• Sonuç bulunamadı

Muhteva Bakımından Kitabu Mir‟âti‟l-mürüvvât

2.2. KĠTÂBU MĠR‟ÂTĠ‟L-MÜRÜVVÂT

2.2.2. Ali b el-Hasan b Caʽdeveyh‟in Kitâbu Mir‟âti‟l-mürüvvât‟ı

2.2.2.3. Muhteva Bakımından Kitabu Mir‟âti‟l-mürüvvât

Mürüvvet ve fütüvvetin esaslarını anlatmak amacıyla yazılmıĢ mevʽıza türü bir eser olarak Kitabu Mir‟âti‟l-mürüvvât bir hutbe, bir mukaddime ve kırk bir babtan müteĢekkildir. Genel olarak nakillerden oluĢan muhtevası dikkatle değerlendirildiğinde muhatabına ahlak, âdâb ve terbiye kuralları hakkında amel/fiil odaklı tavsiyelerde bulduğu görülür. Bu Ģekilde muhatabın mürüvvet ve fütüvvet yolunda ilerleme kaydetmesi hedeflenir. Bu yönüyle eser, aynı zamanda yazıldığı dönemin ahlak, sosyal hayat ve kültür anlayıĢına kısmen de olsa ıĢık tutar.

Müellifin, her bapta, anlatacağı bahisle ilgili olarak Kur‟ân-ı Kerîm‟de geçen bir âyet veya Hz. Muhammed‟e ait bir hadis varsa, evvela bunlara yer verme gayreti içinde olduğu dikkati çeker. AnlaĢıldığı kadarıyla zikredilen hadisler sıhhat dereceleri nokta-i nazarından değil bağlama ya da verilmek istenen mesaja uygun düĢmeleri bakımından eserde yer almıĢlardır.

Metin içinde zikredilen nakiller arasında müellife mahsus ifadeler çok az bir yer tutmaktadır. Daha ziyade Kur‟ân-ı Kerîm‟den âyetler, geçmiĢ peygamberlerden ve ümmetlerden bahisler, Hz. Muhammed‟den hadisler, Ehl-i Beyt‟ten, sahabeden, âlimlerden, meliklerden, vezirlerden, devlet adamlarından, hakîmlerden ve sûfîlerden aktarılan özlü sözler, dikkat çekici menkıbeler, didaktik sohbetler, ibretli hikâyeler ve numûne kabilinden vak„alar ile Ģairlerden alıntılanan latif Ģiirler göze çarpar.

Bablarda ele alınan mevzûlarda genel olarak kerem sahibi ve cömert olmak, olumlu davranıĢ göstermek, iyilik yapmak ve iyiliği teĢvik etmek, layık olana ve hak edene iyilik yapmak, iyilik yapmakta acele etmek, yapılan iyiliğe teĢekkür etmek, köle ve cariyelere iyi davranmak, insanları idare etmek, dostluk göstermek, özürlerini kabul etmek, affetmek, hediye vermek, bağıĢ yapmak, sıkıntıları gidermek, mü‟mini sevindirmek ve yardımına koĢmak, ihvan arasında yardımlaĢmak, kanaatkâr olmak, baĢkalarından bir Ģey beklememek, ahde vefa göstermek, sözleĢmeye sadık kalmak, güler yüzlü olmak gibi insanı yücelten amelî değerler ele alınarak teĢvik edilir. Dönemin tanınmıĢ Ģahsiyetlerinden yapılan nakillerde ise güzel koku kullanmak,

güzel elbise giyinmek, yemek ve içmek, evlenmek, çeyiz ve mehir vermek, yüz ve endamı güzel olmak, bakıĢları öne indirmek, ziyafet vermek, Ģerefli ve izzetli olmak, mizahı güzel yönde yapmak, elinde bulunan imkâna göre mürüvvet göstermek hususları vurgulanır. Kaba saba olmak, kusur aramak, lakap takmak, ayıp ve fuhĢa dair sözler söylemek, içki içmek gibi insanı alçaltan kötü davranıĢlar anlatılarak bunlardan uzak durulması tavsiye edilir.

Nadiren de olsa kendi fikrini de ifade eden müellifin, iyi insanlara duyulan özlemi dile getiren ve zamanın artık eskisi kadar keremli insanlarla dolu olmadığını belirten birçok nakle yer vermesi, özellikle vurgulanmıĢ bir husus olabilir. Yine fütüvvet bahsinde meselenin Ahhab-ı Kehf (Mağara Ashabı) bağlamında ele alınması ve fütüvvetin bu hadise üzerinden tarif edilip yorumlanması da dikkat çekicidir.

Muhtevası genel olarak bu hususları içeren Kitabu Mir‟âti‟l-mürüvvât Ali b. Ebî Tâlib rivayetiyle nakledilen kudsî bir hadisle baĢlar (s.3). Mi„raç gecesi Hz. Muhammed‟in Rabbine: “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” sorusuyla baĢlayan hadis, soru-cevap usulüyle devam eder. Allah‟a tevekkül etmek ve O‟nun taksim ettiğine rıza göstermek en faziletli amel olarak tarif edilir. Allah‟ın muhabbetini kazanmıĢ kimseler olarak Allah için birbirini sevenler, Ģefkat gösterenler ve Allah için bir araya gelenler ve O‟na tevekkül edenler gösterilir. Bunların Allah‟ın muhabbet ve rızasını elde etmiĢ kimseler olduğu belirtilir.

Mürüvvet ve fütüvvet sahibi olmak isteyenlere tavsiyeler içeren bu hadisin ardından “ġed ve Tekmil Hutbesi” 419

gelir (s. 3-5). Hutbe “Fütüvvet ehlini, yaratılanların en keremlisi kılan Allah‟a hamdolsun.” diyerek baĢlar. Hz. Muhammed‟e salat ve selam ile devam eder. Fütüvvet libasının Kur‟ân‟da zikredilen takva elbisesi olduğu söylenir. Bu libası oluĢturan temel düsturların, mürüvvet ağacının beĢ unsuru olan “sıdk, takvâ, emânete riayet, namazı edâ ve zinayı terk” olduğu ifade edilir. Bu esaslara dikkat eden taliplerin ulvî makamlara yükseleceği, bu esaslara muhalet edenlerin ise fütüvvet mensubu diğer kardeĢlerinin dostluğundan mahrum kalacağı, Melikü‟d-Deyyân‟ın gazabına terkedileceği bildirilir. Bundan sonra bu yolda yürümeye niyet etmiĢ olan genç talebeye: “Ey genç talebe!” diye

419

Eserin muhakkikleri ġed ve Tekmil Hutbesi‟nin, metni istinsah eden müstensih tarafından esere sonradan ilave edilmiĢ olabileceği kanaatindedirler. Eserin muhtevasında ve müellife ait olan ikinci mukaddimede böyle bir hutbeden bahsedilmemiĢ olmasının da bu hususu desteklediği görüĢündedirler.

seslenerek bu yolun Hz. Ali‟nin yolu olduğu hatırlatılır. Bu sebeple genç sâlike, zikredilen Ģartlara sımsıkı sarılması, açıklanan Ģeylere bağlı kalması, fütüvvet ehli olan kardeĢlerinin haklarını bedeni ve malıyla gözetmesi, masum olarak vasıflandırılan imamları takip etmesi, Allah‟tan yardım dilemesi ve doğru yola eriĢtirdiği için O‟na hamd etmesi tembih edilir. Hutbenin son kısmında, fütüvvet yolunda muvaffak olmayı, kardeĢlik haklarını eda edebilmeyi, günahkârlığı ve azgınlığı terk etmeyi dileyenlerin ve güzel iĢler yapanların Allah tarafından rızıklandırılmasını temenni eden dua cümlesi yer alır.

Muhtemelen metne sonradan ilave edilmiĢ olan bu kısımların ardından eserin isminin, yazılıĢ amacının, kime ithaf edildiğinin ve bölüm baĢlıklarının zikredildiği “Mukaddime” bölümü gelir (s. 7-16).

Besmele, hamdele ve salveleyle baĢlayan Mukaddime‟nin giriĢinde, “Allah Sübhânehu, insana, dostluk (ülfet) ve yakınlık (kurbet) sahipleri yanında güzel sohbeti farz, fütüvveti gerekli kıldı. Mürüvvet yolunun âdâbını kitabında açıklayarak bunu ona (insana) öğretti ve gösterdi” (s. 7) denilerek metnin güzel bir sohbet tarzında sunulmak istendiği açığa vurulur. Fütüvvet sırlarının Hz. Ali‟ye Hz. Muhammed‟den aktarıldığı, bu sırrın ise Hz. Âdem‟in yaratılıĢından öncesine dayandığı, Hz. Âdem‟den on iki bin sene önce Hz. Muhammed ve Hz. Ali‟nin aynı nurdan yaratıldığı ve Âdem‟in tövbesinin aktarılan bu kelimelerle tamamladığı söylenerek fütüvvetin mana itibarıyla köklerine, dolayısıyla da kudsiyyetine iĢaret edilir. Fütüvvetin “kilitli bir kapı” olduğu, anahtarının “fütüvvetin eserlerinin yüzlerinde zahir olduğu, hakiki sevgi ve Ģefkat ehli, keramet sahibi kimselerde” (s. 9) bulunduğu ifade edilerek “Allah‟ın aziz kitabında belirtilen bu sıfatlar”la “vasıflanmıĢ ehlullahın ikame ettiği tüm esasların fütüvvette olduğu” (s. 9) vurgulanır ve bu yolla fütüvvet ile tasavvuf arasındaki münasebet kurulmuĢ olur Bundan sonra amelin aslının niyet olduğu söylenir, niyetin önemine vurgu yapılır ve önce niyetlerin ıslah edilmesinin lüzumu belirtilir. “Bu övülmüĢ ahlâk ve kemâle eriĢmiĢ vasıflardan baĢkası boĢ ve fânidir” denilerek “Allah‟ın hikmet ve hükmüyle vaʽd ettiklerinin ancak böyle kimselerle gerçekleĢeceği” (s.10-11) ve böylesi bir ahlaka sahip kimselerin “yeryüzüne varis” olacakları bir âyetle destekleyerek verilir; (s.10-11) Böylece samimi bir niyetle bu yola giren fütüvvet sahiplerinin elde edecekleri netice de belirtilmiĢ olur. ġu dua cümlesiyle de Mukaddime‟nin giriĢi

tamamlanır: “Allah‟ım, hidayetinle basiretimizi aç. Emirlerine riayetle bizi Ģereflendir. Bizi nasihatten faydalananlardan ve güzel davranıĢlarını artıranlardan kıl. „Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. [Kesinlikle Allah emrini yerine getirir.] Allah her Ģey için bir ölçü koymuĢtur.‟ Azîm ve yüce olan Allah‟tan baĢka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.” (s. 11).

Kitabın yazılıĢ amacının dile getirildiği kısım, çok manalar içeren ve güzel ahlakın övülmüĢ olan sıfatlarını üzerinde toplayan mürüvvet ve fütüvvetin, fityanlar, melikler ve emirler için faziletleri bir araya topladığı; seyyidler ve büyükler için hususiyetler barındırdığı ifade edilerek baĢlar. Eserde bahsedilen mürüvvet ve fütüvvete ait tüm vasıfların Nizâmülmülk‟te var olduğu belirtilerek kendisi mahsus bazı sıfatlarla methedilir: “O mürüvvet ve fütüvvetin; Sahibu‟l-ecel, Seyyidu‟l- âlimu‟l-âdil, Kıvâmuddin, Gıyâsu‟d-devle, Seyyidu‟l-vüzera, Sadru‟l-Ġslâm, Razî emîri‟l-mü‟minîn, parıltıların efendisi (gurretü‟l-evdâh), ordunun öncüsü (kādimetü‟l-cenâh), güzelliklerin cümlesi (cümletü‟l-cemâl), tertibin mükemmeli (külliyetü‟l-kemâl), kasidenin can alıcı beyti (beytü‟l-kaṣîd), gerdanlığın ortası (vâsıdatü‟l-kılâde), tâcın incisi (dürretü‟t-tâc), Nizâmülmülk efendimizin hususiyetlerini tanzim ettiğini ve Efendimizin bu [mürüvvet ve fütüvvet] mesalikinde [tutulan yollarda] uzun mesafeler katettiğini gördüm. (s. 11-12). Onun “akranları arasında benzersiz” (s. 11) olduğu belirtilir. Sâhib b. Abbâd‟dan nakledilen bir Ģiirle de bu durum desteklenir:

Tıpkı Sâhip Ebu‟l-Kasım Ġsmail b. Abbâd‟ın dediği gibi: “Gittiler ahitlerine güvenilen kimseler

ĠĢte böyle bozuk bir zamandır bu zaman Kaldı yeryüzünde bir tek kiĢi, iĢte sen

Ġhsanı bol, o biricik kiĢi iĢte sensin sen” (s. 12-13).

Eserin yazılma amacı, adı ve kime ithaf edildiği de Ģu Ģekilde belirtilir: “BaĢlı baĢına [mürüvvet ve fütüvvet] hakkında te‟lif edilen ve orada onun faziletlerinin misalini zikreden bir kitap okumadım. Letâif ve Zarâif‟in derlenmesi dıĢında iĢaretlerin/parıltıların (Lümaʽ) farklı yerlerinde meveddetin/[mürüvvetin?] zikrine dair kısımlara baktım. Sâfî bir hizmet ve sâdık bir muhabbet, beni, yüce (sâmî) Hazret (Allah onu ve dostlarını korusun) için onun niĢanesini taĢıyan, onun ismiyle meĢhur olan ve “Mir‟atü‟l-mürüvvât” diye taʽbir edilen bir kitabın te‟lifine davet etti.” (s. 12). Eserin “mürüvvet ve fütüvvetin tefsirlerinden, taksimlerinden, genel

cümlelerinden, tafsilatından, ayrıca dikkat çekici haberlerden ve zarif Ģiirlerden” oluĢtuğu, “Hacmi hafif, vezni ağır, cismi küçük, ilmi büyük, diziliĢi eĢsiz, rivayeti yeni bir kitap” olduğu söylenir ve uslüp ve içeriğe temas edilir (s. 12). “Hiç Ģüphe yok ki Efendimiz (Allah devletini daim etsin ve nimetini kesintiden korusun) bu kitapta açıkladıklarımı zaten bilmektedir. ġu kadar var ki ben onun her zaman sahip olduğu âdetini hatıra niteliğinde zikrettim. Çünkü o kendi zamanının vezirleri arasında tektir ve akranları arasında benzersizdir.” (s. 12) denilerek de eserin yazıldığı ve kendisine ithaf edildiği sırada Nizâmülmülk‟ün hayatta ve gücünün zirvesinde olduğu ima edilmiĢ olur.

Mukaddime‟nin sonunda eserinin kırk bir baptan oluĢtuğu, senedlerin zikriyle kitabın çok uzamaması için çoğu senedlerin hazfedildiği belirtilir ve bap baĢlıkları bir liste halinde sıralanır. Bu kısım da bir dua cümlesiyle son bulur: “Ben, sâlih ve sâdık bir niyet ve saf bir akideyle, kapıların açıldığı yerden Allah Teâlâ‟ya yöneldim. Allah doğruları baĢarılı kılsın.” (s.14-16).

Birinci Bab “lafzı geçmediği halde Kur‟ân‟da mürüvvetle ilgili manen yapılan atıflar hakkında” (s. 17-22) olup peygamberimizin ahlakının yüceliğini anlatan bir âyet ve iki hadisle baĢlar. Ardından mürüvvetin manalarını içeren diğer âyetlere yer verilir. Ancak gerek müellif tarafından yapılan iĢaretlerde gerekse aktarılan rivayetlerde merkez konumunda yer alan âyet Ģudur: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği (ihsan), akrabaya yardım etmeyi (iʽtâ‟) emreder, çirkin iĢleri (fahĢâ), fenalık (münker) ve azgınlığı (bağy) da yasaklar. O, düĢünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl 16/90). Âyette vurgulanan adalet, iyilik ve akrabaya yardım kavramlarına dikkat çekilir; bu kavramların karĢıtı olarak verilen çirkin iĢler, fenalık ve azgınlık üzerinde durulur. Bu Ģekilde mürüvvetin ne olduğu hususundaki her Ģeyin Kur‟ân-ı Kerîm‟de verildiği okuyucuya hissettirilir.

Ġkinci Bab (s. 23-27), “mürüvvet hakkında ve fütüvvetin manaları hususunda ifade edilenler” baĢlığını taĢır. Mürüvvet hakkında Ali b. Ebî Talib ile Ġbn Rafi„ rivayetiyle gelen iki hadisle konuya giriĢ yapılır. Ardından sırasıyla Ehl-i Beyt‟ten Ca„fer b. Muhammed es-Sadık, sahabeden Amr b. Âs‟ın oğlu ilk sûfîlerden Serî es- Sakatî, tebeü‟t-tâbi„în neslinden hadis hâfızı Misʽar b. Kidâm, tabi„în neslinden ve Medine fukahasından Rebîatü‟r-Re‟y, sahabeden Amr b. Âs, tabi„înden Muhammed

b. Ümran, Basra dil mektebinin önde gelen simalarından Ģiir ve ahbâr râvisi Asmaî, sahabeden olup Emevîlerin Kûfe vâlisi olan Muğîre b. ġûʽbe ve Velid b. Ukbe, Basralı meĢhur tâbiî Hasan el-Basrî, adil hükümdar NûĢirevân‟ın veziri Büzürcmihr, tâbi„în âlimi ve kadı Meymûn b. Mihrân, kıraat âlimi Ġbn Mücâhid ve tâbi„în âlimi Zeyd b. Eslem‟in oğlu ve talebesi Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem‟in mürüvvet hakkındaki görüĢleri aktarılarak mürüvvetin ne olduğuna dair genel bir kanaat oluĢturulur. Aralarda verilen Ģiirlerle de metin renklendirilir.

Üçüncü Bab (s.28-33), melikler ve sultanların mürüvvet hakkında söylediği sözlere ayrılmıĢtır. Evvela idarecilerin varlığının lüzumu anlatılır. Ardından “sultana itaat etmenin ona ikram etmek” anlamına geldiği belirtilerek “sultanlara, iĢitip itaat etmek yoluyla ikram etmek” reayanın vazifesi, “reaya arasında adaletle hükmetmenin” de sultanın vazifesi olduğu ifade edilir. (s. 28) Devletin bekasının adaletle hükmetmeye bağlı olduğu söylenerek idarecinin önemini ortaya koyan iki hadis nakledilir. Daha sonra meliklerin mürüvvet hakkında söyledikleri sözlere yer verilmeye baĢlanır. Kendilerinden nakil yapılan emir ve melikler arasında Behram b. Behram, Mühelleb b. Ebî Sufre, Abdullah b. Tahir, Seyfüddevle Ali b. Ubeydullah b. Hemdânî, Emir Kâbus ve Gazneli Sultan Mahmud gibi yaĢadığı coğrafya civarında hükûmet etmiĢ ve muhtemelen de mürüvvetli davranıĢlarıyla zihinlerde iz bırakmıĢ olan isimler vardır. Ayrıca “emîr” ve “hakîm” arasında geçen ve sultan ve tebaası arasındaki iliĢkilere dair tavsiyeleri soru-cevap Ģeklinde iĢleyen uzun bir metin de dikkati çeker (s.30- 33).

Dördüncü Bab (s.34-37) “vezirlerin mürüvvete dair sözleri hakkında” olup iyi ve kötü veziri karĢılaĢtıran iki hadisle baĢlar. Abbâsî Halîfesi Me‟mûn‟un vezirlerinden el-Hasan b. Sehl‟den aktarılan: “ġeref, müsriflik derecesinde eli çok açık olmakladır. Gönül geniĢliği ancak gönlü ıslah eder.” (s. 24) sözü, mürüvvetin önemli ilkelerinden olan cömertliği öne çıkartır. Bu babda da mürüvvet hakkında kendisinden nakiller yapılan bazı vezir isimleri dikkati çeker: Yahyâ b. Hâlid el- Bermekî, el-Hasan b. Sehl, Ahmed b. Ġsrâil, Ebu‟l-Hasan Ali b. Muhammed b. Musa (b.) el-Furat, Ebu‟l-Fazl el-Bel‟amî. Ġdarecinin önemini vurgulayan bir Ģiirden sonra vezirlik veya emirlik yapanlara tavsiye amaçlı olduğu hissedilen bir hadisle bab sona erer.

BeĢinci Babda (s.38- 41) “akıl ve aklın mürüvveti hakkında” söylenmiĢ sözlere yer verilir. Aklı doğru kullanmak, güzel ahlak için gerekli bir öncelik olarak görülür. Sahabe, tabi„în, hadis râvisi, tasavvuf âlimi ve zâhid kimselerin yanında daha önce bahsi geçmiĢ olan NûĢirevân‟ın veziri Büzürcmihr de kendisinden nakil yapılan isimler arasında yer alır. Metin aklın önemini anlatan bir Ģiirle son bulur.

Altıncı Bab (s.42- 45) “güler yüz ve mütebessim çehre”nin önemini anlatmaya tahsis edilmiĢtir. Önce konuyla ilgili bir hadise, ardından Hızır‟dan Hz. Musa‟ya yapılan bir tavsiyeye yer verilir. Sonra da Cahiliye dönemi Mu„allaka Ģairlerinden Züheyr‟in ve onun takipçilerinden adı zikredilmeyen bazı Ģairlerin Ģiirleri aktarılır. Halîfe Me‟mûn‟un mektubuna eklediği bir Ģiir de konuyla ilgili olması dolayısıyla metinde yer alır. Ayrıca Attâbî‟den ve adı verilmeyen diğer Ģairlerden de Ģiirler nakledilir ve bir hadisle baba son verilir.

Yedinci Bab (s.46-48) “ahlak güzelliği ve onda bulunan mürüvvet”e dairdir. Hz. ÂiĢe‟nin ağzından Resûlullah (s.a.v)‟ın ahlakıyla ilgili sözler aktarılır; sahabe, tabi„în, fakih, sûfî olarak tanınmıĢ meĢhur bazı kimselerin ahlakla ilgili sözlerinden nakillerde bulunulur.

Sekizinci Bab (s.49- 60) “cömertlik ve mal ihsanı hakkında” söylenen sözlere dairdir. Konu epeyce geniĢ bir çerçevede ele alınmıĢ; meĢhur devlet adamlarının cömertliklerinden örnekler verilerek iĢlenmiĢtir.

Konuyla ilgili bir hadisten sonra Halife Me‟mûn‟un Basra emîri Muhammed b. Abbâd el-Mühellebî‟nin malını telef edecek kadar cömertlikte ileri gittiğini anlatan bir nakle yer verilir. Hz. ÂiĢe‟nin elbisesini yamalayarak giymek durumunda olmasına rağmen Halîfe Muâviye‟nin gönderdiği yüz bin dirhem paranın tamamını eline geçer geçmez tasadduk ettiği aktarılır. Hâlid b. Yezid eĢ-ġeybânî‟ye üç gün misafir olan bir Bedevî‟nin, gitmek üzereyken Hâlid‟in cömertliği üzerine söylediği Ģiirlere ve bu Ģiirleri çok beğenen Hâlid‟in her bir Ģiir için yüz bin dirhem vermesine değinilir. Yine Arapça darb-ı mesellerde cömertliğiyle meĢhur olan Maʽn Ġbn Zâide‟nin bir Ģairin kendisine yazdığı bir Ģiire karĢılık neredeyse bütün malını vermek istemesini anlatan bir hikâye zikredilir. Hevâzin kabilesinden bir kadının çaresizliğini ve periĢanlığını Hâlid b Abdullah el-Kasrî‟ye anlatması üzerine Hâlid‟in cömert ve âlicenaplığını gösteren cevabına yer verilir. Cömertliğiyle meĢhur Esma b.

Hârice‟nin Ģu sözü de cömertliğin seviyesini göstermek bakımından nakledilir: “Hiç kimseye yüzsuyu döktürmedim. Yüzsuyu dökecek olan kimseye vereceğim her bedeli de, dökeceği yüzsuyundan daha kıymetsiz buldum.” (s. 53)

Yezid b. el-Mühelleb‟in Haccâc‟ın ordusunda tutuklu iken, kendisine Ģiir okuyarak yardım isteyen bir Aʽrâbîye, kurtuluĢ fidyesi olarak elinde tuttuğu elli bin dirhemi tereddütsüz vermesinden ve bu cömertliğinden etkilenen Haccâc‟ın da onu serbest bırakmasından bahsedilir. Ali b. Îsâ‟nın cömertliğine örnek verilirken, kendisini kandırarak mal elde etmeye çalıĢan adamın yalan söylemesine aldırıĢ etmeden ona bağıĢ yapmayı sürdürmesi anlatılır. Maʽn Ġbn Zâide‟nin, yeni doğan çocuğuna Maʽn adını koyduktan sonra kapısına gelip Ģiir okuyan bir Aʽrabî‟ye okuduğu her beyte karĢılık iki bin dinar vermesi ve altıncı beytten sonra hazinesinde dinar kalmayınca Aʽrabî‟nin ağzını inciyle doldurması hikâye edilir. ġair Ebû Dülef‟in kendisini Ģiirle öven bir Aʽrabî‟ye bin dirhem ve bir Ģiirle karĢılık verdiğini anlatan Asmaî‟den bir rivayet nakledilir. Leys b. Saʽd‟ın cömertliğiyle ilgili olarak da Ģu rivayet nakledilir: “Harun er-ReĢîd, Malik b. Enes‟e beĢ yüz dinar gönderdi. Bu husus Leys b. Saʽd‟a ulaĢtı. O da [Malik‟e] bin dinar gönderdi. Harun er-ReĢîd gazaplandı ve Ģöyle dedi: “Ben ona beĢ yüz dinar gönderdim. Sen ise ona bin dinar göndermiĢsin. Sen benim raiyyetim değil misin?” [Leys Ģöyle] dedi: “Ey Mü‟minlerin emiri, benim bir günlük kazancım bin dinardır. Bir günlük gelirimden daha azını ona vermekten hayâ ederim.” (s. 56)

Hammad b. Seleme‟nin, Kûfe‟ye zekât mallarını toplamak için gelen Ebu Ziyad‟dan maddî yardım olarak bin dirhem isteme niyetinde olan bir kiĢiye, çıkarıp beĢ bin dirhem vermesi Ġbnü‟s-Semmâk rivayetiyle aktarılır. Ġbn Ebî Bekre‟nin cömertliği hakkında Ubeydullah es-Serrâc‟dan Ģu rivayet nakledilir: “Ġbn Ebî Bekre, sağından kırk ev, solundan kırk ev, ardından kırk ev, önünden kırk ev olmak üzere komĢularına sair nafakalarıyla beraber infak ederdi. Onlara kurbanlıklar ve bayramlık elbiseler gönderirdi. Bayramın her bir günü yüz Memluk askerini âzat ederdi.”(s. 57).

Ömer b. Ebî Rebîʽa‟nın, bir gece, tavaf yaparken karĢılaĢtığı maddî durumu yeterli olmadığı için âĢık olduğu kızla evlenme cesareti olmayan ve Kâbe‟nin örtüsüne yapıĢarak ağlayıp nidâ eden gençle ilgili bir hikâye aktarılır. Esmâ b.

Hârice‟nin cömertliğini gösteren bir kıssaya yer verildikten sonra, onun meĢhur sözü yeniden zikredilir: “Ben hiç kimseye yüzsuyunu döktürtmedim. Yüzsuyuna hürmet göstermiĢ olmanın karĢılığını da dünyadan benzeri bir Ģeyle gördüm.” (s.58- 59) Ardından Ģair el-Ahtal‟ın Esmâ b. Harice‟yle ilgili bir Ģiirine yer verilir.

Hz. ÂiĢe‟nin, önemli bir sıkıntısı için kendisinden para isteyen dayısı Münkedir‟e vermek üzere yanında hiç bir Ģey yokken, kendisine gönderilen on bin dirhemi Ģahsı için hiç bir Ģey ayırmadan olduğu gibi dayısına göndermesi anlatılır. Saîd b. el-Âs‟ın cömertliğinden söz edilir ve onun cömertliği karĢısında ağlayan adamın Ģu sözüne yer verilir: “ġu yer (yeryüzü) hususunda ağlıyorum ki senin gibi bir adamı yer.” (s. 60)

Nebi‟nin kendisinden yardım isteyen bir adama “iki dağ arası[nı kaplayacak kadar] bir koyun sürüsü” vermesi üzerine, adamın kavmine söylediği söz Enes b. Malik‟ten rivayetle aktarılır: “Teslim olun. Allah‟a yemin olsun ki Muhammed, fakirlik korkusu olmadan atıyyeler dağıtıyor.” Nihayet bab “fityandan biri”nin Ģu sözüyle sona erer: “ġüphesiz dünyadan baĢkasını istemeyen Ģu adam var ya! Dini ona dünya ve içindekilerden aziz oluncaya kadar yürüyemez.” (s. 60)

Dokuzuncu Bab (s.61-65) “evet” demenin medhi ve “hayır” demenin zemmi hakkında aktarılan Ģeylere dair”dir. Konu Resûlullah‟ın kendisinden bir Ģey istendiğinde asla “hayır” demediği hakkında aktarılan bir rivayetle baĢlar. Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, Ebû Müslim Abdullah b. Caʽfer gibi tarihi Ģahsiyetlerin insanları reddetmediğine dair hayatlarından örnekler verilir. Abdullah b. ġeddâd b. Evs‟in oğluna yaptığı Ģu vasiyetle devam eder: “Ey oğulcuğum, iyilik yapmaktan (ma‟ruf) el çekme. Çünkü zaman gizli ve açık olarak felaketlerle, günler de iniĢ çıkıĢlarla doludur. Nice rağbet eden kimse rağbet ettiğine ulaĢmıĢ ve talep ettiği Ģeyi elde etmiĢtir. Bil ki, Ģüphesiz zamanın çeĢitli renkleri vardır. Kim onun ardına takılıp