• Sonuç bulunamadı

3. KÜLTÜR ELEŞTİRİSİ VE TOPLUM

3.2. Adorno’nun Aydınlanma ve Modernlik Eleştirisi

3.2.2. Modernlik Karşısında Negatif Diyalektik

“Her kim iyi ve kötü’de yaratıcı olmak ister, en önce bir yokedici olmalı, değerleri parçalamalıdır.”246

Friedrich NIETZSCHE

Adorno’nun Minima Moralia’da gösterdiği, böyle bir ‘yoketme’ ediminden çıkan, böyle bir ‘yaratıcılık’ olsa gerek: Değerleri parçalayan, ‘bütün’den ayıran, ‘bütün’ünü bozan ve nihayet parçacıkların ‘bütün’süzlüğüne ulaşan bir yaratıcılık. Adorno’nun ‘yoketme’ ile ‘yaratma’ arasında kurduğu diyalektik, ‘bütün’ – ‘parça’ diyalektiğine dönüşmüş ve yöntemin içeriğine dair, içeriğin ise yöntemi aşkın bir ifadesiyle negatif bir diyalektiğin çıplak tezahürü olarak Minima Moralia’da dışavurulmuştur.

Metnin henüz Sunuş bölümünde Adorno, açıkça görülebileceği gibi, özellikle Hegel ile hesaplaşma uğraşına girişmiştir. Burada Adorno, Hegel’in diyalektik yöntemini hem yüceltir hem de açıklarına ve eksikliklerine işaret eder. Hegel’in diyalektiğinin pratiği, özdeyişleri ve aforizmaları dışarıda bırakmaktadır. Ancak Adorno için, düşünsel öğelerden kurulu mekanik bir yapı haline gelmiş sistem, dışarıda bıraktıkları ve hatta içerdikleri tarafından çelişkiye düşürülür. Öyleyse aforizmalar, özdeyişler, dolayısıyla parçacıklar, bütüne ilişkin olmadıkları için ona aykırı, bütüne ait olmadıkları için de onun dışında kalamazlar. Parçacığın bütüne dair olma ya da bütünü bütünleme iddiası yoktur. Tez – antitez – sentez ilişkisi, bütün nedeniyle her zaman eksik kalır. Bütünlüğün kendini üretiminde Hegel, bireyin yerine göz ardı etme günahını işlemiştir. Hegel’in diyalektiğinin tam olarak çalıştırılamamasının nedeni buna dayanır. Başka bir deyişle Adorno, Hegel diyalektiğinin eksiğini, özneyle ilişkisinde bulur. “Konunun içinde olmak ve hep ötesinde olmamak, konunun içkin içeriğine nüfuz etmek”, bu nedenle önemlidir. Adorno’nun Hegel eleştirisi üzerinden kurduğu diyalektik, özneyi kaybetmeyen

246 NIETZSCHE, Friedrich, Beyond Good and Evil, Çev: Michael Taner, Penguin Classics, New York, 2005, s. 47.

negatif bir diyalektiktir. Parçacıklar, özneyi kaybetmezler ama bütün kaybedebilir. Öyleyse, Adorno’nun negatif diyalektiği doğrultusunda, içeriğe dair ne söylenirse, bütüne dair de o söylenmiş olacaktır.

Adorno’nun negatif diyalektiğinin ürünü olan parçacıklarda, hiçbir şey olduğu gibi ya da göründüğü gibi değildir. Her şey aynı zamanda zıddını da söylüyor gibidir. Bir bakıma dışavurum, zıddın açığa vurumudur. Minima Moralia’da tersyüz etmelerden oluşan parçacık başlıklarının çokluğu, bunun bir kanıtı olarak anlaşılabilir. Adorno için, ideolojiler, kuramlar, sistemler ve hatta ahlâk pseudomenos’lardan ibarettir. Adorno’nun negatif hakikat dediği de buna benzer bir oluşumu imler. Adorno’ya göre, II. Dünya Savaşı’nın ‘görkemli’ şiddeti, bu negatif hakikatin bir yansımasıydı ki bunun ifadesine ancak müzikle erişildi.

“En bayağı insan, en yücesinin zaafları sezebilir; en aptalı da an zekisinin düşünüşündeki hataları.”247

Nietzsche’nin dinin yanlışlığına işaret etmesi gibi Adorno da toplumun yanlışlığını dışavurur. Adorno, Minima Moralia’daki tersyüz etmeleriyle, ‘inceliğin’ gizlediği sinsiliği, ‘nezaketin’ gölgesine sığınmış kabalığı, cömertliğin (armağanın) sakladığı çıkarcılığı gösteriyor. Plurale tantum bu nedenle toplumu karşılayamıyor. Toplumsal yaşayışın reçetesi olarak önerilen ‘kolektif’ de toplumun sahteliğinin bir ifadesi olarak görülüyor. Adorno bu noktada, ‘kolektif’in yerine, bunun zıddını, ‘monad olarak birey’i öneriyor: “Gözümüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir.”248

Adorno’nun yazdığı dönemin hassaslığı, tam olarak onun yöntemini olmasa da yöntemin dayandığı içeriği hiç kuşkusuz büyük ölçüde etkilemiştir. Hem tüm coğrafyaya yayılmış savaşla çalkalanan Dünya’nın hali hem de soykırımlara dayanan vahşet karşısındaki aydınların çaresizliği, ideolojilerin taşıdığı umutlara olan inancı

247 ADORNO; Theodor, Minima Moralia: Reflections on a Damaged Life, s. 50. 248 A.g.k., s. 50.

iyiden iyiye azaltmıştı. Müspete doğru bir ilerlemeyi zaten reddeden Adorno, bu çaresizliği ideolojinin temelini oluşturan tarih felsefesini eleştirerek aşmaya çalışmıştır. Adorno’ya göre, bu ideolojinin dayanağı olan özne, ‘tarihsel olarak bitmiş, mahkum olmuştur’. Öznenin mahkumiyetinde, eleştirel teoriye düşen, diğer gözlerin göremediğini görmek ve göstermektir.

Adorno, tarihin zamanla olan ilişkisini de bir hastalık – sağlık diyalektiği üzerinden kurar. Hastalık – sağlık diyalektiğinin içinden ölüm – dirim diyalektiğini çıkarır. Nasıl büyüyen (ilerleyen) her şey hastalıklı görünüyor ise sağlık da ancak ölüme götüren bir sağlık olabilir. Adorno bunu şöyle ifade ediyor: “Ölüm yatıyor bugünün geçerli sağlığının altında”249. Negatif diyalektiğin tersyüz etme biçimiyle düşünüldüğünde, önerme şu biçimi alabilir: Dirim yatıyor bugünün hastalığının altında. Bu nedenle Adorno’nun tarih felsefesi, tarihin eşyada beliren ifadesini ancak hastalıklı bir ifade olarak telakki ediyor.

“Anglo-Sakson ülkelerinde fahişeler, günahla birlikte, getireceği cehennem azabını da ikram ediyor gibi görünürler.”250

Nietzsche’nin teolojinin çelişkilerinden kurduğu ahlâk (ahlâküstülük) Adorno’da toplumun çelişkilerinin diyalektiğinden çıkarılır. Adorno, teolojinin ve metafiziğin yerine toplumu (kurulmuş toplumu) çürütür. Başka bir deyişle Adorno, toplumun illüzyonlarının başkalarını düşürdüğü yanılsamaya düşmekten kaçınır. Bu doğrultuda, ‘iyi’nin ve ‘kötü’nün ötesinde, bir ahlâk, toplum-üstü bir ahlâk tasarlar ve ‘iyi’ye ya da ‘kötü’ye ilişkin bir toplumsal ahlâkı yadsımayı seçer. Böyle bir ahlâk, ne teolojinin içinde ne de toplumda ‘suçlunun günahları için suçsuzun kurban edilmesi’ne dayalı mitolojik bir kalıntıyı barındırır. Günahın cehenneme açılması gibi bir düşünce ancak kör bir diyalektiğin ürünü olabilir. Adorno’nun eleştirdiği

249 A.g.k., s. 191.

toplumsal ahlâk, totolojik çıkarımlarla kurulmuş bir ahlâktır. Oysa ki Adorno’da en büyük günah özdeşliktir.

“Mutlu olup olmadığımızı rüzgarın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığını hatırlatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak. Mutlu adam içinse korunmuşluğunun şarkısıdır: Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir.”251

Mutluluk Adorno’da ahlâktan ziyade estetiğe ilişkin bir kavram olarak biçimlenir. Platon ve Aristoteles’te en belirgin şeklini bulan mutluluk (eudaimonia) erdem (arete) ilişkisi, Antik Çağ’ın hakim anlayışıdır. Hıristiyanlığın etkisiyle bu ilişki Orta Çağ’a da taşınmıştır. Kant bu ikisi arasındaki ilişkiye bir de özgürlük kavramını ekler. Söz konusu ikiliğe ilk darbeyi vuran ise Nietzsche olmuştur. Adorno, Nietzsche’nin ‘iyi’nin ve ‘kötü’nün ötesine geçirdiği mutluluğu, eleştirel teori içinde ve kendi negatif diyalektiği doğrultusunda estetiğin alanına taşır. Sanat yapıtı, ona göre, ancak kendi hakikati içinde varolabilir. Sanat yapıtı başlı başına hakikati değil, fakat negatif hakikati kurar, çünkü sanat yapıtı kendi birliğinde diğerlerini yıkmayı amaçlar. Hakikat, negatif hakikat olduğu için, ona erişmenin yolu diyalektiğin değil, negatif diyalektiğin işletimiyle gerçekleştirilebilir.

“On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için.”252

Güzellik kavramı, Adorno’da, yine bir parça – bütün diyalektiğinin içinden çıkar. Adorno’ya göre güzellik, başka hiçbir şeye yer bırakmayan, doğru, görünüşten ve tekillikten kurtulmuş haliyle güzellik, kendini bütün yapıtların sentezinde, sanatların ve sanatın birliğinde değil, ancak fiziksel bir gerçeklik olarak ortaya koyar. Sanat

251 A.g.k., s. 49. 252 A.g.k., s. 50.

yapıtlarının her birinin ‘bölünmez hakikat’ üzerindeki hak iddiasının inkarına dayalı bir eleştiri ise ancak sanatın sahte bir yıkımına neden olur. Oysa ki Adorno’nun anlayışında güzelliğin evrenselliği sadece tikelin öznesinde görülebilir.

Adorno’nun negatif diyalektik anlayışı, kendinden önceki tüm felsefeyle, özellikle pozitivist felsefeyle derin bir hesaplaşmayı içerir. Bunların başında elbette pozitivist doğa anlayışı gelir. Doğa asla bir madde ya da materyal bir oluşum olarak görülemez. Doğa bütünsel olarak kavranamaz.253 O, doğanın tikelliğine vurguda bulunur. Aynı tarih gibi doğa da bir bütün değildir. Dolayısıyla, felsefenin doğayı maddileştirmesindeki asıl hata, diyalektiğin yanlış işletiminden kaynaklanır. Pozitivistler de, fenomenologlar da ve hatta idealistler de ‘doğru’ – ‘yanlış’ kategorileri üzerinden bir felsefi işleyişle doğayı ve tarihi anlamaya çalışırlar. Böylelikle, hakiki olan ile hakiki olmayan arasında sürekli mantıksal çelişkiler keşfedilip durulur. Bunun yerine Adorno’ya göre felsefe, neyin doğru ya da neyin yanlış olabileceğine karar verme hakkını kendisinde görmektense, olumsuzun olumsuzlanması yolu ile elde edileni de olumlu saymayarak bunu aşmalıdır. Yani, Adorno, diyalektiğin, çelişkiyi değilleyerek ulaştığı sentezi de en az çelişkinin kendisi kadar olumsuz bulur. Bunun içine neredeyse tüm felsefi çıkarımlar dahil edilebilir. Ona göre, diyalektiğin geçerli kılınabilecek işletimi, sentezin de olumsuzlanmasıdır. Ancak bu yolla ileriye bir adım daha atılabilir, hakikate biraz daha yaklaşılabilir, çünkü hakikat, kendisine ulaşılabilir olan bir şey değildir. Adorno’nun diyalektiği bu nedenle, negatif diyalektiktir.

Çelişkinin, veya olumsuzlamanın olumsuzlaması, diyalektiğin temel özelliğidir. Adorno, diyalektiğin bu özelliğinin yitirilmesini arzulamaz. Fakat diyalektikte onun rahatsız edici bulduğu yan, olumsuzlamanın olumsuzlanmasının da yeni bir özdeşlik düzeyi kurmuş olmasıdır. Onun amacı, diyalektiğin kendi temel niteliğini koruyarak, onu bu kusurundan arındırabilmektir.254 Adorno, asla mutlak arayışı içinde olmaz. Mutlağa ulaşmaya çalışan, ulaştığını iddia eden her sistem yanılgıdan başka bir şeye açılamaz. Bu nedenle büyük sistemler onun tarafından kabul edilebilir değildir.

253 ADORNO, Theodor, Negative Dialectics, Çev: E. B. Ashton, Continuum, New York, 1973, s. 3. 254 A.g.k., s. XIV.

Büyük ontolojiler, büyük epistemolojiler, büyük ahlâk; bunların her biri belirli bir özdeşlikten hareket ederler. Mutlağa erişmek için özdeşlik, mantığın doğası gereği vazgeçilmez olandır. Ancak hiçbir özdeşlik yoktur ki, sarsılmaz olabilsin. Adorno’nun mutlağı reddi bu noktaya dayanır. Her sistem ve elbette her ideoloji kendi özdeşlik iddiasının ortaya koyduğu bir mutlağa doğru ilerlediği için hatalıdır, Adorno’ya göre.

Olumsuzlanan, geçip gidene kadar, ortadan kaldırılana kadar olumsuzdur, diyor Adorno. Olumsuzlamayı olumsuzlamak ise olumsuzlananın tersini getirmez, ancak olumluymuş gibi görünen bir yanılgı getirebilir. Bu sadece olumsuzlamanın yeterince olumsuz olmadığının bir kanıtını verir. Oysa diyalektiğin su yüzüne çıkarmış olduğu çelişkiyi dindirmek özdeşliğin özdeşmezliği nedeniyle çelişkinin ne demek olduğunu unutturuverir.255 Adorno diyalektiğe bir adım daha attırmak ister, özdeşliğin de reddedilmesi. Düşüncenin ilerletilmesini sağlamak için tek geçerli edim bu olabilir. Ona göre, diyalektiğin doğasındaki olumsuzlama, kesintiye uğratılmamalı, hiç durmaksızın devam ettirilmelidir. Geleneksel felsefe bunu yapmaz, belki de yapamaz. Formal mantığın kurallarından kurtulmak kolay değildir, çünkü bunlar olmadan felsefenin iş görmesi, hele ki felsefi bir sisteme ulaşılması olanaklı değildir.

Öte yandan ideolojilerin ise özdeşlik olmaksızın ayakta durmaları yine kendi doğalarına aykırıdır. Kısacası, tüm düşünce alanında olumsuzlamayı kesintiye uğratmadan diyalektik işletimi devam ettirebilmek, hangi alan olursa olsun bir sisteme ulaşmaksızın mümkün görünmemektedir. Sistem kurulduğunda ise, olumsuzlamalardan biri artık olumlu sayılmakta ve bir özdeşlik durumu ortaya konulmaktadır. Dolayısıyla, Adorno’nun özlemekte olduğu olumsuzlamayı sürekli kılma edimini gerçekleştirebilecek alan, ancak sistemlerle işi olmayan bir alan olabilir. Öyleyse, şu söylenebilir; böyle bir diyalektik işletimin olanaklı kılınabileceği en uygun alan, sanat alanıdır.

255 A.g.k., 159-160.

Sanatlarda, geçmişin olumsuzlanması, geleneğin yıkılması, malzemenin dönüştürülmesi, ‘dil’in yitime uğratılması gibi edimler, hep diyalektik bir işleyişi takiben gerçekleşmiştir. Burada elbette geleneksel sanattan söz edilmiyor. Sanatın yitimini arayan bir sanattan bahsediliyor. Adorno’nun modern sanatta, başka bir söyleyişle ‘yeni’ sanatta olumlu olarak gördüğü hep onun bu özelliğidir. Sanatta yıkım, olumsuzlama hiç kesintiye uğramaz. O özdeşliğe de ihtiyaç duymaz. Sanat sanatın kendisini dahi yitime uğratma cesaretini taşımaktan geri durmaz. Bunun yerine yeni bir özdeşlik kategorisi kurmayı ise gerekli görmez. Sanat, o denli negatif diyalektik için uygun bir alandır ki olumlamayı hiç barındırmaz, olumsuzlama ise kendi sınırlarının kapısına dek ilerletilebilir. Adorno’nun estetiğinin temel aldığı sanatta, özne yıkılabilir, özne-nesne ilişkisi ortadan kaldırılabilir, biçim yıkılabilir, malzeme dönüştürülebilir, biçimin, üslubun, malzemenin ve hatta dilin otoritesi yıkılabilir. Aynen, figürün otoritesini yıkan Kandinsky gibi; biçimin tahakkümünü yıkan Rothko gibi; tek bir notanın hakimiyet koşulunu yıkan Schönberg gibi; öznenin yaratım gücünü yıkan Kafka gibi; ve elbette dilin iktidarını yıkan Beckett gibi.