• Sonuç bulunamadı

2. HALK HEKİMLİĞİ VE GENEL KAVRAMLAR

2.3. HALK HEKİMLİĞİNİN TARİHÇESİ

2.3.2. Türk Kültüründe Halk Hekimliği

2.3.2.2. İslâmiyet Sonrası Halk Hekimliği Uygulamaları

Türkler geniş bir coğrafi bölgede asırlarca hayat sürmüşler, göçebe bir yaşantı ile hayvancılık yapmışlardır. Bulundukları coğrafya gereği birçok kültür ile karşılaşıp, bu kültürlere sahip olan insanların dinlerini tanımışlardır. Türkler İslâmiyet’i benimsemeden önce Zerdüştilik, Maniheizm, Budizm, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi inançlarla da tanışmışlar fakat toplu olarak bu dinlere dâhil olmamışlardır. Türklerin geleneksel dinleri dışında temasa geçtikleri dinlerin hiçbiri geniş Türk topluluklarının tamamını kucaklayacak boyutta temel ve yaygın bir din olamamıştır (Tümer- Küçük, 1993 :78- Günay-Güngör,1997:354).

İslâmiyet ile tanışmaları ilk dönem halifelerine kadar gerilere gidebilen Türkler, İslâmiyet ile Gök Tanrı inancı arasında tek Tanrıya inanma, kaza, kader, yaradılış, cennet-cehennem gibi konularda büyük benzerlikler olduğunu gördükleri için kitleler halinde

78

Müslüman olmuşlardır. Bu benzerliklerin yanı sıra eski ozan ve kamların İslam evliyaları ve mutasavvıf dervişler ile mahiyet bakımımdan benzerlikleri, Türk ata ve babalarının yaydığı İslâmiyet şeriatının göçebe kültürüne uyumlu olması, keramet sahibi olan ve gaipten haber veren kamlar ile mürşitlerin uyumu ve İslâmiyet’in emrettiği cihat mefkûresi ile Eski Türklerin savaşçı ruhunun benzerliği din değişikliğini kolaylaştırmıştır (Kitapçı, 2002:455/ Turan, 2002:519).

Türklerin, İslam dinîni IX. asırdan itibaren kabul etmelerinde Gök Tanrı inancı ile İslam dinî arasındaki benzerliğin yanı sıra bir diğer sebep de Abbasiler döneminin Türkler ile Arapların aralarındaki yakınlığı arttırmasıdır. Bu uyumluluklar sonucunda İslam dinî, Türklerin hayatına egemen olmaya başlamış ve giderek de diğer bölgelerdeki Türk boylarına kadar uzanmıştır (Uğurlu-Koca,2010:8/Küçük, 109:2013).

“Türklerin Araplarla çok erken başlayan doğrudan ilişkilerine rağmen, toplu olarak İslâmiyet'i kabul etmeleri ve devlet kuracak çokluğa ulaşabilmeleri, üç asırlık bir zamanı gerekli kılmıştır. İslâm öncesinde pek çok dinîn Türkler arasında benimsenip, kendisine taraftar bulması, Türklerin her türlü inanca açık olduklarını göstermektedir. Burada aklımıza, Türklerin Müslümanlarla ilk ilişkilerinden itibaren, Türkler arasında, karakterlerine uygun olan İslâmiyet'in yayılmasının neden çabuk olmadığı sorusu gelmektedir. Şüphesiz bunda Emevi idarecilerinin yanlış politikaları, etkili olmuş ve bu politikalar, Türklerin Araplara karşı kin ve nefret duygularını artırmış ve İslâmiyet'i kabul etmelerine de mani olmuştur.”( Bozkuş, 1988:412).

Emeviler’in bu tutumları karşısında Türklerin Müslümanlığa geçişi yavaşlamıştır.

Türklerin bu dinî yakından tanımalarıyla IX. yüzyıl ortalarından itibaren Müslümanlığın kabulü artmış, nihayet X. yüzyılın ilk yarısından itibaren halkı ve yöneticileri Türk olan ilk Müslüman Türk devletleri itil (Volga) Bulgar devleti(920 /21), Karahanlılar (945), Gazneliler (963) ve Selçuklular(1038) gibi devletler kurulmuştur.

Türkler arasında İslâmiyet’in din olarak kabulü XIV yüzyıla gelindiğinde Türk dünyası arasında da yayılmıştır (Yazıcı, 1992:34).

Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra eski inanç sistemine ait pek çok unsuru İslami kisveye bürüyerek yaşatmaya devam etmiştir. Yani Türklerin İslamlaşması kendi algı ve kültürleri ile uyumlu bir şekilde olmuştur. Türkler Müslüman olurken, İslamiyet’te bir nevi Türkleşmiştir (Biçer, 2007:136).

79

“İslâmiyet’in kabulünden sonra da göçebe Türkler arasında varlığını sürdüren eski inançlar, bu insanlar tarafından yadırganmamış, ancak bir takım anlam değişikliğine uğramıştır.”(Bozkuş, 1988: 13).

Bu inanç silsilesi içerisinde devam eden uygulamalardan birisi de tedavi yöntemleridir.

Kurulan ilk Müslüman Türk devletlerinde mistik tedavi yöntemleri varlığını İslami kisve ile devam ettirirken bir yandan da hayvansal, madensel ve bitkisel emler ile yapılan tedaviler varlığını sürdürmüştür. Halk içinde yapılan bu tedavilerin yanında usta çırak eğitimi ya da medrese eğitimi ile hekimler yetişmiş, hastaneler kurulmuştur (Şehsuvaroğlu, 1984: 7-12).

Türkler, kurdukları devletler ile modern tıp alanında da ilerlemişler, önemli hastaneler ile tıp bilimine hizmet etmişlerdir.

Mısır’da Tolunoğulları Devletinde Ahmed İbn Tolun 9. yüzyılda İbn Tolun hastanesini kurdurmuş ve düzenli ilk hastane ve eczaneyi halkının hizmetine sunmuştur. Karahanlılar, Samanoğulları, Gazneliler, Harzemşahlar isimli Türk Devletlerinde Razi, Farabi, Biruni, İbni Sina gibi tıbbın devleri yetişmiştir. Büyük Şelçuklular döneminde; Nizamül Mülk 1067 de Nizamiye Medresesi ve hastanesini, Nurettin Zengi 1157 de Şam’da Nurettin hastanesi ve tıbbıyesini, Selahattin Eyyubi Mısır’da bir çok medrese ve hastaneyi kurdurmuştur (Altıntaş, 2007:83).

Türkler bir taraftan modern tıp alanında ilerlerken diğer taraftan geleneksel tedavi yöntemlerini de sürdürmüşlerdir Şaman ve kamlar toplum içerisindeki vazifelerine İslami kisve ile kırık çıkıkçı, ocaklı, falcı gibi isimler ile devam etmişlerdir. İslâmiyet öncesi yapılan birçok uygulama İslâmiyet sonrasında da varlığını sürdürmüş hatta günümüze kadar ulaşmıştır. Bir yandan dinsel-büyüsel tedaviler, ocaklılar, falcılar tarafından yapılırken diğer taraftan bitkisel tedavi işlemleri de emciler, otacılar tarafından devam etmiştir. Türkler, Orta Asya coğrafyasında İslâmiyet öncesi uyguladığı tedavi yöntemlerinin bir kısmı İslami cila ile sürdürmüşlerdir. Sürdürülen bu yöntemlerden bazıları şöyledir:

“İdrar kaçırma ve çıbanlarda şeyhlerin telkinlerine başvurmak, çıbanların üzerine dua metinleri yazmak veya dua okumak; sıtma hastalığında üzerine ezan, izin, besin yazılı sarımsak ve badem yedirmek veya dinî metin yazılmış kâğıdı suya atıp içmek, köpek

80

tüyüyle tütsülemek; göz hastalıklarında şeyhin tükürdüğü parmaklarını hastanın gözüne sürmek veya dua okumak; kırıklarda kemiği meshetmek veya dua okumaktır.

O dönemin bilimsel tıbbında kullanılan bazı bitkilerden de faydalanılırdı. Mesela, uzun süren ateşli hastalıklarda sarımsak veya bal; hararette bal ve sirke karışımı; soğuk algınlıklarda bal, sarımsak, yoğurt; ishalde sarı helile; kabızlıkta mahmude; bağırsak ağrılarında tiryâk ve tiryâk-ı farûkî, uykusuzlukta haşhaş sütü; gözü kuvvetlendirmek için çiğ şalgam; hava değişikliklerinde sulandırılmış şerbetler kullanmak bunlardan bazılarıdır.”( Bayat, 1988: 64/ 2012: 266).

Türklerin, İslâmiyet’i, kabul ettikten sonra bile, eski inançlarını yeni inanç örtüsü altında devam ettirmeleri; yüz yıllar boyunca kabullenmiş oldukları değerlerinden kopamayışının bir göstergesidir. İslâmiyet’te yer almamasına rağmen Türk halkı kökeni ne olursa olsun bu tür pratikleri inancın kutsallığına dayandırarak korumaya devam etmiştir.

Bu inanç pratiklerinin temelinde ise Türklerin daha çok Orta Asya’da etkisi altında kaldıkları inanç sistemleri; atalar kültü, tabiat kültleri, Gök Tanrı inancı ve Şamanizm yer almaktadır (Çıblak,2005:199).Türkler evreni, dünyayı, insanı anlamaya kontrol altına almaya yardım eden bu inançlardan, hastalıkların sebebini anlamaya ve tedavi etmeye çalışırken de yararlanmıştır (Kaya, 2001: 199).

Müslüman Türklerde halk hekimliğine dair uygulamalarda İslâmiyet öncesi döneme ait kültlerden söz etmek mümkündür. Yatırlarda yapılan tedaviler, su, taş, demir ile yapılan tedaviler, bazı ağaçların dal ve yapraklarının tedavilerde kullanılması, ateş ile hastalıkların korkutulması, sihir ve büyünün hastalık tedavisinde kullanılması bu uzantıya örnek teşkil edebilecek uygulamalardır. Bu uygulamaların yanı sıra İslâmiyet öncesinde olduğu gibi İslâmiyet’in kabulünden sonrada uzman ya da aktarlar tarafından yapılan bitkisel tedaviler, halk hekimliği, alternatif tıp gibi isimler ile süre gelmiştir. Sıcak suyun romatizma ve cilt hastalıklarına iyi gelmesi sebebi ile kaplıca kültürü ile tedavi de yine halk hekimliği uygulamaları içerisindedir.

2.3.2.2.1. İslâmiyet Öncesi Kültlerin İslâmiyet Sonrası Tedavilerde Kullanılması 2.3.2.2.1.1. Evliya Kültü

İnsanlar öldüğünde ruhlarının ailesini ve toplumu koruyacağı inancı İslâmiyet sonrası Türklerde evliya kültü olarak devam etmiştir. İnanç merkezlerinden yatır

81

ziyaretleriyle “Türklerin eski ve köklü inançlarından biri olan atalar kültü arasında bir bağ vardır. Atalar kültü ataların takdisine dayanır. Atanın öldükten sonra ruhunun bir takım üstün güçlerle donanacağı ve bu sayede yardım edeceği inancı vardır. Ataların eşyaları ve mezarları kutsal kabul edilip ruhlarına kurban sunulur.”(Artun, 2007: 1).

Veli kültüyle şamanların işlevleri arasında benzerlik vardır. Bu özelliklerden biri, hastaları iyileştirmektir. Türklerdeki evliya kültünün temelinde atalar kültü yatmaktadır. Gök Tanrı inanç sisteminde Kam, Şaman, Ozan etrafında oluşan kült, İslâmiyet'le evliya tipine dönüşmüştür (Ocak, 2010, 10/ Ocak, 1984, 84).

Hastalıkların tedavisinde ata ruhlarından medet ummak ve yardım dilemek için evliya olduklarına inanılan insanların türbelerine başvurulur. Akıl hastaları, felç hastaları, çocuğu olmayan kadınlar ve farklı birçok rahatsızlık için evliya olduğunu inanılan türbe, tekke, dergâh gibi yerlere gidilerek şifa dilenir. Dilekler gerçekleştiği takdirde kurban kesilir. Çalışma sahamız olan Kütahya çevresinde de pek çok evliya türbesine hastalıkların şifası için başvurulmaktadır. Dua ile Allah’ın sevgili kulları olduklarına inandıkları kişilerin başına giderek yardım dileyen halk, burada bulunan türbelerden farklı birçok hastalığın sıhhati için dua eder niyazda bulunur.

2.3.2.2.1.2. Tabiat kültleri

Türkler arasında İslâmiyet öncesi dönemde kutsal kabul edilen orman, ağaç, dağ, su, taş gibi kültler İslâmiyet’in kabulünden sonra da yaşatılmaya devam etmiştir (Kaya, 2001: 202).

Anadolu’da tek olarak yetişen ağaçların yanında mutlaka bir evliya mezarının bulunduğu inancıyla bu ağaçlar kutsal kabul edilmiş bez parçaları bağlamak, sarılarak öperek dilekte bulunmak suretiyle bu ağaçların bulundukları yerleri adak ve ziyaret haline getirmek inancı yaygınlaşmıştır. Bu ağaçları kesmenin sakıncalı olduğu düşünülür. Kesmek isteyenlerin başlarına gelen kötü olayların anlatıları halk içinde dilden dile dolaşır (Aday,2013: 119).

İslâmiyet sonrası halk hekimliği uygulamalarında ağaç, orman ve dağlar tedavi unsuru olarak görülmüştür. Yaprağını yaz kış dökmeyen ve tek olarak bir yerde bulunan çam ağacının dalı ile birçok cilt hastalığının tedavisi yapılmaktadır. Evliya yatırlarının etrafındaki ağaç, oradan akan su ve çevresinden alınan toprak kutsal kabul edilip, oradan alınan her türlü nesnenin sıkıntı ve rahatsızlıkları gidereceğine inanılmaktadır. Kutsiyet

82

yüklenen ağaçlara bezler bağlanarak sıkıntılar için dileklerde bulunulmakta, dertlere derman aranmaktadır. Bu yapılan uygulamalar ile atalar kültü içerisinde tabiat kültünün kutsiyetinin devamının, İslâmiyet sonrası uygulamalardaki izlerini görmek mümkündür.

İslâmiyet öncesi dönemde “yada taşı” kutsal kabul edilip içerisinde gizli bir güç olduğuna inanılmaktadır (Çıblak, 2005:12). İslâmiyet sonrasında da kutsiyet yüklenen (örneğin Mekke’den geldiği, rüya da Pir ya da Hızır tarafından verildiği söylenen) taşlar mevcuttur ve bu taşlar kısırlıktan cilt hastalıklarına kadar pek çok hastalığın sağaltımında kullanılır.

Bugün Kütahya yöresi türbe ve yatırları çevresinde pratiklerin içerisinde hastalıkların tedavisi için yatır ve türbe çevresinde bulunan delikli taşlara başvurulmaktadır. Kurbanın makbul olması için türbe kapısı önünde kurban taşlarının bulunması bunların tezahürüdür (Aday, 2013:131).

İslam dininin benimsenmesinden sonra yapılan tedavilerde ay, yıldız ve güneşten de faydalanılmıştır. Bazı hastalıkların tedavisi sadece gündüz bazıları öğlen olmadan ya da dolunay zamanı yapılır. Ateş ve ocak kutsiyetini sürdürmüş, hastalıklar ateş ile dağlanmış veya korkutulmuş, ocaktan alınan kül birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır.

İslâmiyet’in kabulünden sonra halk hekimliğine dair yapılan uygulamalar dâhilinde eski Türk inanç yapısı içerisinde mevcut olan tedavi metotlarını görmek mümkündür. Tabiat kültü, ata kültü ve evliya kültü şeklinde tezahür ederken, Gök tanrı inanışına bağlı iyeler ocak, ateş, güneş ve ay iyeleri de İslami kisve ile varlık bulmaya devam etmiştir. Kam ya da şamanların yaptığı vazifeleri günümüzde hoca, ocaklı, izinli, tutmacı ismi ile anılan kişiler üstlenmiştir.

2.3.2.2.2. Bitkisel Kökenli Tedaviler

İslâmiyet sonrası yapılan tedavi yöntemleri sadece sihri ve büyüsel yolla yapılan mistik tedaviler değildir, bunun yanı sıra bitkisel yöntemler ile de halk arasında tedaviler yapılmaktadır.

Bitkiler ve bitkisel tıp, en eski çağlardan beri bir tedavi şekli olup, sık rastlanan birçok hastalığın tedavisinde sağlık kalitesini arttırmak için kullanılmaktadır (Gezmen Karadağ, 2013: 164/ Üyer, 1988: 255).

83

Halkın hastalık hakkında görüş ve düşünceleri, kullandığı ilaç ve uygulamalarla ilgilenen halk hekimliği zengin folklorik malzemelere sahiptir. Eski çağlardan bu yana halk bitkileri tedavide kullanmış, bitkilerle tedavi önemini korumuştur. Vücuttaki biyokimyasal olaylar bilinmese de şifalı bitkiler panzehir gibi keşfedilerek tedavide kullanılmıştır. Son yıllarda bitkilerle tedavi konusu daha fazla ilgi görmektedir. Halk özellikle yöresinde ye-tişen bitkileri iyi tanır ve tedavide kullanır. Sözlü gelenekte bilgi insan hafızasında saklanır, hem bilinen tıbbi droglar hem de ilaç olarak kullanılan bitkilerle yapılan tedaviler tıp tarihinin yaşayan uygulamalarıdır (Üçer, 2010: 29-30).

Yerleşik yaşama geçiş, şehirleşme ve dolayısıyla haberleşme, ulaşım imkanlarının gelişmesi, sağlıkla ilgili kurumların oluşturulması sürecinde geleneksel uygulamalar ile bilimsel tıp uygulamaları birlikte kullanıla gelmiştir (Sever, 2004:96).

Bitkisel tedavi yöntemlerini attarların yanı sıra günümüzde uzman kimyagerler de yapmakta ve birçok tıp kurumu tarafından desteklenmektedir.

2.3.2.2.3. Hayvansal ve Madensel Kökenli Tedaviler

Hayvansal ve madensel ürünler ile yapılan sağaltma işlemleri İslâmiyet sonrasında da devam etmiştir. Bu ürünler bazen tek başlarına bazen de birlikte ya da bitkiler ile karıştırılarak kullanılmıştır. MS hastalarına tavşan beyni yedirilmesi, sülük ile kanın temizlenmesi, köstebek hastalığı için köstebeğin etinin hastaya yedirilmesi, yılan derisinin hastanın yemeğine katılması hayvansal ürünler ile yapılan tedavilere örnektir. Bunların yanı sıra kırık çıkığa kaymak sürülmesi, koyunyünü ile sarılması, siyah köpeğin arpacık hastalığının tedavisinde kullanılması saha çalışmasında elde edilen bilgiler arasındadır.

Madensel tedavi yöntemlerinde ise taş, demir, bakır, su gibi ürünler hastalık sağaltımında kullanılmaktadır. Yılancık hastalığında yılancık taşı denilen küçük yuvarlak taşların kullanılması ve ya bıçağın tersi ile tedavinin yapılması, sarığının döven taşı ile ya da jilet ile tedavi edilmesi, temre siğil gibi hastalıkların iğne ile çizilmesi, ateşte kızdırılan demir ile hastalıkların korkutulması madensel kökenli maddeler ile yapılan tedavilere örnek verilebilir.

84 2.3.2.2.4. Kaplıca Tedavileri

Uygarlığın öğesi olan su ile yıkanma ve temizlik fikri, insanlık tarihinde tıp tarihi ile birlikte, kültürel gelişim doğrultusunda, günümüz koşullarına kadar ulaşmıştır. Sağlıklı yaşam için insan vücudunun temizliği ve bakımından doğal enerji kaynaklarından yararlanma olanakları da uygarlığın gelişmesi oranında, bilimsel yöntemler ile değerlendirilmeye başlanmış ve halk sağlığının hizmetine sunulmuştur (Özer, 1988:204).

Türklerin, Orta Asya’dan Anadolu’ya taşıdıkları geleneksel kültürü içinde var olan

“yıkanma“ ve “temizlik” işlevi akarsu boylarında yerine getirilirken; Anadolu’da yerleşik hayata geçiş sonucunda “hamamlar” ortaya çıkmıştır. İslam dinîn de Kuran’ın vücut temizliğine getirdiği esaslar ve akan su ile temizlenme ilkesine dayalı gelenek ve göreneklerle, Anadolu’daki Bizans ve Romalılardan kalma kaplıcalar daha sonra Türkler

tarafından değerlendirilerek Türk mimarisine uygun biçimde inşa edilerek halka açık tutulmuştur (Şar, 2008: 1170).

Sıcak su kaynakları üzerine kurulan hamamlar, görevleri icabı Müslüman Türk toplumunun temizliğe ve sağlığa verdikleri önemin en bariz simgelerinden biri olmuşlardır (Kayhan, 2010:226). Kütahya şifalı sıcak su bakımından oldukça verimli bir yapıya sahiptir. Her mahallede neredeyse mevcut olan hamamlarının yanı sıra termal tesislere pek çok hastalığın şifası için başvurulmaktadır.

Sıcak su kaynaklarının yanı sıra yatır ve türbe etrafındaki suların, cami içerisinde veya çevresinde bulunan kuyu sularının da şifa verdiğine inanılmakta ve sular halk hekimliğinde kullanılmaktadır. Kütahya’da Dönenler Cami içerisindeki kuyu suyu hastalıklara şifa olurken, Paşam Sultan Türbesindeki şadırvandan alınan su da farklı hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır.