• Sonuç bulunamadı

2. HALK HEKİMLİĞİ VE GENEL KAVRAMLAR

2.3. HALK HEKİMLİĞİNİN TARİHÇESİ

2.3.2. Türk Kültüründe Halk Hekimliği

2.3.2.3. Modern Tıp Alanındaki Gelişmeler

84 2.3.2.2.4. Kaplıca Tedavileri

Uygarlığın öğesi olan su ile yıkanma ve temizlik fikri, insanlık tarihinde tıp tarihi ile birlikte, kültürel gelişim doğrultusunda, günümüz koşullarına kadar ulaşmıştır. Sağlıklı yaşam için insan vücudunun temizliği ve bakımından doğal enerji kaynaklarından yararlanma olanakları da uygarlığın gelişmesi oranında, bilimsel yöntemler ile değerlendirilmeye başlanmış ve halk sağlığının hizmetine sunulmuştur (Özer, 1988:204).

Türklerin, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdıkları geleneksel kültürü içinde var olan

“yıkanma“ ve “temizlik” işlevi akarsu boylarında yerine getirilirken; Anadolu’da yerleşik hayata geçiş sonucunda “hamamlar” ortaya çıkmıştır. İslam dinîn de Kuran’ın vücut temizliğine getirdiği esaslar ve akan su ile temizlenme ilkesine dayalı gelenek ve göreneklerle, Anadolu’daki Bizans ve Romalılardan kalma kaplıcalar daha sonra Türkler

tarafından değerlendirilerek Türk mimarisine uygun biçimde inşa edilerek halka açık tutulmuştur (Şar, 2008: 1170).

Sıcak su kaynakları üzerine kurulan hamamlar, görevleri icabı Müslüman Türk toplumunun temizliğe ve sağlığa verdikleri önemin en bariz simgelerinden biri olmuşlardır (Kayhan, 2010:226). Kütahya şifalı sıcak su bakımından oldukça verimli bir yapıya sahiptir. Her mahallede neredeyse mevcut olan hamamlarının yanı sıra termal tesislere pek çok hastalığın şifası için başvurulmaktadır.

Sıcak su kaynaklarının yanı sıra yatır ve türbe etrafındaki suların, cami içerisinde veya çevresinde bulunan kuyu sularının da şifa verdiğine inanılmakta ve sular halk hekimliğinde kullanılmaktadır. Kütahya’da Dönenler Cami içerisindeki kuyu suyu hastalıklara şifa olurken, Paşam Sultan Türbesindeki şadırvandan alınan su da farklı hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır.

85

evlerinden birini dâru’l-merzâ (hastane) olarak tahsis etmesiyle oluşturulmuştur (Bayat, 2010:262).

İlmi ve medeni hayatı İslam medeniyetlerinden ayrı düşünülmeyen büyük Selçuklularda klasik tıp anlayışı gelişmiş, tanı, teşhis ve tedavi teknikleri gelişmiştir.

Usta çırak yöntemi ile hekimlerin eğitildiği bu dönemde halk hekimliğinde hastalıkların tedavisinden ve tedavide kullanılan ilaçlardan bahseden Cabir b.Havyan, Ebeubekir Zekeriya Razi, Ebu Reyyan Birûni, İbn Cülcül, İbn Zühr, İbn Rüşt, İbn Baytar gibi bilim adamları eser vermiştir (Şar,1988:226).

Dârü’s-sıhha, Dârü’l-afiye, Dârü’r-raha, Dârü’t-tıp, Darüssıhha Maristan, Bimarhane, Taphane, Nekahethane, Şifaiyye, Şifahane, Bimaristan, Darü’l-merza ve Me’menü’l-istihare gibi isimler ile anılan o dönemde sağlık hizmetlerinin yürütüldüğü, tıp eğitiminin verildiği ve ilaçlarının hazırlandığı tam bir külliye görünümündeki bu günkü ifade ile sosyal hizmet binaları yapılmıştır (Çatakoğlu, 2002: 32/ Kemâloğlu, 2014:3).

Hükümdarlar, hâkim oldukları topraklarda yaptırdıkları bu kuruluşlar arasında, Alp Arslan’ın Nişâbur’da; Melikşah’ın, kardeşi Suriye Selçuklu meliki Tutuş adına Bağdat’ta (Bîmâristân-ı Tutuşî); Suriye Selçuklularından Dukak ve Nureddîn Mahmûd Zengi’nin Şam’da Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kahire (Selâhî Dârüşşifâsı) Fustat ve Akka’da Sultan Sancar döneminde vezir Ahmed Kâşî’nin, Ebher, Zencan, Gence ve Arran’da; Kirman Selçuklularından Melik Turan Şah ve Melik Muhammed’in Berdesir’de; Atabey Müeyyedüddîn Reyân’ın Berdesîr’de (Mâristân-ı Derb-i Habîs); Mücahiddîn Kaymaz’ın Musul’da, Dicle nehri kenarındaki külliyesi içinde]; Erbil atabeyi Muzafferüddîn Ebû Sa‘id Gökbörü’nün Erbil’de; Salgurlu atabeyi Muzaffer Ebû Bekr bin Sa‘d’ın Şiraz’da, veziri Ebû’l-Mefâhîr Mes‘ûd Şiraz’ın Bâzâr-ı Büzürg civarında; Kutluğ Türkan hatunun ise Kirman’da yaptırdığı dârüşşifâlar sayılabilir (Bayat, 2010: 264/ Şehsuvaroğlu, 1984:

15-16).

İslâm tıbbını kaynak alan Büyük Selçukluların devamı niteliğindeki Anadolu Selçukluları İslâm tıbbını Anadolu coğrafyasına taşımıştır. Anadolu’nun Türkler tarafından yurt edilmesi ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra bu coğrafyada birçok darüşşifa inşa edilmiştir. Bu darüşşifalarda bir taraftan tedavi hizmetleri verilirken diğer taraftan hekimler yetiştirilmiştir. Konya, Kırşehir, Havza ve Kütahya’da kaplıca ve ılıca yaptırılarak şifalı sular ile sağlık hizmeti verilmiştir (Doğan, 2011:122/ Şar, 1988: 226).

86

Osmanlı tıbbı belli bir geleneği izlemiştir. Anadolu Selçuklu Devletinin kurduğu hastaneler Osmanlılar zamanında da vakıfların koyduğu kurallar çerçevesinde çalışmaya devam etmiştir. Osmanlı Devletinde hekimlik anlayışı ve hekimin yetiştirilme tarzının kendine mahsusu özellikleri mevcuttur. Dâhiliyeci diyebileceğimiz tabiplerin yanı sıra cerrahlar, kehhaller (göz hekimleri), kırık çıkıkçılar, şerbetçiler, attarlar halk sağlığı için hizmet vermiştir. Osmanlı imparatorluğunun ilk dönemlerinde hekimlik, cerrahlık ya da eczacılık yapmak için bir usta yanında bir süre çalışma ya da bir tıp okuluna devam etme şartı mevcuttur (Tok, 2008:790/ Tez, 2010:88/ Ünver, 1952:3). Öncelikle hükümdar ve ailesinin sağlığını korumak, devletin sağlık politikalarını belirlemek ve bütün hastanelerin tayin işlerini yürütmek için görev yapan hekim başları bugünkü sağlık bakanlığının statüsündedir (Bayat, 1999:62/ Göyünç, 2000: 1).

Devlet bir taraftan İslam kültürüne sahip çıkmış, diğer taraftan da fethedilen topraklardaki kültürlerin birikimlerini Türk kültürüne katarak Osmanlı medeniyetini oluşturmuştur. Bilimsel eserler Türkçe kaleme alınmıştır. Osmanlı devletinde hekim yetiştiren ilk tıp kurumu Kanuni Sultan Süleyman’ın Süleymaniye külliyesidir. Bu külliyede akli (felsefi, tabii) ve nakli (dinî, edebi) ilimlerin tahsili için 4 medrese, dârülhadîs, bağımsız tıp eğitiminin verildiği Süleymaniye Tıp Medresesi, Süleymaniye Dârüşşifâsı ve eczanesi mevcuttur.

Sabuncuoğlu Şerefeddîn, İbrâhim bin Abdullah, Ahî Çelebi, Nidâî, Şirvânlı Şemseddîn-î İtâkî, Emîr Çelebi (Seyyid Mehmed), Zeynelâbidîn bin Halîl, Îsâ (Sakızlı), Sâlih bin Nasrullah (İbn Sellum el-Halebî), Hayâtîzâde Mustafa Feyzî, Şaban Şifâî (Ahmed bin Şaban), Kâtibzâde Mehmed Refî, Gevrekzâde Hâfız Hasan, Ali Münşî, Abbas Vesîm, Suphizâde Abdülazîz, Şânîzâde Mehmed Atâullah, Mustafa Behçet, Abdülhak Molla Osmanlı Devleti’nin önemli hekimleridir.

Bursa, Yıldırım Bayezid Dârüşşifâsı, İstanbul, Fatih Dârüşşifâsı, Edirne, II.

Bayezid Dârüşşifâsı, Manisa, Hafsa Sultan Dârüşşifâsı, İstanbul, Haseki Dârüşşifâsı, İstanbul, Süleymaniye Dârüşşifâsı, İstanbul, Atik Vâlide Bimârhânesi, İstanbul, Sultan I.

Ahmed Dârüşşifâsı, Ömer Şifâî (Derviş Ömer Şifâî, Bursevî), sağlık hizmeti ve tıp eğitimi veren kurumlarıdır.

Osmanlı Devleti, Rönesans sonrası Avrupa’da gerçekleşen büyük tıbbi gelişmeleri başlangıçta uzaktan da olsa takip etmeye çalışmış, daha sonra tıbbi eserlerin tercümeleriyle

87

tanışmış, zamanla bunları benimseyip İslam tıp geleneğinden Batı tıbbına yönelmiştir (Bayat, 2010: 297- 334).

Osmanlı Devletinde XVII.-XVIII.-XIX. yüzyıllarda halk hekimliğine hizmet veren aktarlık önemli ve değerli bir meslek dalı haline gelmiştir. XIX yüzyıla kadar pek çok Türk hekimi halk hekimliğine önem vermiş ve tıbbi eserlerinde o devrin halk hekimliğinde kullanılan hayvansal ve madensel maddelerle tedavi yollarından bahsetmiştir (Şar, 1988:

226-227).

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde XIX. Yüzyıldan itibaren Türk tıbbı ve sağlık teşkilatı batılılaşmaya başlamıştır. Ankara’da kurulan Milli Hükümet, 2 Mayıs 1920’de üç sayılı kanunla, sağlık sorunlarını bakanlık düzeyinde ele alacak olan “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nı kurmuştur (O dönemdeki adıyla Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti) Ankara’da kurulan Milli Hükümet’in sağlık sorunlarının çözümü için bakanlık kurması, dünyadaki ilk örneklerdendir. Cumhuriyet'in başında sağlık elemanı ve teşkilatlanması yetersiz düzeydedir. 1925 yılında ülkedeki tüm resmi kurumlardaki (Sağlık Bakanlığı, Askeri, İl Özel İdareleri gibi) hekim sayısı 1631 'dir. Bunun yanında 600 kadar da serbest çalışan hekimin bulunduğu tahmin edilmektedir. O tarihte 74 il ve 326 ilçe bulunmakta, il merkezlerinden 61'inde sağlık müdürü görev yapmaktadır. Sağlık Bakanlığı'nın elinde hekim ve öteki sağlık elemanının sayıları ise şöyledir: Hekim 560, sağlık memuru 554, ebe 136, hemşire 69’dur (Aydın, 2002:187/ Özaydın, 2007 :103).

Cumhuriyet döneminden itibaren batıdan feyz alan tıbbi gelişmeler rağmen geleneksel halk hekimliği uygulamaları varlığını sürdürmeye devam etmiş ve günümüze kadar aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüştür. Halk arasında kırık-çıkıkçı, ocaklı, izinli, tutmacı, efsuncu, lokman hekim, hoca, abdal şeyh gibi isimler ile anılan bu kişiler farklı kaidelere bağlı olarak edindiği tecrübeler ile kendilerine başvuran hastalara yardım etmektedirler. Fiziksel ve ruhsal pek çok hastalığın tedavisinde bu mekânlara başvurulmaktadır. Sağaltma işlemi yapan kişiler, dinsel büyüsel işlemler ile yani yatıra götürme, dua ettirme, kutsiyet taşıdığına inanılan su toprak gibi maddeler ile temas ettirme yöntemleri ile hastaları tedavi etmeye çalışırken; ırvasa, parpılama, kurşun dökme, bitkisel, hayvansal ya da mineral kaynaklı maddeler ile temas ve yöresel olarak yapılan pek çok farklı yöntem ile hastalıklara çare aranmaktadır.

88

Günümüzde bitkisel yolla hastalıkların tedavisini aktarların yanı sıra bu alanda yetişmiş akademik ünvanlı kişiler de yapmaktadırlar. Modern tıp bir taraftan teknolojinin getirdiği tüm imkânları kullanırken diğer taraftan tamamlayıcı tıp üniteleri, alternatif tıp bölümleri ile geleneksel tedavi yöntemlerinden de faydalanmaktadır.

89

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. TÜRK HALK HEKİMLİĞİNDE OCAKLAR