• Sonuç bulunamadı

İstanbul’un Fethi Kutlamaları ve Bir İslam İmparatorluğu Olarak

3. YENİ ULUSAL TARİH ANLATISINDA İSLAM’IN YERİ

3.1. İstanbul’un Fethi Kutlamaları ve Bir İslam İmparatorluğu Olarak

Refah Partisi’nin 1994 yerel seçimlerinde, diğer birçok büyükşehirde olduğu gibi İstanbul’da da belediye başkanlığını kazanması; bu seçimin öncesinde gerek partinin önde gelenlerinin, gerekse basının “İstanbul’un ikinci fethi” temasını gündeme getirmeleri 400 ve seçimin ardından Mayıs ayında İstanbul’un fethinin 541.

yıldönümünde büyük kutlamaların yapılması İstanbul’un fethi kutlamaları tartışmasını uzun yıllar devam etmek üzere Türkiye’nin gündemine yerleştirmiştir. Söz konusu tartışma genel olarak laisizm/İslamcılık, daha özelde ise Ankara/İstanbul karşıtlığı çevresinde şekillenmiştir ve geçerliliğini AK Parti döneminde de korumuştur. Bu bölüm söz konusu tartışma ışığında bir anma ve kutlama günü olarak İstanbul’un fethinin AK Parti hükümeti ulusal kimlik vizyonundaki anlamını irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamı irdeleyebilmek için ilk önce iki farklı ulusal kimlik tahayyülünü sembolize eden laisizm/İslamcılık kutuplarının mekânsallaştığı iki şehir olan; Ankara/İstanbul karşıtlığına odaklanılacaktır.

400 Örneğin, Erdoğan Nuriye Akman’a verdiği röportajda “İstanbul’u yeniden mi fethedeceksiniz?”

sorusuna “Fetih, savaş çağrışımı yapıyor. Oysa Fetih’in kelime anlamı ‘açmak’. Karanlığı aydınlığa açmak. Bu anlamda ikinci fetih diyebiliriz. İstanbul bir çözümsüzlükler yumağı, zulmün kara bulutlar halinde üzerine çöktüğü bir kent oldu. Biz bu yumağı bir kutlu anahtarla açacağız.” cevabını vermiştir [“(Recep Tayyip Erdoğan) - İstanbul’un ikinci fethi!”, (http://www.nuriyeakman.com/node/1741).(31 Ekim 2013)].

Farklı Ulusal Kimlik Tahayyüllerinin Sembolik Mekânları Olarak İstanbul ve Ankara

İstanbul’un fethi kutlamaları tartışması bağlamında gündeme gelen ve geçtiğimiz yıllarda medyada Merkez Bankasının Ankara’dan İstanbul’a taşınacağı gibi haberlerle401 iyice alevlenen İstanbul/Ankara çekişmesi, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti arasında kurulan sentetik karşıtlığın bir temsili olarak okunabilir.

Genellikle, hem laisist hem de İslamcı söylemlerde, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, Osmanlı kültürünü sembolize ederken, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara, genç Cumhuriyet’in modernleşme projesini ve onun selefinden bağımsızlığını sembolize etmektedir. Dolayısı ile bir tarafta Osmanlı mirası, öteki tarafta ise Cumhuriyet modernleşmesi durmaktadır ve bu şehirlerden birini sahiplenmek diğerini dışlamak anlamına gelmektedir.

Keyder’e göre kurucu kadrolar402 Cumhuriyet’i kurarken İstanbul’u bilinçli olarak bu yeni oluşumun dışında bırakmışlardır. Ona göre bunun iki nedeni olabilir: Birincisi, Osmanlı’nın son döneminde yaşanan modernleşmenin ve Batılılaşmanın, özellikle gayrimüslimlerin buradaki rolü düşünüldüğünde, yabancı, dolayısıyla da kuşku duyulacak, bir süreç olduğu düşünülmüştür. Hatta bu süreç içerisinde yer almış Müslümanlar “yabancılar”a yardım eden ve bu şekilde vatana ihanet eden

“işbirlikçiler”, ya da en hafifinden onlara özenen taklitçiler olarak görülmüşlerdir.

Dolayısıyla dönemin bakış açısından İstanbul, bu son dönem modernleşmenin; Batı taklitçiliği ve işbirlikçiliğinin merkezidir.403

401 2008 yılında Merkez Bankası’nın İstanbul Ataşehir’de bir arsa alacağını duyurmasıyla Merkez Bankası’nın İstanbul Finans Merkezi (İFM) projesi kapsamında İstanbul’a taşınacağı haberi büyük tartışmalara yol açmıştır. Bu söylenti hükümetin Cumhuriyet’in başkenti Ankara’yı önemsizleştirerek, İstanbul’u ön plana çıkarma girişimi olarak değerlendirilmiştir. Sonuçta Merkez Bankası söz konusu arsayı satın almış, fakat buraya Karaköy’de hizmet veren İstanbul Şubesi ile Uluslararası Araştırma ve Eğitim Merkezini taşıyacağını duyurmuştur. Başbakan Yardımcısı Babacan ise bu haberi doğrulayarak, Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşımak gibi bir kararın olmadığını ifade etmiştir [“Merkaz Bankası Taşınıyor mu?”, (http://www.emlakguncel.com/haber/merkez-bankasi-tasiniyor-mu).(15 Mayıs 2013);

“Merkez Bankası Taşınıyor mu?”, (http://www.haberzoom.com/merkez-bankasi-tasiniyor-mu-32543h.

htm).(15 Mayıs 2013)].

402 Keyder burada “Kemalist milliyetçilik” kavramını kullanmaktadır (Çağlar KEYDER, Küresel ile Yerel Arasında).

403 A.g.k., 17-18.

İkinci neden ise, ironik bir şekilde, İstanbul’un yabancı/düşman ile ilişkili olanı hatırlattığı kadar İslami olanı da hatırlatmasıdır. İstanbul İslam’a, dolayısıyla kurucu söylemdeki karşılığı ile ortaçağ karanlığına bağlılığı nedeniyle saygın ve tercih edilecek bir merkez olarak görülmemiştir.404 İstanbul’a bu İslami özelliğini veren sadece bir İslam İmparatorluğu olan Osmanlı’nın başkentliğini yapmış olması değil, aynı zamanda İslami anlatıda “vaat edilmiş toprak” şeklinde tanımlanmış olmasıdır.405

Kurucu kadrolarının İstanbul’u marjinalleştirmelerinin altındaki iki neden, tam da Cumhuriyet’in kuruluşunda din unsurunun yerleştiği ikircikli konumun mükemmel bir yansımasıdır. Bir yandan Türk’ün Müslüman olduğu ön kabulu ile kozmopolit geçmişe mesafe alınırken, diğer yandan da onunla çelişecek şekilde İslami olan ulusal kimlikten temizlenmeye çalışılmaktadır. İslami referansları ile İstanbul’un ulus-devlet alanında değer bulması, ulusal kimliğin içerisinde İslam kültürünün de değerini artıracaktır. Oysa

“seküler” bir ulusal kimlik tahayyülünü sahiplenen kadrolar için bu istenmeyen bir durumdur. Şüphesiz, Cumhuriyet’in başkent olarak Ankara’yı seçmesinde etkili olan birçok başka stratejik ve pratik faktörden de bahsetmek mümkündür. Coğrafi olarak ülke topraklarının ortasında olan Ankara, modernleşmeyi Anadolu’ya yayacak bir merkez olarak düşünülmüştür. 16. ve 17. yüzyıllarda ticaret ve tarım yapılan küçük bir kasaba olarak gelişse de, açlık ve 19. yüzyılın sonunda gerçekleşen büyük bir yangınla nüfusunun çoğunu kaybeden şehir, oturmuş sosyal yapısı ve tarihi yapılarıyla köklü bir geçmişi taşıyan bir şehire göre baştan ve istenildiği gibi yapılandırılmaya çok daha uygundur. Ankara’ya tren yolu gelmesi ile şehir böyle bir yeniden yapılandırılmaya çok daha elverişli hâle gelmiştir.406 Ayrıca şehrin tarihsel açıdan belirgin bir önemi olmaması onu yeni Cumhuriyet’e özgü kılmakta ve yeni Cumhuriyet’e özgü bir sermaye unsuru olarak kurucu kadroların iktidarlarını pekiştirmesine olanak tanımaktadır.

Aynı şekilde bugüne taşınan İstanbul/Ankara çekişmesi de sadece Cumhuriyet’in kuruluşunda İstanbul’un değersizleştirilmesi ve buna gösterilen tepkiden

404 A.g.k., 17-18.

405 İslami anlatıda, Peygamber (Hz.) Muhammed’in “Konstantinopolis’in birgün büyük bir kumandan ve askerleri tarafından fethedileceğini müjdelemiş” ve “neredeyse Osmanlı sultanı Fatih’i tarif etmiş” olduğu yer almaktadır (Tanıl BORA, “Fatih’in İstanbul’u”, 61).

406 Bkz. (6), ÇINAR, 100-130.

kaynaklanmamaktadır. Nasıl Ankara, alanda yeni bir hak iddiasının dayanağını oluşturduysa, İstanbul da bugün o kuruluş tahayyülüne muhalif bir söylem için alternatif bir dayanak oluşturma, o söyleme özgü bir sermaye unsuru olarak onun iktidarını pekiştirmesine olanak sağlama potansiyelini içermektedir.

İstanbul’un, bu kuruluş tahayyülüne muhalif söylem açısından ne şekilde sembolik bir malzeme olduğunu anlamak için fetih kutlamalarının tarihçesine bakmak aydınlatıcı olabilir.

İstanbul’un Fethi Kutlamalarının Tarihçesi

İstanbul’un fethi kutlamalarının tarihine bakıldığında, 29 Mayıs 1453’de Osmanlı Devleti tarafından şehir fethedildikten sonraki yaklaşık dört yüzyıl boyunca herhangi bir yıldönümü kutlamasının yapılmamış olduğu görülür. Halk arasında Fatih’in İstanbul’a ayak bastığı günün “kudüm günü” olarak anıldığı ve bu günde şehit ve gazilerin ruhları için hayır işlenip, dua okunduğuna dair bir bilgi varsa da devlet tarafından düzenlenen bir kutlama söz konusu değildir. Armağan, Batılı devletlerdekine benzer böyle bir kutlamanın 1903’te Fausto Zonaro407 adlı ressama İstanbul’un fethini tasvir eden tablolar ısmarlayan Abdülhamit döneminde gündeme geldiğini ama gerçekleşen kutlamalar hakkında bir bilgi olmadığını belirtmiştir.408

Popüler Tarih dergisindeki yazısında Engin, Osmanlı’da zaten 2. Meşrutiyet’e kadar böyle alışkanlıklar olmadığından, 1908 yılından sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, milli değerleri güçlendirmek amacıyla anlamlı günleri kutlamaya başladığından bahsetmektedir. Ulusal anma ve kutlama günlerinin bir ulusun oluşması ve ulusal kimliğin yeniden üretilmesi ve güçlendirilmesinde oynadığı rol düşünüldüğünde, ulusçuluğun yükselişe geçtiği söz konusu dönemde böyle bir arayışın başlamış olması şaşırtıcı değildir. Nitekim 2. Meşrutiyet'in ilan edildiği gün olan, rumi takvime göre 10 Temmuz 1324; miladi takvime göre ise 23 Temmuz 1908 tarihi, 'millî bayram' ilan edilen ilk günlerden bir tanesidir. İstanbul’un fethi de, yine bu dönemde

407 Mehmet BAŞBUĞ, “Saray Ressamı Zonaro’nun Fırçasından Üsküdar”.

408 Mustafa ARMAĞAN, “Fetih Kutlamaları ve Yunanistan”.

1910 yılından itibaren kutlanmaya başlanır. Engin’in aktardığına göre, özellikle 1914 yılında yapılan tören çok ses getirmiş, kutlamalara yüz binin üzerinde kişi katılmıştır.

Burada bir parantez açıp Osmanlı Dönemi’nde İstanbul'un fethinin, günümüzde olduğu gibi, miladi takvime göre 29 Mayıs'ta değil, rumi takvime göre 29 Mayıs'ta kutladığını, bunun da 11 Haziran'a denk geldiğini belirtmekte fayda vardır. O dönemde yayınlanan ve Miladi takvimi temel alan Fransızca 'Moniteur Oriental' gazetesinde kutlamalar "11 Haziran 1453; İstanbul'un fethinin yıldönümü kutlanıyor" başlıklı haberle duyurulmuştur. Kutlamanın ertesi günü ise yine aynı gazete, kutlama etkinliklerinden övgüyle bahsederek, uluslar için kendi tarihini hatırlamanın önemini vurgulamış ve Osmanlı’da “eski rejim” zamanında böyle kutlamalara rastlanmadığından bahsetmiştir.

Engin, yazısında, Tanin gazetesindeki haberlere de yer vererek, fetih kutlamasının büyük bir ulusal coşkuya neden olduğundan, Ayasofya ile Fatih'in türbesi arasında yer alan bütün caddelerde dükkânların kapandığından ve heryerin kırmızı beyaz bayraklarla süslendiğinden bahsetmiştir. Kutlamalar çerçevesinde, resmi merasimin ardından çeşitli konuşmalar yapılmıştır. “Töreni hazırlayan” Mehmet Ziya Bey, “Türk gençlerinden”

Hüseyin Ragıp Bey, “Türk Ocağı namına konuşan” Hamdullah Suphi Bey, Bahriye Nazırı Cemal Bey vatanseverliğin önemini vurgulayan konuşmacılardan bazılarıdır.

Engin, içeriklerine bakıldığında bu konuşmaların yaklaşan savaşın habercisi olarak değerlendirilebileceklerini ifade etmiştir. Konuşmalarda “Türklük, Osmanlılık ve İslamiyet âlemini temsil ettiği” belirtilen “Osmanlılar” çok çalışmaya ve orduya destek olmaya davet edilmişlerdir. Konuşmalardan sonra Fatih Sultan Mehmet'in ve şehitlerin ruhlarına dualar okunmuştur. Tören Öğretmen Okulu öğrencileri tarafından söylenen Fatih Marşı ve resmi geçit töreni ile son bulmuştur.409

1914 yılında yaşanan bu örneğe bakıldığında Türk ulusçuluğunun gelişmesinin bir nedeni ve sonucu olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki’in vizyonunda İstanbul’un fethinin ulusal kimlik için önemli bir olay olduğu görülmektedir.

Bu yıldan sonra Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’a girmiş, ardından da Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra erken Cumhuriyet döneminde İstanbul’un fethinin kutlandığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Zaten tüm vurgu genç

409 Vahdettin ENGİN, “11 Haziran 1914… İstanbul’da Müstesna Bir Gün”.

ulusun biricik başkenti olarak ortaya çıkarılan Ankara’nın üzerindeyken ve kamusal alanda gerçekleşecek dinî referansları da olan bir anma töreni Müslümanlığı bireyselleştirme amacı güden devletin dönem politikalarına ters düşeceğinden böyle bir kutlamanın yapılmamış olması da şaşırtıcı değildir.

İstanbul’un fethi kutlamalarının Cumhuriyet Dönemi’nde ilk kez çok partili hayata geçildikten sonra seçim propagandalarında dinî özgürlüklere vurgu yapan Demokrat Parti iktidarı sırasında 29 Mayıs 1953’de gerçekleştiği bilinmektedir. Fakat kutlamalara, seçim propagandasında dinî özgürlüklere vurgu yapan Demokrat Parti’nin ön ayak olduğunun sanılmasının aksine aslında 1953’te gerçekleşen 500. yıl kutlamalarının hazırlıkları, 1939 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün isteği ile başlamıştır. İstanbul Valiliği'nce bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon 2. Dünya Savaşı başlamasına rağmen hazırlıklarını sürdürmüştür. Nitekim Fatih döneminden kalan eserlerin imarını planlayan komisyonun çalışmaları, gereken bütçenin çok yüksek olması ve savaşın ülke ekonomisindeki olumsuz etkileri nedeniyle durmak zorunda kalmıştır. Savaşın ortalarına doğru, bu kez Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel başkanlığında, yeni bir komisyon oluşturulmuştur. Yeni komisyonun planları arasında uluslararası katılımla Fatih ve İstanbul'un fethini konu alan konferanslar düzenlenmesi ve bir 'Uluslararası İstanbul Sergisi' açılması bulunmaktadır. Topkapı ile Edirnekapı arasındaki alana bir Olimpiyat Köyü kurulması ve daha sonra uluslararası temaslarla, 1954 Olimpiyatlarının burada yapılmasının sağlanması da planlar arasındadır. Ayrıca Fatih'in otağının, 500 yıl önce kurulduğu yerde yeniden kurularak fethin temsili olarak canlandırılması öngörülmüştür. Ne var ki ekonomik sıkıntılar bu planlara da engel olmuş, hazırlıklar uzun bir süre soyut planlar hâlinde kalmış, fiiliyatta çalışmalar başlayamamıştır. Bu dönem içerisinde kutlamalarla ilgili gündeme gelen önemli bir sorun da büyük çaplı kutlamaların Hristiyan âlemini, özellikle de Yunanistan’ı gücendirebileceği endişesidir.410

Sonuçta 1953 yılına gelindiğinde apar topar yapılan bir organizasyonla kutlamalar gerçekleşmiş ve kutlamalara valilik, askeri yetkililer ve sivil örgütler katılmışlardır.

İstanbul'un fethinin 500. yıldönümü için 29 Mayıs günü Topkapı surları dışında, Fatih'in

410 Ertan ÜNAL, “II. Dünya Savaşı’nın Etkileri Altında 1953’te Neler Yaşandı?”, 68-70; Bkz. (408), ARMAĞAN.

otağını kurduğu yerde toplanılmış, hem Vali ve hem de Belediye Başkanı olan Fahrettin Kerim Gökay'ın konuşmasının ardından temsili fetih gerçekleştirilmiştir. Tören, Fatih’in türbesine çelenk konulması ile devam etmiş, daha sonra yeniçeriler, mehteran ve leventler, okullar ve askeri birliklerden oluşan geçit töreni yapılmıştır. Geçit töreninde leventler tarafından çekilen bir de kadırga yer almıştır. İstanbul’un fethinin 500. yılı için düzenlenen resmi kutlamalar 6 Haziran gecesi, Dolmabahçe Sarayı'nda verilen bir balo ile kapamıştır.411

Törenlere, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar katılmamıştır. Bayar, tam da o gün, Kore yolcusu Türk Birliği’ni ziyarete İzmir'e NATO Karargâhı'nı ziyarete gitmiştir. Başbakan Adnan Menderes ise, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in taç giyme törenlerine gitme hazırlığı içinde olduğu gerekçesiyle törenlere gelmemiştir. Menderes, ancak törenler bittikten sonra İstanbul'a gelmiş ve buradan Londra'ya hareket etmiştir. Devletin üst düzeyinin böylesine önemli bir kutlama törenine katılmayışının altında yatan nedenin, daha bir kaç ay önce (28 Şubat 1953) Yugoslavya ile birlikte imzalanan Balkan Antlaşması ile perçinlenen Türk-Yunan dostluğunun törenler nedeniyle zedeleyebileceği endişesinin olabileceği yorumları yapılmıştır.412

Törenlerin ertesi günü gazetelerde hem törenlerdeki organizasyon aksaklıkları, hem de üst düzey devlet görevlilerinin törende bulunmamaları eleştirilirken, CHP Mardin Milletvekili Kamil Boran, TBMM Başkanlığı'na sözlü bir soru önergesi vererek, Başbakan Adnan Menderes'ten, bu büyük günün neden gereği gibi kutlanamadığını anlatmasını istemiştir.413 Refah Partisi ile yeniden canlanan kutlamaları eleştirenlerin başında muhalefet partisi CHP’nin geldiği, İslamcı çevrelerce ise bu kutlamalara tarih boyunca CHP tarafından engel olunduğuna ve DP’nin tam tersine bu tarz hassasiyetlere daha çok değer veren bir parti olduğuna inanıldığı düşünüldüğünde söz konusu tartışmaların tarihi gelişiminin sanılandan çok daha farklı olabileceği görülmektedir.

İstanbul'un Fethi'nin 500. yıldönümü nedeniyle şehirde resmi törenler dışında da etkinlikler düzenlenmiştir. Şehir ışıklandırılmış, havai fişek gösterileri, fener alayı,

411 Bkz. (410), ÜNAL, 70-71.

412 A.g.m., 71-72.

413 A.g.m., 73.

çeşitli konserler, tiyatro etkinlikleri, folklor gösterileri, “Fetih Güreşleri”, “Fetih Kupası At Yarışları” ve futbol turnuvası gibi spor etkinlikleri gerçekleştirilmiştir. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde konferanslar düzenlenmiş, yayınlar hazırlanmıştır. O dönemde “Mithatpaşa Stadyumu” adıyla anılan daha sonraki ismiyle İnönü Stadı'nda, askeri okul jimnastik gösterileri yapmış, Taksim Belediye Gazinosu’nda ise seçkin bir davetli topluluğu huzurunda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Yunus Emre Oratoryosu icra edilmiştir. Fetih şehitleri için Fatih Camii’nde bir mevlid okutulmuş, basın kutlamalara geniş yer verirken konu ile ilgili ekler yayınlanmış, PTT tarafından 500. yıl pulları basılmış ve konuyla ilgili kartpostallar hazırlanmıştır.414

Ülgen söz konusu etkinlikler sürecinde özel dernek ve kuruluşlar içerisinde en yoğun çalışmayı üstlenenin İstanbul Fetih Cemiyeti olduğundan bahsetmiştir.415 500.

Yıl kutlamalarını düzenlemek için “İstanbul’un 500. Fetih Yılını Kutlama Derneği” adı ile kurulan dernek sonraları “İstanbul Fethi Derneği”, daha sonra ise “İstanbul Fetih Cemiyeti” adını almıştır. Bu dernek 500. Yıl kutlamaları bağlamında aralarında birçok eserin yayınlanmasının da olduğu bir dizi etkinlik gerçekleştirmiştir.416 Derneğin uçakla Almanya'dan getirttiği 7 ton havai fişekle gerçekleştirdiği, havai fişek gösterisinin417 yanı sıra yağlı güreş musabakaları tertip ettiği, 1000 adet Fatih hatıra altını bastırdığı, Fatih rozetleri satışa sunduğu418 bilinmektedir.

Demokrat Parti’nin iktidarı 1960 askeri darbesi ile son bulurken 27 Mayıs 1960 tarihli gazetelerde fethin 507. yıldönümü nedeni ile tören yapılmayacağı duyurusu yer almıştır. Milliyet gazetesinde duyuru şu metinle yapılmıştır:

“İstanbul'un 507 nci Fetih yıldönümü münasebetiyle tören yapılmıyacak: İstanbul örfi İdare Kumandanlığı’nın 35 numaralı tebliği: İstanbul'un 507 nci Fethi yıldönümü münasebetiyle 29

414 A.g.m., 70-71; Fahamettin BAŞAR, “Törenler Kitaplarla Taçlandırıldı”, 74-78.

415 Talat ÜLGEN, “İstanbul’un 500. Fetih Yılını Kutlama Rozeti”, 31-32.

416 Bkz. (410), ÜNAL; Bkz. (414), BAŞAR, 74-75.

417 Bkz. (410), ÜNAL; Bkz. (414), BAŞAR, 70.

418 Bkz. (415), ÜLGEN, 31-32.

Mayıs 1960 günü hiçbir merasim yapılmayacaktır. Fahri Özdilek Orgeneral İstanbul örfi İdare Kumandanı” 419

Bu metin darbeyi yapan askeri yönetimin fetih kutlamalarına karşı olduğu izlenimini vermektedir. Fakat konu ile ilgili net bir bilgi yoktur. Kısa zaman içerisinde resmi törenlerin yeniden yapılmaya başlaması darbeden hemen iki gün sonraya denk gelen bu kutlamalarda bir muhalefet ve güvenlik sorunundan çekinildiği izlenimini de vermektedir.

Kısa zaman içerisinde yeniden yapılmaya başlanan resmi törenler, Belediye, Silahlı Kuvvetler ve Valilikten görevlilerin katılımıyla Fatih Sultan Mehmet’in mezarı başında yapılan bir anma töreni ve görevlilerin yaptığı konuşmalardan ibaret olan etkinliklerden oluşmaktadırlar. Dönem dönem bu törenlere halkın ilgisinin yoğun olduğu haberleri gazetelerde yer alsa da bunun için özel bir çaba gösterilmediğinin görüldüğü söylenebilir. Dönem dönem ise İstanbul’un fethinin yıldönümü bağlamında başta Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) olmak üzere özellikle sağ grupların yaptıkları yürüyüş ve gösteriler ile bunların neden olduğu tartışmalar gazete haberlerine konu olmuşlardır. Sonuçta genelde standart resmi törenler yapılmış fakat yıllar içerisinde bu törenlere hem devletİN hem de anaakım medyanın ilgisi azalmış ve törenler gitgide marjinalleşmişlerdir.420

Öte yandan daha önce de belirtildiği gibi erken Cumhuriyet döneminde İstanbul’un değersizleşmesi ve kaynakların Ankara’ya kaydırılması, ardından DP döneminde hükümetin kendisi kutlamalara katılım göstermezken sivil kuruluşların kutlamalarına izin vermesi İstanbul Fetih Cemiyeti gibi cemiyet ve çevrelerin kutlamalara sahip çıkması ve İstanbul’un fethi kutlamalarının bir muhalefet sembolü hâline gelmesi ile sonuçlanmıştır. Bora’ya göre 1950’lerde sağ entelijansiyanın önemli merkezlerinden biri olan ve 1953’teki kutlamaların da önemli bir aktörü olan İstanbul Fetih Cemiyeti, İslamcı tahayyülde İstanbul’u “yeniden fethe muhtaç” bir şehir olarak konumlandıran söylemin öncüsü sayılabilir. Bora, milliyetçi ve İslamcı kanatta, 1960’lardan 1980’e uzanan dönem boyunca “İstanbul’u kurtaracak nesli” (“Fatih’in

419 “İstanbul’un 507’inci Fetih Yıldönümü Münasebetiyle Tören Yapılmayacak”, (http://gazetearsivi.

milliyet.com.tr/Arsiv/1960/05/27).(25.04.2013)

420 Örnek gazete haberleri için Bkz. (http://gazetearsivi.milliyet.com.tr).(25.04.2013)

neslini”) bekleme motifinin işlendiğini, Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı şiirinin,

“Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” nakaratıyla, “gençlik ajitasyonunun en revaçtaki malzemelerinden biri” hâline geldiğini belirtmiştir. Nitekim İslamcı tefsirlerden birine göre, Peygamber (Hz.) Muhammed, zaten “Konstantiniyye’nin Fatih Sultan Mehmed Han’ın haricinde ikinci defa fethedileceğini, bu fethin ‘manevi’ olacağını, silah kullanılmayacağını” müjdelemiştir.421

İstanbul’un İkinci Fethi ve Refah Partisi Dönemi’nde Fetih Kutlamaları

Keyder 1950’li yıllar boyunca bir taşra şehri görünümünde kalan İstanbul’da dünya çapında önem taşıyacak tek olayın İstanbul’a Hilton açılması olduğunu ve İstanbul’un ikinci bir beş yıldızlı otel için 1970’li yıllara kadar beklemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu arada ithal ikameci sanayi politikaları 1970’lere kadar imalatın İstanbul’da yoğunlaşmasına yol açarken, hükümetlerin İstanbul’daki bu büyümeyi destekleyecek altyapı imkânı ve mali kaynakları sağlayamamaları hızlı şehirleşme ve gecekondulaşmaya yol açmıştır.422

Keyder 1950’li yıllar boyunca bir taşra şehri görünümünde kalan İstanbul’da dünya çapında önem taşıyacak tek olayın İstanbul’a Hilton açılması olduğunu ve İstanbul’un ikinci bir beş yıldızlı otel için 1970’li yıllara kadar beklemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu arada ithal ikameci sanayi politikaları 1970’lere kadar imalatın İstanbul’da yoğunlaşmasına yol açarken, hükümetlerin İstanbul’daki bu büyümeyi destekleyecek altyapı imkânı ve mali kaynakları sağlayamamaları hızlı şehirleşme ve gecekondulaşmaya yol açmıştır.422