan vücûd" demektir. Ġznikî bu tanımı, yokluğun vâcip varlıkla irtibatı üzerinden delillendirmektedir. Ona göre vâcib, ademi bir vâsıtayla değil de, zâtî olarak nefyeden Ģey demektir. Bu ise vücûdun özelliğidir. Nitekim vücûd dıĢındaki hiçbir varlık, ademi lizâtîhî kabul etmekten imtinâ etmez, yalnızca varlık vasıtası ile kabul eder. Zira vücûdun ademi kabul etmesi en uzak mevhumdur. Çünkü vücûd haddizâtında ademin karĢıtıdır (münâfî).384 ġârih, bizâtihî vücûdun ademin karĢıtı olma özelliği vâcipte de görüldüğü için vücûd ve vâcib arasında bir ayniyetten de söz etmektedir. Bu noktada Ġznikî'ye göre, mutlak vücûd aynı zamanda vaciptir.

Ġbn Sînâ'nın ifadeleri konuyu biraz daha açıklığa kavuĢturur niteliktedir. Ona göre, varlık kazanan Ģeyler ikiye ayrılır: biri zorunlu/vâcip varlık, diğeri ise mümkin varlıktır. Vâcip varlık, zâtı dikkate alındığında varlığı zorunlu olandır.385

Vâcipliğin olmazsa olmaz Ģartı, vucûdun zâtî olması, yani zâttan kaynaklanması hususudur. Onun bu zâtîliği, mevcûdiyetinin kendinin aynı olan vücûda bağlı olması ile gerçekleĢir. Bu mânâda mevcûd ve vücûd, aralarında bir farklılık olmayan tek bir Ģeydir. Fenârî bunu "vücûd/varlık olmaması imkânsız olduğu gibi, mevcûd olmaması da imkânsız olan" Ģeklinde ifade etmektedir.386 Bir baĢka deyiĢle, vâcip varlık kendinin aynı olan vücûd ile mevcûddur. Bu özellik aynı Ģekilde vücûd-ı mutlak için

382 Bursevî, Şerhu Miftâhi'l-gayb, vr. 15b.

383 Bkz.: Fenârî, Risâle fî beyâni vahdeti'l-vücûd, vr. 81b-82a. 384

Ġznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, vr. 48b.

385 Ġbn Sînâ, Ebû Ali Hüseyin b. Abdullah, Kitâbu'ş-Şifâ Metafizik, trc.: Ekrem Demirli-Ömer Türker,

Litera Yay., Ġstanbul 2004, c. I, s. 35.

de ifade edilir. Dolayısıyla vücûd-ı mutlak, vâcibü'l-vücûddur. Bir Ģey ile kendisi arasında bir hakîkat olmadığı için, vâcibin varlık kazanmasında herhangi bir sebebiyet söz konusu değildir. Dolayısıyla vâcip, herhangi bir sebep ve illetle değil, bizâtihî kâim olandır.387

Bir diğer tabirle vâcip, varlığı kendinden olan demektir. Varlığı zâtının gereği ve bütün yönlerden zorunlu olan vâcibü'l-vücûdun herhangi bir illeti yoktur.

Ġbn Sînâ'nın vâcibü'l-vücûd tarifinde en çok üzerinde durduğu hususlardan biri, onun varlığının illetsiz olması yönüdür. Çünkü, eğer varlığı illetsiz olmazsa, vâcipliğin en temel Ģartı olan "varlığının zâtîliği" sağlanmamıĢ olmaktadır. Bu sebeple Ġbn Sînâ, zorunlu varlığın (vâcibü'l-vücûd) illetsiz olduğunu söylemektedir. Eğer illetli olursa, varlığını bu illetten almıĢ olur ki, varlığını herhangi bir Ģeyden alan varlık, zâtı açısından zorunlu varlık olmaz.388

Bir diğer tanımla bizzat/zâtı itibariyle vâcip, vücûdunun zâtı için kaldırılması imkânsız olandır. Bunun sebebi Ģudur: tikellerin/fertlerin zâtı ve mukavvimi olan küllî hakîkatlerin kalkması demek, vâcibü'l-vücûdun cümlesinden olan fertlerin kalkması demektir.389

Burada müellif, mutlaklığın, yani tüm mevcûdata Ģâmil olma özelliğinin vâcibin lâzımı değil bizzat kendisinden (zâtî) olduğunu ifade etmektedir. Zorunlu varlık ve mümkin varlık tanımlamalarında ayırıcı özellik, varlığın bir kaynaktan alınması veya bizzat varlığın kendisi olmasıdır. Buna göre vâcip,

varlığının başkasından kaynaklanması mümkün olmayan, mümkin ise varlığını başkasından kazanmış ve var olmasıyla yok olması eşit iken mevcûd hale gelendir.

Vâcip ile mümkin arasındaki bir diğer ayırım ise vâcipte varlık onun zâtının aynı iken, mümkinde ise kazanılmıĢtır, dolayısıyla vâciplik onun bir sıfatı veya zâtı olarak nitelenemez.390 Çünkü baĢkasından alınan Ģey, o varlığın zâtının aynı değil bilakis kendi zâtına yapılmıĢ bir ilâvedir. ĠĢte Hak dıĢındaki tüm mevûdâtın durumu böyledir. Bu da, vâcip varlıkla mümkin varlık arasındaki en temel farktır.391

387 Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 151. 388 Ġbn Sînâ, Metafizik, c. I, s. 36. 389 Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 157. 390 Fenârî, Misbâhu'l-üns, s. 175. 391 Atpazârî, Misbâhu'l-kalb, vr. 15b.

Ġbn Sînâ, vâcibin özelliklerini, onun bizzat mevcûd olması ve bu noktada yegâne, tek olmasını vurgulayarak ifade etmektedir. Varlığı zâtı gereği zorunlu olanın varlığı, bütün yönlerden zorunludur. Varlığının bir baĢkasına denk olması, bunlardan her birinin varlığın zorunluluğunda eĢit olmaları ve birbirlerini gerektirmeleri mümkün değildir. Vâcibü'l-vücûdun varlığının, çokluğun toplamı olması kesinlikle söz konusu olmadığı gibi, hakîkatinin de bir yönden müĢterek olması imkânsızdır. Kısaca vâcibü'l-vücûd ne görelidir, ne değiĢkendir, ne çokluktan oluĢmuĢtur ve ne de kendine özgü varlığında bir baĢka varlıkla ortaktır.392

Vâcip varlık, varlığı zâtî olup, var olmaması imkânsız olan varlıktır. Varlığının zâtîliği sebebiyle herhangi bir illet ve sebep sayesinde değil, kendisi ile var olmuĢtur ve bu noktada hiçbir varlık onunla müĢterek değildir. Vâcip varlık, hiçbir sebep ve illet olmaksızın kendinin aynı ile mevcûd olduğu için aynı zamanda mutlak varlıktır.